KUR'AN-I KERİM İNDEKS
12 – YUSUF SÛRESİ
Mekke
döneminin sonlarında nâzil olmuş olup 111 âyettir.
Adını, sûrenin nerdeyse esas konusu olan
Yusuf (a.s.)’ın kıssasından alır.
Aslında Hz. Yusuf (a.s.)’ın kıssası
bir çerçeve olup, bu vesile ile çok sayıda dini
prensip zihinlere yerleştirilir. Bu sûrenin Hz.
Peygamber dünyadaki en büyük iki desteğini, yani
hanımı Hz. Hatice (r.a) ile amcası Ebû
Talib’i kaybedip büyük bir üzüntü içine girdiği
bir dönemde gelmesi, ona tam bir teselli olmuştur.
Diğer peygamber kıssaları, siyak münasebetiyle,
değişik üsluplarla, farklı sûrelerde
ele alındıkları halde, Yusuf kıssası
yalnız bu sûrede, ama Kur’ân’ın en
tafsilatlı kıssası olarak zikredilmiştir.
Kıssa, bizi dünyada elimizden tutarak âhiret ebedîliğine
götürdükten sonra hatimesinde tekrar dünyaya döndürür,
tevhid ve tebliğde metod dersi vererek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Elif, Lâm, Râ.
Bunlar, hakkı açıklayan, Haktan geldiği
âşikâr olan kitabın âyetleridir.
2
– Düşünüp mânasını
anlamanız için Biz, onu Arapça bir Kur’ân
olarak indirdik.
Arapça
olmasından maksat, Kur’ân’ın nâzil olduğu
çevrenin dili olarak, arap toplumunun bahanelerini
ortadan kaldırmaktı. Elbette ilahî mesaj
insanların konuştukları dillerden biri
ile gelme durumunda idi. Evrensel de olsa her hareketin
mutlaka ilk çekirdeğinin bir yerde oluşturulması
gerekir. Bu âyet, Kur’ân adının ancak Arapça
olan aslî şekline denilip, onun tercümelerinin
Kur’ân olmasına imkân ve ihtimal bulunmadığına
kesin bir delildir.
3
– Biz, bu Kur’ân’ı
sana vahyetmekle, geçmiş ümmetlerin birtakım
haberlerini en güzel şekilde beyan ediyoruz.
Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç
haberin yoktu.
4
– Bir zaman Yusuf
babasına, “Babacığım!” dedi.
“Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş
ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.”
5
– “Evladım!
dedi babası, sakın bu rüyanı kardeşlerine
anlatma.
Sonra seni
kıskandıklarından sana tuzak kurarlar.
Çünkü
şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.
{KM, Tekvin 37,39 vd. bölümler}
6
– Rabbin seni öylece
seçecek, sana rüya tabirini öğretecek,
ve daha önce
büyük babaların İbrâhim ile İshak’a
olan nimetini tamamına erdirdiği gibi, sana ve
Yâkub ailesine de nimetini kemale erdirecektir. Çünkü
Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve
hikmet sahibidir.
Bu
tabir, rüya tabirinden başka sezgi, basiret ve
konuların gerçek mahiyetini kavramayı da içine
almaktadır.
7
– Gerçekten, Yusuf
ile kardeşlerinin kıssalarında, sorup
ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır.
Mevcut
Tevrat’a göre Yusuf’un rüyayı anlatması
üzerine babası Yâkub (a.s.) kızıp onu
azarlamıştır. (Tekvin, 37,10)
8-9
– Hani onlar
“Yusuf ile öz kardeşi, babamıza daha
sevimli geliyor.
Oysa biz
daha güçlü bir grubuz.
Pek belli
ki babamız bu işte yanılıyor.
Yusuf’u
öldürün yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın
sevgi ve teveccühü yalnız size kalsın.
Ondan sonra
da tövbe ederek salih kimseler olursunuz,
babanızla
münasebetleriniz düzelir, işiniz yoluna girer.
Onun
ana baba bir kardeşi Bünyamin’i kasdediyorlardı.
Bünyamin’in dünyaya gelirken annesi ölmüş
olduğundan, babaları onlara daha fazla şefkat
duyardı. Diğerleri ise Yusuf’un baba
cihetinden kardeşleri idi.
10
– İçlerinden
biri: “Yusuf’u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın.
Yolcu
kafilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün.
Eğer yapacaksanız böyle yapın!” dedi.
{KM, Tekvin 37,22-26}
11-12
– Onlar buna karar
verdikten sonra bir gün babalarına varıp:
“Sevgili
Babamız! dediler, sen neden güvenip de Yusuf’u
bize emanet etmiyorsun.
Oysa biz
onu çok seviyoruz. Ona samimiyetle bağlıyız.”
“Yarın
onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok
iyi sahip çıkarız.”
13
– Babaları:
“Onu götürmeniz beni meraklandırır.
Korkarım
ki siz farkında olmadan, kurdun biri gelip onu
yiyebilir” dedi.
14
– Onlar! “Vallahi!
dediler, “Biz böylesine güçlü bir grup iken onu
kurt kapar da yerse,
yazıklar olsun bize! Biz ne güne duruyoruz.”
15
– Derken kardeşleri
onu alıp götürünce
ve onu
kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine
varınca,
Biz de
Yusuf’a şöyle vahyettik: “Zamanı gelecek,
onların hiç hatırlarına gelmediği
ve seni hiç tanımadıkları bir sırada,
kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın.”
16-17
– Yatsı vakti,
ağlayarak babalarının yanına dönüp
dediler ki:
“Sevgili
babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz
yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın
yanında bıraktık.
Bir de döndük
ki onu kurt yemiş!
Şimdi
biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!”
18
– Onlar Yusuf’un
gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi.
Babaları
Yâkub: “Hayır! dedi, nefisleriniz sizi aldatmış,
bu işe sevketmiş.”
Artık
bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir.
Ne diyeyim,
sizin bu anlattıklarınız karşısında,
Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse
olamaz!” {KM, Tekvin
37,31-33}
Sabrun Cemil: Feryatsız, şikâyetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil
bir şekilde belayı karşılamak
demektir. Mevcut Tevrat metni, Hz. Yâkub (a.s.) ın
tepkisini ve yas tutmasını, bir Peygamber
teslimiyetine yaraşmayacak tarzda tasvir eder.
19
– (Gelelim Yusuf’a)
Öteden bir kafile gelmiş, sucularını
kuyuya göndermişlerdi.
Saka vardı,
kovasını sarkıttı.
“A müjde!
müjde! işte bir civan!” dedi.
Sucu ile
yanındakiler, onu ticaret malı olarak satmak
niyetiyle, kafilede olanlara onu bildirmeyip gizlediler.
Ama Allah
Teâla, onların ne yapacaklarını pek iyi
biliyordu!
20
– Nihayet Mısır’a
varınca, onu düşük bir fiyata, bir kaç
paraya sattılar.
Zaten ona
pek kıymet biçmiyorlardı.
{KM, 37.28}
21
– Mısır’da
Yusuf’u satın alan vezir hanımına:
“Ona güzel
bak!” dedi,
“Belki
bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz!”
Böylece
Yusuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık,
ona imkân verdik
ve bu cümleden
olarak, ona rüyaların yorumunu öğrettik.
Allah Teâla
iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir,
fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
{KM, Tekvin 10,6; Keza 39. bölüm}
Tevrat
ve Talmud’a göre onu satınalan Kraliyet muhafız
alay komutanı idi. Hanımının adı
Talmud’a göre Zeliha idi. İleride Hz. Yusuf ile
evlenmesi şeklindeki bilginin, ne Kur’ân’da,
ne İsrail rivayetlerinde esası yoktur ve bir
Peygamberin ahlâksızlık eden biri ile
evlenmesi düşünülemez.
Yusuf’un
aileden gelen eğitim ve dindarlığı
olmakla birlikte ilahî hikmet, medeniyetin en ileri
olduğu bir ülkede, en seçkin bir ailenin evladı
olarak, ona iyi bir öğrenim imkânı verdi.
22
– O kemâl çağına
geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik.
İşte güzel iş yapanlara biz böyle karşılık
veririz.
Kemâl
çağı diye çevirdiğimiz “Bedenin gelişmesinin
kemâle erdiği ve artık stabl döneme girdiği
30 - 40 yaşlarıdır.
“Hikmet”
yani “uygulanan ilim” yahut “insanlar arasında
hükmetme yetkisi”, “ilim” ise burada nübüvvet
demektir.
23
– Derken, bulunduğu
evin hanımı, Yusuf’u kendisine bağlamak,
onun nefsinden murad almak istedi
ve kapıları
kapatarak “Haydi yaklaş bana!” dedi.
O:
“Allah’a sığınırım!” dedi.
“Doğrusu, senin kocan olan benim efendim, bana çok
iyi davranıyor.
Hıyanet
ederek zalim olanlar iflah olmazlar.”
{KM, Tekvin 39,7-20; 37,36; 39,1}
24
– Doğrusu, hanım
ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve
buna yeltenmişti de.
Eğer
Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına
meyledecekti.
İşte
böylece Biz fenalığı ve fuhşu ondan
uzaklaştırmak için bürhanımızı
gösterdik. Çünkü o, Bizim tam ihlasa erdirilmiş
kullarımızdandı.
25
– Neyse, ikisi de
kapıya doğru koştular. Kadın,
Yusuf’un gömleğini arkadan yırttı.
Kapının
yanında, birden, hanımın efendisi ile karşılaştılar!
Kadın
hemen “Senin ailene kötü maksatla yaklaşanın
cezası, zindana atılmaktan
veya gayet
acı bir azaptan başka ne olabilir?” dedi.
Yusuf
sûresindeki emarelerden anlaşılıyor ki o
devirde Mısır’daki medeni hayat, cinsel özgürlük,
Yirminci asır Batı tipi toplumlarında görülen
duruma benziyordu. Yusuf (a.s.) böyle bir toplumda çalışacaktı.
Allah Teâla onu daha ilk safhada, çok soylu, güzel,
zengin, mevki sahibi ve kendisine aşık olmuş
bir kadınla denedi. Bütün bu cazibeler, onu kadına
celbetmeyince artık diğer kadınların
ondan tamamen ümitlerini kesmeleri sağlandı.
26-27
– Yusuf ise: “O
beni arzu ederek bana yaklaştı” dedi. Hanımın
akrabalarından biri de şöyle şahitlik
etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa,
kadın doğru söylemiş, delikanlı ise
yalancılardandır.
Yok, eğer
gömleği arkadan yırtılmışsa o
yalan söylemiştir, delikanlı doğru söylemektedir.”
28-29
– Gömleğinin
arkadan yırtıldığını görünce
de o hanıma hitaben:
“Anlaşıldı!”
dedi. “Bu, siz kadınların fendinizden! Gerçekten
sizin fendiniz pek müthiştir!
Yusuf! Sakın
bunu kimseye söyleme!
Hanımefendi!
Sen de günahından dolayı af dile, çünkü
sen günaha girenlerden oldun”
Tekvin,
39. bölüme göre Yusuf (a.s.) elbisesini Zeliha’nın
yanında bırakıp çıplak vaziyette kaçmıştır.
Keza Talmud’a göre vezir, mahkemede dâva açmıştır.
Gerçeğe uymayan bu bilgiler Kur’ân’da yer
almaz. Böyle bir çok ayrıntıya Kur’ân’ın
yer vermeyişi şu gerçeği ortaya koyması
yönünden önemlidir: Kur’ân daha önceki dinî
metinler üzerinde bir hakem ve düzeltici durumdadır.
Hâşâ Kur’ân bunları nakletseydi, oradaki
bilgilere elbette yer verirdi. Şu halde birçok
oryantalistin Kur’ân’ın Tevrat’tan naklettiği
şeklindeki iddiaları, tamamen batıldır.
30
– Şehirde bir
takım kadınlar: “Duydunuz mu” dediler:
“Vezirin
hanımı uşağına gönlünü kaptırmış,
ondan kâm almak istemiş!
Sevda ateşi
bağrını yakmış. Kadın
besbelli çıldırmış! Doğrusu
biz bu hali ona yakıştıramıyoruz!”
31
– Hanım o kadınların
kendisi aleyhindeki bu dedikodularını işitince
onları konağına dâvet etmek üzere dâvetçi
gönderdi.
Onlar için
dayalı döşeli bir sofra hazırlattı.
Sofrada, ikram edilen meyveleri soyup kesmek gayesiyle,
her misafir için bir de bıçak koydurmuştu.
Onlar
meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada,
beriden de Yusufa:
“Onların
içine çık!” dedi. Kadınlar onu görünce
hayran kaldılar,
onun güzelliğine
dalıp gittiklerinden, farkında olmadan kendi
ellerini kestiler
ve: “Hâşâ!
Allah için, bu bir insan olamaz, bu pek kıymetli
bir melek! Başka bir şey olamaz!” dediler.
32
– Vezirin hanımı:
“İşte, beni kınamanıza sebep olan
genç!
Yemin
ederim ki ben ondan kâm almak istedim, ama o iffetli
davrandı.
Yine yemin
ederim ki kendisine emredeceğim işi yapmaması
halinde o mutlaka zindana atılacak, zelil ve perişan
olacaktır!”
33
– “Ya Rabbî!
dedi, “Zindan, bu kadınların beni dâvet
ettikleri o işten daha iyidir.
Eğer
sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan,
onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim.”
34
– Rabbi onun duasını
kabul buyurdu ve onu kadınların fendinden
korudu.
Çünkü O,
dua edenlerin dualarını işitir, durumlarına
uygun olan şeyleri bilir.
35
– Sonra, vezir ve
arkadaşları bunca kesin deliller görmelerine
rağmen,
dedikoduları
kesmek gayesiyle, bir müddet için onu hapse atmayı
uygun buldular.
36
– Hapishaneye
onunla beraber iki genç de girmişti. Onlardan biri:
“Ben rüyamda,
kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm.”
Öbürü
de: “Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı
ve bu ekmeği kuşların gagaladığını
gördüm.
Ne olur, bu
rüyamızın tabirini bildir, doğrusu biz
seni iyi insanlardan biri olarak görüyoruz” dediler.
Baskılar
ve tuzaklarla hakikati örtbas etmeye çalışanlar,
uzun vaade de asla başarılı olamazlar.
Kuyu dibine de atılsa, köleleştirilse,
zindana da atılsa gerçek, güneş gibi
kendisini gösterir. İşte Hz. Yusuf (a.s.) bu
sefer hapishaneyi dershane haline getirerek, kıyamete
kadar gelecek tebliğ ve hizmet insanlarına da
Üstad olup, Medrese-i Yusufiyeleri başlatıyor.
“Hapishane müdürü, bütün mahkûmları
Yusuf’un emrine verdi, kendisi de bir köşeye çekilip
rahatına baktı” (Tekvin, 39,22-23).
37-38
– Yusuf: “Yiyeceğiniz
yemek size henüz gelmeden, herbirinizin rüyasının
tabirini size bildirmiş olurum. Bu, Rabbimin bana
öğrettiği ilimlerdendir.
Ama, önce
biraz beni dinleyin: Ben Allah’a iman etmeyen,
âhireti de
inkâr eden bir halkın dinini terkedip,
atalarım
İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine girdim.
Allah’a herhangi bir şeyi şerik saymak bizim
için asla doğru olmaz.
Bu tevhid
inancı, Allah’ın hem bize, hem de insanlara
olan ihsanıdır.
Ama ne yazık
ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler.”
39
– “Ey hapishane
arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için
müteaddit rablere ibadet etmek mi,
yoksa tek
mutlak hakim olan Allah’a ibadet etmek mi iyidir?
40
– Sizin Allah’tan
başka ibadet ettiğiniz tanrılar, sizin ve
atalarınızın uydurduğu birtakım
boş isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı
olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir.
Hüküm
yetkisi yalnız Allah’ındır. O ise, başkasına
değil, yalnız Kendisine ibadet etmemizi emir
buyurmuştur.
İşte
dosdoğru din! Fakat insanların çoğu bunu
bilmezler.”
Hz.
Yusuf (a.s.)’ın esas hizmeti olan bu nübüvvet
tebligatı da ne Tekvin, ne de Talmud’da yer almaz.
Bu hitabe ve Hz. Yusuf’un güzel tutumu, hizmet
insanlarına örneklerle doludur.
41
– “Ey hapis
arkadaşlarım, gelelim rüyalarınızın
tabirine:
İlk
soran arkadaş, efendisine yine şarap sunacak,
öbürü ise asılacak, kuşlar da başını
gagalayacak.
İşte
yorumunu istediğiniz iş, böylece hal edilip
sonuçlandırılmıştır.”
42
– Onlardan
kurtulacağını zannettiği arkadaşına:
“Efendine
benden bahset, suçsuz olduğumu hatırlat,”
dedi.
Fakat
şeytan, efendisine söylemeyi ona unutturdu. Böylece
Yusuf bir kaç yıl daha hapishanede kaldı.
Hapishanede
8 yıl kaldığı anlaşılmaktadır.
43
– Günün birinde hükümdar
gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki:
“Ben yedi
semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf inek
yiyordu. Bir de yedi yeşil başak ile yedi kuru
başak gördüm. Ey efendiler: “Siz rüya tabir
ediyorsanız, benim bu rüyamı da halledin!”
[7,60]
Bu
hükümdar, Sina yarımadasından gelip Mısırı
istila ettikten sonra M.Ö. 1700 - 1580 arasında hüküm
süren Hiksos krallarından biri olup İbrani
kavminden olan Hz. Yusuf ile menşe yakınlığı
olabilir. Onun Yusuf hanedanına imkân vermesi Mısırda
İsrail milletinin oluşumuna esas teşkil
etmiş olabilir. Hiksos döneminin kapanmasından
sonra Hz. Mûsâ’nın dünyaya geldiği sırada
Mısırın yerlileri, İbranilerin dışından
gelecek tehlike ile işbirliği yapacağı
endişesi ile onların erkek çocuklarını
öldürüyorlardı.
44
– O kâhinler “Bu
gördükleriniz karışık düşlerdir.
Biz böyle karışık düşlerin
yorumunu bilemeyiz” dediler.
Âlimlerimiz
rüyaları üçe ayırırlar.
1.
Allah tarafından bir melek aracılığı
ile meydana gelen kısım ki doğru, gerçek
rüya budur. 2. İnsanın benliğinden
kaynaklanan bir telkin. 3. Şeytani bir telkin ile
meydan gelen zihinsel görüntüdür. Son iki grup adgas-u
ahlam (karışık düşler) dir.
45
– O iki arkadaştan
kurtulanı, nice zaman sonra, ancak o sırada,
Yusuf’u hatırlayıp dedi ki “Rüyanın
tabirini size ben bildireceğim. Hele siz beni
hapishaneye bir gönderiverin.”
46
– Hapishaneye gidip:
“Yusuf! Sözü doğru ve isabetli olan aziz dostum!
Şu müşkil
rüya hakkında bize bir çözüm bildir lütfen:
“Yedi
semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil
başak ile yedi kuru başağın anlamı
ne olabilir?
Ümid
ederim ki isabetli yorumunu öğrenip ilgi insanlara
aktarırım böylece onlar da doğruyu öğrenir
ve senin kıymetini bilirler.”
47
– Yusuf: “Yedi
sene, bildiğiniz şekilde ekin ekersiniz. Ama
biçtiğinizi, yiyeceğiniz az miktar dışında,
başağında bırakır, depolarsınız.
48-49
– Sonra, bunun peşinden
yedi kurak yıl gelecek, tohumluk olarak saklayacağınız
az bir miktar dışında, önce
biriktirdiklerinizi yiyip tüketirsiniz.
Sonra onun
arkasından bir yıl gelecek ki halk bol yağmura
kavuşacak, sıkıntıdan kurtulacak,
bol meyve sıkıp hayvanları sağacaklar.”
{KM, Tekvin 41. bölüm}
50
– Bunu duyan Hükümdar:
“Getirin bana onu!” dedi.
Hükümdarın
elçisi gelince Yusuf: “Sen önce dönüp efendine de
ki:
“O
ellerini kesen kadınların meselesi neydi,
kendisine soruver.”
Zaten benim
efendim, o kadınların fendini pek iyi bilir.”
İsrail
kaynakları kıssanın bu bölümünde de;
Kur’ân’dan farklı ayrıntılar ve Hz.
Yusuf’un değerini düşürecek taraflar
naklederler. Oysa Kur’ân’ın anlatımı,
onun bir Peygamberden beklenen örnek tutumunu özetler.
Onun bu davranışlarıdır ki kralı,
onu Maliye bakanı (hatta Başbakan) olarak görevlendirmeye
sevketmiştir.
51
– Hükümdar o kadınları
toplayıp: “Ne idi sizin Yusuf’la dâvanız?”
Siz Yusuf’u elde etmeye çalıştığınızda
durum ne idi, Yusuf nasıl davrandı? diye sordu.
Onlar da: “Hâşa! Allah için söylemek gerekirse,
onun yaptığı hiç bir kötülük bilmiş,
görmüş değiliz” dediler.
İşte
o sırada vezirin eşi: “Şimdi hak
meydana çıktı. Ondan kâm almak isteyen
bendim. O ise tam sadık ve dürüst insanlardandır”
diye itiraf etti.
52-53
– Ve devamla şöyle
dedi: Bunu böylece söylüyorum ki eşim vezir de (Yusuf’a
sahib olmaya yeltenmemle beraber) kendisinden gizli
olarak ona (fiilen) hiyanet etmediğimi ve Allah’ın
hainlerin hilesini iflah etmeyeceğini bilsin. Doğrusu,
ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin
merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı
ister, kötülüğe sevkeder. Doğrusu Rabbim
gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).”
Bu
âyetler için şu tefsir daha yaygındır:
“(Yusuf dedi ki:) Maksadım, vezire hainlik etmediğimi,
hainlerin hilelerini Allah’ın iflah etmeyeceğini
onun da bilmesini sağlamaktı. Ben nefsimi
temize çıkarmam (…)”. Fakat ilk tefsir, Hz.
Yusuf (a.s.)’ın makamına ve Kur’ân’ın
siyakına daha uygundur (İbn Kesir). Zira kail,
yani sözü söyleyen açıkça bildirilmiyor. Bu da
vezirin eşinin sözünün devam ettiğini gösterir.
54
– Hükümdâr:
“Onu yanıma getirin, özel danışman
edineyim” dedi.
Onunla konuştuktan
sonra da: “Sen artık bundan böyle, nezdimizde yüksek
bir makam sahibi,
tam itimad
edilen bir müsteşarsın” dedi.
Bu
Hükümdar, Yusuf (a.s.)’ı satın alan aziz
değildir. Mısırlıların
Hiksoslar dedikleri, Arabistan’dan gelerek dört yüz
yıl Mısır’da hüküm süren sülaleden
faziletli bir zat idi.
55
– Yusuf: “Beni ülkenin
hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir,
dedi. Çünkü ben malları iyi korur, işletme
ve yönetimi iyi bilirim dedi.”
Hz.
Yusuf tarıma önem verdi. Üretimi artırdı.
İhtiyaç fazlasını stok ettirdi. Kıtlık
yılları gelince stokları yeyip ihraç
etmeye gittiler. Civardan herkes tayinat almaya geldiler.
56
– Böylece Biz
Yusuf’a Mısır’da iktidar verdik. Nerede
isterse orada makam tutar, dilediği şekilde yönetirdi.
Biz lütfumuzu
dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel
hareket edenlerin mükâfatlarını asla zayi
etmeyiz.
57
– Âhiretteki ecir
ve ödül, iman edip haramlardan sakınanlar için
elbette daha hayırlıdır. [38,39-40]
58
– Gün geldi,
Yusuf’un kardeşleri Mısır’a gelip
onun huzuruna çıktılar. O onları tanıdı,
ama öbürleri onu tanıyamadılar.
58-100
bölümü için bakınız : KM, Tekvin 42-44. bölümler.
59-60
– Yusuf onların
zahîre yüklerini hazırlatınca dedi ki:
“Siz, baba bir kardeşinizi de yanıma getirin,
gördüğünüz
gibi ben size tam ölçek veriyorum ve ben dışardan
gelen misafirleri ağırlamaya, başka
herkesten fazla özen göstermekteyim.
Eğer
onu getirmezseniz, iyi bilin ki artık bende size
verecek bir ölçek erzak yoktur, hiç gözüme görünmeyin.”
Gelmeyen kardeşlerini istemesi şundan
idi: Kıtlık sebebiyle zahire karneye bağlanmıştı,
almak için şahsın bulunması gerekiyordu.
Diğerleri, baba ve kardeşler için birer hisse
isteyince, Hz. Yusuf, bu seferlik verip, yaşlı
babayı mâzur sayarak, gelecek defa, o kontenjanı
almak için, herkes gibi öbür kardeşin de
gelmesinin şart olduğunu bildirmiş
olmaktadır.
61
– Onlar: “Bakalım,
babasından ona izin almanın bir yolunu bulup
bu işi ayarlamaya çalışacağız
dediler.”
62
– Yusuf, zahîre ölçen
görevlilerine de dedi ki:
“Onların,
zahîre karşılığında verdikleri
mallarını da yüklerinin içine koyun.
Böylece
belki ailelerine döndüklerinde, bunun farkına varıp
yine gelirler.”
63
– Babalarının
yanına dönünce: “Sevgili babamız, dediler,
ölçeğimiz, tahsisatımız kaldırıldı.
Gelecek
sefer, öbür kardeşimizi de bizimle beraber gönder
ki onu vesile ederek, daha çok tahsisat alalım.
Onu gözümüz
gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz.!”
64
– Yâkub dedi ki:
“Daha önce onun kardeşini size inanıp güvendiğim
gibi bunu da size inanıp emânet edeyim, öyle mi?
Ben size değil
sadece Allah’a ısmarlarım.
Çünkü en
iyi koruyan Allah’tır ve O, merhametlilerin en
merhametlisidir.” [11,57]
65
– Yüklerini açınca
da, zahîre bedellerinin yükleri içine geri konulduğunu
gördüler ve:
“Baba,
baba! dediler, daha ne istiyoruz, işte verdiğimiz
zahîre bedellerimiz de bize geri verilmiş!
Gidelim,
yine evimize erzak getiririz, kardeşimizi de
koruruz, hem bir deve yükü de fazla alırız.
Çünkü bu
sefer aldığımız, az bir ölçektir (ihtiyacımıza
yetmez)”
66
– Yâkub şöyle
cevap verdi: “Siz kendiniz helâk olmadıkça,
onu bana
getireceğinize dair
Allah’ın
huzurunda sağlam bir söz vermeden
ben asla onu sizinle göndermem.”
Onlar
kendisine kesin söz verince de dedi ki:
“Allah Teâla
da bu söylediklerimize şahittir, gözeticidir.”
67
– Ve “evlatlarım!”
diye ilave etti:
“Şehre
aynı kapıdan değil de, ayrı ayrı
kapılardan girin.
Gerçi ben
ne yapsam, Allah’tan gelecek takdiri önleyemem.
Zira hüküm
yetkisi, yalnız Allah’ındır.
Onun içindir
ki ben ancak O’na dayanır, O’na güvenirim.
Tevekkül
edenler de yalnız O’na dayanıp güvenmelidirler.”
O
zamanki yönetimin kalabalık yabancı gruplara
kuşku ile bakması sebebiyle böyle bir
tedbir düşünmüş olabilir.
68
– Babalarının
kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı
kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler.
Ama bu
tedbir, Allah’ın kendileri hakkındaki
takdiri karşısında hiç bir fayda sağlamadı.
Sadece Yâkub’un
içindeki bir dileği açığa çıkarmış
oldu.
O,
kendisine Biz öğrettiğimizden ötürü ilim
sahibi idi. (Bunun içindir ki “Allah’tan gelecek
takdiri önleyemem” demişti.) Fakat insanların
çoğu bu gerçeği bilmezler.
69
– Onlar Yusuf’un
huzuruna girince, öz kardeşini yanına aldı
ve: “İyi bilesin ki ben senin kardeşinim,
onların yaptıklarına üzülme!” dedi.
{KM, 53,34}
70
– Onların yüklerini
hazırlatırken, su kabını, öz kardeşinin
yükünün içine koydurdu.
Kervan
hareket edince de Yusuf’un görevlilerinden biri:
“Ey kafile! durun, siz hırsızlık yapmışsınız!”
diye nida etti.
71
– Onlar geri dönüp
geldiler ve: “Mesele nedir, ne kaybettiniz ki, bizi suçluyorsunuz?”
dediler.
72
– Görevlilerden
biri: “Hükümdarın su kabını kaybettik.
Onu getirene bir deve yükü ödül var. Buna ben
kefilim” dedi.
73
– “Allah’a
yemin olsun ki, biz ülkede fesat çıkarmak, nizamı
bozmak için gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız,
hiç değiliz!” dediler.
74
– Görevliler:
“Peki, yalancı çıkarsanız, cezası
ne?” dediler.
75
– “Cezası,
dediler, kimin yükünde çıkarsa, işte o onun
cezasıdır (yani çalması sebebiyle
kendisi rehin ve mahkûm olur).”
Biz
zalimleri böyle cezalandırırız!”
{KM, Çıkış 22,2}
Hz.
İbrâhim (a.s.)’ın şeriatına göre
suçu sabit olan hırsız, eşya veya parasını
çaldığı adamın kölesi yapılırdı.
76
– Yusuf, öz kardeşinin
yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı.
Sonra su
kabını kardeşinin yükünden çıkarttı.
İşte
Biz Yusuf’a, kardeşini alıkoyması için
böyle bir plan öğrettik.
Yoksa,
Allah dilemedikçe Hükümdarın kanununa göre,
kardeşini alması uygun olmazdı.
Biz dilediğimiz
kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz.
Her ilim
sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur. [58,
11]
77
– Onlar: “Eğer
o çalmışsa, zaten daha önce onun kardeşi
de hırsızlık etmişti” dediler.
Yusuf bu sözden
duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara
belli etmedi.
İçinden
de dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz.
İleri sürdüğünüz iddiaların gerçek yönünü
Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!”
78
– Yusuf’un kardeşini
alıkoyması karşısında, onlar
şöyle dediler:
“Aziz
vezir! Onun babası iyice ihtiyar (Bu küçük evladını
kaybetmeye dayanamaz),
onun yerine
bizden istediğini alıkoy.
Gerçekten
seni anlayış gösteren, iyilik sever
insanlardan olarak görüyoruz!”
79
– Yusuf: “Biz malımızı
kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız.
Başkasını
tutmaktan Allah’a sığınırım.
Çünkü
biz öyle yaparsak zalimler arasına girmiş
oluruz!”
80
– Vakta ki
Yusuf’un onu vermesinden ümitlerini kestiler. Bir
yana çekilip aralarında fısıldaşarak
şöyle konuşmaya başladılar. Ağabeyleri
dedi ki:
“Allah’ı
şahit tutarak babanıza kesin söz verdiğinizi
ve daha önce
Yusuf hakkında da işlediğiniz kusuru
nasıl
olur da bilmezlikten gelebilirsiniz? Ne yüzle döneceksiniz?
Ben
katiyyen buradan bir adım atmam, ayrılmam;
ancak babam bana izin verirse yahut hüküm verenlerin
en hayırlısı olan Allah hükmünü
bildirirse, o başka!”
81
– “Siz dönün,
babanıza deyin ki:
“Sevgili
babamız, bizler farkına varmadan
oğlun
inan ki hırsızlık etmiş.
(Su kabının
onun yükünde çıktığını gözlerimizle
gördük)
Biz ancak
bildiğimize şahitlik ediyoruz.
Söz verdiğimiz
zaman, bu durumun ortaya çıkacağını
nereden bilebilirdik?
Gayb bize
emanet edilmiş değil ki!”
82
– “İnanmazsan,
gittiğimiz şehrin ahalisine ve yine içinde
geldiğimiz kafilede bulunanlara sor.
Bütün
samimiyetimizle ifade ediyoruz ki söylediğimiz doğrunun
ta kendisidir.”
Dönüp
babalarına ağabeylerinin bu sözlerini
naklettiler.
83
– Ama babaları
Yâkub: “Hayır, hayır! Korkarım yine
nefisleriniz size bir işi cazip gösterip ayağınızı
kaydırmıştır.
Ne yapayım?
Bu hale karşı sükûnet ve ümit içinde
sabretmekten başka yapacak şey yok.
Ümidim var
ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir.
Çünkü O
alîmdir, hakîmdir (benim de onların da hallerini
bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu
imtihana tâbi tutmuştur)”
84
– Onlardan yüzünü
çevirip öte tarafa dönerek ufuklara seslendi:
“Ya esafâ
alâ Yusuf! Nerdesin Yusuf! Nerdesin Yusuf!”
Yusuf diye
diye, üzüntüsünden gözlerine ak düştü.
Yaptıklarından
dolayı oğullarına duyduğu kızgınlığını
da belirtmiyor, öfkesini yenmeye çalışıyordu.
85
– Oğulları
şöyle dediler: “Ömrün geçti gitti, hâla
Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun.
Vallahi “Yusuf!”
diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp
gideceksin”
86
– “Ben, dedi sıkıntımı,
keder ve hüznümü sadece Allah’a arzediyorum.
Hem sizin
bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından
vahiy yolu ile biliyorum.”
87
– “Evlatlarım,
haydi gidiniz, bütün duyularınızı,
hislerinizi kullanarak vargücünüzle Yusuf ve kardeşi
hakkında bilgi edinmeye çalışınız.
Allah’ın
rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz.
Çünkü kâfirler
güruhu dışında hiç kimse Allah’ın
rahmetinden ümidini kesmez.”
88
– Onlar Mısır’a
varıp Yusuf’un huzuruna girerek “Aziz vezir!
dediler, bizi de, çoluk çocuğumuzu da kıtlık
bastı, biz bu sefer pek az bir meblağ
getirebildik.
Lütfen
bize tahsisatımızı tam ölçek ver de,
parasını
veremediğimiz kısmı da sadakanız
olsun.
Şüphesiz
ki Allah tasadduk edenleri fazlasıyla ödüllendirir.”
89
– Artık zamanı
geldiğini düşünerek Yusuf:
“Siz,
dedi, cahilliğiniz döneminde Yusuf ile kardeşine
yaptığınız muameleyi elbette
biliyorsunuzdur değil mi?”
Cahillikleri,
yaptıkları işin kötülüğünü
bilmeyişleri, yahut neticede doğuracağı
zararı hesap edememeleri anlamına gelebilir.
Yahut yeterli bilgi, tecrübe ve olgunluğa ulaşmadıkları
çağ kasdedilmiş olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) bu
tabiri, onları kınamak, hakaret etmek için değil,
bilakis mazeret telkini konusunda ipucu vermek, tövbeye
teşvik etmek için “bilmeyerek yapmıştık”
dedirtmek için kullanmıştı. Zira onların
içine düştükleri yoksulluk kendisine pek dokunmuştu.
90
– “Aa! Sen, yoksa
sen Yusuf musun?” dediler.
O da:
“Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim!
Gerçekten
Allah bizi lütfuna mazhar etti.
Şu
kesindir ki kim Allah’ı sayıp haramlardan
sakınır, itaatlara devam ve imtihanlara
sabrederse,
Allah da böyle
güzel hareket edenlerin mükâfatını asla
zayi etmez.”
91
– Kardeşleri
de şöyle dediler: “Vallahi de, tallahi de Allah
seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu
bizler suçlu idik!”
92
– Yusuf şöyle
cevap verdi: “Bugün sizi kınayacak, serzenişte
bulunacak değilim!
Ben hakkımı
helâl ettim Allah da sizi affetsin.
Çünkü
merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur.”
93
– Şu gömleğimi
alın babamın yanına varıp onun yüzüne
sürüverin, o zaman gözü açılacaktır.
Sonra da bütün
çoluk çocuğunuzla buyurun, yanıma gelin.”
Bu
âyette bildirilen “gömleği yüzüne sürmekle
Hz. Yâkub (a.s.)’ın gözlerinin açılması”
Tevrat’ta yer almaz.
94
– Kafile daha Mısır’dan
ayrılır ayrılmaz, öteden babaları:
“Doğrusu,
ben Yusuf’un kokusunu alıyorum, sakın beni
bunak yerine koymaya kalkışmayın!” dedi.
95
– Oradakiler:
“Vallahi, dediler, sen hâla, o eski saflığında
devam etmektesin.”
96
– Müjdeci gelip de
gömleği Yâkub’un yüzüne sürünce gözleri açıldı
ve:
“Ben
sizin bilmediklerinizi Allah tarafından vahiy yolu
ile bilirim dememiş miydim?” dedi.
97
– Evlatları ise
şöyle dediler: “Ey bizim şefkatli babamız!
Bizim günahlarımız için Allah’tan mağfiret
dile. Doğrusu biz günahkârız”
98
– O şöyle
cevap verdi: “Sizin için Rabbime sonra istiğfar
edeceğim. Gerçekten O gafurdur, rahîmdir.”
99
– Yâkub ailesi Mısır’a
gelip Yusuf’un yanına girdiklerinde Yusuf annesi
ile babasını kucakladı ve: “Allah’ın
dilemesiyle Mısır’a emin olarak girin”
dedi. {KM, Tekvin 35,17-20}
100
– Annesi ile babasını
tahtına oturttu. Hepsi onun önünde saygı ile
eğildiler.
Yusuf:
“Babacığım! dedi, işte küçükken
gördüğüm rüyanın tabiri! Rabbim o rüyayı
gerçekleştirdi.
O, bana
nice ihsanlarda bulundu: Beni zindandan kurtardı ve
nihayet,
Şeytan
benimle kardeşlerimin arasını bozduktan
sonra
sizi çölden
getirip bana kavuşturmakla da beni ihsanına
mazhar etti.
Gerçekten
Rabbim dilediği kimse hakkında latifdir (dilediği
hususları çok güzel, pek ince bir tarzda gerçekleştirir).
Şüphesiz O alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla
bilen, tam hikmet sahibidir)” [7,53]
{KM, Tekvin 47,11}
Bu
âyetlere dikkat edilirse Yusuf (a.s.)’ın, bütün
müminlere örnek olacak nice davranışlarını
ihtiva ettiği görülür: Kendisini ölüme mahkûm
eden yakınları üzerinde tam yetki sahibi iken
gösterdiği olgunluk ve müsamaha, kendisinin
zirveye yükselişini hep Allah’ın lütfuna
bağlayıp nefsine en küçük pay çıkarmama,
müminler tarafından şahsına karşı
yapılan en kötü bir hareketi bile te’vile
gayret etme ve şeytanın kardeşlerine yaptırdıklarında
“hikmet-i ilahiyyeye göre benim için bazı
faydalar vardı,” deme; hep ibadet ve âhiret iştiyakı
ile dolu olma gibi. Bu çok önemli ders ve hitâbe de
Tekvin ve Talmud’da yer almamıştır.
Gereksiz bir yığın ayrıntıyı
anlatıp, uzun kıssanın en önemli dersini
yazmama çok gariptir.
Kur’ân,
Tekvin ve Talmud birlikte incelendiğinde görülür
ki Kur’ân, bazı yerleri ilaveli anlatıyor,
birçoğunu daha az anlatıyor, bazılarını
ise düzeltiyor ve reddediyor. Dolayısıyla Hz.
Muhammed’in bu kıssaları Yahudilerden öğrendiğini
iddia etmenin hiçbir gerekçesi olamaz.
101
– “Ya Rabbî! Sen
bana iktidar ve hakimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları
yorumlama ilmini öğrettin.
Ey gökleri
ve yeri yaratan! Dünyada da, âhirette de mevlam, yardımcım
Sensin.
Müslüman
olarak canımı al ve beni salihler zümresine
dahil eyle!” [6,14.84;
7,126; 40,34]
102
– İşte
bunlar, ey Resulüm, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz
gaybî hadiselerdendir.
Yoksa onlar,
tuzak kurmak ve planlarını kararlaştırmak
için toplandıklarında elbette sen onların
yanında bulunmuyordun. [3,44;
28,44-46; 38,69-70]
103
– Şunu unutma
ki: Sen, büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların
çoğu iman etmezler.
İnsanlardan
maksat Mekke ahalisidir. Yahut bütün insanlardır.
104
– Halbuki sen bu
tebliğ karşılığında
onlardan herhangi bir ücret de istemiyorsun.
Kur’ân,
sadece bütün insanlar için bir derstir, evrensel bir
mesajdır. [3,7]
105
– Göklerde ve
yerde Allah’ın varlığını,
birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır
ki,
insanlar
yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden
farkına varmazlar.
106
– Onların
ekserisi, şirk koşmaksızın Allah’a
iman etmezler.
107
– Acaba onlar, farkında
olmadıkları bir sırada Allah’ın
azabına uğrayıp azabın kendilerini
kaplamasından,
yahut ansızın
kıyametin kopmasından emin midirler? [16,45-47;
7,87,1; 97-99]
108
– Ey Resulüm de ki:
“İşte benim yolum budur! Ben insanları
Allah’ın yoluna, düşünmeksizin, taklit
yolu ile değil, delile dayanarak, idrâklerine
hitab ederek dâvet ediyorum.
Ben de,
bana tâbi olanlar da böyleyiz. Allah’ı bütün
eksikliklerden tenzih ederim. Ben asla müşriklerden
değilim.”
109
– Senden önce gönderdiğimiz
peygamberler de başka değil, ancak şehirlerde
oturanlardan vahye mazhar ettiğimiz bir takım
erkeklerdi.
Onlar dünyayı
hiç gezmediler mi ki kendilerinden önce yaşayanların
akıbetlerinin nasıl olduğunu görüp
anlasınlar?
Âhiret
diyarı elbette Allah’a saygı duyup
haramlardan sakınanlar için daha iyidir.
Siz ey müşrikler,
hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?
110
– O müşrikler
kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar.
Daha öncekilere
de böyle fırsat verilmişti.
Ne zaman ki
peygamberler, toplumlarının imana
gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye gelirler ve
toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı
zannına kapılırlar, işte o zaman
onlara nusretimiz erişir, inkârcılar helâk
olur, dilediğimiz kimseler kurtulur.
(Uzun
vaadede), mücrim toplumlardan cezamız
hiçbir surette geri çevirilmez.
111
– Peygamberlerin kıssalarında
elbette tam akıl sahipleri için alacak dersler
vardır.
İyi
bilin ki, bu Kur’ân uydurulmuş bir söz değildir.
Sadece daha
önceki kitapları tasdik eden,
dine ait
her şeyi açıklayan, iman edecek kimseler için
hidâyet,
rehber ve rahmet olan kitabullahtır.
|