KUR'AN-I KERİM İNDEKS
17 – İSRÂ SÛRESİ
Mekkede
nazil olmuş olup 111 âyettir. İlk âyetinde
İsra olayından bahsettiğinden bu ismi almıştır.
Hicretten takriben bir - birbuçuk yıl önce
indirildiği düşünülebilir. İsra sûresi
de diğer Mekki sûreler gibi tevhid, nübüvvet, âhiret
inançlarına yer verdiği gibi namaz, infak
emirlerinin yanında anne babaya itaat, zina yasağı
ve birçok ahlâkî prensiplere de yer verir. 60. âyetten
itibaren birkaç âyette İsranın (miracın)
hikmetleri bildirilir. Daha sonra Hz. Adem - İblis
kıssası yeniden ele alınır. Kur’ân’ın
faziletlerine dair açıklamalar yapılır.
Kâfirlerin ısrar ve tahakkümle mûcize istekleri
cevaplandırılır. Hz. Mûsâ (a.s.) a buna
benzer dokuz mûcize verildiği halde, muhataplarının
iman etmedikleri bildirilir. Tevhidi ilan eden âyetlerle
sûre sona erdirilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Bir gece,
kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu
Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne
yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten,
herşeyi işiten, her şeyi gören Odur. [53,18;
17,60]
Mescid-i
Aksa, Kudüs’teki Beytü’l-Makdisdir. Nitekim İsra
(mirac) hadisinde Hz. Peygamber (a.s.) “Buraka bindim,
Beytü’l-Makdis’e vardım” buyurmuştur.
Efendimiz oradan göğe yükseltildi, nebîler ve
meleklerle (aleyhimü’s-selam) görüştü. Cennet
ve cehennemi, daha başka işaretleri gördü.
Nihayet beş vakit namaz emri ile aynı gece döndü
(Daha önce sabah ve yatsı kılınıyordu).
2
– Biz Mûsâ’ya
kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına
“Benden başkasını Rab edinmeyin, benden
başkasının himayesine girmeyin” diye,
doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.
3
– Ey Nûh ile
birlikte gemide taşıdığımız
kimselerin nesli! Yalnız Bana güvenip, dayanın,
Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden
bir kul idi.
4
– Biz İsrailoğullarına
kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki
kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar
edeceksiniz”
5
– Onlardan
birincisinin vaadesi gelince, kuvvet ve şiddet
sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize
musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için
evlerin aralarına bile girerek her tarafı
didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine
getirilmesi gereken bir vaad idi.
Bozgunculukları
neticesinde mâruz kaldıkları ilk felaket M.Ö.
598’de Babil kralı Buhtunnasr’ın istilasıdır.
O Kudüs’ü ve Beyt-i Makdis’i yerle bir etti.
İsrailoğullarını Filistinden sürüp
çeşitli ülkelere dağıttı. Bir kısmını
da Babile götürdü. Onlara verilen ilk ceza budur.
529’da Pers kralı Hüsrev Babil’i alınca
İsrailoğullarına Kudüse dönme ve mabedi
inşa etme izni verdi. Daha sonra Ezra, kaybolan
Tevratı yeniden derledi. Dini ıslahat yapıldı.
M.Ö. 4. yüzyılda Yunan işgalinden sonra, M.Ö.
ikinci yüzyıl sonunda dini bir canlanma ile
Makkabiler devletini kurdular. Tekrar bir çürüme ve
tefrika, Romalıların M.Ö. 63’de Filistini işgal
etmeleriyle sonuçlandı. Manevî çöküşleri
daha da arttı. M.S. 70’de Romalı Titus Kudüs’ü
alıp Yahudileri kılıçtan geçirdi.
Beyt-i Makdis’i yaktı yıktı. Âyette
bildirilen felaket bu olabilir. Unutmamak gerekir ki
Yahudilerin mâruz kaldıkları başka musîbetler
de olmuştur. İkinci ceza için bir de şu
ihtimal vardır. Siyonizm, Batının süper
güçlerinin desteği ile sun’i İsrail
devletini 1948’de kurdu. Üç milyon kadar Filistinli
müslümanı yurtlarından kovup, 50 küsür yıldan
beri İslâm dünyasını kana ve ateşe
verdi. Dolayısıyla bu âyet, mazlum müslümanların
haklarını alıp vatanlarına kavuşacaklarına
da işaret olabilir. Buhariden şu hadisi
nakledelim: “Müslümanlarla Yahudiler arasında
kanlı bir harp olmadıkça kıyamet kopmaz.
Müslümanlar onları kırıp mahvedecek.
Hatta onlardan bir Yahudi taş arkasına
saklansa da taş dile gelerek: “Ey Allah’ın
kulu, şu arkamda Yahudi var, onu da öldür!”
diyecektir.
6
– Sonra o istilacılara
karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet
ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı
daha da çoğalttık.
7
– İyilik
ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük
ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş
olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın
vaadesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın,
daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve
istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza
yine düşmanlarınızı musallat ederiz.
[41,46]
8
– Olur ki tövbe
edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder.
Eğer
tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza
vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.
9
– Gerçekten bu
Kur’ân insanları en doğru yola, en isabetli
tutuma yöneltir.
Güzel ve
makbul işler yapan müminlere nail olacakları
büyük mükâfatı müjdeler.
10
– Âhirete
inanmayanlara ise gayet acı bir azap hazırladığımızı
bildirir.
11
– İnsan, bazan
şerri, tıpkı hayrı istercesine ister.
Pek acelecidir bu insan! [10,11]
İnsan,
peşin zevk peşindedir. Âhiret nimetlerini de
dünyada görmek ister. Acelecilikle, vakti gelmeyen
nimete çarçabuk ulaşmak isteyen, ondan mahrum
kalmakla cezalandırılır. Öyleyse müminler
beddua değil, sabır ve ihtiyat ile hayra dua
edip yararlı işler yapmalıdırlar.
12
– Biz gece ve gündüzü
kudretimizi gösteren iki delil kıldık.
Gece delili
ay’ı sildik, gündüz delili güneş’i aydınlatıcı
yaptık ki
hem
Rabbinizin lütfedeceği nimetlerin peşine düşesiniz,
hem de yılların sayısını ve
hesabı bilesiniz.
Biz her
şeyi açık açık bildirdik. [28,71-73;
25,61-62; 36,37-38]
13
– Her insanın
vebalini, kendi nefsine bağladık, her insan
yaptıklarına göre muamele görür.
Nitekim kıyamet
günü hesap defterini önünde açılmış
bulacaktır. [99,7-8;
52,16; 4,123; 75,12-14] [İşaya 65,6; Daniel
7,10; Vahiy 20,12}
Âyet:
“Her insanın kuşunu, kendisinin boynuna bağladık”
buyurmaktadır. Cahiliye arapları kuşların
uçuşlarının kendi mukadderatlarını
belirlediklerine inanırlardı. Kur’ân bu batıl
inancı yıkıp, insanın ancak yaptıklarına
göre muamele göreceğini bildiriyor.
Âyet-i
kerime insanın yaptığı her hareketle,
adeta bir kalem gibi, daha doğrusu tuşa
dokunmuş gibi kendi ekranında hayat boyunca
bir şeyler yazıp durduğunu, kıyamet
günü de, âdeta bunun çıktısını
alacağı izlenimini vermektedir. Dünya hayatında
nefsin ihtirasları, gafletli insanın iyi ve kötüyü
değerlendirmesini önlemektedir. Ama âhirette her
şey gözönüne serilecektir.
14
– Şöyle deriz
ona: “Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini
görmeye kendin yetersin!”
15
– Kim doğru
yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur;
kim de doğru
yoldan saparsa, kendi aleyhinde sapmış olur.
Hiçbir
kimse başkasının günah yükünü taşımaz.
Biz
peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı
cezalandırmayız. [35,18;
29,13; 16,25; 67,8-9; 39,70-71; 35,37]
Bu
âyetten anlaşıldığı üzere
peygamber tebliği, matlup şartlara göre ulaşmayan
insanlar, İslâmı öğrenip kabul
etmediklerinden dolayı âhirette sorumlu olmazlar.
16
– Herhangi bir
beldeyi imha etmek istediğimizde
oranın
lüks içinde yaşayan şımarıklarına
iyilikleri emrederiz.
Buna rağmen
onlar dinlemez, fısk-u fücura devam ederler.
Bu sebeple,
onun hakkında cezalandırma hükmü kesinleşir.
Biz de orayı yerle bir ederiz.
{KM, İşaya 6,9-13; Hezekiel 18. bölüm}
17
– Hem Nuh’tan
sonra öyle nesiller helâk ettik ki saymaya gelmez!
Kullarının
günahlarını Senin Rabbinin görüp bilmesi
yeter.
18
– Kim acele, şu
peşin dünya zevkini isterse, Biz de dilediğimiz
kimse hakkında ve dilediğimiz miktarda olmak
kaydıyla, o dünya zevkini ona veririz.
Ama sonra
ona cehennemi mekân kılarız,
O da
yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya atılır.
19
– Kim de âhireti
ister ve ona lâyık bir biçimde mümin olarak
gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları
makbul olur.
20
– Hepsine, dünyayı
isteyenlere de, âhireti isteyenlere de Rabbinin ihsanından
veririz.
Rabbinin
ihsanı kısıtlanmış değildir.
21
– Bak nasıl dünyada
onların kimini kimine üstün kıldık!
Elbette âhirette
erişilecek daha büyük mertebeler, kazanılacak
daha yüksek faziletler vardır.
Servet,
sağlık ve diğer imkânlar yönünden
insanların farklı olmaları Allah’ın
takdiridir. Bu âyet, dünyadaki işlere göre, âhirette
de insanların farklı durumlarda olacağını
bildirmektedir. Öyleyse insan asıl ebedi hayatta yüksek
derecelere ulaşmak için çalışmalıdır.
22
– Sakın Allah
ile beraber başka tanrı edinme, yoksa yerilmiş,
bir kenara itilmiş vaziyette kalırsın.
{KM, Tesniye 32,39; İşaya 42,8}
23
– Rabbin şöyle
buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.
Anneye ve babaya güzel muamele edin.
Şayet
onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış
olarak senin yanında bulunursa
sakın
onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme,
onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı
sözler söyle. [31,14]
22-39
bölümü, Medine döneminin başlamak üzere olduğu
sırada gittikçe güçlenecek olan İslâm
toplumunun hangi temel esaslar üzerine kurulacağını
ilan etmektedir. Bkz. 6,151-153
24
– Şefkatle,
tevazu ile kol kanat ger onlara ve şöyle dua et:
“Ya Rabbî,
onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla
yetiştirdilerse,
ona mükâfat
olarak Sen de onlara merhamet buyur!”
25
– Rabbiniz ruhlarınızdaki
duyguları pek iyi bilir.
Eğer
siz iyi iseniz şunu bilin ki Allah kötülüklerden,
özellikle anne ve babasına yaptığı
kötü muamelelerden, tövbe edenlere karşı, günahları
çok affedicidir. {KM,
Hezekiel 18,21; Yoel 2,12-14; II Tarihler 30,9}
26-27
– Yakınlarına,
yoksula, yolda kalmışa hakkını ver,
sakın saçıp savurma.
Çünkü
savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır.
Şeytan
ise Rabbine karşı pek nankördür. [25,67]
28
– Eğer elinin
dar olması sebebiyle Rabbinden umduğun bir lütfu,
bir imkânı, beklerken
o hak
sahiplerine şimdilik ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse
onlara gönül alıcı bir şeyler söyle.
29
– Eli sıkı
olma, büsbütün eli açık da olma ki
herkes
tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret
çeken bir hale düşmeyesin.
30
– Şu kesin ki
Rabbin dilediği kimsenin nasîbini bollaştırır,
dilediğinin nasîbini daraltır. Çünkü
Rabbin kullarının her halini bilip görmektedir.
Birçok
insan, servet bakımından insanların farklı
seviyelerde olmasının hikmetini anlayamaz.
Oysa Allah insanları zekâ, kabiliyet, güç ve
enerji bakımından farklı yaratmıştır.
Herkesin hukukta eşitliği esastır. Fakat
fazilette ve neticede eşit kılmak, Allah’ın
koyduğu fıtrat kanununa aykırıdır.
Onun için uygulanma şansı yoktur. Uygulama
gayretleri işi daha da bozmuştur (20. asırdaki
Sovyetler tecrübesinin sonucu malumdur). Fıtrata
ve insanlık şerefine en uygun nizam, meşrû
yoldan kazanıp meşrû şekilde harcama ve
toplumun mahrum kısmını ihmal etmemeyi
esas prensip edinen ilahî buyruklara uymaktır.
31
– Fakirliğe düşme
endişesi ile evlatlarınınızı öldürmeyiniz.
Onların da sizin de rızkınızı
veren Biz’iz, Şüphesiz ki onları öldürmek
büyük bir suçtur.
Cahiliye
döneminin, kız çocukları öldürme âdetinin
ötesinde, âyet kürtajı yasaklıyor. Nüfus nüfuzu
artırır. Tarih bize, ülkelerin nüfusları
ile beslenme kaynaklarının aynı, hatta
daha hızlı bir oranla arttığını
göstermektedir. Mesela; Türkiyenin nüfusu 20 milyon
iken, 65 milyon olduğu döneme göre maddî
imkanların çok daha az olduğu kesin bir gerçektir.
32
– Sakın zinaya
yaklaşmayın; Çünkü o, çirkinliği
meydanda olan bir hayasızlıktır, çok kötü
bir yoldur.
33
– Haklı bir
gerekçe olmaksızın Allah’ın muhterem kıldığı
cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse
onun velisine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir;
artık o da kısas hususunda aşırı
davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zaten
kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır.
{KM, Sayılar 35,12.19; Tesniye 19,6.12; Yuşa
20,3}
Öldürme
yasağına insanın kendisi de dahildir.
Onun için intihar da adam öldürme gibi haramdır.
Âyette yetkiden maksat kısas, veya diyet olup
uygulama işi yönetime aittir.
34
– Büluğ çağına
ermeyen yetimin malına, en güzel tarzdan başka
bir şekilde yaklaşmayın. Verdiğiniz
sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluk
gerektirir. [4,2-6; 6,152;
81,8]
Büluğ
çağının başlamasının
alameti: erkekte ihtilam, kızda ay halidir. Bunlar
olmazsa Ebû Yusuf’a göre 15, İmam Ebû
Hanife’ye göre göre erkek için 18, kız için
17 yaşına girmedir.
35
– Ölçtüğünüz
zaman dürüst olun, tam ölçün. Doğru terazi ile
tartın. Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı,
hem de âkıbet yönünden daha güzeldir.
36
– Bilmediğin
şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz,
kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir. [49,12]
37-38
– Hem kibirli
kibirli yürüme!
Zira ne
kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne
de dağların boyuna erişebilirsin!
Böylesi
davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin
nazarında hoş görülmeyen şeylerdir.
39
– İşte
bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir.
Sakın Allah’ın yanı sıra başka
bir tanrı uydurma,
yoksa yerilmiş,
rahmetten kovulmuş olarak cehenneme fırlatılırsın.
40
– Ya! Demek
Rabbiniz sizi erkek evlatlarla onurlandırdı da,
sizin iddianıza
göre, işi bilmiyormuş gibi melekleri de biçare
kız çocukları olarak kendine ayırdı
öyle mi?
Gerçekten siz pek
müthiş, vebali çok büyük bir iddia ileri sürüyorsunuz.
[19,88-95; 37,150]
41
– İnsanlar düşünüp
ders alsınlar diye
Biz Kur’ân’da
bu gerçekleri farklı üsluplarla beyan ettik.
Ne var ki bu,
onları daha da kaçırmaktan başka bir
sonuç vermedi. [16,101;
7,58]
42
– De ki: Faraza müşriklerin
iddia ettikleri gibi Allah’tan başka tanrılar
bulunsaydı,
elbette onlar Arş’ın
ve kâinat hakimiyetinin sahibi Yüce Allah’a üstün
gelmek için çareler arayacaklardı! (Ama besbelli
ki böyle bir şey asla vaki değildir.)
Bu
âyet, tevhidin kuvvetli bir delilini özetleyerek.
Kelam ilminin en önemli prensiplerinden birini ortaya
koyar. Şöyle ki: a) Birden fazla müstakil ilah
olsaydı, mutlaka ihtilaf çıkar, kâinatın
devamı mümkün olmazdı. b) Faraza biri en üstün
ilah, diğeri O’nun yetkili kıldığı
ilahlar olsalardı bunlar arasında rekabet çıkar
ve kendilerince en iyi yönetimi gerçekleştirmek için
hakimiyeti ele geçirmek isterlerdi. Âlemde nizam
bozulmadığına göre tek İlahın
nizamı işlemektedir. Aksi halde bir buğday
tanesi bile yetişmezdi.
43
– Allah onların,
iddialarından münezzehtir, Son derece Yücedir,
Uludur.
44
– Yedi kat gök, dünya
ve onların içinde olan herkes Allah’ı
takdis ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki
Ona hamd ile tenzih etmesin.
Ne var ki siz
onların bu tenzih ve takdislerini iyi anlayamazsınız.
Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve
cürümlerine karşı, O, halimdir, gafurdur (çok
müsamahalıdır, affedicidir).
45
– Sen Kur’ân
okuduğun zaman, seninle âhirete inanmayanlar arasına
görünmez bir perde çekeriz.
İlk
bakışta bazılarının zannettiği
gibi burada bir kısım insanları küfre
zorlama yoktur. Yani Allah hiç kimsenin kalbini kılıflı,
manevî kulaklarını sağır yaratıp
iman etmelerini engellemez. Ama kâfirler kendilerine
yapılan tebliğleri işitmemeyi, Allah’ın
tevhid delillerini görüp anlamamayı âdet haline
getire getire kendi kendilerine bu perdeleri çekmiş
olmaktadırlar. Fıtratını bozacak
derecede iradelerini olumsuz yönde kullanma süreci
sonucunda bu duvarlar çekilmektedir.
Bu
da Allah’ın koyduğu bir nizam gereği
olduğundan, mecazî olarak Allah bu fiili Kendisine
izafe etmektedir. Nitekim aynı fiilleri Fussilet,
5. âyetinde kâfirler kendi fiilleri olarak ifade etmişlerdir.
46
– Ve kalplerinin üzerine
onu iyi anlamalarına mani kılıflar geçirir,
kulaklarına da ağırlıklar koyarız.
Sen Kur’ân’da
Rabbini tek olarak andığın zaman,
nefretle arkalarını dönüp giderler. [39,45]
47
– Onlar senin okuyuşunu
dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kulis yaparken
insanlara:
“Siz,
sadece sihir tesirinde kalmış birinin peşinde
gidiyorsunuz, aklınızı kullanın!”
diye fısıldaşarak
vesvese verdiklerini pek iyi biliyoruz.
48
– Bak Resûlüm,
seni nelere kıyas ettiler (gâh şair, gâh büyücü,
gâh kâhin, gâh mecnûn dediler) de
nasıl
dalâlete düştüler? Hem öyle sersemleştiler
ki artık yol bulacak halleri kalmadı.
49
– Bir de şöyle
dediler: “Sahi, biz kupkuru kemik yığını
ve ufalanmış toz haline geldiğimiz zaman,
biz mi
yeniden yaratılıp dirileceğiz! (bu olacak
iş değil!)” [36,78-79;
79,10-12]
50-51
– De ki: “İster
taş olun, ister demir.
İsterse
yeniden dirilmesi aklınıza imkânsız gibi
görünen herhangi bir yaratık,
ne olursanız
olun, mutlaka diriltilip kaldırılacaksınız.”
“O halde”
diyecekler, “kimdir bizi diriltecek olan?” De ki:
“Sizi ilk defa yoktan yaratan!”
Bu sefer,
alay ederek başlarını sallayacak da:
“Ne
zamanmış o?” diyecekler.
De ki:
“Belki de yakındır.” [30,27;
42,18]
52
– Allah, Sizi
kabirlerden çağıracağı gün, derhal
O’na hamd ederek koşarcasına çağrısına
uyacaksınız.
Kendi
kendinize bir düşünüp, dünyada pek az kaldığınızı
sanırsınız. [79,46;
23,112-114] [30,25; 54,50]
53
– Söyle o kullarıma:
“Hep en güzel sözleri söylesinler, çünkü şeytan
aralarını bozmaya çalışır. Gerçekten
şeytan insanın açık düşmanıdır.”
Muhaliflere
delil getirirken, delilleri en güzel tarzda ifade
etsinler, hiddet göstermeye, sövüp saymaya kalkışmasınlar.
54
– Rabbiniz sizi pek
iyi bilir. Dilerse size merhamet eder yahut dilerse sizi
cezalandırır.
Bunun içindir
ki, ey Resûlüm, seni onlar üzerine yönetici,
onlardan sorumlu olarak göndermedik.
55
– Hem senin Rabbin,
göklerde ve yerde olan kim varsa hepsini pek iyi bilir.
Biz nebîlerden
bazısını bazısına üstün kıldık,
nitekim Davud’a da Zebûr’u verdik. [2,253;
33,7; 42,13]
56
– De ki: “İbadetlerde
Allah’ın ortakları olduklarını
yalan yere iddia ettiğiniz tanrılarınızı
çağırın çağıra bildiğiniz
kadar!
Onlar ne
sizin sıkıntınızı giderebilir,
ne de onu başka yere çevirebilirler!”
{KM, İşaya 41,23-24}
57
– Onların tanrılaştırıp
yalvardıkları kimseler,
“Ne
yaparsam O’na daha yakın olabilirim?” diye
Rab’lerine vesile ararlar.
O’nun
rahmetini arar, azabından korkarlar. Çünkü
Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.
Bunlar,
çeşitli şirk inançlarına göre gâh
melaike; gâh Îsâ (a.s.) veya Uzeyr (a.s.) olabilir.
Veyahut müşrik Cahiliye Araplarından bazılarının
ibadet ettikleri bazı cinler olabilir ki o cinler
ihtida edip müslüman oldukları halde, onlara
tapanlar, bundan haberdar olmamışlardı.
58
– Hiç bir şehir
yoktur ki kıyamet gününden önce Biz orayı
imha etmeyelim
veya şiddetli
bir azaba uğratmayalım. Bu, kitapta (Levh-i
Mahfuzda) yazılıdır. [11,101;
65,8-9]
59
– Kâfirlerin keyfî
olarak istedikleri mûcizeleri göndermeyişimizin
tek sebebi,
daha önceki
kâfirlerin bu gibi mûcizeleri yalanlamış
olmalarıdır.
Nitekim
Semud halkına açık bir mûcize olarak o dişi
deveyi verdik de
onu öldürdüler
ve bu yüzden kendilerine zulmettiler.
Biz o âyetleri
sadece korkutmak için göndeririz. [5,115;
7,65] {KM, Markos 8,12}
60
– Unutma ki vaktiyle
Sana: “Rabbin insanları ilim ve kudretiyle kuşatmıştır”
demiştik.
Gerek miraçta
sana gösterdiğimiz temaşayı, gerek
Kur’ân’da lânetlenen ve cehennemin dibinde biten o
zakkum ağacını, sırf insanları
deneme vesilesi kıldık.
Biz onları
tehdit ediyoruz da bu, onların azgınlığını
artırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu
âyette rüya “düş” anlamına olmayıp,
dış dünyada görülen şey mânasınadır.
Miraca işarettir. Sadece düş olsaydı,
insanlar için ciddi bir imtihan olmazdı.
61-62
– Bir zaman
meleklere: “Ademe secde edin” dedik, onlar da hemen
secdeye kapandılar,
yalnız
İblis secde etmeyip: “Çamurdan yarattığın
kimseye secde mi ederim!”
“Benden
üstün kıldığın adam bu mu?
Eğer kıyamet
gününe kadar bana bir mühlet versen, gör bak nasıl
da onun soyunu pek azı dışında
kumandam altına alacağım!” dedi. [7,12;
38,75-76]
63
– “Defol! oradan”
buyurdu Allah;
“Onlardan
kim sana tâbi olursa, iyi bilin ki cehennem de sizin
cezanızdır. Ceza ki ne ceza!” [38,80; 15,37]
64
– Allah da şöyle
buyurdu: “Onlardan gücünün yettiğini sesinle
aldatıp kötülüklere kaydır.
Süvari
veya piyade olarak bütün kuvvetlerini toplayarak onların
üzerine yürü,
mallarına
ve evlatlarına ortak ol, bol bol vaadlerde bulun
onlara!”
Şeytan
bu! Onları aldatmadan başka ne vaad eder ki! [19,38;
14,22]
65
– “Benim gerçek
kullarıma senin asla bir hakimiyetin olamayacaktır.
Rabbinin
onları koruyucu olması yeter de artar!”
66
– Rabbiniz o
muazzam kudret sahibidir ki lütfundan nasibinizi aramanız
için denizde gemiler yürütür.
Gerçekten
O’nun size ihsan ve merhameti pek fazladır.
67
– Denizde musîbete
mâruz kaldığınızda
Allah’tan
başka yalvardığınız bütün
putlar ortada görünmez olur.
Ama O sizi
kurtarıp selametle karaya çıkarınca,
Ona arkanızı
dönersiniz. İşte öyle nankördür bu insanoğlu!
68
– Karada sizi yerin
dibine geçirmesinden
yahut çakıl
savuran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz?
Sonra
kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.
[67,16-17]
69
– Yahut sizi tekrar
denize gönderip de üzerinize kırıp geçiren
bir fırtına göndererek,
inkârınız
ve nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğma-yacağından
emin mi oldunuz?
Sonra Bize
karşı size arka çıkacak hiç bir kuvvet
bulamazsınız.
70
– Gerçekten Biz Âdem
evlatlarını şerefli kıldık,
karada ve
denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar
nasib ettik,
onlara helâl
ve hoş rızıklar verdik
ve onları
yarattığımız varlıkların
çoğuna üstün kıldık.
Bu
âyetler, şunu hatırlatmak istiyor: “Canlı
ve cansız bütün kâinatı, Güneşten,
Aydan, Yıldızlardan atmosfer küresinden,
topraktan, sudan madenlerden, kuşlardan, balıklardan,
koyunlardan, ineklerden, meyvelere, zerrelere kadar bütün
kâinatı insana hizmet ettiren, ne insanın
kendisi, ne başka insanlar, ne cinler, ne başka
varlıklar ve ne de kör tesadüfler olamaz. Belli
ki rahmeti nihayetsiz Yaratıcının rahmeti
ve iradesi bunu dilemiştir. Şu halde insanı
bu derece yücelten O iken, nasıl olur da insan
O’na değil de, başka âcizlere kulluk eder,
nihayetsiz aptallık edip kendi değerini düşürür.”
71
– Gün gelecek, her
sınıftan insanları, tâbi oldukları
önderlerine nisbet ederek çağıracağız.
Kimin hesap
defteri sağından verilirse işte onlar
defterlerini emin olarak okur ve kıl kadar olsun,
haksızlığa uğratılmazlar. [10,47;
36,12; 18,49; 45,28;29]
72
– Kim bu dünyada
gerçekleri görmede kör ise,
âhirette
de kördür, hatta yol bulmadaki şaşkınlığı
daha da beterdir.
73
– Az kalsın,
seni bile sana vahyettiğimizden başka bir
şeyi uydurup,
Bize mal
etmen için akılları sıra kandıracak
ve ancak o
takdirde seni dost edineceklerdi.
Hz.
Peygamberin ve müminlerin kritik imtihanlarını
anlayabilmek için Mekke döneminde Peygamberimiz (a.s.)’ın
yaşadığı halleri düşünelim:
Baskı, tehdid, büyük servet teklifleri, kral
yapma, en güzel kadınları sağlama,
tuzaklar kurma, kendine ve taraflarına yıllarca
süren sosyal ve ekonomik boykotlar uygulama gibi.
Bunlardan bir tekinin bile nice dava adamlarını
çekip götürdüğü düşünülürse,
meselenin kolay olmadığı ortaya çıkar.
Âyet Peygamberimizin bunlara önem verdiği mânasına
gelmeyip, müminleri çok ciddî imtihanlara hazırlama
gayesine mâtuftur.
74
– Eğer sana
sebat vermeseydik
nerdeyse azıcık
da olsa onlara meyledecektin.
75
– O takdirde de hem
hayatın, hem de ölümün acısını
sana kat kat tattırırdık.
Sonra Bize
karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın.
[33,30; 7,38; 35,69; 57,28]
Bu
kısım iki noktayı vurgulamaktadır.
1.
Batıla meyletmen halinde, hem dünyada, hem de âhirette
Allah’ın azabına müstehak olurdun.
2.
Küfrün düzenlerine karşı Allah’ın lütfu
olmazsa, Resulullah bile mukavemet edemez.
76
– Onlar yurdundan çıkarmak
için seni tedirgin edip dururlar.
O takdirde
kendileri de senden sonra pek az kalır, sonra da
yok olur giderler.
77
– Senden önce gönderdiğimiz
resuller hakkında cari olan ilahî kanun budur.
Sen Bizim
nizamımızda asla bir değişiklik
bulamazsın!
Peygamberi
süren veya öldüren bir topluluk hakkında cari
olan hüküm şudur: Ya helâk edilirler, ya düşman
idaresine girerler, ya da Peygamberin taraftarlarınca
hezimete uğratılırlar.
78
– Gündüzün güneş
dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya
kadar belli vakitlerde namaz kıl ve özellikle
sabah namazını! Zira sabah namazı meşhuddur.
Hem
gece hem de gündüz melekleri sabah namazında hazır
olurlar, şahid olurlar. Sabahleyin bütün kâinat
uyanır.
79
– Sana mahsus bir
namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp
Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl.
Böylece
Rabbinin seni makam-ı mahmûda eriştireceğini
umabilirsin. [3,113]
Bu
âyette beş vakit namaz mücmel olarak yer alır.
Vakitleri ayrıntılı olarak Hz. Peygamber
(a.s.) bildirmiştir. Böylece Miraç gecesi
bildirilen beş namaz, miraç ile en çok ilgili
İsra sûresinde Peygamberimize öğretilmiş,
o da “Benim nasıl namaz kıldığımı
görüyorsanız siz de öyle kılın”
buyurmuştur. Aksi halde namazı Allah’ın
istediği tarzda eda etmenin mümkün olmadığına
böylece dikkat çekmiştir. Gece uykudan uyanmak
suretiyle kılınan teheccüd namazı Hz.
Peygambere farz, ümmete sünnettir.
Makam-i
mahmud: Allah’a yakınlık ve âhiretteki en büyük
şefaat makamıdır.
80
– De ki: “Ya Rabbî,
gireceğim yere dürüst olarak girmemi, çıkacağım
yerden de dürüst olarak çıkmamı nasib et
ve Kendi
katından beni destekleyecek kuvvetli bir delil ver
bana!” [57,25]
81
– De ki: “Hak
geldi, batıl yıkılıp gitti. Çünkü
batıl, yok olmaya mahkûmdur.” [21,18]
82
– Biz Kur’ân’ı
müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o,
zalimlerin ise sadece ziyanını artırır.
[41,44; 9,124-125]
83
– İnsana her
ne zaman nimet versek, Allah’ı anmaktan yan çizer,
umursamaz.
Başına
bir dert gelince de ümitsizliğe düşer. [17,67;
10,12]
84
– De ki: Her insan
kendi seciye ve karakterine göre davranır.
Kimin daha
isabetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir. [11,121-122]
85
– Bir de sana “rûh”
hakkında soru sorarlar. De ki:
“Rûh
Rabbimin emrindedir, O’nun bileceği işlerdendir.
Size sadece az bir ilim verilmiştir.”
Bu
âyetteki ruh, genellikle “İnsanın ruhu, canı”
olarak anlaşılır. Kur’ân’da Cebrail
(a.s.) hakkında da kullanılır. Âyetin,
Kur’ân vahyinden bahsedilen bir siyak içinde yer
alması, Cebrail’in de vahyi getiren melek olması
karineleriyle, bazı müfessirler burada ikinci
tefsir üzerinde dururlar. “Vahyi Cebrail getiriyor”
cevabını alan müşrikler onun hakkında
bilgi istemiş olabilirler.
86
– Eğer
dileseydik sana vahyettiğimiz Kur’ân’ı
hafızalardan ve sayfalardan giderirdik.
Sonra, sen
de onu ele geçirmek için karşımızda bir
yardımcı da bulamazdın.
87
– Ama böyle yapmayıp
Kur’ân âyetlerini muhafaza etmesi, sırf
Rabbinin ihsanının sonucudur. Gerçekten
O’nun sana olan lütfu pek büyüktür.
88
– De ki: “Yemin
ederim! Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’ân’ın
benzerini yapmak için bir araya toplansalar,
hatta
birbirlerine destek olup güçlerini birleştirseler
bile,
yine de
onun gibi bir Kitap meydana getiremezler.”
Bu
âyet i’caz konusunda meydan okumanın en kapsamlı
ifade edildiği âyettir. Kısaca şunları
ihtiva eder: 1.Üslubu, delilleri, konuları, öğretileri,
muhtevasının zenginliği, gaybe dair verdiği
haberler gibi yönlerden mûcizedir. Değil bir
insan, bütün insanlar ve cinler bir araya toplansalar
da Kur’ân’ın benzerini yapamazlar. 2.Hz.
Muhammed daha önce içinizde kırk yıl yaşadı,
bu misyonunun en ufak bir emaresi bile onda görülmedi.
3.Vahiy hali dışında söylediği sözlerle
vahiy olduğunu bildirdiklerini kıyaslayın.
Arapçaya vakıf olan herkes, hadîslerle Kur’ân’ın
ayrı ayrı zatların sözleri olduğunu
kabul eder.
89
– Bu Kur’ân’da
Biz her türlü mânayı, çeşitli tarzlarda
tekrar tekrar açıkladık.
Ama
insanların çoğu inkârcılıkta
ısrar ettiler.
90
– Ve “Biz”
dediler; “Sana asla inanmayacağız. Ta ki
yerden bir pınar akıtasın.
91
– Yahut senin hurma
ve üzüm bağların olsun da aralarından gürül
gürül ırmaklar akıtasın.
92
– Yahut iddia ettiğin
gibi gökyüzünü parçalayıp üzerimize kısım
kısım düşüresin, ya da Allah’ı
ve melekleri karşımıza getiresin de onlar
senin söylediklerine şahitlik etsinler.
93
– Yok, yok! Bu da
yetmez, senin altundan bir evin olmalı yahut göğe
çıkmalısın.
Ama unutma!
Sen bize oradan dönerken okuyacağımız
bir kitap indirmedikçe yine de senin oraya çıktığına
inanmayız ha!”
De ki:
“Fe Sübhanallah! Ben sadece elçi olan bir insandan
başka bir şey değilim.” [17,59;
25,7-11; 26,187]
Mûcize
isteyen kâfirlerin dikkatleri, daha önemli, çünkü
devamlı olan ilmî mûcizeye çeviriliyor. Kur’ân’ı
anlamak istemeyenlerin, tuhaf bir psikoloji içinde inanıp
dikkat etmek için değil de, alaya almak veya
imtihan edip sıkıştırmak için mûcize
istekleri devam ediyor. Allah, Resulüne: esas görevinin
tebliğ olduğunu, yoksa öbür harikaları
göstermenin elçinin görevi olmadığını
bildirmesini emrediyor.
94
– Zaten, insanların
ekserisinin, kendilerine hidâyet geldiği halde
iman etmemelerinin başlıca sebebi:
“Allah
bula bula bir insan mı seçip halka elçi gönderdi?”
demeleridir.
95
– De onlara: “Eğer
yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı,
ancak o takdirde Biz onlara melek elçi gönderirdik.”
[10,2; 64,6; 14,10; 23,47]
96
– De ki: “Sizinle
benim aramda şahit olarak Allah yeter!
Doğrusu
O kullarının bütün hallerini bilip görmektedir.”
[6,19; 69,44-46]
97
– Allah kimi doğru
yola iletirse işte odur doğru yolda olan.
Kimi şaşırtırsa,
artık Allah’tan başka ona hâmi ve yardımcı
bulamazsın.
Kıyamet
günü onları kör, sağır ve dilsiz
olarak yüzü koyun haşrederiz.
Varacakları
yer cehennemdir. Onun ateşi zayıfladıkça
onlara çılgın alevi artırırız.
[18,17]
98
– İşte
budur cezaları! Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr
ediyorlar ve:
“Bir
kemik yığını ve ufalanan kırıntı
haline geldikten sonra mı biz diriltilip yeniden
yaratılacağız!” diye dinle alay
ediyorlardı.
99
– Görüp düşünmüyorlar
mı ki gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin
benzerini yaratmaya elbette kadirdir?
O,
kendileri için asla, şüphe götürmeyecek bir
vaade belirlemiştir.
Ama
zalimlerin işleri güçleri inkârdan ibaret!
[40,57; 36,81-82] [11,104]
100
– De ki: “Rabbimin
rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız,
harcamakla tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Çok
cimridir insan!” [4,53;
70,18-19; 64-16]
101
– Mûsâ’ya, açık
açık dokuz mûcize (açık belge) verdik.
İşte
İsrailoğullarına sor: Mûsâ kendilerine
geldiğinde Firavun ona:
“Bana bak
Mûsâ!” dedi, “Ben senin büyülendiğini
zannediyorum.”
Bazıları
bu âyeti çarpıtarak, hadisleri inkâr etmeye
sebep göstermek isterler. Oysa bunu diyen kâfirlerin
esas maksadı, vahyi saçma buldukları için o
sözlerin ancak bir büyü etkisiyle olabileceğini
iddia etmekti. İmdi onlara kanıp Kur’ân
vahyini de reddetmek mi gerekir? Kur’ân’da Hz. Mûsâ’nın
sihirden etkilendiği de yer alır (20,57-66).
Bu hadis inkârcıları buna ne diyecekler? Gerçek
şu ki bir zehirin, bir mikrobun, bir yaralamanın
Hz. Peygamberi geçici etkisi altına alması
gibi, sağlığı da büyü ile
etkilenebilir. Fakat büyü, ilahî mesaja tesir etmez.
102
– Mûsâ da şöyle
cevap verdi: “Pek iyi bilirsin ki bu âyetleri, birer
belge olmak üzere, indiren göklerin ve yerin Rabbinden
başkası değildir.
Ey Firavun!
Ben de senin mahvolduğunu zannediyorum.”
103
– Firavun onları
ülkeden söküp atmak istedi.
Ama Biz onu
ve beraberindeki bütün ordusunu suda boğduk.
104
– Bu olaydan sonra
İsrailoğullarına da dedik ki: “Haydin,
yerleşin size gösterilen yere!
Ne zaman ki
âhiret vâdesi gelir, işte o vakit hepinizi bir
araya toplar hakkınızda gereken hükmü
veririz!”
101
- 104 bölümü Hz. Mûsâ - Firavun kıssasına
yer verir. Gaye Firavunun inad, kibir ve saltanatına
rağmen Hz. Mûsâ’nın tebliğinin başarılı
olduğunu, Mekkeli müşriklere hatırlatmak,
aynı akıbetin kendilerini de beklediğini
vurgulamaktır.
105
– Biz Kur’ân’ı
hak olarak indirdik.
O da hakkın
ve gerçeğin ta kendisi olarak indi.
Seni de ey
Resulüm, sadece rahmetle müjdelemen ve inanmayanları
ise azapla uyarman için gönderdik. [4,166]
106
– Hem o vahyi,
insanların zihinlerine sindire sindire okuman için
zaman zaman
gelen Kur’ân dersleri halinde indirdik [16,101-102;
25,32]
107
– De ki: “İster
inanın ona, ister inanmayın.
Şu bir
gerçektir ki daha önce kendilerine ilim verilenlere
Kur’ân okununca derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”
Bu
âyeti okuyanın veya dinleyenin tilavet secdesi
yapması vaciptir.
108
– “Ulu Rabbimizin
şanı yücedir. Ne vaad ederse mutlaka gerçekleşir.”
derler.
109
– Yine yüzüstü
secdeye kapanırlar.”
İşte
Kur’ân onların saygısını böyle
artırır. [47,17;
41,44; 3,113-115]
110
– De ki: “Dua
ederken ister “Allah” ister “Rahman” diye hitab
edin.
Hangisini
deseniz hep O’nundur o en güzel isimler!”
Namazında
sesini pek yükseltme, ama iyice de kısma, ikisinin
arası bir yol tut.
[59,22-24; 25,60]
111
– Her türlü hamd
O Allah’a mahsustur ki, asla evlad edinmemiştir.
“Hakimiyetinde
hiç bir ortağı yoktur.
Acze düşüp
de bir desteğe muhtaç olmamıştır”
de ve tekbir getirerek O’nun büyüklüğünü ilan et.
|