KUR'AN-I KERİM İNDEKS
20
– TÂ HÂ SÛRESİ
135
âyet olup Mekkede inmiştir. Hz. Peygamber (a.s.)ı
teselli ile başlar, risaletinin kesinlikle muvaffak
olacağını müjdeler. Hz. Mûsâ kıssası
tafsilatlı olarak bildirilerek, tavsiye edilen sabır
ve zaferin en müşahhas örneklerinden biri verilmiş
olur. Daha sonra Hz. Peygamberin uğradığı
muhalefet ve bu karşı koymanın âkıbeti
ele alınır. Sûrenin Meryem sûresi ile aynı
sıralarda nazil olduğu ve bunun da nübüvvetin
takriben 6. yılı olduğu düşünülebilir.
Hz. Peygamberi açıkça tesellisinin hemen peşinden,
birden bire Hz. Mûsâ’ya geçişte şu gizli
ve güzel münasebet vardır: Hicaz arapları
Hz. Mûsâ isimli bir peygamberin varlığını
duymuşlardı. İşte Allah, Hz. Mûsâ’yı
nasıl hiç beklemediği bir şekilde
peygamber yapmışsa ve bu garip zat nasıl
Firavunun saltanatını sarsmışsa, bu
Peygamber de benzer tebliğlerde bulunup başarılı
olacaktır.
Sûre
daha sonra Hz. Adem’in şahsında insanoğlunu
bekleyen şeytan tehlikesine karşı
uyarmakta, bilahare mahşer manzaralarını
göstererek bütün insanlığı irşad
etmektedir.
Bu
kutlu sûrenin, İslâm tebliğ tarihinde, Hz.
Ömer’in İslâma girişine vesile olması
ile önemli bir hatırası vardır. Hz.
Peygamberi öldürmek üzere yola çıkan Ömer, kızkardeşi
Fatıma ile eniştesi Said’in müslüman olduğunu
yolda öğrenince önce onların işini
bitirmek üzere evlerine geldiğinde onlar Tâhâ
suresini okumakta idiler. Sakladılar. Zorlayınca
Kur’ân sayfalarını çıkardılar.
İkisine de hücum etti. Yüzünden kanlar akan Fatıma
“müslüman olduk. Öldürsen de dönmeyiz.” dedi.
Bu ihlaslı çığlık ve kesin karar üzerine
Ömer Tâhâ sûresini dikkatle okuyup düşündü,
düşündü. Evden müslüman olarak ayrılıp
Hz. Peygamberin huzuruna giderek ona biat etti.
Bismillahirrahmanirrahim.
1-2 – Tâ Ha. İndirmedik
Kur’ân’ı sana, meşakkat çekip, bedbaht
olasın diye.
Tâ
hâ: kesin mânasını yalnız Allah’ın
bildiği huruf-i mukattaa’dan olmakla beraber, bu
hususta yapılan başlıca tefsirler: 1.Hz.
Peygamberin isimlerindendir. 2. Yüce Allah’ın
isimlerindendir. 3.Yemindir. 4.“Ey insan!” demektir.
3-4
– Yüce gökleri ve
yeri yaratan tarafından, Yaratana saygı duyanı
uyaran, irşad eden, buyruklar halinde tedricen
indirdik.
5
– O, Rahmandır
(Sonsuz merhamet ve şefkat sahibidir), rububiyet arşına
kurulmuştur.
6
– Göklerde ne var,
yer de ne varsa O’nun.
Bu, ikisi arasında
olan, yerin altında olan da Onun.
7
– İster yavaş
konuş, ister açıktan, O’na göre birdir.
Zira O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilendir. [25,6]
8
– O’dur Allah.
O’ndan başka yoktur ilah.
En güzel isimler
ve vasıflar O’nundur.
9
– Sahi, olmadı
mı senin haberin, Mûsânın durumundan?
10
– Hani o çölde,
gece yol alırken, bir ateş gördü uzaktan.
“Durun!”
dedi, ailesine: “Bir ateş ilişti gözüme.
Oraya doğru
gideyim, Belki oradan bir kor alıp size getiririm,
Belki orada yolu bilen birini bulurum.”
{KM, Çıkış 3. bölüm}
11
– Ateşin yanına varınca birden: “Ya Mûsâ!”
diye nida edildi.
Hz.
Mûsâ Medyen’den Mısıra ailesi ile dönüyordu.
Tûr
dağının da içinde bulunduğu Tuvâ
vadisine geldiğinde, karanlık ve soğuk
bir kış gecesinde bir oğlu dünyaya geldi.
Yolu kaybetmiş, davarları dağılmıştı.
En muhtaç olduğu şey ateş idi. Allah lütfundan
ötürü ateşte tecelli etti ki o da buraya yönelsin
(Krş. Tevrat, Çıkış, 3).
12
– “Haberin olsun:
Benim Ben Senin Rabbin!” denildi. Çıkar pabuçlarını
hemen! Çünkü kutsal vâdidesin sen! Evet evet Tuvâdasın
sen! [79,16] {KM, Çıkış
3,5}
Krş.
Tevrat, Çıkış, 3 ve 4. bölümler. Bu
konu Tevrat ve onun açıklaması durumunda olan
Talmud’dan okununca, Kur’ân’ın ihtiva ettiği
farklılıklar görülür ve Kur’ânın
kopya ettiğini iddia eden oryantalistlerin utanması
gerekir..
13
– Peygamberliğe
seçtim seni,
Öyleyse
iyi dinle sana vahyedileni.
[7,144]
14
– Muhakkak ki Benim
gerçek İlah.
Benden başka
yoktur ilah.
O halde sen
de yalnız Bana ibadet et.
Beni anmak
için namaz eda et.
15
– Elbet gelecek kıyamet
saati. Nerdeyse açıklayasım geliyor onun
vaktini.
Ta ki her
kişi bulsun orada bütün yapıp ettiğini,
işlerinin karşılığını.
[99,7-8; 52,16; 27,65;
7,187; 31,34]
16
– Buna inanmayanlar
ve nefsinin arzu ve ihtiraslarının peşine
düşenler, sakın seni ona inanmaktan vazgeçirmesin,
sonra sen de helâk olursun.
17
– Mûsâ, şu
sağ elinde tuttuğun şey de ne?
{KM, Çıkış 4,2}
18
– “O asamdır
dedi, üzerine dayanırım, onunla davarlarıma
yaprak çırparım, ayrıca onunla daha birçok
ihtiyacımı gideririm.”
19
– “Bırak onu
Mûsâ!” buyurdu.
20
– Hemen bıraktı.
Bir de ne görsün: Hızla kıvrılıp sürünen,
kocaman bir yılan oldu!
21
– “Tut onu!
Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz” buyurdu.
22
– Bir de elini
koynuna sok! Bir başka mûcize olarak çıkar
onu hiç pürüzsüz, parlak mı parlak! [28,32]
{KM, Çıkış 4,6}
23
– Böylece sana en büyük
mûcizelerimizden birini göstermek istiyoruz.
24
– Firavuna git! Doğrusu
o pek azıttı.
[26,10-15] {KM, Çıkış 4,10-16; 6,30}
25-27
– “Ya Rabbi, dedi,
genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi,
çözüver şu dilimin bağını.
28
– Ta ki anlasınlar
sözümü!
29-30
– Bana da ailemden
birini,
yardımcı
kıl Harun kardeşimi.
31
– Onunla beni
takviye et.
32
– Onu bu işime
ortak et.
İslâma
göre Hz. Harun, Hükümdarın yanında bir din
yetkilisinden ibaret olmayıp risalet işinde
ortaktır. İslâm hukukçuları buradan müşterek
hakimiyetin meşruluğu hükmünü çıkarırlar.
33
– Ta ki Seni daha
çok tesbih ve tenzih edelim.
34
– Ve Seni daha çok
analım.
35
– Aslında Sen
bizim bütün hallerimizi hakkıyla görmektesin.
36-37
– “Mûsâ! dedi,
istediklerin sana verildi. Zaten başka bir sefer de
sana, lütufta bulunmuştuk:
[28,7-13] {KM, Çıkış 2,1-10}
38 – O vakit annene
ilham edip dedik ki:
39
– “Onu bir sandığa
yerleştirip denize bırak. Deniz onu sahile atsın.
Bana da ona da düşman olan biri onu alsın”
ve Ey Mûsâ! nezaretim altında yetiştirilmen
için sana karşı insanların gönüllerinde
tarafımdan bir sevgi bıraktım.
[28,7-9]
Eski
Ahid Çıkış kitabında yer alan kıssaya
göre Nil nehrinden onu alan Firavun’un kızı,
İslâmi geleneğe göre ise hanımıdır.
Hz.
Mûsâ’nın annesi, oğlunun da diğer
yeni doğan İsrail çocukları gibi öldürüleceği
korkusuyla, onu Nil nehrine bıraktı. Eşi
Asiye, kocası ile sarayının bahçesinde
gezinirken farkedip ırmaktan sandığı
çıkarttı. Kalbi çocuğa sevgi ile doldu.
Mûsâ’nın ablası onu izlerken, çocuk için
süt annesi aradıklarını öğrenince,
gelecek âyetteki teklifi yaptı.
40
– Kızkardeşin,
denizden seni alanların yanına varıp:
“Ona iyi bakacak birini size buluvereyim mi?”
diyordu. Böylece seni annene kavuşturduk ki gözü
aydın olsun, üzülmesin.
Derken sen
büyüdün, bir adam öldürdün de seni kederden biz
kurtardık.
Seni, ey
Musâ, türlü türlü imtihanlarla sınayıp
yetiştirdik.
Bu yüzden
de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın.
Sonra da takdirimizle, buraya geldin!
[28,12]
Hz.
Mûsâ, kasıtlı olmaksızın kazaen
bir kıbtinin ölümüne sebeb olmuştu.
[28,15-16]
41
– “Seni Ben seçip
Peygamberliğime hazırladım.” [7,144]
42
– “Haydi kardeşinle
birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta
gevşeklik göstermeyiniz.”
43
– Gidin.
Firavun’a, zira o iyice azdı.
44
– Ona tatlı,
yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını
başına alır, yahut hiç değilse
biraz çekinir.” [16,125]
45
– “Ya Rabbî”
dediler, doğrusu, korkarız ki o bize son
derece kötü davranır, hatta ileri gidip daha da
azar.
46
– “Korkmayın!
buyurdu. Ben sizinle beraberim, her şeyi işitir
ve görürüm.”
47
– “Haydi varın
da şöyle deyin ona:
Rabbin
tarafından gönderilen elçileriz biz sana!”
İsrailoğullarını
bizimle gönder ve işkence etme onlara.
Rabbinden
bir belge ile geldik biz sana.
Kurtuluş
hastır bu doğru yolu tutanlara!
Son
cümleden maksat, “selam olsun” anlamında bir
dilek değil, haber kipi olarak bir hüküm
bildirmektir.
48
– “İnan ki:
“Dini yalan sayıp ondan yüzçeviren, mutlaka
azaba uğrayacaktır” diye vahyedildi bize.”
[79,37-39; 92,14-16;
75,31-32]
49
– “Hele, dedi,
Firavun,“Sizin Rabbiniz de kim Mûsâ!”
50
– “Rabbimiz, dedi,
her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış
gayesine uygun yola koyan,
Yüce
Yaradandır, (buna iyice inan)”
Allah
her şeyi yaratıp şekil ve özelliklerini,
varlığını sürdürme yollarını
gösterendir. 1. Mesela insanlara yapacakları işlere
en uygun olacak el ve ayak vermiştir. 2. İnsana,
hayvanlara, bitkilere, madenlere, havaya, suya vs. işlevleri
için en uygun durumları vermiştir. 3. Her
şeye, işlevini, gereği gibi yerine
getirmesine elverişli imkânlar vermiştir, o
yola koymuştur. Kulağa işitmeyi, göze görmeyi,
balığa yüzmeyi, kuşlara uçmayı,
toprağa bitki çıkarmayı, ağaca çiçek
açıp meyve vermeyi öğreten O’dur. Hz. Mûsa,
Allah’ı tanıtmak için, işte öyle kısa,
fakat yoğun bir cümle söyledi ki yığınlarla
kitap yazılsa yine onun mânasını ihata
edemez.
51
– Firavun dedi ki:
“Peki o zaman, önceki nesillerin durum ve akıbeti
ne olur?”
52
– “Onların
durumu, Rabbimin yanındaki bir kitaptadır. O,
ne şaşırır, ne de unutur.” dedi.
53
– O’dur ki yeri
size beşik yaptı.
Orada sizin
için yollar ve geçitler açtı.
Gökten de
size yağmur indirdi.
İşte
o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık.
[21,31; 13,3]
Ezvac
(çiftler) denilmesi bitkilerdeki erkek ve dişi
unsurların çiftleşmesine işarettir.
54
– Hem siz yeyin, hem
davarlarınızı otlatın.
Elbette
bunda aklı olanlar için âyetler, Allah’ın
kudretine deliller vardır.
55
– Sizi, ey insanlar,
Biz yerden yarattık.
Yine oraya
göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız.
[7,25]
Hz.
Ali (r.a) bir hutbesinde şöyle demişti. “Ey
insanlar, siz ebediyet için yaratıldınız.
Babalarınızın sulblerinden rahimlere,
oradan dünyaya geçiyorsunuz. Dünyadan berzaha (kabre),
oradan da ya cennete, ya da cehenneme gideceksiniz”
deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştu.
56
– Biz Firavun’a bütün
âyetlerimizi, delillerimizi gösterdik, fakat o bunları
yalan saydı ve gerçeği kabul etmemekte
direndi. [54,42]
57-58
– “Sen, dedi,
sihirdeki maharetinle bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarmak
için mi geldin ey Mûsâ!”
“O halde
bilmiş ol ki biz de seninki gibi bir sihirle karşı
koyacağız.”
“Şimdi
sen, bizim de senin de caymayacağımız
uygun bir buluşma vakti tayin et, düz, geniş
bir alanda karşılaşalım.”
59
– Mûsâ: “Karşılaşma
zamanı, bayram günü olsun, halk sabahleyin
toplansın” dedi.
Unutmamak
gerekir ki saray hanedanı ve Mısır’ın
ileri gelen yöneticileri ile halkın dini,
birbirinden çok farklı idi. Ayrı tanrıları,
ayrı mabedleri ve âhiret hakkında ayrı düşünceleri
vardı. İsrailoğulları ile tevhide
inanan başka insanlar, takriben nüfusun % 10
‘unu oluşturuyordu. Bu şartlar altında
Firavun, Mûsâ (a.s.)ın sebeb olabileceği dinî
inkılabdan çok endişe ediyor ve halk nezdinde
onu gözden düşürmeye büyük önem veriyordu.
Ama hilesi, tamamen tersine dönüp kendisinin başına
geçti.
60
– Firavun işlerini
ayarlamaya girişti, bütün çare ve hilelerini, en
usta sihirbazlarını toplayıp buluşma
yerine geldi. [7,112; 10,79]
61
– Mûsâ onlara:
“Yazık size!” dedi, “Allah hakkında
yalan uydurmayın,
yoksa O
size öyle bir azap gönderir ki kökünüzü keser.”
“İftira
eden, muhakkak perişan olur.”
62
– Bunun üzerine
onlar aralarında tartışmaya ve fısıldaşmaya,
kulislere başladılar.
63
– Sonunda:
“Herhalde, dediler, bunlar, sizi sihirleriyle
yurdunuzdan çıkarmak isteyen
ve en ideal yaşam düzeninizi ortadan kaldırmak
isteyen iki büyücü!”
64
– O halde bütün hünerlerinizi
toplayıp sıra sıra, merasim düzeninde
meydana çıkın.
Bugün ölüm
kalım günüdür. Kim bugün üstün gelirse, iflah
olacak odur.
65
– Onlar: “Mûsâ!
İstersen hünerini önce sen ortaya koy, istersen
biz ortaya koyalım?” dediler.
66
– “Hayır,
siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görsün:
onların
sihirleri sayesinde, ipleri ve sopaları, kendisine
gerçekten hareket ediyormuş gibi geldi.
67
– Mûsâ birden, içinde
bir endişe duydu.
Büyücüler
iplerini ve değneklerini atıp, Hz. Mûsâya yüzlerce
yılanın kendisine doğru geldiği
hissini verince, o elinde olmaksızın bir an için
korkmuş olabilir. Bu, peygamberlere bile büyünün
bir dereceye kadar etki edebileceğini gösterir. Bu
kabîl şeyler, peygamberlerin ismetine aykırı
değildir. İsmete (yani günahlardan korunmuş
olma sıfatına) aykırı olan, vahye
tesir etmesidir ki böyle bir şey yoktur.
68
– “Endişe
etme!, dedik, zirâ sen galip geleceksin.”
69
– Elindeki asayı
at ortaya, onların yaptıklarını
yutacaktır.
Çünkü
onların yaptığı sihirbaz oyunudur.
Büyücü
ise, nereye varırsa varsın, hiç bir yerde
iflah olmaz.
Bu
emir üzerine Hz. Mûsâ (a.s.) asasını bırakınca
o, sihirbazların bütün aletlerini yuttu. Böylece
büyücüler bunun bir sihir değil, ilahî bir mûcize
olduğunu anladılar.
70
– Derken bütün büyücüler
secdeye kapandılar.
“Harun
ile Mûsâ’nın Rabbine iman ettik” dediler.
71
– “Ya!, dedi
Firavun, benden izin çıkmadan ona inandınız
ha!
Anlaşıldı:
Size sihri öğreten ustanız oymuş!
Ellerinizi
ve ayaklarınızı değişimli
şekilde keseceğim ve sizi hurma dallarına
asacağım!
İşte
o zaman anlayacaksınız kimin azabı daha
şiddetli, daha devamlı!” [7,123]
72
– “Mümkün değil”
dediler, bize gelen bunca delillere ve bizi Yaratana karşı
seni tercih edemeyiz.
İstediğin
hükmü ver. Senin hükmün nihayet, bu dünyada geçer.”
73
– “Biz Rabbimize
iman ettik. Onun günahlarımızı, özellikle
bizi yapmaya zorladığın sihir günahını
affedeceğini umuyoruz.
Allah
elbette daha hayırlı ve O’nun mükâfatı
daha devamlıdır.”
74
– Doğrusu kim
Rabbine kıyamette suçlu olarak gelirse onun yeri
cehennemdir.
Orada ne ölür
kurtulur, ne de yaşamı hayat sayılır.
[35,36; 87,11-13; 43,77]
75
– Her kim de makbul
ve güzel işler yapmış mümin olarak
gelirse, onlara da pek yüksek mevkiler vardır.
76
– Zemininden ırmaklar
akan Adn cennetleri var.
Onlar oraya
ebedi kalmak üzere girecekler.
İşte
kötülüklerden arınanların mükâfatı
budur.
77
– Biz Mûsâ’ya
şöyle vahyettik. Kullarımla geceleyin Mısır’dan
yola çık.
Asanı
vurarak denizde onlara kuru bir yol aç.
Firavun’un
size ulaşmasından ve boğulmanızdan
endişe edip korkmayın. [26,52;
44,23]
78
– Firavun da
askerleriyle onun peşine düştü. Deniz onları
öyle bir sardı ki birden yutuverdi. [26,60-66]
79
– Böylece Firavun
halkını kurtuluşa değil, yanlış
yola, çıkmaza götürdü. [11,98]
80
– Ey İsrail
evlatları! Sizi düşmanlarınızdan
kurtardık. Tur’un sağ tarafında (Mûsâ
ile konuşmayı) size vaad ettik. Size çölde
kudret helvasıyla bıldırcın lütfettik.
[2,51]
Onları
orada bırakıp, Allah Teâla İsrailoğullarına,
bu büyük lütfunu hatırlatıyor. Zira kesin
olan toptan yok edilmekten, Allah kendilerini kurtarmıştı.
Dünya
hayatlarını kurtarmadan sonra, daha da önemli
olan ebedi hayatlarını kurtarma vesilesi olan
Tevrat nimeti hatırlatılıyor. Tevrat’ın
verilmesi için yapılan vaad Hz. Mûsâya yapıldığı
halde, bütün o insanlara yapılmış
olarak ifade buyuruluyor. Zira dünya ve âhiret
mutluluklarına vesile olan bir kitaptan istifade
edenler onlar olacaklardı.
81
– O halde size verdiğimiz
rızıkların en hoş ve temiz olanlarından
yeyin, ama bu hususta taşkınlık yapmayın,
yoksa gazabım tepenize iniverir.
Kimi de
gazabım çarparsa artık o uçuruma düşmüştür.
82
– Şu da
muhakkak ki inkârdan dönüş yapan, iman eden, güzel
ve makbul işler yapan,
böylece doğru yola giren kimseyi de
affederim.
83
– Hem seni halkından
çabucak ayrılıp gelmeye sevkeden sebep ne ey
Mûsâ?
Hz.
Mûsâ, ümmetinden 70 kişi seçerek Tevratı
almak üzere onlarla Tûr’a gidiyordu. Kendisi,
Rabbine olan şevkinden ötürü ilerleyip o yetmiş
nakibi geride bırakmıştı.
84
– “Onlar, dedi,
beni izliyorlar. Benden daha çok razı olman için
sana kavuşmakta acele davrandım ya Rabbî!”
85
– Allah buyurdu:
“Sen öyle biliyorsun amma onlar senin izinde değiller,
Zira Biz
senin ayrılmandan sonra halkını sınadık
ve Samirî onları yoldan çıkardı.” [17,138]
{KM, Çıkış 32,4.24; Hoşea 8,5-6; I
Krallar 1,28}
Tevrat’a
göre (Çıkış, 32, 4 ve 24) bu altın
buzağı heykelini yapan bizzat Harun (a.s.)
dir. Halbuki Kur’ân-ı
Kerim işin doğrusunu bildirerek bunu yapanın
Samirî olduğunu bildirip, Hz. Harunun bundan beri
olduğunu ilan eder.
86
– Mûsâ derhal son
derece kızgın ve üzgün olarak halkına döndü:
“Ey milletim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı
mı?
Verilen sözün
üzerinden çok uzun süre mi geçti, yoksa Rabbinizin
gazabının tepenize inmesini mi istiyorsunuz ki
bana olan vaadinizden caydınız?
87
– “Biz, dediler,
kendi güç ve irademizle sana olan vaadimizden dönmedik.
Fakat biz o halkın, Mısırlıların
zinet eşyalarından birtakım ağırlıklar
yüklenmiştik.
Onları
ateşe attık. Samiri de kendi mücevheratını
atıverdi.
İsrailoğulları
Mısırdan çıkmadan önce Mısırlılardan
bir miktar altın ve zinet eşyaları ödünç
almışlardı. Hz. Mûsâ’nın dönüşü
gecikince Samirî: “Onun engellenmesinin sebebi,
sizdeki bu emanetlerdir.” dedi. Bunun üzerine, altınları
getirip onun önünde topladılar. Samirî de eritip
buzağı şekline koydu. Sonra Cebrail (a.s.)
ın bineğinin izinden avuçladığı
bir avuç bereketli toprağı sürünce, buzağı
ses çıkardı. Razî’ye göre bunun sebebi
ona hayat girmesi değil, heykele konulmuş olan
bazı deliklere hava girmesi sonucunda buzağı
heykeli ses çıkarmıştır.
88
– Derken o, ahali için
böğürme marifeti olan bir buzağı
heykeli döküp çıkardı. Samiri ve arkadaşları:
“İşte bu, sizin de, Mûsâ’nın da
tanrısıdır, ama Mûsâ bunu unuttu”
dediler.
Son
cümlede, Hz. Mûsâ’nın unuttuğunu iddia
ettikleri söz ile, şu iki şey kasdedilmiş
olabilir: Samirî ve taraftarları: “Bu buzağı
tanrıdır, fakat Mûsâ bunu unutup gitti.”
yahut “Mûsâ, onun tanrı olduğunu unuttu”
demek istemişlerdi.
Burada
bu halkın maddeciliğine de ayrıca işaret
edilmiş olabilir: Som altın buzağı
heykeli karşısında akılları başlarından
gitti. “Bu dururken insan başka şeyin ardına
düşer mi?” demek istediler, vallahu a’lem.
89
– Onlar görmüyorlar
mıydı ki o heykel, kendilerine mukabele edecek
bir çift laf söyleyemiyor.
Kendilerinden
ne bir zararı önleyebiliyor, ne de bir fayda sağlayabiliyordu.
90
– Doğrusu,
Harun onlara, bundan önce: “Ey milletim! dedi, siz bu
heykel ile imtihana tâbi tutuldunuz.
Şu
kesindir ki sizin Rabbiniz Rahmandır (çok şefkatli
ve merhametlidir).
O halde
beni izleyin ve emrime itaat edin!”
91
– Onlar ise: “Mûsâ
yanımıza dönünceye kadar ona tapmaya devam
edeceğiz” diye karşılık vermişlerdi.
92-93
– Mûsâ döndüğünde
bu durumu bilmediğinden: “Harun!, dedi, onların
saptığını gördüğünde benim
izimce gelmene ne mani oldu, yoksa emrime karşı
mı geldin?” deyip onu sakalından tutarak çekmeye
başladı. [7,142]
94
– “Ey anamın
oğlu!” dedi Harun. “lütfen sakalımdan, saçımdan
beni çekiştirip durma. Ben, senin “İsrail oğullarının
içine ayrılık soktun, sözümü dinlemedin”
demenden endişe ettim.”
95
– Bu sefer Samirî’ye
dönerek: “Samirî! peki senin derdin nedir?” dedi.
96
– “Ben, dedi, ben
onların görmedikleri bir şeyi gördüm.
O Resûl’ün
izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine
attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı
bana hoş gösterdi.”
Samirî
bu sözü ile şunu demek istemişti: “Ben
onların göremediklerini, yani Hayat bineği üzerinde
sana gelen Cebrail (a.s.)’ı, gördüm. Kalbime bu
duygu geldi, onun izlerinden bir avuç toprak aldım,
onun bereketinden yararlanmak istedim.”
97
– “Defol!” dedi
Mûsâ, artık ömür boyunca sen: “Bana dokunmayın,
benden uzak durun!” diyeceksin, yalnız yaşamaya
mahkûm olacaksın.
Ayrıca
senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü
var.
Şimdi
tapınıp durduğun tanrına bak! Biz
onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize
savuracağız.”
{KM, Tesniye 9,21}
Samirî’nin
bundan sonra ağır bir bulaşıcı
hastalığa yakalanması sebebiyle yalnızlığa
terkedilmiş olması mümkündür. Bir kısım
oryantalistler Samiri’yi, Hz. Mûsâdan birkaç asır
sonra kurulan Sameriyye şehrinden sanıp,
Kur’ân’ın tarihi bir noksanlık yaptığını,
iddia ederler. Onlara kalsa Hz. Peygamber (a.s.) (haşa)
Yahudi kaynağından aldığı
bilgiyi böyle anlatmış olmaktadır.
Oysa
Samiri özel isim olmayıp, Samiri ırk ve bölgesine
mensubiyet bildirir. Mezepotamya’nın en meşhur
halklarından olan Sümerler vardı. Mısırlıların,
bu konumda olan şahıslara Samiri veya Sameri
demiş olmaları rahatlıkla düşünülebilir.
(Mevdudî, Tefhim) Mevcut Tevrat nüshalarında bu
konu “Çıkış” kitabı boyunca
anlatılır. Bu arada, peygamberlik hakkında
iftiralara da rastlanır (Mesela; güya Harun (a.s.)
buzağı heykelini yapıp İsrailoğullarını
ona tapmaya çağırmıştır. (Çıkış,
32, 1-6). Bunların tahrifat kabilinden olduğunu
söylemeye gerek yoktur.
98
– Sizin İlahınız
yalnız Allah. Ondan başka yoktur ilah. O herşeyi
ilmi ile ihata etmiştir.
99
– İşte böylece
sana geçmiş mühim olaylardan bir kısmını
anlatıyoruz.
Tarafımızdan
sana da bir zikir verdik. [41,41;
15,9; 21,50]
Zikr: Tevhid ve tebliğ tarihindeki birçok ibretli hadiseyi,
peygamberlerin örnek davranışlarını,
halklarını eğiten irşadlarını,
birçok mûcizeyi hatırlatarak Hz. Peygambere de bu
özelliklerin verildiğine delâlet eden Kur’ân-ı
Kerimdir. Kur’ân’ın, bunların yanında
insanı eğiten, yetiştiren, uyaran, yönlendiren
ilahî direktifler (buyruklar) ihtiva ettiğini de
ifade eder.
100
– Kim ona sırtını
çevirirse, muhakkak ki o, kıyamet günü büyük
bir vebal yüklenecektir.
[11,17]
101
– O yükün altında
daimî olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu
yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
102
– Sûra üfleneceği
gün, Biz suçlu kâfirleri, gözleri (korku ve
heyecandan) gömgök vaziyette haşredip toplayacağız.
Mahşer
meydanında gözleri gömgök, yüzleri kapkara,
velhasıl pek çirkin vaziyette toplanmaları
kasdedilmiştir.
103
– Kendi aralarında
sessizce konuşurken:
“Dünyada,
olsa olsa on gün kadar bir şey kaldınız”
derler.
104
– Aralarında
konuştukları konuyu Biz pek iyi
biliriz.
Onların
en mûtedil ve en makul olanı, o zaman “Siz bir günden
daha fazla kalmadınız.” diyecek. [30,55;
79,46; 35,37; 23,112-114]
105-106
– Bir de sana o gün,
dağların durumunu sorarlar. De ki:
“Rabbim
onları darmadağın edecek, ufalayıp
savuracak, yerlerini dümdüz, boş vaziyette bırakacak”
107
– “Orada artık
ne iniş, ne yokuş göremeyeceksin”
108
– O gün insanlar,
Hakkın dâvetçisine hiç bir tarafa sapmadan
uyarlar.
Rahmanın
azametinden dolayı sesler kısılmıştır.
Artık
bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.
[19,38; 54,8]
109
– O gün, Rahmanın
şefaat izni verip sözünden razı olduğu
kimselerden başkasının şefaati fayda
vermez. [2,255; 53,26;
21,28; 78,38]
110
– O, onların
geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Kulların
ilmi ise bunu asla kavrayamaz.
[2,255]
Son
cümle şu mânaya da gelebilir: “Onlar ise bilgi
kapasiteleri ile Allah’ı kavrayamazlar”
111
– Bütün yüzler,
hayatın ve hakimiyetin tam mânasıyla sahibi
olan Hayy-u Kayyum’a baş eğmiştir.
Zulüm yüklenerek
gelen, gerçekten perişan olmuştur. [31,13]
112
– Mümin olarak güzel
ve makbul işler işleyen ise, ne zulümden, ne
de haklarının çiğnenmesinden korkmaz.
113
– İşte böylece
bu kitabı Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve
onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla
anlattık.
Ta ki
insanlar Allah’a karşı gelmekten korunsunlar
ve ta ki o, kendilerine bir ibret ve uyanış
versin.
İbret
verecek şey, Kur’ân veya yapılan tehditler
olabilir.
114
– Demek ki gerçek Hükümdar
olan Allah çok Yücedir.
Sana
vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi
ile Kur’ân’ı okumada acele etme ve: “Ya
Rabbi! benim ilmimi artır” de.
[23, 116; 75,16-19; 114,2] {KM, Çıkış
15,18; İşaya 24,23}
Vahyin
başlangıcında Peygamber Efendimiz,
vahyedilen âyetleri unutmamak için gayri ihtiyari içinden
dilini kıpırdatarak tekrarlıyordu. Bu, müteakip
âyetleri de bellemesine engel olabilirdi. Allah Teâla
Kıyame, 16-18 âyetleriyle unutturmama garantisi
verince, Hz. Peygamber rahatladı.
Allah,
Resul-i Ekremine ilmini artırmasından başka
bir şey artırmayı istemesini emretmemiştir.
İbn Mes’ud (r.a) bu âyeti okuduğunda: “Ya
Rabbî, benim ilmimi, imanımı ve yakinimi (kesin
inancımı) artır” diye dua ederdi.
115
– Doğrusu Biz
daha önce Adem’e de vahiy ve emir vermiştik, ne
var ki o ahdi unuttu, onda bir azim bulamadık.
Bir
zelle sebebiyle Hz. Adem’in cennetten çıkarılmasının,
hikmeti tek kelime ile “ilahî görevlendirme” dir.
Beşeriyetin bütün fikri ve manevî terakkileri ve
her türlü kabiliyetlerinin gelişmesi ve insanlığın
mahiyetinin Allah’ın isimlerine mükemmel bir
ayna olması, o görevin sonuçlarındandır.
Şayet cennette kalsaydı, melekler gibi makamı
sabit kalırdı. Çok sayıda melâike zaten
vardı. Allah’ın hikmeti, dünyanın
mamur edilmesini ve nihayetsiz makamlara çıkabilecek
insanın istidatlarını geliştirmeye
elverişli bir imtihan diyarı gerektiriyordu.
116
– Düşünün ki
Biz, bir vakit meleklere: “Adem’in önünde (Allah’a)
secde edin” dedik, hepsi secde ettiler, yalnız
İblis diretti.
117
– Biz de dedik ki:
“Âdem!, iyi bil ki bu, sana da eşine de tam bir
düşmandır.
Sakın
sizi cennetten çıkarmasın, sonra perişan
olur, helâke sürüklenirsin.”
Perişanlık
“geçim derdine düşmek” diye tefsir edilir.
118-119
– “Sen cennette
asla açlık çekmeyecek, asla çıplak
kalmayacaksın.
Orada asla
susuzluk çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcağına
mâruz kalmayacak.
120
– Ama şeytan
ona vesvese verip: “Adem!, dedi, ister misin sana
ebediyet (ölümsüzlük) ağacını, zamanın
geçmesiyle zeval bulmayan bir devlet ve saltanatı
göstereyim?” [2,35] {KM,
Tekvin 3,22; Vahiy 22,14}
121
– Derken ikisi de o
ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine
edep yerlerinin açık olduğunu farkettiler.
Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.
Böylece
Adem Rabbine karşı geldi de şaştı
kaldı.
122
– Sonra Rabbi onu seçti,
tövbesini kabul etti ve onu hidâyetine mazhar etti.
123
– Onlara hitaben
buyurdu ki: Kiminiz kiminize düşman olarak
cennetten yere ininiz.
Sonra ne
zaman Benden bir rehber gelir de, kim ona tâbi olursa,
artık o ne yolu şaşırır, ne de
bedbaht olur.
122
ve 123. âyetler bu konu bakımından çok önemlidir.
(Krş. 2,37 - 38) Allah Hz. Adem ile Hz. Havva’nın
tövbelerini kabul ettikten sonra dünyaya gönderiyor.
Demek ki dünyaya göndermek cezalandırma değil,
bir taltiftir. Allah insanı, böylece dünyaya,
kendi halifesi olarak gönderiyor (2, 30) dünyayı
mâmur etme yetkisi ile donatıyor. Bu görevlendirme
de gerekçesiz değildir. Gök, yer, dağlar
gibi diğer yaratıklar bu görevi kabul etmemişler
(33, 72) sadece insan yüklenmiştir. Hz. Adem’in
ömrü, dünyanın ömrüne göre çok kısa
olduğundan, onun evlatları kendisine halef
olmuşlardır.
124
– Ama kim Benim
zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve
Beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim vardır
ve Biz onu kıyamet günü kör olarak diriltir,
duruşmaya getiririz.
125
– “Ya Rabbî, der,
ben gözleri gören biri olduğum halde neden beni kör
olarak haşrettin?” [17,97]
126
– Buyurur ki: “Bu
böyledir. Nasıl âyetlerimiz sana geldiğinde
sen onları unuttuysan, bu gün de sen öyle
unutulur, bir kenara atılırsın.”
127
– İşte
inkârda ve günahta hadlerini aşanları ve
Rab’lerinin âyetlerine inanmayanları böyle
cezalandırırız.
Âhiret
azabı ise elbette daha şiddetli
ve daha devamlı olacaktır.
128
– Bugün
meskenlerinde dolaştıkları, daha önce yaşamış
bunca nesilleri helâk edişimiz, onları yola
getirmedi mi?
Elbette
bunda akıllı kimseler için alınacak
dersler vardır. [22,46;
32,26]
129
– Eğer Rabbin
tarafından daha önce verilmiş bir söz ve
tayin edilmiş bir vaade olmasaydı, azap onlara
çoktan gelmiş olurdu!
130
– O halde onların
söylediklerine sabret.
Güneşin
doğmasından ve batmasından önce Rabbinin
yüceliğini ilan et, O’na hamdet.
Gecenin bazı
vakitlerinde, gündüzün bazı taraflarında da
O’na ibadet et ki Allah rızasına eresin.
Burada
beş vakit namaza işaret edilmektedir. Âyette
geçen hamd ile tesbihten maksat namazdır. Güneşin
doğmasından önce sabah namazı, batmasından
önceki: İkindi namazı, gecenin bir kısım
saatleri: akşam ile yatsı, gündüzün bazı
taraflarındaki namaz ise öğle namazıdır.
131
– Onlardan bazı
zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz
dünya hayatının süslerine gözünü dikme.
Rabbinin
sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve
değerli, hem de daha devamlıdır. [15,88;
93,5]
132
– Ailene ve ümmetine
namaz kılmalarını emret, kendin de namaza
devam et.
Biz senden
rızık istemiyoruz, bilakis senin rızkın
Bize aittir.
Güzel âkıbet,
takvâdadır, yani Allah’ı sayıp
haramlardan korunmaktadır.
Razi’nin
belirttiği üzere, Allah, kullarına ihtiyacı
olmadığını, namazı, ibadeti
kullarının kendi faydaları için emrettiğini
böylece belirtmiş olmaktadır.
Tevrat’ın
elimizdeki muharref nüshasında sık rastlanan
bir tanımlamaya göre, namaz “kıskanç bir
Tanrıya ödenen bir vergi veya haraç olarak değil”,
fakat sadece ifa edenin kendi yararına olan bir
fiil olarak anlaşılmalıdır.
“Senden
rızık istemiyoruz: Kendinin ve ailenin rızkını
temin için çalışmanı ve bu yüzden
risalet görevini ihmal etmeni istemiyoruz” demektir.
133
– “O Resûl, gerçek
peygamber olduğuna dair Rabbinden bizim istediğimiz
bir mûcize getirse ya!” dediler.
Onlara önceki
semavi kitaplarda bulunan belgeler deliller gelmedi mi?
Bu
âyetten Kur’ân’ın, önceki semavî kitaplarla
aynı temel gerçekleri dile getirdiği anlaşılmaktadır.
O kitaplarda Hz. Peygamber (a.s.) ın geleceğine
dair haberlere de ima edildiği düşünülebilir.
(Tesniye 18, 15 ve 18; Yuhanna 14, 16 ve 15, 26 ve
16,7). Böylece Hz. Peygamberin gelmesinin orada
bildirilenlerin bir beyyinesi, bir ispatı olduğu
belirtilmiş oluyor.
134
– Şayet Biz
peygamber gelmeden kendilerini azab ile helâk edecek
olsaydık onlar:
“Ey Ulu
Rabbimiz, ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de, biz
böyle rezil ve hakir olmadan önce senin âyetlerine
uysaydık!” derlerdi.
[10,97; 6,155-157; 10,110]
135
– De ki: “Herkes
beklemede!
Siz de gözleyin
bakalım. Doğru yolu tutanların, hidâyete
erenlerin kim olduğunu yakında anlayacaksınız!”
[25,42; 54,26]
|