KUR'AN-I KERİM İNDEKS
15
– HİCR SÛRESİ
Mekke
döneminde nâzil olmuştur. 99 âyettir. 80. âyette
bahsedilen Hicr ahalisi, sûreye isim olmuştur.
Hicr halkı, Hz. Salih (a.s.) ın kavmi olan Semûd
halkıdır. Hicr sûresi, Kur’ân’ın
Allah Teâlanın sözü olduğunu vurgulamaktadır.
Bu sûre peygamberlerin tebliğleri karşısında
bir grup kâfirin her zaman diretmiş olduğunu
hatırlatır. Allah’ın varlığının
ve birliğinin bazı delillerini serdeder. Sonra
insanlığın en büyük kıssası
olan Hz. Adem (a.s.) ile İblis’in kıssasını
anlatır. Büyük Kur’ân nimetine dikkat çekilerek
sûre sona erdirilir.
Bismillahirrahmanirrahim.
1
– Elif Lâm Râ.
Bunlar kitabın ve Kur’ân-ı Mübin’in âyetleridir.
Mübin
teriminin anlamı için: (28,2)
2
– Bir zaman olur kâfirler,
“Keşke vaktiyle müslüman olmuş olsaydık!”
diye çok hasret çekerler.
[6,27]
Bu
pişmanlığı Allah müminlere zafer
verdiğinde veya ölecekleri sırada yahut kıyamet
günü dile getirirler.
3
– Bırak onları,
yesin içsinler, zevklerine düşsünler, arzu ve
emelleri kendilerini oyalaya dursun. Yakında
bilecekler! [77,46]
4
– Bizim imha ettiğimiz
her memleket hakkında mutlaka daha önce kararlaştırılmış,
malum bir vaade vardır.
5
– Hiç bir ümmet
vaadesini ne öne alabilir, ne erteleyebilir.
6-7
– O kâfirler, alay
ederek: “Ey o kendisine kitap indirilmiş olan!
dediler, mutlaka sen bir delisin!
Eğer
iddianda tutarlı isen, ne diye bize o melekleri
getirip göstermiyorsun?”
[23,70; 43,53; 25,21-22] {KM, Markos 3,22; Matta 11,18}
8
– Biz o melekleri
ancak hikmet gereğince göndeririz.
Ama o zaman
da, kendilerine hiç mühlet verilmez, derhal işleri
bitirilir, mahvolup giderler.
9
– Hiç şüphe
yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu
koruyacak olan da Biz’iz. [5,67]
Kur’ân
mesajı öyle dikkatli, titiz bir şekilde
korunmuştur ki bugün dünyanın her tarafında
en yaygın kitap olan bu eser, bir harf farkı
olmaksızın binlerce yıldan beri
okunmaktadır. Matbaa, kaydetme, ulaşım
imkânlarına rağmen yirminci asırda yaşamış
ünlü şahısların eserlerinde bile farklılıklar
bulunması, bu işin başlı başına
mûcize olduğunu gösterir.
10-11
– Senden önce
gelip geçen milletlere de Biz Peygamberler gönderdik.
Ama onlara
hiç bir resul gelmedi ki onunla alay etmiş olmasınlar.
12-13
– Biz böylece o
inkâr ve alayı suçluların kalplerine sokarız.
Geçmiş
ümmetlerin başlarına gelen felaketler ibret
teşkil ettiği halde yine de onlar iman
etmezler.
14-15
– Hatta o kâfirlere
gökten bir kapı açsak, onlar da yukarı yükselip
çıksalar,
yine de
“Galiba gözlerimiz bağlandı, belki de büyüye
tutulduk!” derler.
16-18
– Gerçekten Biz, gökte
burçlar yarattık ve onları seyredenler için
yıldızlarla süsledik.
Hem onu
kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı
edenler olursa, onu da parlak bir ışık
kovalar. [25,61; 85,1;
26,212; 37,8-10] {KM, Luka 10,18}
Burç:
Kale, hisar, yüksek köşk mânalarına gelir.
Gökyüzünde özel bir şekilde toplanmış
olan birtakım yıldız kümelerine de burç
denilmiştir. Bu kümelerin meşhur olanları
on iki tane olmakla beraber, âyet-i kerimede “bürûcen”
nekire şeklinde zikredildiğine göre, gökte
daha keşfedilmemiş birçok yıldız kümesinin
bulunduğuna işaret edilmektedir.
Şihab:
“parlak ışık, alev” demektir. Göktaşı
veya henüz keşfedilmemiş bir
ışın türü olabilir.
Eğer
göktaşı olarak düşünürsek, bunların
dünya atmosferine son derecede fazla miktarda düştüğü
bilinmektedir. Pek mümkündür ki şeytanların
uzayda yükselmeleri bu şihablarla önleniyordur.
Fakat bunlar dünyada insanların hayatlarını
imha etmezler. Zira göktaşları dünya küresini
çevreleyen atmosfer küresine girer girmez yanıp kül
olmakta, son derece nadir olarak, ibret olsun diye yere
düşmektedir. Hasılı, dünyamız burçlarla
korunmasaydı bu şihablar hayatımızı
çoktan imha etmiş olurlardı.
19
– Yeri de yaydık,
genişlettik ve oraya ağır baskılar (sağlam
dağlar) çaktık ve orada hikmetle ölçülmüş
olarak her türlü nebatı yetiştirdik.
[37,6] {KM, Tekvin 3,24}
20
– Orada hem siz
insanlar için, hem rızkını sizin vermediğiniz
daha nice yaratıklar için geçimlikler meydana
getirdik.
21
– Hiçbir şey
yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları
elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçü
ile indiririz.
22
– Aşılayıcı
olarak rüzgârlar gönderdik. Derken gökten yağmur
indirip onunla sizi suladık.
Halbuki o
suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz.
[39,21; 56,68-74; 16,10; 67,30]
Rüzgarların
bitkilerdeki erkek ve dişi unsurlar arasında döllenmeyi
sağladıklarına işaret ediliyor.
Âyetin
son kısmı ise kaynak sularını oluşturan
ilahî kanuna işaret ediyor. Yağmurla inen su
yerde kaybolmaz. Yüzeye yakın taş havuzlarda
depolanır. Tuzlardan ve kirlerden arıtılmış
olarak tatlı bir hayat kaynağı halinde
mahlûklara ikram edilir.
23
– Muhakkak ki hayatı
veren de Biz’iz, hayatı geri alıp öldüren
de ve elbette hepsine vâris olacak, hepsinden sonraya
kalacak olan baki de Biziz.
24
– Doğrusu
sizden, önden gidenleri de, geri kalanları da Biz
pek iyi biliriz.
Doğup
ölenleri veya ileride dünyaya gelip ölecekleri yahut
İslâm’da, Cihadda, taatte öne geçip geri
kalanları da biliriz. Sizin hallerinizden hiç biri
Bize gizli kalmaz, demektir.
25
– Senin Rabbin,
elbette onları mahşerde toplayacaktır.
Çünkü O hakîmdir, alîmdir (tam hüküm ve hikmet
sahibidir, her şeyi bilir).
26
– Biz insanı
kara çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan
yarattık. [55,14-15;
6,2]
27
– Cinleri de daha önce,
zehirli ateşten yaratmıştık.
28
– Ve hani Rabbin
meleklere: “Ben, demişti, kuru çamurdan, şekillenmiş
bir çamurdan bir beşer yaratacağım.”
29
– “Bu itibarla,
Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum
ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için
secdeye kapanınız.”
Allah’ın
isimlerinin insanda böyle tecelli etmesidir ki insanı
arzda halife kılmış ve bütün mahlûkat
üzerine çıkarmıştır.
30-31
– İblis hariç
bütün melekler secdeye kapandılar. O ise
kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı.
32
– Allah İblis’e:
“Sen niye secde edenlerle beraber olmadın?”
diye sordu.
33
– “Benim, dedi,
kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan
yarattığın bir beşere secde etmem mümkün
değildir.” [2,34;
7,12; 17,62] [38,76]
34-35
– “O halde, dedi,
defol buradan! Çünkü sen kovuldun,
ve bu lânet,
hesap gününe kadar senin üzerinde devam edecektir.”
36
– “Ya Rabbi! dedi,
o halde insanların diriltilecekleri güne kadar
bana mühlet ver!”
37-38
– “Haydi, buyurdu,
belirli bir güne kadar sana müsaade edildi.”
39-40
– İblis: “Ya
Rabbi! dedi, beni azdırmâna karşılık,
yemin
ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim
ve ancak
senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna,
onların hepsini azdıracağım” [17,62;
38,82-83]
İblis
şunu demek istiyor: “Ya Rabbî, benden aşağıda
olan birine boyun eğmemi istedin. Benim bu emre
uymayacağım sence mâlumdu. İşte böylece
azmama sebep oldun ve bu da bu insanlar sebebiyle başıma
geldi. İşte ben de onları azdıracağım.”
41
– Allah buyurdu:
“Bu seçkin kullarımın tuttuğu yol, işte
Ben’im gözettiğim dosdoğru yoldur.” [16,9;
1,6-7]
42
– “Şüphesiz
Benim o seçkin kullarım üzerinde senin hiçbir nüfûzun
yoktur, ancak senin peşine takılmış
şaşkın azgınlar başka!”
43-44
– Şüphesiz
cehennem de o azgınların hepsinin varacakları
yerdir.
Oranın
yedi kapısı vardır ve onlardan her kapıdan
kimlerin gireceği belirlenmiştir. Onlar kapılara
bölüştürülmüşlerdir.
İblis
kıssasının hatırlatılması
şu muhtevada olmuştur: Daha önceki âyetlerde
kâfirlerin felakete götüren yollara tâbi oldukları
üzerinde durulmuştu. Bu sapıklıkların
gerisinde, en büyük bir düşmanın bulunduğunu,
insanların buna karşı daima uyanık
ve tetikte olmalarının lüzumunu hatırlatmak
için bu kıssaya yer verilmiş ve denilmek
istenmiştir ki: “Peygamber sizi bu tehlikeden
kurtarmak istiyor. Fakat siz dostunuzu düşmanınızı
ayırd edemiyorsunuz.”
45
– Şeytana
uymaktan korunan müttakiler ise cennetlerde ve pınar
başlarındadırlar.
46
– “Esenlikle, emin
olarak girin oraya” (denir onlara).
47
– Onların
kalplerindeki kini söküp çıkarmışızdır.
Dost ve kardeş olarak, divanlar üzerinde karşı
karşıya otururlar.
48
– Orada kendilerine
hiç bir zahmet ve meşakkat dokunmaz, oradan hiç
çıkarılmazlar.
49-50
– Kullarıma
haber ver ki (günahları örten) gafur, (ihsanı
bol olan) rahîm Ben’im.
Bununla
beraber azabım da elîm mi elîm!
51
– Onlara İbrâhim’in
misafirlerinden de bahset.
[11,69; 51,24] {KM, Tekvin 18. bölüm}
Hz.
İbrâhim (a.s.) ın kıssasının münasebeti
şudur. Bu sûrenin başında 7. âyette müşriklerin
“Eğer iddianda tutarlı isen ne diye bize
melekleri getirmiyorsun?” sözleri nakledilmişti.
Onlara şu denilmek isteniyor: “Melekler gelirse,
kesin hükmü icra için gelirler, artık size mühlet
verilmez.”
52
– Onun yanına
girdiklerinde “Selam!” dediler. İbrâhim:
“Biz sizden korkuyoruz” dedi.
Misafirlere
ikram ettiği yiyecekleri yemediklerini görünce böyle
dedi.
53
– “Korkma!”
dediler. “Biz sana akıllı, bilgin bir oğlunuzun
dünyaya geleceğini müjdeliyoruz.”
54
– “Beni mi müjdeliyorsunuz?”
dedi. “Bana ihtiyarlık gelip çatmışken,
artık beni nasıl tebşir edersiniz?”
55
– “Sana gerçeği
müjdeledik, onun için ümit kesenlerden olma!”
dediler.
56
– O da: “Rabbinin
rahmetinden, hak yoldan sapanlardan başka kim ümit
keser ki?” dedi.
57
– Ve ilave etti:
“Ey elçiler, bundan başka işiniz nedir?
sorabilir miyim?”
58-60
– “Haberin olsun”
dediler, “Biz suçlu bir topluluğu cezalandırmak
için gönderildik.
Ancak eşi
dışında Lut’un ailesi müstesna.
Çünkü
onların hepsini kurtaracağız. Eşinin
suçlularla beraber kalmasını gerekli gördük.”
61-62
– Elçiler Lut’un
evine gelince O: “Doğrusu, siz ürkülecek
kimselersiniz” dedi.
63-65
– “Yok” dediler,
“Biz sana, onların şüphe ettikleri cezayı
getirdik ve sana emr-i Hak ile geldik, emin ol bizler
sadık kimseleriz.
Hemen
gecenin sonunda aileni yola çıkar, sen de arkalarından
git, içinizden hiç kimse dönüp ardına bakmasın,
size emredilen yere geçin gidin.” [15,8;
11,65]
Bundan
maksat: “Sakın arkana bakma, yoksa taş
kesilirsin” değildir. Maksat şudur: “Arkanıza
bakarsanız felakette helâk olanların müthiş
çığlıkları, manzaraları ile
karşılaşırsınız. Şimdi
ne onların lâyık oldukları cezayı
bulmaları sebebiyle sevinme, ne de üzülme zamanı
değildir. Oradan hızla uzaklaşmalısınız
ki azap yağmurundan etkilenmeyesiniz.”
66
– Ona şu kesin
emri vahyettik: “Sabaha çıkarlarken onların
kökü kesilmiş olacaktır!”
[11,81]
67
– Şehir halkı
da misafirlerin geldiğini duyup eğlenmek için
gelmişlerdi.
68-69
– “Bunlar benim
misafirlerim!” dedi, “Ne olur beni mahcûp etmeyin.
Allah’tan korkun da beni rüsvay etmeyin.”
Bu
âyetler onların saldırganlıkta adeta gözlerinin
döndüğünü zarif bir üslûpla ifade ediyor.
Halkça sayılan birine, kısa süre için uğrayan
bir misafir bile emin olamıyordu. Talmudda bu çürümelerin
çok somut örnekleri rivâyet edilir.
70
– Onlarsa: “Biz
seni elalemin işine karışmaktan menetmemiş
miydik (şunu bunu korumak sana mı kalmış!)”
dediler.
71
– Lût: “Eğer
evlenmek isterseniz, işte kızlarım,
onlarla evlenebilirsiniz” dedi.
72
– (Resulüm!)
“Hayatın hakkı için onlar, kendilerini öylesine
kaybetmişlerdi ki sarhoşlukları içinde sürünüp
gitmekte idiler.”
Bu
hitabı yapan Cenab-ı Allah’tır. Bir başka
tefsire göre, hitab edenler elçi melekler “Hayatın
hakkı için, onlar sarhoşlukları içinde
sürünüp gitmektedirler” demişlerdi.
73
– Güneş doğarken
o korkunç ses bastırıverdi onları!
74
– Bir anda şehirlerinin
üstünü altına çevirdik. Pişirilmiş çamurdan
yapılmış taş yağmuruna tuttuk
onları!
75
– Elbette bunda işaretten
anlayanlar için alınacak nice ibretler vardır.
76
– Hem o şehir
harabesi uğrak bir yol üzerindedir.
Bu
şehrin harabeleri Hicaz’dan Suriye ve Mısır’a
giden yol üzerindedir.
77
– Elbette bunda,
iman edecekler için çok ibretler vardır.
78
– Eyke halkı
da zalim mi zalim bir halk idi.
Eyke,
Tebük’ün eski adı olup Şuayb (a.s) ın
halkıdır.
79
– Onlara da
hakettikleri cezayı verdik. Bu her iki şehir
harabesi de uğrak bir yol üzerindedir.
80
– Hicr halkı
da peygamberleri yalancı saydı.
Hicr,
Semud’un başkenti idi. Kalıntıları
Medine’nin kuzeybatısında el-Ula kasabasının
yanındadır. Medine - Tebük karayolu üzerindedir.
Hz. Peygamber (a.s.) ın tavsiyesine uyarak buradan
geçenler orada konaklamazlar.
81
– Onlara delil ve mûcizelerimizi
verdik, ama yüzçevirdi onlar bu delillerden!
[41,17]
82
– Dağlarda
evler yontarak güven içinde bulunuyorlardı.
83
– Bir sabah o korkunç
ses bastırıverdi onları!
84
– Kazanıp ele
geçirdikleri mal ve imkânlar hiçbir fayda vermedi
kendilerine.
Bu
âyet Hz. Peygamberi ve müminleri teselli etmektedir.
Hakikatin mutlaka zuhur edeceğini, batılın
savletinin devamlı olmadığını
bildirmektedir.
85
– Öyle ya, Biz gökleri,
yeri ve bu ikisinin aralarında bulunan varlıkları
elbette boşuna değil, gerçek bir gaye ve
hikmetle yarattık.
Hiç şüphe
yok ki o kıyamet saati gelip çatacaktır. Öyleyse
müsamaha ile tatlılıkla davran onlara.
[23,115-116; 38,27; 53,31; 43,89]
86
– Elbette senin
Rabbin mükemmel yaratan ve herşeyi hakkıyla
bilendir. [36,81-83]
87
– Şu kesin ki
biz sana Seb-i mesânî ile şu yüce Kur’ân’ı
verdik.
Seb-i mesânî: Fatiha sûresidir.
88
– Sakın o kâfirlerden
bir kısmına geçici bir zevk olarak verdiğimiz
dünya nimetlerine göz atma.
Onların
iman etmemelerinden ötürü üzülme ve müminlere kol
kanat ger, şefkatle koru onları. [20,31;
26,215; 9,128] {KM, Çıkış 18,15-16}
89
– Ve de ki:
“Sizi, sizleri bekleyen felaketten açıkça uyarıyorum.”
90-91
– Tıpkı o
bölüşenlerin, O Kur’ân’ı parça parça
edenlerin başlarına indirdiğimiz felaket
gibi.
Muktesimîn: bölüşenler, bölenler veya yemin edenler mânalarına
gelir. İlk mânaya göre: Kur’ân’ı kısım
kısım ayırarak bir kısmını
kabul, öbür kısmını reddedenler mânasına
gelir. Bunlar, birinci derecede, kendileri de kısım
kısım bölünmüş olan Yahudi ve Hıristiyanlardır.
Ayrıca, inkârlarını var güçleriyle
yemin ederek pekiştirenler de kasdedilmiş
olabilir.
92
– Rabbin hakkı
için sorguya çekeceğiz onların hepsini!
93
– Yaptıkları
işlerden sorumlu tutacağız onları.
94
– Şimdi sen,
sana ne emredilmişse onu açıkça söyle
onlara.
Yüzçevir,
aldanma o müşriklere! [54,6;
68,10]
95
– Seninle alay
edenlerin haklarından gelmeye Biz yeteriz.
96
– Onlar Allah’tan
başka tanrı uyduruyorlar ama yaptıklarının
sonucunu yakında öğrenecekler!
97
– Çok iyi biliyoruz,
onların bu kabil iddialarından ötürü senin
canının sıkıldığını!
98
– Ama sen Rabbini
hamd ile tenzih et ve secde edenlerden ol.
99
– Sana ölüm gelip
çatıncaya kadar da Rabbine ibadet et. [74,
46-47]
Yakîn: Müfessirlerin ekserisi tarafından “ölüm” diye tefsir edilmektedir.
Süleyman Ateş “kesin bilgi” diye yorumlayarak:
“Rabbine ibadet et ki sana yakin gelsin, (kesin bilgiye
eresin)” demektedir.
|