KUR'AN-I KERİM İNDEKS
10
– YûNUS
SÛRESİ
Mekkede
nâzil olmuş olup, 109 âyetten ibarettir. Sûrenin
98. âyetinde Yûnus (a.s.) dan ve kavminden
bahsedilmesi vesilesi ile bu ad verilmiştir. Oysa
Hz. Nûh (a.s.) ile Hz. Mûsâ (a.s.) daha tafsilatlı
bir şekilde anlatılır. Bu sûre-i şerife
iman esasları üzerinde fazlaca durmaktadır.
Özellikle, Kur’ân’ın Allah Teâlanın
kitabı olduğunu ispata yönelir. Bunu yaparken;
1.
Kâfirlerin Kur’ân hakkındaki şüphelerini
iptal eder. 2. Kur’ân’la onlara meydan okuyup, güçleri
yeterse benzer bir eser ortaya koymalarını
ister. 3. Özendirme ve korkutma (tergib ve terhib)
metoduyla Kur’ân’ı tasdik etmeye çağırır.
Allah Teâlanın tarihteki âdetine işaret ve müminleri
teselli için Nuh, Mûsâ ve Yûnus (aleyhimu’s-selam)
kıssalarına yer verilir ve onların sabır
ve sebatla, Allah’ın hükmünü beklemeleri
emredilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Elif, Lâm, Râ.
İşte bunlar o hikmetli kitabın âyetleridir.
2
– “İnsanları
uyar! Müminlere, Rab’lerinin üstün sadakat makamı
vereceğini müjdele!” diye
içlerinden
bir insana vahyetmemiz insanların çok mu tuhafına
gitti?
Onun için
mi kâfirler: “Besbelli ki bu, sihirbazın teki!”
dediler. [38,4; 64,6; 7,69;
18,2 - 3]
3
– Sizin Rabbiniz gökleri
ve yeri altı günde yaratan,
sonra da Arşı
üzerinde hükümrân olan, her işi yerli yerince
çekip çeviren Allah’tır.
Kendisinden
izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir
şefaatçi iş bitiremez.
İşte
Rabbiniz, bu vasıflara sahib olan Allah’tır.
Öyleyse O’nu bir tanıyarak, yalnız O’na
ibadet ediniz. Hâla gerçekleri düşünmeyecek
misiniz? [34,3; 11,6; 6,59;
2,255; 53,26; 34,23; 43,87]
4
– Hepinizin dönüşü
O’nadır. Bu, Allah’ın gerçek olarak verdiği
sözdür.
Mahlûkları
ilkin O yaratır.
Yoktan
yaratan yaratıcı, öldükten sonra onları
haydi haydi diriltir.
Diriltir ki
iman edip makbul ve güzel işler yapanları,
adaletleri sebebiyle ödüllendirsin.
Kâfirlere
ise, dini inkâr ettikleri için, içecek olarak kaynar
su ve gayet acı bir azap vardır. [30,27;
38,56-58; 56,42-43; 55,43-44]
5
– O dur ki güneşi
bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr
kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti
ki yılların sayısını ve
vakitlerin hesabını bilesiniz.
Allah,
bunları boş yere değil, ancak hikmet uyarınca,
sabit bir gerçek olarak yaratmıştır.
Bilip
anlayacak kimselere Allah âyetleri böylece açıklar.
[2,189; 36,40; 6,96; 38,27;
23,115-116] {KM, Tek-vin 1,14}
6
– Gece ve gündüzün
sürelerinin değişerek peşpeşe
gelmesinde,
Allah’ın
göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıklarda,
elbette
Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınacak
kimseler için nice deliller vardır. [3,190;
10, 101; 11,6]
7-8
– Onlar ki âhirette
bize kavuşmayı ummaz
ve sadece dünya
hayatına razı olup onunla tatmin bulur
ve onlar ki
bizim tek İlah olduğumuzun delillerinden
ve gönderdiğimiz
Kur’ân âyetlerinden gaflet etmeyi sürdürür!
İşte
bunların, irtikâb ettikleri şirk ve isyan
sebebiyle varacakları yer cehennemdir.
9
– İman edip
makbul ve güzel işler yapanları ise onların
Rabbi, imanları sebebiyle kendilerini,
içlerinden
ırmaklar akan, o nimet dolu cennetlerdeki
mutluluklara erdirir.
10
– Onların
orada duaları, “Sübhansın Allah’ım!
Her türlü noksandan münezzeh ve yücesin!” demek,
birbirlerine iyi dilek ve temennileri ise hep “selam!”
dır.
Duaları
“El-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin” “Hamd âlemlerin
Rabbi Allah’a mahsustur.” diye sona erer. [33,44;
56,25 - 26; 36,58; 13,23-24; 18,1; 6,1]
11
– Eğer Allah
insanların faydalarına olan şeyleri çabucak
elde etmek istemelerinde verdiği gibi, müstehak
oldukları şerri de çarçabuk verseydi derhal
sonları gelir, helâk edilirlerdi.
Fakat Biz,
huzurumuza çıkmayı arzu edip ummayanları,
kendi hallerine bırakırız, azgınlıkları
içinde bocalar, dururlar. [17,11]
12
– İnsan bir sıkıntıya
mâruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken
veya ayakta iken, Bize yalvarıp yakarır.
Fakat biz sıkıntısını
giderdik mi,
sanki uğradığı
dertten dolayı Bize yalvaran kendisi değilmiş
gibi
eski haline
geçip gider.
İşte
(hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini
aşanlara, yaptıkları işler,
kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına
gitmiştir. [41,51; 11,
10, 11]
13
– Sizden önceki
devirlerde geçen nice ümmetleri,
Peygamberleri
kendilerine açık deliller (mûcizeler)
getirdikleri halde,
onları
yalancı sayıp hakka karşı çıkarak
zulmettikleri ve iman etmeyecekleri sabit olduğu için
imha ettik.
İşte
suçlular güruhunu Biz böyle cezalandırırız.
14
– Sonra onların
peşinden, nasıl davranacağınızı
görmek için,
bu dünyada
onların yerine sizi geçirdik.
15
– Böyle iken, âyetlerimiz
kendilerine, açık deliller halinde okunduğunda,
âhirette huzurumuza varacaklarını ummayanlar,
“Bize
bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir”
derler.
De ki:
“Onu kendiliğimden değiştirmem asla
olacak bir şey değil.
Çünkü
ben sadece bana vahyedilene tâbi olurum
ve eğer
sizin arzunuza uyar da Rabbime isyan edersem, o müthiş
günün azabından korkarım.”
16
– De ki: “Eğer
Allah dileseydi ben Kur’ân’ı size okuyamazdım,
hiç bir
suretle de size onu bildirmezdi.
Bilirsiniz
ki, daha önce, bir ömür boyu aranızda yaşadım,
böylesi bir iddiada bulunmadım.
Aklınızı
kullanıp bunu anlamaz mısınız?
17
– Hem yalandan bir
söz uydurup onu Allah’a mal eden
veya
Allah’ın âyetlerini yalan sayandan daha zalim
kim olabilir?
Gerçek
şu ki mücrimler iflah olmazlar.
18
– Onlar,
Allah’tan başka kendilerine ne zarar ne de fayda
veremeyen birtakım nesnelere ibadet ediyor ve
“Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir”
diyorlar.
De ki: Böyle
bir şey olacak da Allah bilmeyecek ha!
Ne o, yoksa
siz Allah’a göklerde ve yerde olup da bilmediği
şeylerin varlığını mı
haber vereceğinizi iddia ediyorsunuz?
Hâşâ!
O, onların iddia ettikleri her türlü ortaktan münezzehtir,
yücedir. [13,33]
Gerek
bu âyette, gerekse başka bir çok âyette yer alan
min dûnillah
ibaresi bazı meallerde “Allah’ı bırakıp...”
diye tercüme edilmiş. Ebussuud burada der ki:
“Onlar Allah’ın dışında birtakım
nesnelere de ibadet ederler” demektir. Yoksa onlar
Allah’a ibadeti büsbütün terketmiş değildirler.
Bilakis maksat, o ibadetle yetinmediklerini ifade etmek
ve nazm-ı kerimin siyakının ortaya koyduğu
üzere, o ibadeti putlara ibadete makrun kılmak,
yani o ibadeti putlara ibadetle birlikte yaptıklarını
bildirmektir.”
19
– İnsanlar aslında
tek ümmet idi. Başlangıçta hepsi tevhid
inancına sahip iken sonra aralarında ihtilaf
çıktı.
Şayet
Allah’tan nihaî hükmü kıyamete bırakma
şeklinde
önceden
yapılmış bir vaad olmasaydı,
ihtilaf
ettikleri konudaki hüküm çoktan verilmiş, azap
tepelerine inmiş olurdu.
[2,213; 11, 110; 20,129]
20
– Bir de kalkmış:
“O Peygambere Rabbi tarafından bambaşka bir
mûcize indirilse ya!” diyorlar.
Sen de ki:
“Gayb âlemi ancak Allah’ındır. Gaybı
bilmek O’na mahsustur.
O halde
bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekliyorum.
[6,37; 17,59; 10,96-97;
15,14-15]
21
– İnsanlara uğradıkları
bir dertten sonra bir nimet ve âfiyet tattıracak
olursak, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında
yine birtakım kötü düşüncelere sapmışlar!
De ki:
“Allah’ın o tuzakların hakkından
gelmesi, daha da çabuk gerçekleşir.
Haberiniz
olsun: meleklerimiz bütün o kötü düşüncelerinizi
kaydedip duruyorlar.”
22
– Sizi karada olsun,
denizde olsun gezdirip dolaştıran O’dur.
Gemide olduğunuz
zamanı düşünün:
Gemiler,
tatlı bir rüzgarla içindeki yolcuları alıp
götürdüğü
ve yolcular
da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada,
birden
gemiye şiddetli bir fırtına gelir,
dalgalar her taraftan onları sarar
ve artık
kendilerinin tamamen kuşatılıp bir daha
kurtulamayacaklarını zannedince,
bütün
niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah’a tahsis edip
gönülden O’na yalvarırlar:
“Ahdimiz
olsun ki, eğer bizi bu felaketten kurtarırsan,
mutlaka şükreden kullarından olacağız!”
derler. [2,139] {KM,
Mezmurlar 107,23-30}
23
– Fakat Allah onları
kurtarınca bir de bakarsın ki yine yeryüzünde
haksız yere taşkınlıklar ve türlü
yolsuzluklarda bulunuyorlar.
Ey insanlar!
İyi biliniz ki taşkınlığınız
sadece kendi aleyhinizedir.
Elde edeceğiniz
en fazla şey, bu fani hayatın geçici
menfaatidir.
Sonunda dönüp
Bizim huzurumuza geleceksiniz ve Biz de yaptıklarınızı
size bir bir göstereceğiz. [17,67;
29,65; 31,32]
24
– Bu fani dünya
hayatı bilir misiniz neye benzer?
Tıpkı
şuna benzer: Gökten yağmur indiririz,
derken o yağmur
sebebiyle, insanların ve hayvanların yiyerek
beslendikleri bitkiler bol bol yetişir, ağ
gibi etrafı sarar.
Yeryüzü
renk renk, çeşit çeşit meyve ve mahsullerle
süslenir,
bahçe
sahipleri de tam, bütün o ürünleri devşirmeye
giriştikleri sırada,
geceleyin
veya gündüzün birden emir çıkarırız,
bir afet gelir, söküp biçer.
Sanki daha
dün, o şen manzara, orada hiç olmamış
gibi olur...
İşte
Biz düşünüp ibret alacak kimseler için âyetleri,
delilleri böyle ayrıntılı olarak açıklarız.
25
– Allah insanları
esenlik ve mutluluk ülkesine dâvet eder ve dilediği
kimseleri doğru yola iletir.
[6,127]
26
– İyi ve güzel
davranışlarda bulunanlara en güzel mükâfat
yani cennet
ile daha da fazlası olarak Allah’ın cemalini
görmek var.
Onların
yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne de bir
zillet! İşte onlar cennetliktir.
Onlar orada
ebedi kalacaklardır. [9,72;
55, 60; 76,11] {KM, Yuhanna 17,3}
27
– Kötülük işleyenler
ise, yaptıkları kötülük kadar ceza görürler.
Kendilerini bir zillettir kaplayacak...
Onları
Allah’ın bu cezasından koruyup kurtaracak
bir kimse yoktur. Yüzleri sanki kapkaranlık gece
parçalarıyla kaplanmıştır.
İşte
onlar cehennemliktir.
Hem de
orada ebedi kalacaklardır. [42,45;
14,42-44; 75,10-12; 3,106-107]
28-29
– Gün gelir, onların
hepsini bir araya toplayıp sonra Allah’a şirk
koşanlara:
“Siz de,
taptığınız şerikleriniz de
yerlerinize!” deriz. Artık onları putlarından
tamamen ayırmışızdır.
Şerikleri:
“Siz dünyada bize tapmıyordunuz. Bizimle sizin
aranızda şahit olarak Allah yeter.
Doğrusu,
sizin bize taptığınızdan hiç mi hiç
haberimiz yoktu” derler.
[18,47; 30,14-43; 19, 82; 46,5-6]
30
– İşte
orada her kişi önce göndermiş olduğu işlerin
tadını anlar:
Hepsi, gerçek
sahipleri ve efendileri olan Allah’ın huzuruna götürülür
ve
uydurdukları bütün şerikler onlardan ayrılıp
ortalıkta görünmez olur. [86,9;
75,13; 17,13-14]
31
– De ki: Kimdir sizi
gökten ve yerden rızıklandıran?
Kimdir
kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan?
Kimdir ölüden
diriyi, diriden ölüyü çıkaran.
Kimdir bütün
işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten.
“Allah!”
diyecekler, duraksamadan:
De ki: “O
halde sakınmaz mısınız O’nun cezasından?”
[3,27; 80,27-31; 67,21]
32
– İşte
bunları yapan Allah’tır sizin gerçek
Rabbiniz.
Gerçeğin
ötesinde, dalâletten başka ne kalır?
Nasıl
olur da haktan vazgeçersiniz?
33
– Öyle büsbütün
doğru yoldan çıkmış, isyanda ısrar
eden o fâsıklara,
imana
gelmedikleri için, Rabbinin azap kararı kesinleşmiştir.
[39,71]
34
– De ki: “Sizin
Allah’a ortak saydığınız şeriklerden
mahlûkatı
yaratıp onları ölümlerinden sonra da
diriltebilen var mıdır?”
De ki:
“Ancak Allah ilkin yaratıp sonra diriltmeye
kadirdir.
Öyleyse
nasıl oluyor da bu hakikatten vazgeçiriliyorsunuz?”
35
– De ki: “O şeriklerinizden
hakikate götürecek var mı?
De ki:
“Gerçeğe ancak Allah hidâyet eder.”
Şimdi
söyleyin bakalım; gerçeğe ulaştıran
mı tâbi olunmaya lâyıktır,
yoksa
elinden tutulup doğru yola götürülmedikçe
kendisi yol bulamayan kimseler mi?
Ne oluyor
size! Nasıl böyle yanlış hükmediyorsunuz?”
Mahlûkların
ortak özelliği, yaratılmış ve âciz
olmaktır. Aciz, âciz olanın derdine çare
olamaz, mutlak hakikate ulaştıramaz, kalbine
hidâyet veremez. Şuursuz putlar bunu zaten yapamadığı
gibi, bu hususta şuurlu varlıklar bile fayda
sağlayamazlar.
Akıl
bile Allah hidâyet etmedikçe kendiliğinden bir
ilim keşfedemez, kendi başına doğruyu
bulamazken, mabudluk, mutlak hâdi (hidâyet veren, doğruya
ulaştıran) olan Allah Teâla’dan başka
kimin hakkı olabilir?
Burada
hidâyetten maksat, bizzat ve bilfiil olan hidâyettir,
vasıtalı, mecazî hidâyet değildir.
Peygamberler ve doğru yolu bildiren âlimlerin
vesile olma şeklindeki rehberliklerine illa
en yuhda istisnası ile işaret edilmiştir.
Yani Allah onları hidâyet ettiği için, onlar
da vesile olabilirler. Fakat bu da hidâyeti kalpte
yaratma şeklinde bizzat ve bilfiil olan hidâyet değildir.
36
– Onların çoğu
sadece zanna uyarlar.
Halbuki zan asla
gerçeğin yerini tutamaz.
Allah onların
bütün yaptıklarını hakkıyla bilir.
37
– Bu Kur’ân’ın
Allah’tan başkası tarafından uydurulması
asla mümkün değildir.
Lâkin daha önce
indirilen kitapları tasdik eder
ve farzedilen hüküm
ve hakikatleri açıklar.
Onda şüphe
edilecek hiçbir taraf yoktur.
Rabbülâlemin
tarafından gönderilmiştir.
[3,7; 2,41]
38
– Yoksa “Onu
kendisi uydurmuş” mu diyorlar?
De ki: “Öyleyse,
iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine
benzer bir sûre ortaya koyun ve Allah’tan başka
çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de
yardımınıza çağırın.” [17,88;
2,24; 11,13]
39
– Hayır! Onlar,
hakkında etraflı bir bilgi edinmeden ve henüz
yorumuna tam vakıf olmadan, bu Kur’ân’ı,
çarçabuk yalanladılar.
Kendilerinden öncekiler
de böyle yalan saymışlardı.
Bak ve zalimlerin
sonunun nasıl olduğunu anla!
40
– Onlardan Kur’ân’a
iman edenler de var, iman etmeyenler de.
Rabbin hakkı
yalanlayıp halk içinde fitne ve fesat çıkaranları
pek iyi bilir.
41
– Eğer seni
yalancı saymakta ısrar ederlerse de ki:
“Benim yaptığım
bana ait, sizin yaptığınız da size.
Benim yaptıklarımla sizin, sizin yaptıklarınızla
da benim ilişiğim yoktur.” [109,1-6;
60,4]
42
– Onların içinde
senin söylediklerini dinlemeye gelenler de var.
Fakat sen sağırlara
nasıl duyurabilirsin ki? Hele akıllarını
da kullanmıyorlarsa!
43
– Onların arasında
sana bakanlar da var.
Fakat gözleri
görmeyenlere sen nasıl doğru yolu gösterebilirsin,
hele basiretleri de yoksa! [25,41-42]
Baş
gözü ile beraber kalb gözü de görmezse, böyle bir
âmaya birşey anlatmak mümkün olmaz. Görmekten
gaye, ibret almaktır. Dolayısıyla, asıl
önemli olan basirettir. Bundan ötürü kalb gözü açıksa
âma, birşeyler sezer. Hatta böyle olan bir âma,
ahmak olan göz sahibinin anlayamadığını
anlar.
44
– Allah insanlara
asla zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine
zulmederler.
45
– Kıyamet günü
Allah hepsini biraraya toplayacak.
Dünyada, gündüzün
ancak bir saati kadar zaman yaşamış gibi
gelecek kendilerine. O şekilde ki sadece tanışacak
ve birbirlerini görünce tanıyacakları kadar
yaşadıklarını sanacaklar.
Allah’a
kavuşmayı yalan sayıp da doğru yolu
tutmamış olanlar, en büyük kayba uğramışlardır.
[79,46; 20,104; 70,11-15; 23,101; 77-15]
46
– Onlara vaad ettiğimiz
şeylerin bir kısmını sana göstersek,
yahut seni vefat ettirsek, nasıl olsa sonunda onlar
bize döneceklerdir.
Elbette
Allah, kendilerinin ne yapacaklarına şahittir.
47
– Her ümmetin bir
Peygamberi vardır.
Peygamberleri
kendilerine gelince, aralarında adaletle hükmedilir,
hiç birine zulmedilmez. [39,69]
48
– Onlar: “Eğer
dediğiniz doğru ise, peki bu vaadin ne zaman
gerçekleşeceğini söyleyin!” derler. [42,18]
49
– De ki: “Ben
kendi kendime bile, Allah’ın dilediğinden başka
ne bir zararı savma, ne de bir fayda sağlama
imkânına sahip değilim.
Her ümmetin
belirlenmiş bir ömür süresi vardır.
Artık
o vaadeleri gelince, onu ne bir saat ileri, ne de bir
saat geri alamazlar.” [7,34.188;
63,11]
50
– De ki: “Ne
dersiniz, şayet O’nun azabı size yatarken
veya gündüzün gelirse ne yaparsınız?
Mücrimler
bunlardan hangisini acele ile istiyorlar?”
51
– Olan olduktan
sonra mı ona iman edeceksiniz?
Ya şimdi
ha! Hani siz bunu çarçabuk istiyordunuz? [32,12;
40,84-85]
52
– Sonra o zalimlere:
“Ebedî azabı tadın bakalım! Siz dünya
hayatında neyi hak ettiyseniz, sadece onun karşılığını
göreceksiniz.” denir.
[32,14]
53
– “Sahi doğru
mu bu?” diye senden haber sorarlar.
De ki:
“Evet! Rabbime yemin ederim ki o elbette gerçektir ve
siz bundan yakayı kurtaramazsınız.” [6,134;
36,82; 34,3; 64,7]
54
– Kendi nefsine
zulmeden her kişi, dünyadaki bütün şeylere
malik olsaydı bile, kendisini cezadan kurtarmak için
hepsini fidye olarak verirdi.
Onlar
cezaları olan azabı görünce içten içe
duydukları pişmanlığı açığa
vururlar.
Ne çare ki,
kendilerine asla haksızlık edilmeksizin,
aralarında adaletle hüküm verilmiştir.
Eserre: Hem açığa vurmak, hem de, acının şiddeti
sebebiyle kişinin nutku tutulduğundan söyleyememesi
yani içinde gizlemek hakkında kullanılır.
Yani bu kelime bu iki zıt mânaya gelmesi
itibariyle ezdaddandır.
55
– İyi bilin ki
göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır.
İyi
bilin ki Allah’ın vaadi gerçektir, fakat
insanların çoğu bunu bilmezler.
56
– Hayatı veren
de, öldürüp geri alan da O’dur. Ve sonunda hepiniz
O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
57
– Ey insanlar!
İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki
dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren
bir hidâyet ve rahmet geldi. [17,82;
41,44]
58
– De ki:
“Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle, evet sadece
bununla ferahlanın!
Çünkü bu,
onların dünya malı olarak topladıkları
bütün şeylerden daha hayırlıdır.”
59
– De ki: “Peki,
Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan,
bir kısmını helâl, bir kısmını
haram yapmanıza ne dersiniz?”
De:
“Allah mı sizin böyle yapmanıza izin verdi,
yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60
– Uydurdukları
yalanı Allah’a mâl edenler kıyamet gününü
ne zannediyorlar?
Gerçekten
Allah insanlara karşı büyük lütuf sahibidir.
Fakat
insanların çoğu bu nimete şükretmezler.
61
– Herhangi bir işte
bulunsan, onun hakkında Kur’ân’dan herhangi
bir şey okusan,
Sen ve ümmetinin
fertleri her ne iş yapsanız, siz o işe
dalıp coştuğunuzda, mutlaka Biz her yaptığınızı
görürüz.
Yerde olsun,
gökte olsun, zerre ağırlığınca
bir varlık bile Rabbinin ilminden kaçamaz.
Ne bundan küçük,
ne bundan büyük hiçbir şey yoktur ki, hepsi apaçık
bir kitapta olmasın. [2,44; 6,59; 11,6; 26,217-218] {KM, Matta 10,30}
62
– İyi bilesiniz
ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye
de uğramazlar.
63
– Velîler o
kimselerdir ki O’na iman edip, emirlerine aykırı
hareketlerden sakınırlar.
64
– Dünya hayatında
da âhirette de müjde vardır onlara.
Allah’ın
hükümlerinde olsun, verdiği sözlerde olsun, asla
değişiklik olmaz.
İşte
bu müjdeler en büyük mutluluktur. [41,30-32;
21,103; 57,12]
65
– O inkârcıların
sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve üstünlük
Allah’ındır. O her şeyi hakkıyla işitir
ve bilir.
66
– İyi
bilesiniz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’ın
kuludur,
Onun hükmü
altındadır.
Allah’tan
başka birtakım şeriklere ibadet edenler
de gerçekte o putlarına tâbi olmazlar.
Onlar
sadece birtakım zanlara uymakta ve sırf
kafadan atmaktadırlar.
67
– Dinlenip sükûnet
bulmanız için geceyi karanlık, çalışıp
iş yapmanız için de gündüzü aydınlık
kılan O’dur.
Elbette
bunda, işitip dinlemesini bilen kimseler için nice
deliller ve ibretler vardır.
68
– Müşrikler
“Allah evlat edindi” dediler.
Haşâ!
O bundan münezzehtir. O her şeyden olduğu
gibi evladı olmaktan da müstağnidir.
Göklerde
ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur.
Buna dair,
ey müşrikler, hiçbir deliliniz yoktur.
Ne o, Allah
hakkında kesin bilgi sahibi olmadan konuşuyor,
rastgele
şeyleri mi O’na isnad ediyorsunuz? [19,88-95]
69
– De ki: “Allah
hakkında böyle yalan uydurup O’na mal edenler
asla iflah olmazlar.”
70
– Olsa olsa dünyada
az bir zevk alır, ama sonunda Bizim huzurumuza dönerler.
Sonra Biz
de inkâr ve nankörlüklerinden ötürü o çok şiddetli
azabı onlara tattırırız.
71
– Onlara Nuh hakkındaki
haberi oku: O halkına:
“Ey benim
halkım, dedi, eğer benim aranızda
bulunmam
ve Allah’ın
âyetlerini hatırlatmam size ağır
geldiyse, şunu bilin ki ben yalnız Allah’a
dayanıp güvendim.
Siz de
şerik koştuklarınızla beraber toplanıp
işinizi kararlaştırın ki tasasını
çektiğiniz bir dert olup kalmasın.
Sonra da
bana hiç mühlet vermeden hakkımdaki hükmünüzü
uygulayın. [3,128;
11,55-57]
72
– Eğer bu
tebliğimden yüz çevirirseniz benim kaybedeceğim
bir şey yok!
Çünkü
ben sizden ücret beklemiyorum ki!
Benim ücretimi
siz veremezsiniz. Benim mükâfatım ancak Allah’a
aittir ve bana, O’na teslim olanlardan olmam emredilmiştir.
[11,29; 34,47]
73
– Yine de halkı
kendisini dinlemeyip onu yalancı saydılar.
Biz de hem
onu, hem de gemide beraberinde olanları kurtardık
ve bunları
o ülkede onların yerine geçirdik.
Âyetlerimizi
yalan sayanları ise suda boğduk.
İşte
bak, uyarıldığı halde doğru
yolu tutmayanların akıbetlerinin nasıl
olduğunu gör! [2,30;
39,40; 7,64]
74
– Nuh’tan sonra,
kendi halklarına resul olarak daha nice
peygamberler gönderdik.
Onlar kavimlerine âyetler, mûcizeler getirdiler; ama
berikiler, önce yalan saydıkları şeye,
bir türlü inanmadılar.
İşte
haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz!
75
– Onlardan sonra da,
Firavun ile ileri gelen yöneticilerine Mûsâ ile
Harun’u delillerimiz, mûcizelerimizle gönderdik.
Ama onlar büyüklük
taslayıp kabul etmeyi kibirlerine yediremediler ve
suçlu bir halk oldular.
[7,60]
76
– Onlara tarafımızdan
gerçek ulaşınca: “Bu besbelli bir sihirdir.”
dediler. [27,14]
77
– Mûsâ dedi ki:
“Size gelen gerçeği böyle mi
nitelendiriyorsunuz?
İnsaf
edin, sihir midir bu?
Şu bir
gerçektir ki büyücüler iflah olmazlar.”
78
– “Sen”,
dediler, “bizi atalarımızı üzerinde
bulduğumuz dinden döndüresin de
ülkede önderlik
ikinize kalsın diye mi geldin? Biz, mümkün değil,
size inanmayız.”
[7,70]
Dine
inanmayanların bütün düşündükleri dünya
menfaatı olduğundan, peygamberlere bile bakışları
o açıdan oluyor.
Âyet
dine hizmet edenlerin bu hususa dikkat etmelerini, en
ufak bir açık verilmemesi yani müminlerin şahsî
ve dünyevî menfaatlere yönelmemeleri gerektiğini ima ediyor.
79
– Firavun: “Ne
kadar usta sihirbaz varsa, hepsini toplayıp getirin!”
emrini verdi.
80
– Büyücüler
gelince Mûsâ onlara: “Ortaya atacağınız
ne varsa atın, hünerinizi gösterin” dedi.
81-82
– Onlar iplerini ve
değneklerini atınca Mûsâ şöyle dedi:
“Yaptığınız
şey, sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır.
Çünkü
Allah bozguncuların işini düzeltmez.
Mücrimler
hoşlanmasa da, Allah sözleriyle gerçeği
ortaya çıkaracaktır.”
[8,8]
83
– Hasılı,
başlangıçta Mûsâ’ya, kendi kavminden, genç
bir kuşaktan başka iman eden olmadı.
Kavmi,
Firavun’un ve yöneticilerin, kendilerine işkence
edeceklerinden korkuyorlardı.
Çünkü
Firavun o ülkede son derece despot ve çok aşırı
gidenlerdendi.
84
– Mûsâ: “Ey
kavmim, dedi, Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir
teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız
O’na dayanıp güvenin!” [67,29;
73,9; 11,123]
85-86
– Onlar da şöyle
cevap verdiler: “Biz de Allah’a dayanıp güvendik.
Ey Rabbimiz!
Bizi o zalim kimselerin işkenceleri ile imtihan
etme ve rahmetinle kurtar bizi o kâfirler güruhundan!”
87
– Mûsâ’ya ve
kardeşine: “Kavminiz için Mısır’da
evler hazırlayın,
evlerinizi
namazgâh yapın, namazı hakkıyle ifa edin
ve ey Mûsâ müminleri müjdele!” diye vahyettik. [12,21]
İsrailoğullarında
aslolan, ibadetin mâbedde yapılmasıdır.
Fakat işkence döneminde, ruhsat kabilinden, evleri
namazgâh edinmelerine izin verilmişti.
88
– Mûsâ: “Ey
bizim Rabbimiz!” dedi. “Sen Firavun ile onun ileri
gelen adamlarına dünya hayatında muazzam
zinet, haşmet ve servet verdin.
Ey bizim
Rabbimiz! İnsanları neticede Senin yolundan
saptırsınlar diye mi onlara bu imkanı
verdin?
Ey bizim büyük
Rabbimiz, mahvet, sil süpür onların servetlerini
ve kalblerini şiddetle sık;
belli ki o
acı azaba girmedikçe onlar imana gelmeyecekler.”
89
– Allah buyurdu ki:
“Dualarınız kabul edildi. Dürüst olmaya
devam edin, müstakim olun ve sakın hakikati
bilmeyenlerin yoluna
tâbi olmayın.”
90
– Derken, İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerleriyle beraber
zulmederek ve saldırarak peşlerine düştü.
Nihayet boğulmak
üzere iken: “İman ettim. İsrailoğullarının
inandığı İlahtan başka tanrı
yokmuş. Ben de müslümanlardanım” dedi. [2,50;
40,84-85; 20,78; 26,66]
91-92
– “Şimdi mi?
Halbuki bundan önce isyan etmiştin, bozgunculardan
olmuştun!
Biz de bugün
senin bedenini denizden kurtarıp karada bir yere çıkaracağız
ki
senden
sonra gelecek nesillere ibret olasın.”
Doğrusu
insanların birçoğu bizim âyetlerimizden,
ibret alınacak delillerimizden gafildirler. [28,39-41]
Mevcut
Tevrat metni, Mısır’dan çıkış
konusunda küçük ayrıntılara bile yer
verecek kadar tafsilat ihtiva etmesine rağmen,
Firavunun bedeninin mahfuz kalacağına dair bu
önemli hadiseye hiç temas etmez. Kur’ân’ın mûcizevî
bir tarzda haber verdiği bu hâdise, son asırda
keşfedilmiştir. Hz. Mûsâ’yı takip
edip boğulan Firavun’un cesedi zamanımıza
kadar Mısır’da kalmış, oradan
Londra’ya götürülmüş olup insanlar tarafından
ibretle seyredilmektedir.
93
– Biz İsrailoğullarını
güzel bir yerde yerleştirdik, onlara helâl hoş
rızıklar verdik.
Kendilerine
ilim gelinceye kadar ihtilafa düşmediler, fakat
ondan sonra ihtilafa başladılar.
Elbette
Rabbin, aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda kıyamet
günü hükmünü verecektir.
[7,137; 26,59-60]
94-95
– Eğer, faraza,
sana indirdiğimiz hususlardan herhangi birinde
şüphe edersen, senden önce kitap okuyanlara sor.
Celalim
hakkı için, sana Rabbin tarafından gerçek
gelmiştir, bundan en ufak bir tereddüdün olmasın!
Sakın Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan
olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun.
[7,157]
Kur’ân,
Resulullahın Tevrat ve İncîl’de müjdelendiğini
bildirir. Ehl-i kitabın, kendi çocuklarını
tanıdıkları gibi onu tanıdıklarını
söyler. Bu âyetten maksat, Kur’ân’ın ve Hz.
Peygamberin nübüvvetinin doğruluğuna dair
bilgiyi te’kit etmektir. Yani:
“Olmaz
ya, faraza onlarda bu bilginin olduğuna dair içine
bir şüphe gelecek olursa şüpheye düşenin
yapacağı iş, hemen deliller aramak ve
ilim adamlarıyla görüşmektir. Sen de öyle
yap, Ehl-i kitap bilginlerine sor, zira onlar bu konuda
yeterli bilgi sahibidirler.” Şu halde bu âyetten
maksat: “Yahudi bilginlerinin Resulullahın nübüvvetini
ne derece kuvvetle bildiklerini anlatmaktır, yoksa
Hz. Peygamberin şüpheye düştüğünü
bildirmek değildir.”
96-97
– (Kâfir olarak ölüp
cehenneme gideceklerine dair) haklarında Rabbinin hükmü
kesinleşmiş olanlar,
her türlü
mûcize de önlerine gelse, gayet acı azabı görmedikçe
iman etmezler. [10,88]
98
– Azap gelip çattığı
zaman imana gelip de bu imanı kendilerine fayda
vermiş olan bir tek memleket halkı olsun,
bulunsaydı ya!
Asla böyle
bir şey vaki olmamıştır.
Ancak
Yunus’un halkı müstesnadır ki bunlar iman
edince,
kendilerinden
dünya hayatındaki rüsvaylık azabını
uzaklaştırıp giderdik ve onları bir
süre daha yaşattık.
[21,87-88; 36,30; 37,139-148; 51,52]
99
– Eğer Senin
Rabbin dileseydi, dünyada ne kadar insan varsa hepsi
imana gelirdi.
Ama bunu
irade etmedi.
Şimdi
sen mi, imana gelsinler diye insanları zorlayacaksın?
100
– Allah’ın
izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün
değildir.
(O, akıl
ve iradelerini iman tarafına kullananlara iman
nasib eder).
Fakat akıllarını
çalıştırmayanlara ise şeytanı
musallat eder, o pislikte bırakır. [11,118-119;
13,31; 88,21-22; 28,56]
101
– De ki: “Göklerde
ve yerde neler ve neler var, bir baksanıza!”
Fakat bunca
işaretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere
ne fayda verir ki?
102
– Onlar, sadece
kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin
unutulmaz azap günleri gibi bir gün gözlüyorlar değil
mi?
De ki: “Gözleyin,
ben de sizinle beraber bekliyorum.”
103
– Sonra Biz, resûllerimizi
ve iman edenleri kurtarırız.
Böylece müminleri
kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
104-106
– De ki: “Ey
insanlar! Eğer benim dinimden şüphede iseniz,
iyi bilin
ki, ben sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz
şeylere asla ibadet etmem; lâkin sadece ve sadece,
sizin ruhunuzu teslim alacak olan Allah’a ibadet
ederim.
Bana müminlerden
olmam emredildi ve “yüzünü, özünü Allah’ı
bir tanıyarak dine ver ve sakın müşriklerden
olma.”
“Sakın
Allah’tan başka, sana ne fayda ne zarar
vermeyecek olan putlara yalvarma,
şayet
böyle yaparsan, o takdirde kesinlikle zalimlerden
olursun”
diye
talimat verildi.
107
– Eğer Allah
sana bir sıkıntı, bir zarar dokundurursa,
onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.
Şayet
sana hayır dilerse, o durumda O’nun bu lütfunu
engelleyebilecek de yoktur.
O lütfunu
ihsanını kullarından dilediğine eriştirir.
O, öyle gafur, öyle rahîmdir! (aff, merhamet ve ihsanı
boldur).
108
– De ki: “Ey
insanlar! İşte Rabbiniz tarafından,
hakikat size gelmiş bulunuyor.
Artık
kim o gerçeği kabul eder de doğru yolu
tutarsa, bunun faydası sadece kendisinedir.
Her kim de
o yoldan saparsa, o da kendi aleyhine olarak sapar.
Bilin ki,
ben işlerinizi yönetmeyi üstüne almış
biri değilim.
109
– Sana Rabbinden ne
vahyolunursa ona tâbi ol ve “Allah hükmünü izhar edinceye
kadar sabret. Çünkü hakimlerin en hayırlısı,
en güzel hüküm vereni ancak O’dur.
|