KUR'AN-I KERİM İNDEKS
24
– NUR SÛRESİ
64
âyet olup Medine devrinde indiğinde ittifak vardır.
Hicretin 6. yılında ve Ahzab sûresinden birkaç
ay sonra nazil olmuştur. Sûre adını, nur
âyeti denilen 35. âyetinden almaktadır. Nur sûresi,
toplum ve özellikle aile ile ilgili prensipler getirmiştir.
Zinanın haram olup zinakârların cezası,
iffetli kadın ve erkeklere zina isnad etmenin cezası,
kendi eşine zina isnad etmenin hükmü, Hz. Âişe’nin,
kendisine yapılan iftiradan berî olması,
evlere girerken izin isteme, kadın erkek ilişkileri,
kadınların örtünmeleri, mahremler, evliliğe
teşvik, Allah’ın hidâyeti, bazı tevhid
delilleri, ev içinde aile fertleri ile ilgili âdap, bütün
toplumu ilgilendiren durumlarda müminlerin
sorumlulukları ilh. bu konuların başlıcalarını
oluşturur. Daha önceki sûreler, müslümanlara ümit
verirken bu sûre İslâm nûrunun ne şarka, ne
garba mensup olmayan evrensel bir nûr olup dünyanın
her tarafına yayılacağını (âyet:
55) müjdelemektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1
– Bu, indirdiğimiz
ve uygulanmasını gerekli kıldığımız
bir sûredir. İyice belleyip dersinizi alırsınız
diye onun içinde açık seçik âyetler indirdik.
2
– İmdi, zina
eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek
vurun. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız,
Allah’ın hükmünü uygulama işinde sakın
acıma hissi sizi etkisi altına alıp da
uygulamayı engellemesin. Hem onların bu
cezalandırılmalarında müminlerden bir
cemaat da bulunup şahid olsun.
{KM, Tesniye 22,28-29}
İslâm
hukukuna göre, bu ceza, bekârlara ait olup, evli zinakârlara
recim uygulanır. Değnek diye çevirilen celde,
cild kökünden gelip cilde tesir eden, ete geçmeyecek şekilde
vurmadır. Ceza uygulanırken kürk, palto gibi
kaba elbiseler çıkarılır, fakat gömlek
gibi giyecekler çıkarılmaz.
Cezanın
uygulanması, esnasında en az dört kişi
bulunmalıdır.
3
– Zinakâr, ancak
bir fâhişe veya putperest bir kadınla
evlenmek ister. Fâhişeyi de ancak bir zinakâr
veya putperest nikâhlamak ister. Böyle bir evlilik müminlere
haram kılınmıştır.
[24,26-32; 2,221; 4,25; 5,5]
Burada:
Müşrikler, zinayı mübah sayıp hafife
alanlar ve bir de böyle olmayanlar diye üç kısım
vardır. Birinci kısımla evlenmek haramdır.
Haramlığı kesin zinayı helâl sayıp
hafife alanların yaptıkları bu iş küfür
olduğundan onlar da müşrik sayılırlar,
kendileri ile evlenme caiz olmaz. Zinası sabit olan
fakat bunu mübah saymayan bir kadını, bir mümin
nikâhlarsa, nikâh geçerli olur. Fakat tahrimen
mekruhtur. Bu üçüncü kısımda, farklı
içtihadlar vardır. Bazılarına göre âyet,
yasaklamayıp sadece toplumdaki bir durumu
bildirmektedir. Bazılarına göre ise, nikâhlanma
yasaktır.
4
– İffetli kadınlara
zina isnad edip de buna dair dört şahid
getiremeyen herkese seksen değnek vurun ve bundan böyle,
onların şahitliklerini artık ebediyyen
kabul etmeyin. Çünkü bunlar gerçekten fâsıkların
ta kendileridir. [4,24] {KM,
Tesniye 22,13-21}
İslâm
hukukunda “kazf”
denilen bu iftirayı yasaklamanın hikmeti
insanları, başkalarının cinsel ilişkileri
ile ilgili dedikodulardan engellemek, toplumun ve
fertlerin haysiyet ve şerefini korumaktır. Bu
dedikodulardan en fazla zarar gören kadınları
böylesine koruyan, başka hiç bir sistem mevcut değildir.
Böylesi gerçek veya gerçek olmayan, ama ilgi çeken
haberlerle bir yandan insanlar karalanmakta, öbür
yandan insanlar cinsel yönden tahrik edilmekte, fuhuş
ve ahlâksızlık yayılmaktadır.
İslâm hidâyetinden uzak bir kısım
medyanın maalesef en fazla yer ayırdığı
bu konuların ıslahı, bütün toplumlarda
büyük bir gayret ve ihtimam beklemektedir.
5
– Ama bu iftira suçundan
sonra tövbe edip halini düzeltenler bu fâsıklık
damgasından kurtulurlar. Çünkü Allah gafurdur,
rahîmdir.
6-7
– Kendi eşlerini
zina etmekle suçlayıp da buna dair kendileri dışında
şahit bulamayan kocalar ise, kendilerinin doğru
söylediklerine dair ayrı ayrı dört kere
Allah adına yemin eder, şahitlik eder, beşinci
kere ise, yalancı olması halinde, Allah’ın
lânetinin kendi üzerine gelmesini isterler.
8-9
– Hanımının
ise, kocasının bu suçlamasında yalancı
olduğuna dair ayrı ayrı dört kere Allah
adına yemin ve şahitlik etmesi, beşincide
ise kocasının doğru söylemesi halinde,
Allah’ın gazabının kendi üzerine çökmesini
dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır.
10
– Allah’ın
sizin hakkınızda lütuf ve merhameti olmasaydı,
eğer O Allah, tövbeleri kabul buyuran, yaptığı
her iş, verdiği her hüküm hikmetli olan bir
zat olmasaydı, müstahak olduğunuz bütün
cezaları hemen verir, sizi perişan ederdi.
11
– O İftirayı
çıkaranlar, içinizden küçük bir gruptur.
Siz o
iftirayı kendi hakkınızda fena bir şey
sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır.
O iftiracılara
gelince, onlardan her birinin, kazandığı
günah nisbetinde cezası vardır.
Bu yaygaranın
elebaşılığını yapan şahsa
ise cezanın en büyüğü vardır.
Benî
Mustalık gazvesinde Hz. Peygambere (a.s.) Hz. Âişe
refakat etti. Dönüşte Medine yakınında
ordu konakladı.
Hareket edileceği sırada Hz. Âişe (r.a)
tabiî ihtiyaç için kafileden geride kalmıştı.
Deve üzerindeki hevdeç içinde taşınıp
kendisi de zayıf olduğundan, farkına varılmayıp
kafile hareket etmiş, Hz. Âişe ihtiyaçtan
sonra kolyesini düşürdüğünü farkedince
onu ararken kafileyi kaçırmış, geldiğinde,
sadece hareket sonrası kontrolü ile görevli
Safvan (r.a.) kalmıştı. Devesine Hz. Âişe’yi
bindirip kendisi yaya Medineye döndüler. Münafıkların
başı İbn Übey yaygara çıkarıp
namus iftirası attı. Dedikodu yayıldı.
Herkesten
sonra dedikoduyu işiten Hz. Âişe iftiranın
dehşetinden donup kaldı. Hz. Peygamberden izin
isteyip babasının evine döndü. Hastalandı,
dünya başına zindan oldu. Tam bir ay kadar
sonra bu âyetler vahyedilip Allah tarafından
masumluğu, kıyamete kadar her gün ve her saat
okunacak şekilde ebediyyen tescil edildi.
12
– Siz ey müminler,
bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin
erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında
iyi zan besleyip: “Hâşa, bu besbelli bir
iftiradan başka bir şey değildir!”
demeniz gerekmez miydi?
Kur’ân,
böylesi durumlarda müminlerin, birbirlerine sahip çıkmalarını,
hüsnüzannın esas olduğunu etkili bir üslupla
istemektedir. Asr-ı saadette bunun bol ve güzel örnekleri
bulunmakla beraber, maalesef çok az da olsa yaygaraya
kapılanlar olmuştu.
13
– O iftiracılar
dört şahit getirselerdi ya!
Şahitlerini
getirmediklerine göre, onlar Allah katında yalancıların
ta kendileri olarak tescil edileceklerdir.
14
– Hem dünyada, hem
de âhirette Allah’ın lütuf ve merhameti sizinle
olmasaydı, daldığınız bu
yaygaradan dolayı mutlaka başınıza müthiş
bir ceza gelirdi.
15
– O sırada siz
o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor,
işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri
ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz
ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz.
Halbuki o,
Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldi!
16
– Nasıl oldu da
onu işitir işitmez: “Böylesi iftiraları
ağzımıza alamayız, böyle şeyler
bize yakışmaz. Hâşa! Bu pek büyük, pek
çirkin bir bühtandır” demediniz!
17
– Eğer mümin
iseniz, Allah böylesi bir şeyi tekrarlamaktan sizi
kesinlikle sakındırıp yasaklıyor.
18
– Ve Allah âyetleri
size açık açık bildiriyor. Allah alîm ve
hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir).
19
– Müminler arasında
çirkinliklerin yayılmasını arzu eden
kimseler için, dünyada da âhirette de gayet acı
bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
20
– Eğer Allah’ın
sizin üzerinizdeki lütfu ve inayeti olmasaydı
ve eğer
Allah pek şefkatli ve merhametli olmasaydı, başınıza
müthiş bir azap gelirdi.
21
– Ey iman edenler!
Sakın şeytanın izinden gitmeyin.
Her kim
şeytanın peşinden giderse bilsin ki o
kendisinden hep fena, çirkin ve meşrû olmayan
şeyleri yapmasını ister.
Eğer
Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı,
sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı.
Ancak Allah
dilediğini temizleyip arındırır.
Çünkü
Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her
şeyi kemaliyle bilir.
[4,79; 2,208]
22
– İçinizden
fazilet ve imkân sahibi olanlar, akrabalara, fakirlere,
Allah yolunda hicret etmiş olanlara sadaka vermeme
hususunda yemin etmesinler.
Affedip müsamaha
göstersinler.
Siz de
Allah’ın sizi affedip müsamaha göstermesini
arzu etmez misiniz?
Allah gerçekten
gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı
boldur).
23
– Şu kesin ki,
hayasızlıktan habersiz, iffetli mümin hanımlara,
zina iftirası atanlar dünyada da âhirette de lânete
uğrarlar.
Onlara müthiş
bir azap vardır. [33,57]
24
– Gün gelecek,
dilleri, elleri ve ayakları yapmış
oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek
aleyhlerinde şahitlik edecektir.
[32,20; 17,36; 36,65]
25
– O gün Allah
onlara hak ettikleri karşılığı
tam tamına verecek
ve onlar da
Allah’ın, gerçeği açıklayan, hakkın
ta kendisi olduğunu anlayacaklardır. [50,22]
26
– Kötü kadınlar
ve kötü sözler, kötü erkeklere;
kötü
erkekler, kötü kadınlara ve kötü sözlere;
temiz kadınlar
ve temiz kelimeler ise temiz erkeklere;
temiz
erkekler de temiz kadınlara ve temiz sözlere yakışır.
Bu temiz
insanlar, o iftiracıların dedikodularından
berîdirler,
onlara mağfiret,
değerli ve büyük bir nasip vardır.
27
– Ey iman edenler!
Kendi evleriniz dışındaki evlere,
sahiplerinden
izin isteyip onlara selam vermeden girmeyiniz.
Böyle
yapmanız sizin için daha münasiptir.
Olur ki düşünür,
hikmetini anlarsınız.
Cahiliyede
arapları selam ve haber vermeden evlere dalarlardı.
Bu âyet, mesken dokunulmazlığını,
evlere giriş kuralını belirledi. Hz.
Peygamberin tatbikatı ve hadisleri bu konuyu da
yeterli derecede açıklamıştır.
Hadislerden biri, girmek isteyenin önce selam verip
sonra “Girebilir miyim” diye izin istemesini, üçüncü
tekrardan sonra izin verilmezse geri dönmesini bildirir.
28
– Şayet orada
hiçbir kimse bulamazsanız size izin verilmeden
oraya girmeyiniz.
Eğer
size: “Müsait değiliz, geri dönün” denirse dönün.
Bu sizin için
daha nezih, daha münasiptir.
Allah yaptığınız
her şeyi tamamen bilir.
29
– İçinde
oturulmayan fakat sizin faydalanma hakkınız
bulunan evlere girmenizde mahzur yoktur.
Ama hiç
unutmayın ki Allah açığa vurduğunuz
ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
30
– Mümin erkeklere
bakışlarını kısmalarını
ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını
söyle.
Bu, onlar için
en uygun olan davranıştır.
Allah yaptıkları
her şeyden hakkıyla haberdardır.
{KM, Matta 5,28}
Âyette
kısma anlamına gelen “gadd”
kelimesi, kısmilik ifade eden “min”
edatı ile kullanılmıştır. Kısıtlanan
şey erkeklerin kadınlara bakmaları,
insanların birbirlerinin edep yerlerine bakmaları
veya müstehcen görüntülere bakmalarıdır.
Bir
hadis meali: “Namahreme ilk bakış sana ait
olup, sorumluluğu yoktur. Ama ikincisi yani bakışı
devam ettirmen senin aleyhindedir.” Bakmanın caiz
olduğu yerlerden biri: Evlenme niyetiyle birbirini
görme sırasında olur. Erkeğin örtmesi
farz olan yeri, göbeği ile diz kapağı
arasıdır. Kadınınki ise, elleri ve yüzü
hariç, baştan aşağı bütün vücududur.
Şafîî gibi birçok müçtehide göre yüzü de örtünme
yerine dahildir.
31
– Mümin kadınlara
da bakışlarını kısmalarını
ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle.
Yine söyle
ki mecburen görünen kısımları müstesna
olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.
Başörtülerini
yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler.
Zinet takılan
yerlerini kocaları, babaları, kocalarının
babaları,
oğulları,
üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek
kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin
oğulları,
mümin kadınlar,
ellerinin altında bulunanlar (köleler),
erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan
hizmetçiler
veya henüz
kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları
dışında
kimseye göstermesinler.
Saklı
zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını
da vurmasınlar.
Ey müminler!
Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki felaha
eresiniz. [35,59]
Zinetlerden
maksat, ya kolye, küpe, bilezik gibi zinetlerin yerleri
yahut bizzat zinet eşyalarıdır. Birinci görüş
daha ağır basar. Örtülecek yerlerden istisna
el, yüz ve ayaklardır. Yüz ile ayakların örtülmesinin
farz olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
32
– İçinizden
evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden
evlenmeye müsait olanları evlendirin. Eğer
fakir iseler, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını
giderir. Çünkü Allah’ın lütfu geniştir.
Her şeyi hakkıyla bilir (ihtiyaçları ve
lütfa lâyık olanları da bilir).
Âyetteki
emir kipinin farziyet ifade etmediğine karineler
vardır. Kesin olan, evlenmenin şahsî bir
tasarruf olduğudur. Ancak burada emir, akrabalar,
yakını olmayanlar için düşünülür ise
yöneticilerin evlendirme konusunda yardımcı
olmasının mendup olduğunu gösterir.
33
– Evlenme imkânı
bulamayanlar ise, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını
giderinceye kadar iffetli kalmaya çalışsınlar.
Eliniz altındaki
köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak isteyenler
olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe
yapınız. Allah’ın size ihsan ettiği
maldan siz de onlara veriniz. Mecburî hizmet
bedellerini ödemelerine yardım ediniz.
Dünya
hayatının geçici metâını elde
etmek için, sakın cariyelerinizi -hele iffetli
olmak isterlerse- fuhşa zorlamayın. Her kim
onları fuhşa zorlarsa, bilinmelidir ki
zorlanmalarından sonra, Allah kendileri hakkında
gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı
boldur). [9, 60; 4,25]
Köle
veya cariye efendisine başvurup hürriyetini satın
almak istediğini söylerse, efendisi ona ödemesi
gereken meblağı bildirip bunu ödemesi halinde
hür olacağına dair onunla bir akit imzalar.
Bu akde, “mükâtebe”
denilir. Bu durumda çalışıp para kazanma
imkânı bulması için efendisi ona vakit imkânı
da verir. Zekât fonunun sarfedileceği sekiz bölümden
biri de “rikab”
adı ile bu bölüm olduğundan mükâtibler bu
yardımdan da yararlanırlar.
Öte
yandan bu âyet, Cahiliye dönemine ait fuhuş
evleri işletmesini de kesinlikle ilga etmiştir.
34
– Muhakkak ki size
dinin hükümlerini açıklayan âyetler, aynen
sizden önce gelip geçenlerin hallerinden misaller ve
Allah’a karşı gelmekten sakınacaklar için
birtakım öğütler indirdik.
35
– Allah göklerin ve
yerin nûrudur. O’nun nûrunun misali, tıpkı
içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Lamba bir sırça
(cam) içinde, o sırça da sanki parlayan incimsi
bir yıldız!
Bu lamba,
ne yalnız doğuya, ne de yalnız batıya
mensup olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından
tutuşturulur. Bu öyle bereketli bir ağaç ki,
nerdeyse ateş değmeden de yağ
ışık verir. Işığı pırıl
pırıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna
iletir. Gerçeği anlamaları için insanlara böyle
temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. [4,174;
39,22; 57,28; 6,122; 57,19] {KM, II Samuel 22, 29; I
Yuhanna 1,5; Yuhanna 8,12}
Nur:
“Görmeye vesile olan ışık” veya “Işık
kaynağı” anlamına gelir. Bu anlamı
ile nur yaratılmış olduğundan, âyetin
ilk cümlesi: “Allah, güneş vb.
ışık saçan cisimleri yaratmak sûretiyle
gökleri ve yeri aydınlatan” veya “Göklerde ve
yerde olanları sapıklıktan kurtaran, hidâyete
erdiren, aydınlığa çıkaran” diye
tefsir edilir. Başka geniş tefsirler de vardır.
Hülasa nûr ismi, Allah Teâla hakkında bazı
alimlerce mecazî, bazılarınca da hakikî mânada
değerlendirilir. Birçok çağdaş müfessir,
bu âyetin devamında, başka bazı gerçekler
arasında, bir de elektrik ampülüne işaret
edildiği kanaatindedirler.
36-37
– O nûra, Allah’ın
yükseltilmesine ve içlerinde kutlu isminin
zikredilmesine izin verdiği evlerde (mescidlerde)
kavuşulur. Oralarda, sabah akşam O’nun
şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler
vardır ki, ne ticaretler, ne alım ve satımlar
onları Allah’ı zikretmekten, namazı
hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz.
Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale
döneceği, alt üst olacağı bir günden
endişe ederler. [39,47;
73,40; 18,14,42; 76,10; 62,9; 63, 9; 72,18]
Âyetteki
“evler” mescitler olarak tefsir edilmekle beraber
aynı zamanda “müminlerin evleri” diye de
tefsir edilir. Hatta bazı müfessirler bu ikinci
izahın ağır bastığı
kanaatini taşırlar (Tefhimu’l-Kur’ân).
Zira İslâmda ibadet mâbedlerle ve ruhban sınıfı
ile sınırlı değildir.
38
– Allah Teâla
onlara yaptıklarına karşılık en
güzel mükâfatı verecek, onların mükâfatlarını
kendi lütfundan artıracaktır.
Allah
dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.
[39,34; 25,16; 16,31; 6,160]
39
– Dini inkâr
edenlere gelince:
Onların
işleri düz, ıssız bir çöldeki serap
gibidir ki susayan onu su zanneder.
Nihayet
onun yanına varınca su namına hiçbir
şey bulamaz… Fakat Allah’ı bulur.
O da onun
hesabını tam tamına görür. Zira Allah
hesabı pek çabuk görür. [25,23]
40
– Yahut o kâfirlerin
duygu, düşünce ve davranışları
derin bir denizdeki yoğun karanlıklara benzer.
Öyle bir
deniz ki onu, dalga üstüne dalga kaplıyor...
Üstünde
de koyu bulut.
Üst üste
binmiş karanlıklar...
İçinde
bulunan insan, elini uzatsa nerdeyse kendi elini bile göremiyor.
Öyle ya,
Allah birine nûr vermezse artık onun hiçbir nûru
olamaz. [2,257; 6,122]
41
– Baksana göklerde
olan, yerde olan herkes, kanatlarını çarparak
uçan dizi dizi kuşlar, hep Allah’ı tesbih
ederler.
Onlardan
her biri kendi duasını ve tesbihini pek iyi
bellemiştir. Allah onların yaptıklarını
hakkıyla bilir. [17,44;
22,18]
42
– Göklerin ve yerin
hâkimiyeti Allah’ındır.
Bütün işler
O’na götürülür, hüküm O’nun kapısından
çıkar.
43
– Baksana, Allah
bulutları sevkediyor, sonra onları bir araya
getirip üst üste yığıyor.
İşte
görüyorsun ki bunların arasından yağmur
çıkıyor.
O gökten,
oradaki dağlar büyüklüğünde bulutlardan
dolu indirir de onunla dilediğini vurur, dilediğini
de ondan korur.
Bu bulutların
şimşeğinin parıltısı
nerdeyse gözleri alıverecek!
44
– Allah gece ile gündüzü
birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü
geceye dönüştürüyor, sürelerini uzatıp kısaltıyor.
Elbette bunda görebilenler için alınacak bir ders
vardır. [3,190]
45
– Allah her canlıyı
sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür,
kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört
ayağı üstünde yürür.
Allah
dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye
kadirdir.
46
– Gerçekten Biz hükümlerimizi
açıklayan âyetler indirdik.
Allah
dilediği kimseyi doğru yola hidâyet eder.
47
– Çünkü niceleri:
“Biz Allah’a ve Resulüne inandık ve itaat
ettik” derler de sonra onlardan bir kısmı,
buna rağmen geri dönerler. İşte bunlar mümin
değildirler. [4,150]
48
– Aralarında hükmetmesi
için Allah’ın ve Resulünün hükmüne dâvet
edildiklerinde, bir de bakarsın onlardan bir kısmı
yüz çeviriyor! [4,60-61;
105]
49
– Ama hüküm
kendilerinden yana gözükmeye görsün, tam bir itaat içinde
koşa koşa gelirler.
50
– Sahi, kalplerinde
bir inkâr hastalığı mı var bunların?
Yoksa
imanda şüpheye mi düştüler yahut Allah’ın
ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık
yapacağından mı endişe ediyorlar?
Doğrusu,
asıl zalimler hem de kendi kendilerine haksızlık
edenler, onların ta kendileridir!
51
– Haklarında hüküm
verilmek üzere Allah’a ve Resulüne dâvet edilen müminlerin
söyledikleri tek söz:
“Hay hay!
Başüstüne!” demek olmuştur. İşte
felaha erenler onlar olacaklardır.
Gerçek
müminin başlıca özelliği, karşı
karşıya kaldığı her durumda
Allah’ın rızasını gözetmek,
Allah
ve Resulünün Kur’ân ve hadislerde varid olan hükümlerine
gönül rızası ile uymaktır.
Aksine
davranış münafıkların vasfıdır.
52
– Kim Allah’a ve
Resulüne itaat eder, Allah’ı tazim edip O’na
karşı gelmekten sakınırsa,
işte
ebedî başarı ve mutluluğa erenler onlar
olacaklardır.
53
– Senin kendilerine
emretmen halinde hicret
etmeye veya savaşa çıkacaklarına dair
vargüçleriyle yemin billah ettiler.
“Yemine
ne hacet!” de, “Yemin etmeyin, sizden istenen makul
bir itaattır.
Elbette
Allah yaptığınız ve yapacağınız
her şeyi bilir”
54
– De ki:
“Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin.
Eğer sırtınızı
dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden,
siz de
kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz.
Ama ona
itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.
Yoksa,
peygamberin görevi, açıkça tebliğ etmekten
başka bir şey değildir.” [13,40;
88,21-22]
55
– Allah içinizden
iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere
kesin olarak vaad buyurur ki:
Daha önce
müminleri dünyada hakim kıldığı
gibi kendilerini de hakim kılacak, kendileri için
beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik
etme gücü verecek ve yaşadıkları
korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene
erdirecektir.
Çünkü
onlar, yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi
Bana şerik yapmazlar.
Artık
bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar
yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş
olurlar. [2,30; 38,26;
27,16; 21,105; 14,14; 28,6; 6,165; 7,69; 8,26; 7,129]
56
– Öyleyse ey müminler,
siz namazı hakkıyla ifa etmeye devam edin, zekâtı
verin,
Peygambere
itaat edin ki merhamete mazhar olasınız.
57
– İnkâr
edenlerin dünyada Allah’ın hükmünden kaçıp
kurtulacaklarını sakın zannetme!
Onların
varacakları yer ateştir. Gerçekten ne kötü
bir sondur bu!
58
– Ey iman edenler!
Ellerinizin altında bulunan köle ve hizmetçileriniz
ile
içinizden
henüz bülûğa ermemiş çocuklarınız,
odanıza
girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler:
Sabah namazından
önce, öğle vakti istirahat için elbiselerinizi
çıkardığınız zaman ve bir de
yatsı namazından sonra.
İşte
bu üç vakit, mahremiyet vakitlerinizdir.
Ama bunların
dışında izinsiz girmelerinde ne sizin için
ne de onlar için bir mahzur yoktur.
Çünkü
sizin birbirinizin yanına girip çıkmanız
kaçınılmazdır.
İşte
Allah size âyetlerini böylece açıklar.
Gerçekten
Allah, alim ve hakîmdir (her şeyi kemaliyle bilir,
tam hüküm ve hikmet sahibidir).
59
– Çocuklarınız
büluğa erdiklerinde ise, kendilerinden büyük
olanları nasıl izin istiyorlardı ise,
odanıza
girmek için her vakitte izin istesinler.
İşte
Allah size âyetlerini böylece açıklar.
Çünkü
Allah her şeyi kemaliyle bilir, her hükmü yerinde
açıklar.
60
– Evlenme arzu ve
ümidi kalmamış olan ihtiyar kadınların,
zinet yerlerini teşhir etmeksizin, dış
giysilerini çıkarmaları, günah değildir.
Bununla
beraber sakınmaları, kendileri yönünden daha
iyidir.
Allah her
şeyi işitir, gizli âşikâr her şeyi
mükemmelen bilir.
61
– Görme özürlü,
topal veya hasta gibi özürlülerin
sizin
evlerinizden yemek yemelerinde mahzur olmadığı
gibi,
sizin de eşlerinize
yahut çocuklarınıza ait evlerinizden,
babalarınızın
evlerinden, annelerinizin evlerinden,
erkek kardeşlerinizin,
kız kardeşlerinizin evlerinden,
amcalarınızın
evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın
evlerinden, teyzelerinizin evlerinden
yahut
anahtarları size bırakılmış
sahip çıkmanız istenen yerlerden
veya arkadaşlarınızın
evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur.
İster
toplu, ister ayrı ayrı yemenizde de sakınca
yoktur.
Evlerinize
girdiğiniz zaman Allah katından kutlu, feyizli
ve bereketli bir iyi dilek temennisi olarak birbirinize
selam verin.
İşte
Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.
Umulur ki düşünüp
hikmetini anlarsınız.
[58,8] {KM, Matta 10,12}
Sefere
çıkanlar, savaş gazilerine, yaralılara
ve özürlü fakir kimselere evlerine sahip çıkmaları
için evlerini teslim ederlerdi. Bunlar da çekindiklerinden
dolayı, o evlerden yiyip içmezlerdi. Bunun mübahlığı
böylece kesinleştirilmiş olmaktadır.
62
– Gerçek müminler
ancak öyle kimselerdir ki
Allah’a
ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün
toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere
onun yanında bulundukları vakit ondan izin
almadıkça ayrılıp gitmezler.
Senden izin
isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten
iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için
senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin
kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile.
Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.
İslâm
toplumunu ilgilendiren önemli meselelerin görüşüldüğü
yere gitmek ve oradaki yetkilinin izni olmadıkça
ayrılmamak bir vecibedir. Hayatî bir mazeret olmadıkça
izin taleb etmek caiz görülmediği gibi mazereti
kabul edip etmemek de Hz. Paygamber (a.s.) ile İslâm
toplumunun yöneticilerinin takdirindedir.
63
– Resulullahın
sizi çağırmasını, sizin birbirinizi
dâvet etmenizle bir tutmayın.
Allah
elbette sizden birbirini siper edinerek sıvışıp
gidenleri bilir.
Öyleyse
Peygamberin emrine aykırı hareket edenler başlarına
dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gayet acı
bir azap gelmesinden korkup çekinsinler.
Resulullahın
çağrısına uymak farzdır. Onun duasına
Allah Teâla icabet buyurur. Dolayısıyla
ihtimamla itaat gerekir. Âyet aynı zamanda şunu
da ifade eder: Müminler, Hz. Peygambere hitab eder veya
ondan bahsederken sadece ismini zikretmekle kalmayıp
onun nübüvvet makamını ifade eden “Resulullah”,
“Resul-i Ekrem”, “Peygamber Efendimiz” gibi bir
vasfını söylemelidirler. Ayrıca ona
salat-ü selam getirmelidirler. [35,56]
64
– Dikkat edin! Göklerde
ve yerde ne varsa Allah’ındır. O şu anda
içinde bulunduğunuz durumu da pek iyi biliyor.
İnsanların kendi huzuruna götürülecekleri
büyük duruşma günü, yapmış oldukları
şeyleri tek tek kendilerine bildirip karşılığını
verecektir. Allah her şeyi pek iyi bilir. [2,144;
26,218-220; 10,61; 11,5; 18,49; 75,13]
|