KUR'AN-I KERİM İNDEKS
19 – MERYEM SÛRESİ
98
âyet olup Mekke’de inmiştir. Hz. Meryemin bakire
olarak Hz. İsayı dünyaya getirmesini
tafsilatlı olarak anlatan kıssa ile başlar.
Kehf suresindeki bazı peygamber kıssalarının
peşinden Zekeriyya, Yahya, İsa, İbrâhim,
Mûsâ, İsmâil, İdris (aleyhimu’s-selam)
dan bahseder. Sonra nebîlerin yolundan sapanlara dikkat
çeker. Şirkin bir çok nev’ini çürütür.
Meryem
sûresi, Hz. İsanın adı etrafında türeyen
çeşitli batıl inançları reddeder. Bu sûre
Hz. İsa hakkında gerçek inancı açıkça
bildirmekte olup Habeşistana hicret eden müminler
bunu orada okumaktan çekinmemişlerdir. Okumaları
Necaşî ve yakınları üzerinde olumlu bir
tesir uyandırmıştır. Hz. İbrâhimden
bahsedilmesi muhacirler için büyük bir teselli vesîlesidir.
Zira o da hicret etmiş ve sonunda iyi bir akıbete
kavuşmuştur. Son bölümünde müşriklerin
aleyhteki çabalarına rağmen müminlerin
felaha ereceği müjdelenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Kâf, Hâ, Yâ,
Ayn, Sâd.
2
– Bu, Senin Rabbinin,
kulu Zekeriyya’ya olan lütuf ve ihsanının
anlatımıdır.
[3,38-41] {KM, Luka 1,5-25}
3 – O
Rabbine gizlice seslenip şöyle niyaz etmişti:
4
– “Ya Rabbî,
iyice yaşlandım, kemiklerim zayıfladı,
eridi, başımdaki saçlarım ağardı,
beyaz alevler gibi tutuştu.
Ya Rabbî,
Sana her ne için yalvardıysam, asla mahrum kalmadım,
bedbaht olmadım.”
5-6
– Doğrusu ben
arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim.
Eşim
de kısır! Bana lütf-u kereminden öyle bir
varis nasib et ki bana da, Yâkub hanedanına da
varis olsun.
Onu, razı
olacağın bir insan eyle ya Rabbi!”
[3,38-39]
Zekeriyya
(a.s.) Harun (a.s.) neslindendi. İsrailoğulları
Filistin’i fethettikten sonra ülkeyi 12 kabileye
miras olarak dağıttılar. 13. olan ve
Harun (a.s.) dan gelen Levililer’e de dinî hizmetler
düştü. (Eski Ahid, I. Tarihler, 23)
7
– “Zekeriyya!
buyurdu Allah. Biz, sana adı Yahya olacak bir oğul
müjdeliyoruz. Daha önce, kimseyi ona adaş yapmadık
(Bu adı alan olmadı).”
Yahya:
“O yaşayacak, yaşasın, manevî
erdemleriyle hep diri kalsın, her zaman hatırlansın”
demektir. (Bu kıssa hakkında bkz. Luka, 1,5 -
22)
8
– “Ya Rabbî,
dedi, nasıl olur benim çocuğum olabilir ki eşim
kısır, ben ise bir pîr-i faniyim.”
9
– Melek dedi: “Öyledir,
fakat Rabbin buyurdu ki: Bunu yapmak bana pek kolay!
Nitekim seni yoktan var eden de Ben değil miyim?”
[76,1]
10
– “Bana bir
alamet göster ya Rabbî!”, dedi. Allah buyurdu:
“Senin
alametin, sağlığın yerinde olmasına
rağmen üç gün insanlarla konuşamamandır”
[3,41]
11
– Derken, mâbeddeki
bölmesinden halkının karşısına
çıkıp “Sabah akşam Rabbinize tesbih,
ibadet edin” diye işarette bulundu. [Mihrab
için bkz. 3,37]
12,
14 – “Yahya! Kitaba
var kuvvetinle sarıl” dedik ve henüz çocuk iken
ona hikmet verdik.
Tarafımızdan
bir merhamet, arı duru bir gönül de ihsan ettik.
O
haramlardan çok sakınan bir insandı.
Anne ve
babasına iyi davranan hayırlı bir evlattı,
asla zorba ve isyankâr biri değildi.
15
– Doğduğu
gün de, vefat ettiği gün de, diriltilip kabirden
kalkacağı gün de selam olsun ona.
Bu
hadisenin Yeni Ahid’de anlatımı için bkz.
Luka, 1,5 - 22. Kur’ân ile Încîl’in anlatımında
şu iki fark vardır: 1. Zekeriya (a.s.)’ın
konuşmaması bir işaret ve alamet iken
Luka inciline göre bir nevi cezadır. 2. Onun konuşmaması
üç gün iken Încîl’e göre Yahya (a.s.)’ın
doğumuna kadar sürmüştür.
16
– Kitapta
Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılıp
doğu tarafında bir yere çekiliverdi.
Beyt-i
Mukaddesin veya evinin doğu tarafına çekilmişti.
Hıristiyanlar doğu tarafını kıble
edinmişlerdir.
17
– Onlarla kendisi
arasına bir perde gerdi.
Biz de ona
Ruhumuzu gönderdik de, ona kusursuz, mükemmel bir
insan şeklinde görünüverdi. [26,193-194.]
18
– Meryem irkildi ve
“Ben” dedi, “Rahmana sığındım
senden.
Eğer
Allah’tan korkup haramdan sakınan bir kimse isen
çekil yanımdan!”
19
– Ruh: “Ben”
dedi, “Rabbinden sana gelen bir elçiyim.
Sana
tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim”
20
– Meryem: “Nasıl
oğlum olabilir ki bana eli değen bir tek erkek
bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın
da değilim!”
Kur’ân-ı
Kerim Hz. Meryem’in bakire, yani hiçbir erkek ile
evlilik ilişkisi olmadığını
bildirir. Mevcut Încîllere göre Yusuf Meryem’i eş
olarak aldı. Yalnız Hz. İsa dünyaya
gelinceye kadar onunla birleşmedi (Matta 1,24 -
25). Încîle göre İsa’nın Hz. Meryemden doğan
Yâkub, Şem’un ve Yahuda isimli erkek ve ayrıca
kızkardeşleri vardı (Matta 13,55).
21
– Ruh: “Öyledir,
ama Rabbin: “Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü
biz onu insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan
bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme
bağlanmış, olup bitmiş bir iştir”
dedi.” [3,45]
22
– Sonra çocuğuna
hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi.
Uzaklaşması,
çocuğuna babasız hamile kaldığının
güçlü bir delilidir. Normal tarzda olsaydı evini,
barkını, her şeyini bırakıp
uzak bir yere çekilmezdi.
23
– Derken doğum
sancısı onu bir hurma ağacına
dayanmaya zorladı.
“Ay!”
dedi, “n’olaydım, keşke bu iş başıma
gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş
biri olaydım!”
Bu
sancılar Hz. Meryem’in diğer anneler gibi doğurduğunu,
İsa (a.s.)’ın herhangi bir çocuk gibi dünyaya
geldiğini gösteriyor. Hz. İsanın
insanlardan uzak bir yerde doğduğu anlaşılıyor.
24
– Derken, Ruh, ona
aşağıdan şöyle seslendi: “Sakın
üzülme!” dedi, “Rabbin senin alt yanında bir
su arkı meydana getirdi.
Bunu
söyleyen: Melek veya yeni doğan çocuk olabilir.
25
– “Haydi, hurma
dalını kendine doğru silkele, üzerine
taze hurmalar dökülsün.”
26
– “Artık ye,
iç, gözün aydın olsun!
Eğer
herhangi bir insana rastlarsan:
“Ben
Rahman’a oruç adamıştım, de,
o sebeple
bugün hiç kimseyle konuşmayacağım”
27
– Onu kucağına
alıp akrabalarına getirdi.
“Kız
Meryem! dediler, sen ne tuhaf bir şey yapmışsın
öyle!”
28
– “Ey Harun’un
kardeşi! Baban kötü bir insan değildi. Annen
de iffetsiz bir kadın değildi!”
Arapçada
eb (baba), eh (kardeş) ve uht (kızkardeş)
kelimeleri birçok durumda geniş mânada kullanılır.
Gerçek bir kardeşlik değil, akrabalık ve
mensubiyet bildirir. Hz. Peygambere (a.s.) bu, bir müşkil
olarak sorulmuş, o da: “Meryem zamanındaki
insanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve
iyi kimselerin isimlerini çocuklarına isim
yaparlardı, yani onlara nisbet edilirlerdi.”
buyurmuştur. Nitekim: Hz. Safiyye, bazı kadınların
kendisine “Yahudi kızı Yahudi!”
dediklerini şikâyet edince o şöyle buyurmuştu:
“Sen niçin onlara: “Oh ya, Harun babam, Mûsâ
amcam, Muhammed eşim oluyor, daha ne isterim!”
deseydin ya!”
29
– Meryem, (bana değil,
çocuğa sorun dercesine) çocuğu gösterdi:
“Nasıl olur da, dediler, beşikteki bebekle
konuşuruz?” [23,50]
30
– Derken bebek:
“Ben Allah’ın kuluyum, dedi, O bana kitap verdi,
beni peygamber olarak görevlendirdi.
31
– “Nerede olursam
olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım
müddetçe bana namazı ve zekâtı farz kıldı.”
32
– “Anneme saygılı,
hayırlı evlat kılıp, asla zorba,
bedbaht ve hayırsız biri yapmadı”
[17,23; 31,14]
33
– Doğduğum
gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp
dirileceğim gün de selam üzerime olsun!”
34
– İşte
hakkında şüphe ve tartışmalara
girdikleri Meryem oğlu İsa konusunda
gerçeğin
ta kendisi olan Allah’ın sözü budur.
35
– Allah’ın
evlat edinmesi olacak iş değildir.
O bundan münezzehtir!
Bir işi yapmak istedi mi, “şöyle olsun”
demesi kâfidir. (36,82)
36
– “İyi bilin
ki Allah benim de Rabbim, sizlerin de Rabbidir. Öyleyse
yalnız Ona ibadet ediniz. Doğru yol budur”
37
– Sonra onun hakkında
birtakım gruplar kendi aralarında ayrılığa
düştüler.
Artık
gerçeğin meydana çıkacağı o mühim
günün duruşmasında vay o kâfirlerin başına
geleceklere!
Bu
gruplar Yahudilerle Hıristiyanlardır. Yahut Hıristiyanların
Nesturîler, Yâkubîler ve Melkânîler şeklinde bölünmeleridir.
Tarihi akış içinde Hıristiyanlık yüzlerce
gruba bölünmüştür. Titiz bir tevhid inancına
sahib olan Unitaire’lerin yanında, ekserî hıristiyanların
teslisi, hatta Mormonlar gibi bir grubun politeizm’i (çok
tanrıcılığı) kabul ettiklerini
de görürüz. Hülasa: “Yeryüzünde başka hiç
bir dinin mensupları Hıristiyanlar kadar farklı
inançlara ve din savaşlarına girmemişlerdir.”
[De Glasenapp, Les
cinq grandes religions, Paris, Payot, 1954, s. 415)
38
– Neler işitecek,
neler görecekler onlar, o huzurumuza gelecekleri gün!
Gerçeği
pek güzel anlayacaklar o gün.
Ama o
zalimler bu gün tam bir şaşkınlık içindedirler.
39
– Sen o hasret ve
pişmanlık gününü, o hakların da ilahî
hükmün yerini bulacağı günü anlatarak uyar
onları! Ama onlar gaflet içindeler, hala iman
etmiyorlar onlar.
40
– Şu kesin bir
gerçektir ki bütün dünyaya ve dünyada yaşayan
bütün insanlara Biz varis olacağız (onlar
sona erip baki Allah kalacak)
ve ölümden
sonra hepsi diriltilip Bizim huzurumuza
getirileceklerdir.
41
– Kitapta İbrâhimi
de an. O gerçekten özü sözü doğru biri idi,
yani bir peygamberdi.
42
– Zamanı geldi,
babasına: “Babacığım, dedi, niçin
işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan
bu putlara tapıyorsun?”
[21,52-67] {KM, Mezmurlar 135,15-18}
43
– “Babacığım,
sana ulaşmayan bir ilim, geldi bana, ne olur bana tâbi
ol da seni dümdüz bir yola çıkarayım”
44
– “Babacığım,
sakın şeytana ibadet etme! Çünkü şeytan
Rahmana isyan içindedir. [36,60;
4,117]
45
– Babacığım,
bu gidişle o Rahmandan bile bir azabın gelip
sana dokunacağından
ve senin
şeytana hemdem olacağından ciddî endişe
içindeyim.
46
– Babası: “İbrâhim,
ne o, yoksa sen benim tanrılarıma sırtını
mı dönüyorsun?
Vazgeçmezsen
bu işten mutlaka taşa tutarım seni.
Şöyle
bir uzun müddet benden uzak dur. Gözüm görmesin seni
buralarda!”
47
– İbrâhim:
“Selamet, esenlik içinde kal, dedi. Rabbimden senin için
af dileyeceğim. O gerçekten bana karşı
çok lütufkârdır. [25,63;
28,55; 60,4; 9,113-114; 14,41]
48
– “İşte
sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz
tanrılarınızı da terkediyorum.
Rabbime
niyaz edip yalvarıyorum.
Rabbime
niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı
umuyorum.
Yani:
“Olurki O sana tövbe ve iman etmeyi nasib eder.”
Zira kâfir için istiğfar etmenin (af dilemenin) mânası
budur.
49
– Onları ve
onların Allah’tan başka taptıkları
putları terkedip (Şam’a yerleşince) Biz
O’na İshak ile Yâkubu hediye ettik.
Onların
her birine peygamberlik verdik.
[21,72; 11,71; 2,133]
Rivâyete
göre: Hz. İbrâhim Şam tarafına hicret
ettiğinde önce Harran’a geldi. Orada Sâre ile
evlendi. Ondan İshak, İshak’tan da bilahere
Yâkub dünyaya geldi.
50
– Onlara
rahmetimizden ihsanlarda bulunduk.
Onlara
dillerde ve dinlerde yüksek ve güzel bir nam bıraktık.
51
– Kitapta Mûsâ’yı
da an. Gerçekten O Allah tarafından ihlasa
erdirilen bir kul idi, resul ve nebî idi.
Resul
ve nebî, Kur’ân’da bazan eş anlamda kullanılmıştır.
Fakat 22, 52 de olduğu gibi, bazen farklı
anlam taşıdıkları da anlaşılmaktadır.
Umum husus farkı olduğu söylenebilir. Yani
her resûl nebîdir, ama her nebî resul olmayabilir.
52
– Hani ona Tur’un
sağ tarafından seslenmiş ve özel konuşma
için onu huzurumuza almıştık.
[28,30] {KM, Çıkış 33,11}
Tur,
Mısır ile Medyen arasında bir dağın
adıdır. Hz. Mûsa (a.s.) Mısıra
giderken bir ateş görmüş, ona yaklaşınca
“Ben Allah’ım. Hak Mâbud Benim” sesini işitmişti.
Burada Tur’un doğusu kasdedilmiştir.
Medyen’den Mısır’a giderken Tur’un güneyine
düşen yoldan geçtiğinden, güney cihetinden
ona bakan kişiye göre, dağın sağı
doğu, solu ise batı tarafında olur. Yoksa
bir dağın sağı veya solu olmadığı
âşikârdır.
53
– Ve rahmet ve
keremimizden, kardeşi Harun’u da nebî olarak ona
ihsan ettik. [28,34; 20,31;
26,13] {KM, Çıkış 7,1}
54
– Kitapta İsmâil’i
de an. Gerçekten o, verdiği sözü yerine getiren
biri idi. Resul ve nebî idi. [17,34;
61,2-3]
Hz.
İsmâil, Hz. İbrâhimin oğlu ve Hz.
Peygamberin büyük dedesidir.
55
– Halkına
namazı ve zekâtı tavsiye ederdi. Rabbinin râzı
olduğu biri idi. [20,132;
66,6]
56
– Kitapta İdris’i
de an. Gerçekten o da doğruluğun timsali biri
idi, bir nebî idi. [21,85]
{KM, Tekvin 5,24}
İdrisin
asıl adı Uhnuh (Enoch) olup, Nuh (a.s.) ın
3. batın dedesidir. Rivâyete göre: Kendinden önceki
insanlar deri giyinirken o elbise dikmeye başlamış
ve giymiştir. Ona 30 sahife indirilmiştir.
Kalemle ilk yazı yazan, yıldızlar ve
hesap ilmi ile ilk meşgul olan odur.
57
– Biz onu üstün
bir makama yücelttik.
Burada
Hz. İdris (a.s.) ın miracına işaret
edilmektedir. Krş. Enoch peygamberin miracı:
Tevrat, Tekvin 5, 24.
58
– İşte
bunlar Allah’ın nimetine mazhar olmuş olan
bu zatlar,
Adem neslinden,
Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın
evlatlarından, İbrâhim ve İsrailin
nesillerinden ve hidâyete erdirip seçtiğimiz
kimselerdendir.
Onlar Rahman’ın
âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
[6,83-90; 40,78]
Bu
zatlar Hz. Zekeriya ile Hz. İdris arasında
zikredilen peygamberlerdir. Bu âyet, Tilavet secdesini
gerektiren âyetlerdendir.
59
– Kendilerinden
sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zâyi
ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler.
İşte bunlar da azgınlıklarının
cezasını bulacaklardır.
Namaz,
mümini Rabbi ile irtibata koyan bağdır,
enerji kaynağı ile cihazı birleştiren
kablo mesabesindedir. Kablosuz cihaz çalışmadığı
gibi, ibadetsiz insan da karanlıkta kalır, rûh
gıdasını alamaz ve güçsüz kalır.
Âyet, ümmetlerin, çöküşlerinin, namazı
gevşetmekle başladığına işaret
ediyor.
60
– Ancak tövbe eden,
iman edip makbul ve güzel işler yapanlar cennete
girecekler ve asla haksızlığa uğramayacaklardır.
61
– Evet, onlar
Rahman’ın kullarına gıyabî olarak vaad
ettiği, dünyada iken görmeksizin inandıkları
Adn cennetlerine gireceklerdir. Allah’ın vaadi
muhakkak ki yerini bulacaktır. [73,18]
62
– Orada onlar boş
ve anlamsız söz işitmezler, sadece selam ve
selamet sözleri duyarlar. Orada ziyafetleri sabah akşam
kendilerine sunulacaktır. [56,25-26;
73,35]
Müslim
(müslüman) ile selam aynı köktendir. Selam:
Selamet, esenlik, barış demektir. Müslim; hem
Rabbi, hem kendi nefsi, hem de başkaları ile
barış içinde yaşayıp âhirette de
adı Daru’s-selam (selam ülkesi) olan cennete
girer.
63
– İşte bu
cennetlere kullarımızdan, Allah’ı sayıp
fenalıklardan sakınanları vâris kılacağız.
64
– Rabbinin emri
olmadıkça biz (meleklerden olan elçiler) inmeyiz.
Önümüzde ve arkamızdaki bütün geçmiş ve
gelecek şeyler ve bunların arasındakiler
hep O’na aittir. Senin Rabbin unutkan değildir,
hiçbir şeyi unutmaz.
Bu
âyet, Cebrail (a.s.) ın sözünü nakleder.
O’nun inmesi bir süre geciktiğinden Hz.
Peygamber üzülmüştü. Cenabı Allah onu
teselli buyuruyor. Bunlar, Hz. Peygamber (a.s.) a gönderilen
ilahî vahiydir. Yani nasıl daha önceki
peygamberler vahye nail oldularsa Hz. Peygamber de öylece
nail olmuştur.
65
– Göklerin, yerin
ve o ikisinin arasında olan herşeyin Rabbidir
O.
Öyleyse
yalnız O’na kulluk et. O’na ibadetinde sabır
ve sebat göster.
Ona denk ve
adaş olacak hiç kimse bilir misin?
66
– Böyle iken kâfir
insan: “Sahi, ben öldükten sonra diriltilip
kabirimden çıkarılacak mıyım?”
der. [13,5; 36,77-79]
67
– O insan hiç düşünmüyor
mu ki, o hiçbir şey değilken Biz onu yaratıp
var ettik?
68
– Senin Rabbine
yemin olsun ki Biz onları da, şeytanları
da diriltip huzurumuza toplayacağız,
sonra da
cehennemin çevresinde dizüstü çökmüş
vaziyette oraya getireceğiz.
69
– Sonra da her
topluluktan, Rahmân’a isyan etmede en ileri gidenleri
çekip ayıracağız.
70
– Sonra o cehennemi
boylamaya daha çok müstahak olanları elbette Biz
pek iyi biliriz.
71
– Sizden hiç kimse
yoktur ki cehenneme varmasın.
Bu Rabbinin
katında kesinleşmiş bir hükümdür.
Burada
vürud: girme,
fakat “uğrayıp geçme” mânasında bir
girme ifade eder. Bu işkâli, Hz. Peygamber (a.s.)
ın şöyle giderdiği rivayet olunmuştur.
“Herkes cehenneme girer, fakat müminler için Hz.
İbrâhim’e olduğu gibi ateş serin ve
selamet olur.”
72
– Sonra Allah’ı
sayıp fenalıklardan sakınan müttakileri
kurtararak zalimleri dizüstü çökmüş vaziyette
orada bırakacağız.
73
– Âyetlerimiz
kendilerine açık açık okunduğu zaman o
kâfirler iman edenlere dediler ki: (Bu uhrevî ve manevî
halleri bir tarafa bırakalım, dünya hayatının
realitesine bakalım) Bu iki zümreden, mümin ve kâfirlerden
hangisinin makamı daha üstün, grup ve topluluğu
daha muteberdir?” [6,53;
46,11; 26,111]
Sırf
geçici menfaatlere şartlanmalarını âyet
pek beliğ bir şekilde beyan buyurmaktadır.
Öyle ki onlar o halleri değil düşünüp
anlamaya çalışmak, söz olarak bile işitmek
istemiyorlar, kendilerine yapılan tebliğ,
adeta bir “sağırlar diyaloğuna” dönüşüyor.
Onlar dünyayı kazanmak ve yaşamak için
dinden uzak kalmak gerektiği düşüncesine kapıldılar.
Fakat bu çok kısa ve dar görüşlülüktür.
Zira onların beğenmedikleri müminler, kısa
zamanda dünyada çok ilerlediler, zengin ve azgın
kâfir önderler perişan oldular.
74
– Halbuki Biz
onlardan önce, gerek mal ve eşyaları, gerek gösterişleri
daha güzel durumda olan öyle nesiller helâk ettik ki
saymaya gelmez.
Başlıca
ölçülerinin, maddî refah olduğu vurgulanıyor.
75
– De ki: Dini inkâr
edenlere Rahman biraz mühlet versin, bundan ne çıkar?
Ama işin
sonunda, onlar kendilerine vaad
olunan azabı veya kıyameti görünce
işte o
zaman öğrenecekler: kimmiş mevkii daha düşük
ve kimmiş asker ve maiyyeti daha zayıf! [3,61;
62,6]
76
– Allah hidâyeti
kabul edip doğru yola gelenlerin ise feyizlerini
artırır.
Baki
kalacak dürüst ve yararlı işler, Rabbinin
nazarında
hem mükâfat
bakımından daha üstün, hem de âkıbet yönünden
daha iyidir. [9,124-125]
77
– Baksana şu
âyetlerimizi inkâr edip: “Mutlaka malım mülküm
de olacak, çoluk çocuğum da olacak!” diyen adamın
haline!
78
– Ne o, bu adam
gaybı öğrenmenin yolunu mu buldu,
yoksa
Rahmandan kesin bir söz mü aldı?
79
– Asla! İşte
onun bu sözünü deftere kaydedeceğiz ve azabını
da artırdıkça artıracağız.
80
– O sözünü ettiği
mal ve evlada Biz vâris olacağız, nesi var
nesi yoksa Bize kalacak
ve o,
huzurumuza tek başına (ilk yarattığımız
gibi mal ve mülkten, makam ve mevkiden hatta elbiseden
bile soyunmuş olarak çırıl çıplak)
gelecektir.
81
– Kendilerine kalsa
izzet ve kuvvet vesilesi olsun diye, Allah’tan başka
bir takım tanrılar edindiler.
Dünyevî
varlığa ve iktidara nerdeyse dinî bir vecd
ile “tapınan” ve dünyevî başarının
bu tezahürlerine tanrısal nitelikler yakıştıran
insanlardan bahsediliyor.
82
– Hayır, hayır!
Taptıkları o nesneler onların
ibadetlerini reddedecekler ve kendilerine düşman
olacaklardır. [35,14;
46,5]
83
– Görmüyor musun
ki Biz kâfirlere şeytanları musallat ediyoruz,
onları oynatıp duruyorlar.
84
– O halde onlar hakkında
acele etme. Biz onların günlerini saymaktayız.
[14,42; 86,17; 3,178; 31,24]
85
– Gün gelecek,
Allah’ı sayıp haramlardan sakınan müttakileri,
Rahman
tarafından ağırlanacak konuk heyet olarak
toplayacağız.
86
– Suçluları
da susuz olarak o yakıcı cehenneme süreceğiz.
87
– Rahman’ın
huzurunda, söz almış olanlar dışında
hiç kimse şefaat edemez.
Bunun
mânası şudur: Şefaat ancak dünya hayatında
Allah’a iman eden, dine inanan için geçerli olacaktır.
Keza yalnız Rahman’ın izin verdiği
kimse başkaları için şefaat
edebilecektir.
88
– “Rahman evlat
edindi” dediler.
89-90
– Böyle diyen
sizler, öyle çirkin bir iddia
ileri sürdünüz ki nerdeyse gökler çatlayacak,
yer yarılacak, dağlar yıkılıp
çökecekti!
91
– Rahman’a çocuk
isnad etmelerinden ötürü!
92
– Halbuki evlat
edinmek Rahman’ın şanına yakışmaz.
[2,116; 9,30]
93
– Göklerde ve yerde
kim varsa, Rahman’a sadece ve sadece kul olarak
gelecektir.
94
– O bunların
hepsini ilmi ile ihata etmiş, tek tek tesbit etmiştir.
95
– Ve onların
hepsi de kıyamet günü O’nun huzuruna tek başına
gelecektir.
96
– İman edip,
makbul ve güzel işler yapanlar için, Rahman
insanların gönüllerinde sevgi yaratır.
Bu
âyet indirildiğinde Mekkede müminlere işkence
ediliyordu. Âyet onlara müjde verip müminlerin yakında
sempati göreceklerini bildiriyor. Bu âyeti açıklayan
bir hadis meali: Yüce Allah bir kulunu sevince Cebraile:
“Ben falanı sevdim, sen de sev”
der. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) da onu sever
ve gökte olan melekler: “Allah falanı sevmiştir,
siz de seviniz!” diye nida eder. Artık göklerdekiler
de onu sever. Sonra yeryüzünde de onun için bir sevgi
yerleşmiş olur.”
97
– Bizim, Kur’ân’ı
senin dilinle indirip kolaylaştırmamızın
başlıca sebebi, senin müttakileri müjdelemen
ve inatçı kimseleri de onunla uyarmandır.
98
– Hem onlardan önce
nice nesiller imha ettik Biz! Onlardan hissedip gördüğün
yahut sesini işittiğin bir tek kişi bile
var mıdır?
|