KUR'AN-I KERİM İNDEKS
27 – NEML SÛRESİ
93
ayet olup Mekke döneminde inmiştir. İsmini,
18. ayetinde geçen ve “Karıncalar Vadisi”
anlamına gelen Neml kelimesinden almıştır.
Kur’ân’ın önemini anlatıp şirki
çürütür. Hz. Salih, Hz. Lût gibi nebîlerin tebliğlerine
yer vermekle bunu pekiştirir, özelikle Hz. Süleyman’a
fazla yer vermesiyle Hz. Peygamber (a.s.)’ın
istikbalinin parlak olduğunu işaret eder. Sûrenin
sonuna doğru müminlerin felahına, âhiret
hayatına ve İslâm muhaliflerinin elebaşılarının
helâk edileceklerine değinir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Tâ sîn. Şunlar
Kur’ân’ın ve gerçekleri açıklayan kitabın
âyetleridir.
2
– Müminler için
hidayet, rehber ve müjdedir.
[41, 44]
3
– O müminler ki
namazı hakkıyla ifa eder, zekâtı verir
ve âhirete kesin olarak iman ederler.
4
– Biz âhirete iman
etmeyenlere yaptıkları işleri süsledik,
o yüzden onlar körelmiş bir vaziyette bocalar
dururlar. [6,110]
İnsanlara
yaptıkları işlerin süslenmesi fiili,
Kur’ân’da bazan Allah Teâlaya, bazan da şeytana
izafe edilir. Birinci durumda her insanın kendi
tercihi ile benimseyip yaptığı iş,
Allah tarafından da güzel gösterilir, o bunu
yapmaktan memnun olur. İkinci durumda ise yine
insanın tercihi ile yaptığı iş
şeytan tarafından güzel gösterilir.
5
– Onlara çetin bir
azap vardır, âhirette ise en çok ziyana uğrayacak
olanlar da onlardır.
6
– Fakat sana gelince,
ey Resulüm hiç şüphe yok ki Kur’ân sana; her
işi hikmet dolu olan, her şeyi mükemmel
olarak bilen Allah tarafından verilmektedir. [6,115]
7
– Nitekim
Resullerden olan Mûsâ da çölde geceleyin yol alırken
ailesine: “Durun, demişti, uzaktan bir ateş
gördüm, oraya gideyim belki oradan yol hakkında
bir bilgi alır, yahut hiç değilse bir ateş
koru getirir de ısınmanızı sağlarım.”
Mûsâ
(a.s.) Medyende 8 - 10 yıl kaldıktan sonra,
ailesi ile Mısıra dönüyordu. Medyen, Hicazın
kuzey batı tarafında yer alır. Hz. Mûsâ,
Medyenden Mısıra doğru geliyordu. Sina
yarımadasının güney tarafında
bulunup Cebel-i Mûsâ da denilen Tûr dağına
varmıştı. Hz. Mûsâ’ya risalet verilen
yer 1666 m. yükseklikte bir yer olup, orada 365’te
Konstantin bir Kilise, ondan, iki asır sonra da Jüstinyen
bir mânastır yaptırmış olup halen
bu yapılar mevcuttur.
8
– Oraya varır
varmaz birden şöyle nida edildi. “Ateş
mahallinde ve çevresinde bulunan kimselere feyiz ve
bereket verildi. Alemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir,
bütün noksanlardan münezzehtir.”
{KM, Tesniye 33,16; Çıkış 3,2}
Nidanın
tamamlanmasından sonra son “Sübhanallah” cümlesi,
olayın büyüklüğüne hayret uyandırmakla
beraber, Allah hakkında benzetme hatasına düşmemek
içindir.
9
– “Dinle Mûsâ!
Ben, her şeye kadir, mutlak galip, her işi
hikmetle dolu olan gerçek İlahım.
10
– “Şimdi asânı
yere bırak!” Bırakıp da onun çevikçe
hareket eden bir yılana dönüştüğünü
görünce derhal kaçtı, bir kere olsun, dönüp
arkasına bile bakmadı. “Korkma, Mûsâ! Çünkü Benim huzurumda resuller korkmazlar.” buyurdu.
11
– “Benden korkanlar,
zulüm ve günah işleyenlerdir. Fakat onlar da o
fenalıktan sonra güzel işler yaparlarsa,
onlara karşı da Ben çok affedici, geniş
merhamet ve ihsan sahibi olarak muamele ederim.” [4,110]
12
– “Haydi, elini
koynuna sok! Şimdi çıkar: İşte
kusursuz, pırıl pırıl
ışık saçıyor. Böylece Firavun’a
ve onun halkına göstereceğin dokuz mûcizeye
bu da dahil olsun. Hakikaten onlar yoldan tam çıkmış
bir güruhtur.” [7,133;
17,101]
Bu
dokuz mûcize 7,133’de sayılmıştır:
Asâ, parlak el, büyücülerin büyülerini bozmak, kıtlık,
tufan, çekirge sürüleri, haşereler, kurbağalar
ve kan.
13
– Mûcize ve
belgelerimiz bütün aydınlığıyla
apaçık olarak onlara geldiğinde: “Bu
besbelli bir büyü!” dediler.
14
– Vicdanları
onların doğruluğuna şahitlik ettiği
halde,
sırf
kibir ve haksızlık saikiyle, onları inkâr
ettiler.
İşte
bak da fesatçıların, bozguncuların âkıbetlerinin
nasıl olduğunu gör!
15
– Biz Davud’a ve Süleyman’a
ilim verdik. Onlar da: “Bizi mümin kullarının
çoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun”
dediler.
16
– Süleyman
Davud’a vâris oldu ve “Ey insanlar, bize kuşların
dili öğretildi
ve daha her
şeyden bolca nasip verildi. Gerçekten bunlar âşikâr
lütuflardır.” dedi.
Bu,
veraset, nübüvvet ve hakimiyette yerine geçmektir ki
bu Davud (a.s.) ın on dokuz oğlundan yalnız
Süleyman’a (a.s.) nasib oldu. Süleyman’ın (a.s.)
M.Ö. 965-926 arasında 40 yıl kadar hükümdarlık
yaptığı söylenmektedir. Şimdiki
Filistin, Ürdün ve Doğu Suriyede hüküm sürmüştür.
Süleyman’ın (a.s.) kuş dili bildiği
Tevratta yer almasa da İsrailoğullarının
geleneklerinde yer almıştır (Jewish Encyclopadea XI, 439 ‘dan Tefhimu’l-Kur’ân).
17
– Günün birinde, Süleyman’ın
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan
orduları toplanmış olup, hepsi birlikte,
düzenli olarak kendisi tarafından sevkediliyordu.
Eski
Ahit’te cinlerin Hz. Süleyman’ın (a.s.)
ordusunda yer aldıklarına dair bilgi bulunmaz.
Fakat Talmut’ta ve Yahudî Rabbilerin nakillerinde
buna rastlanmaktadır (Jewish
Encyclopadea, XI, 440). Bazı çağdaş
tefsircilerin cinleri ve kuşları, bazı
insan grupları diye tevil etmeleri kabul edilemez (Tefhim).
18
– Derken Karınca
vadisine geldiklerinde, onları gören bir karınca:
“Ey karıncalar, haydin yuvalarınıza
girin.
Süleyman
ve orduları, sizi farketmeyerek ezip çiğnemesinler!”
diye seslendi.
Karınca
kıssası İsrail metinlerinde de yer almıştır.
Fakat kıssanın devamında Süleymanın
böbürlendiği, karıncanın da ona: “Sen
bir damladan yaratılmışsın” demesi
karşısında mahcup olduğu ileri sürülür
(Jewish
Encyclopadea, XI, 440). Burada da görüldüğü
gibi Kur’ân, diğer kutsal metinler karşısında
hakem konumundadır, onlara karıştırılan
beşerî ilaveleri düzeltmektedir. Buna rağmen
bazı oryantalistler sıkılmadan, Kur’ân’ın
bu tür kıssaları Yahudi rivayetlerinden aldığını
iddia etmektedirler.
19
– Onun sesini işiten
Süleyman tebessüm ederek:
“Ya Rabbî,
dedi, beni nefsime öyle hâkim kıl ki gerek bana,
gerek ebeveynime ihsan ettiğin nimetlere şükredeyim,
Seni razı
edecek güzel ve makbul işler yapabileyim.
Bir de lütfedip
beni salih kulların arasına dahil eyle!”
20
– Bir de kuşları
teftiş etti de: “Hüdhüdü neden göremiyorum,
yoksa kayıplara mı karıştı?”
dedi.
21
– “Kuvvetli ve geçerli
bir mazeret ortaya koymadığı takdirde
onu şiddetli
bir şekilde cezalandıracağım yahut
boynunu keseceğim.”
22
– Derken, çok geçmeden
Hüdhüd geldi: “Ben, dedi, senin bilmediğin bir
şeyi öğrendim ve sana Sebe’den önemli ve
kesin bir haber getirdim.”
23
– Sebe halkını
bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm.
Kendisine her türlü imkân verilmiş.
Onun güçlü
bir yönetimi olduğu gibi pek büyük bir tahtı
da var.
Sebe
halkı Güney Arabistan’da ticaretle uğraşan
bir millet idi. Başkentleri, Yemen’in San’a
şehrinin 55 mil kuzey doğusundaki Marib idi.
Sebeliler, M.Ö. 1100 - 115 arasında bin yıl
kadar bütün Arap yarımadasına hâkim olmuşlardı.
24
– Ne var ki onun da
halkının da Allah’ı bırakıp güneşe
ibadet ettiklerini gördüm.
Anlaşılan
şeytan yaptıkları bu kötü işleri
kendilerine güzel göstermiş ve onları yoldan
çıkarmış,
bu yüzden de hak yolu bulamıyorlar.
25
– Halbuki göklerde
ve yerde gizli olan her şeyi açığa çıkaran,
sizin
gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı
da bilen Allah’a secde ve ibadet etmeleri gerekmez mi?
26
– Halbuki o en geniş
hükümranlığın ve o en büyük Arşın
Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur.
27-28
– “Bakalım,
dedi Süleyman, doğru mu söyledin, yoksa yalancının
teki misin, bunu anlayacağız.
Sen şimdi
şu mektubumu götür, bırak onların yanına,
sonra
onlardan biraz uzaklaş ve ne yapacaklarını
gözle.”
29
– Kıraliçe:
“Değerli danışmanlarım! “Bana çok
önemli bir mektup gönderildi.”
30-31
– Mektup Süleyman’dandır
ve “rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla”
diye başlayıp:
“Bana karşı
kibirlenmeyin, itaat ve teslimiyet göstererek yanıma
gelin!” diye devam etmektedir.
Müslimîn kelimesinin itaat ve iman etme olarak iki anlamı vardır.
Bazı müfessirlere göre her iki anlam birden
kasdedilerek “İtaat ve iman etmiş olarak yanıma
gelin” diye açıklamak da mümkündür.
Süleyman’ın (a.s.) bu kıssası
Eski ve Yeni Ahitte, Kur’ân’dakinden farklı ve
daha geniş tarzda bulunur (I. Krallar, 10,1 - 29;
II. Tarihler, 9,1 - 12; Matta, 12,43; Luka, 11,31).
Yahudi rivayetlerinde maalesef Hz. Süleyman, değil
bir Peygamber’e, hatta iyi bir mümine bile yakışmayan
gurur, şehvet, putperestlik irtikâb etmekle itham
edilir ve sadece bir kral olarak tanıtılır.
Kur’ân, İsrail’in büyük şahsiyetleri
lehindeki şahitliği ile Yahudilere pek büyük
bir iyilik etmiştir ama onlar bunu takdirden geri
durmuşlardır.
32
– “Değerli
danışmanlarım, bu mesele hakkında görüşlerinizi
istiyorum. Pek iyi bildiğiniz gibi, sizi çağırmadan,
size danışmadan hiç bir meseleyi hükme bağlamam.”
33
– Onlar: “Biz güçlü,
kuvvetliyiz, savaşçı milletiz.
Ama irade
size aittir, değerlendirip münasip gördüğünüz
emri verin” dediler.
34
– “Doğrusu”
dedi Kıraliçe, hükümdarlar bir ülkeye girince
oranın düzenini altüst eder,
halkının eşrafını da
sefil ve zelil ederler.
Evet
istilacılar hep böyle yaparlar.
35
– Bunun içindir ki,
ben şimdi onlara bir hediye gönderip elçilerimin
ne gibi bir cevap getireceklerini bekleyeceğim.”
36
– Elçi Süleyman’a
gelince o, elçiye: “Siz bana mal ile yardım mı
etmek istiyorsunuz? Oysa Allah’ın bana verdiği
nimetler sizin verdiğinizden daha hayırlıdır.
Ama siz hediyenizle böbürlenirsiniz” dedi.
{KM, I Krallar 10,1-13; II Tarih 9,1-12}
Allah’ın
verdiği şeyler sadece dünyevî servet olmayıp,
ona ilaveten iman, ilim, hikmet gibi faziletlerdir.
37
– “Sen dön ve
onlara de ki: Biz onların üzerine, karşı
koyamayacakları ordularla yürüyeceğiz. Onları
yurtlarından mağlup ve zelil olarak çıkaracağız.”
38
– Daha sonra Süleyman
onların itaatlerini bildirmek üzere huzuruna
geleceklerini öğrenince yanındaki danışmanlarına:
“Değerli
danışmanlarım! Onların itaat içinde
huzuruma gelmelerinden önce, içinizden kim onun tahtını
bana getirebilir?” dedi.
39
– Cinlerden mağrur
ve iddiacı bir ifrit: “Ben, dedi, sen makamından
kalkmadan, onu sana getiririm. Benim onu taşımaya
gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda
getirecek emin bir kimseyim.”
40
– Ama nezdinde, kitaptan ilim olan bir
zat da: “Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu
getirebilirim” derdemez,
Süleyman,
Kıraliçenin tahtının yanıbaşında
durduğunu görünce:
“Bu,
Rabbimin lütuflarındandır. Bu şükür mü
edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım
diye beni sınamak içindir. Şükreden sadece
kendi lehine olarak şükreder.
Nankörlük
eden ise bilmelidir ki Rabbim onun şükründen müstağnidir,
şükrüne ihtiyacı yoktur, ihsan ve keremi
boldur.” [41,46; 30,44;
14,8]
Hz.
Süleyman’ın oturduğu Filistin ile Sebe arasındaki
mesafe iki bin kilometreden fazladır. Allah Teâla
mûcize olarak, o mesafeden Kıraliçenin tahtını
götürme imkanı vermiştir. Burada insanları,
bu işin sırrını aramaya, bilim ve
teknoloji yönünden incelemeye de gizli bir teşvik
sezebiliriz.
41
– Devamla dedi ki:
“Şimdi o Kıraliçenin tahtını
kendisinin tanıyamayacağı bir hale
getirin, bakalım bunu bilecek mi bilemeyecek mi?”
42
– Süleyman’ın
huzuruna girince ona: “Senin tahtın da böyle
midir?” diye soruldu.
“Sanki
o!” dedi, zaten bize daha önce ilim nasib edildi;
onun için de biz teslimiyet gösterenlerden olduk.”
Kıraliçe
zeki ve tecrübeli biri olarak Süleyman’ı (a.s.)
dikkatle inceleyip şunları tesbit etti. 1.Mektûbunun
değişik üslubu, Allah’ın adı ile
başlaması. 2.Kıymetli hediyeleri kabul
etmemesi. 3.Elçisinin onun hakkındaki iyi
intibaları. Bunlar onu ziyaret etmesine sebep teşkil
etti. Şahsen görüşünce onun şu özelliklerine
de şahid oldu: 4.Tahtının getirilmesi mûcizesi.
5-O dünya padişahının temiz, dürüst, mütevazi
ve dindar bir insan olması.
43
– Öteden beri
Allah’tan başka taptığı putlar,
tevhid dinine girmesini engellemişti. Çünkü o kâfir
bir millete mensup idi.
44
– Kıraliçeye:
“Buyurun, saraya girin” denildi. Sarayın eyvanını
görünce, zemininde engin ve duru su olduğunu
zannedip eteğini yukarı çekti. Süleyman:
“Bu, sırçadan yapılmış şeffaf
bir saraydır.” Kraliçe:
“Ya Rabbî,
dedi, Ben Sen’den başkasına ibadet etmekle
kendime zulmetmişim,
şimdi
ise Süleymanla birlikte alemlerin Rabbine teslim
oluyorum.”
45
– Bir vakit Biz
Semud halkına da, yalnız Allah’a ibadet edin
diye çağrıda bulunmak için kardeşleri
Salih’i gönderdik.
Çok geçmeden
onlar birbiriyle çekişen iki bölük oluverdiler.
[7,73-77; 11,61-68; 26,141-159]
46
– “Ey halkım!”
dedi, “İyiliği bırakıp da neden kötülüğün
çarçabuk gelmesini istiyorsunuz.
Niçin,
merhametine nail olmak ümidiyle Allah’tan af
dilemiyorsunuz?”
47
– “Biz” dediler,
“senin ve sana bağlı olanların yüzünden
uğursuzluğa uğradık.”
Salih: “Uğursuzluk
dediğiniz şey Allah katında takdir edilmiştir.
Doğrusu
siz imtihana tutulan bir toplumsunuz” diye cevap verdi.
[7,131; 4,78; 36,19]
48
– Şehirde
dokuz çete vardı ki bunlar ülkede hep bozgunculuk
yapar,
iyileştirme
ve düzeltme adına hiç bir şey yapmazlardı.
49
– Allah’a yemin
ederek aralarında şöyle anlaştılar:
“Geceleyin
ona ve yakınlarına baskın yapıp
hepsini öldürür,
sonra da
sahip çıkan akrabalarına yakınlarının
öldürülmesi esnasında hazır bulunmadığımızı
bildirir ve biz gerçekten doğru söylüyoruz deriz.”
50
– Onlar bir tuzak
kurdular, ama tuzaklarına karşı Biz de
tuzak kurduk,
kendileri
farkında olmadan onların tuzaklarını
bozduk, onların planlarını altüst ettik.
51
– Bak işte
onların tuzaklarının âkıbeti nasıl
oldu!
Biz onları
da kendilerine uyan toplumlarını da imha ettik!
52
– İşte
onların, zulümleri sebebiyle ıssız kalmış,
çökmüş evleri...
Elbette
bunda bilen ve anlayan kimseler için ibret vardır.
53
– İman edip
Allah’a karşı gelmekten sakınanları
ise kurtardık.
54
– Lût’u da halkına
resul olarak gönderdik.
O da onlara
dedi ki: “Siz göz göre göre pek çirkin ve hayasız
bir iş yapıyorsunuz ha!” [7,80-84;
11,74-83; 15,57-77]
55
– Siz kadınları
bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?
Siz gerçekten
ne cahil bir güruhsunuz öyle!” [26,165-166]
56
– Halkının
buna karşı verdiği cevap sadece: “Lût’u
ve etrafındakileri şehrinizden kovun, çünkü
onlar çok temiz insanlar, yanımızda
kirlenmesinler(!)” demekten ibaret oldu.
İbn
Abbas bu sözü onların alay etmek kasdıyla söylediklerini
belirtmiştir.
57
– Biz onu, ailesini
ve beraberinde olanları kurtardık.
Yalnız
eşinin geride kalıp azaba uğrayanlardan
olmasını takdir etmiştik.
58
– Üzerlerine öyle
berbat bir yağmur indirdik ki!
Uyarılıp
da aldırmayanların mâruz kaldıkları
o yağmur ne fena bir yağmurdu!
59
– De ki: “Hamd
olsun Allah’a, selam olsun seçtiği kullarına.
Allah mı hayırlı, yoksa Ona ortak saydıkları
şeyler mi?
Burada
Lût’un (a.s.) ikinci hitabesi başlıyor. Önce
müminlere ilahî görgü kurallarından biri öğretilmek
üzere, önemli konuşmalarına Allah’a hamd
ve seçkin kullarına selam vererek başlamaları
öğretiliyor.
Hz.
Peygamber (a.s.) bu ayetin son cümlesini okuduktan
sonra cevap olmak üzere: “Hayır, Allah hayırlıdır,
bakidir, yücedir ve uludur” derdi.
60
– O nesneler mi üstün,
yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gökten sizin için su
indiren mi?
Öyle bir
su ki Biz onun sayesinde gözleri gönülleri açan pek
güzel bahçeler bitirmekteyiz.
Halbuki siz
onun bir tek ağacını bile bitiremezdiniz.
Hiç Allah
ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette
olmaz! Ama onlar haktan sapan bir gürûhtur.
[43,87; 29,63; 39,9-22; 13,33]
61
– O nesneler mi üstün,
yoksa yeri oturmaya elverişli kılan,
içinden
yer yer ırmaklar akıtan ve oraya sağlam
dağlar yerleştiren
ve iki
denizin arasına bir engel koyan Allah mı?
Hiç Allah
ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette
olmaz! Ama onların çoğu bu gerçeği
anlamıyorlar. [40,64;
25,53]
62
– O nesneler mi üstün
yoksa, çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın
duasını kabul edip sıkıntısını
gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı?
Hiç Allah
ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette
olmaz! Ne de az düşünüyorsunuz! [17,67;
16,53; 6,133, 165; 2,30]
63
– O nesneler mi üstün
yoksa size karanın ve denizin karanlıklarında
yol gösteren ve rahmetinin müjdecisi olarak rüzgarları
gönderen mi?
Hiç Allah
ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette
olmaz! Allah, müşriklerin şirk koşmalarından
münezzehtir. [16,6; 6,97]
64
– O nesneler mi üstün
yoksa mahlûkları ilkin yaratan, sonra da tekrar
hayat veren
ve sizi
gerek gökten gerek yerden rızıklandıran
mı?
Hiç Allah
ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette
olmaz! De ki: “Şerik iddianızda samimi
iseniz delilinizi
gösteriniz.” [85,12-13;
30,27; 86,11-12; 57,4; 20,54; 23,117]
Bu
son bölümdeki ayetler sadece müşriklerin batıl
inançlarını çürütmekle kalmıyor.
Allah’ı inkâr edenlerin de iddialarını
çürütüyor. Bulutların teşkil edilmesi, yağmurun
damla damla ihtiyaç miktarı gönderilmesi, aynı
toprak ve su ile beslenen ve esas yapıları aynı
maddelerden oluşan tohum ve çekirdeklerden çok değişik
binlerce çeşit bitkinin çıkarılması,
onların çiçekleri, renkleri, desenleri, meyveleri,
kokuları ile sergiledikleri ilim, hikmet, kudret ve
san’at; yaratılışın, başlangıcından
beri makrokozmoz ve mikrokozmoz evrendeki sistemlerde
devam eden aksaksız nizam, azıcık aklı
olanlara dahi bu nizamın sahibi tek Allah’ı
tanıtmaktadır. Ayetler, insanı bu kabil
tefekküre yöneltmektedir.
65
– De ki: “gerek göklerde
gerek yerde olanlardan hiç kimse gaybı bilemez,
gaybı yalnız Allah bilir.”
Dolayısıyla,
onlar ne zaman diriltileceklerini de bilemezler. [31,34;
6,59; 7,187]
66
– Fakat âhiretin
varlığına dair bilgiler, kendilerine
resulleri vasıtasıyla ulaşmaktadır.
Doğrusu
onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır, hayır
onlar âhiretten yana kördürler. [18,48]
67
– Bunun içindir ki
kâfirler: “Sahi” dediler, “biz de babalarımız
da ölüp toz toprak olduktan sonra, biz mi diriltilip
kabirden çıkarılacağız?”
68
– “Bize de, daha
önce babalarımıza da bu dirilme, vaad edilip
durdu. Bu, önceki insanların masallarından başka
bir şey değildir!”
69
– De ki: “Hele dünyayı
bir dolaşın da mücrimlerin âkıbetleri
nasıl olmuş görün!”
70
– Sen onlardan ötürü
sakın üzülme ve onların kuracakları
tuzaklardan dolayı asla tasalanma!
71
– “İddianızda
doğru iseniz bu vaad ne zaman gerçekleşecek?”
derler. [17,51; 29,54]
72
– De ki: “Acele
ile istediğiniz o azabın bir kısmı
belki de ensenize binmek üzeredir.”
73
– Doğrusu
senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf
sahibidir.
Fakat
insanların çoğu O’na şükretmezler.
74
– Rabbin, onların
gerek sinelerinin sakladığı, gerek açığa
vurdukları her şeyi tamamen bilmektedir. [13,10;
207; 11,5; 27,25]
75
– Gökte ve yerde
gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir
kitapta yer almasın.
76
– Bilesiniz ki bu
Kur’ân, (Süleyman’ın bu kıssası
gibi) hakkında ihtilafa düştükleri şeylerin
pek çoğunu İsrailoğullarına
anlatmaktadır. [19,34]
77
– Hem Kur’ân müminler
için hidayet rehberidir, rahmettir.
78
– Senin Rabbin
onların arasında hikmet ve adaletiyle hükmedecektir.
Gerçekten
O, aziz ve alîmdir (mutlak galiptir, her şeyi hakkıyla
bilir).
79
– O halde yalnız
Allah’a güven, çünkü tuttuğun yol gerçekliği
meydanda olan hak yoludur.
80
– Şunu bil ki
sen, ne ölülere sesini duyurabilirsin, ne de arkasına
dönüp uzaklaşan sağırlara bu dâveti işittirebilirsin.
81
– Sen körleri de
sapıklıktan kurtarıp doğru yola
getiremezsin.
Sen ancak
ayetlerimize iman etmeye yatkın kimselere çağrını
duyurabilirsin. Çünkü onlar hakka teslim olurlar.
82
– Kıyamet hakkındaki
sözün gerçekleşme zamanı yaklaşınca
onlara yerden bir dabbe (canlı) çıkarırız.
O da
insanların bizim ayetlerimize, (özellikle kıyamete
dair ayetlerimize) inanmadıklarını söyler.
{KM, Vahiy 13,11}
Kıyamet
alâmeti olan dabbe müteşabih bir kavramdır.
Dilde, hafifçe de olsa hareket eden her şeye hatta
tren, otomobil gibi cansız şeylere de
denebilir. Fakat esas itibariyle canlılar hakkında
kullanılır. Konuşma sıfatından
dolayı çıkarılacak dabbenin insan olacağı
söylenmiştir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden
birinin meali: “Dabbetü’l-arz
Mûsâ’nın asası, Süleyman’ın mührü
yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin
yüzünü parlatacak, asâ ile kâfirin burnunu kıracak,
insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak.”
83
– O büyük duruşma
günü, her ümmetten ayetlerimizi yalan sayan birer
cemaat toplarız, onlar bir araya getirilip Allah’ın
huzuruna sevkolunurlar. [37,21-22;
81,7]
84
– Nihayet hesap
yerine vardıklarında Allah Teâla: “Demek
siz ayetlerimin ne olduğunu iyice anlamadan yalan
saydınız öyle mi? Yoksa ne yaptınız?”
[75,32; 77,34]
85
– İşledikleri
zulüm yüzünden tehdit olundukları azap hükmü
onlar hakkında gerçekleşti, onların artık
konuşacak halleri kalmadı.
86
– Onlar anlamıyorlar
mı ki Biz, insanların dinlenip sükûnet
bulmaları için geceyi, çalışsınlar
diye de gündüz aydınlığını
yarattık.
Elbette
bunda iman edecek kimseler için ibretler vardır.
87
– Gün gelecek sûra
üflenecek, Allah’ın dilediği dışında,
göklerde ve yerde olan herkes müthiş bir korkuya
kapılacak.
Hepsi boynu
bükük vaziyette O’nun huzuruna varacaklar. [17,52;
30,25; 70,43]
88
– Bir de o dağları
görür, donuk ve hareketsiz sanırsın;
Oysa onlar
bulutun yürüdüğü gibi yürümektedirler.
İşte
bu, her şeyi muhkem ve mükemmel yapan Allah’ın
sanatıdır.
Muhakkak ki
O, sizin yaptığınız her şeyden
haberdardır. [52,9-10;
20,105-107; 18,47; 81,3] {KM, Vahiy 6,14}
89
– Kim Onun huzuruna
bir iyilikle gelirse, ona daha hayırlı bir mükâfat
vardır.
Üstelik
onlar o kıyamet gününün dehşetinden emin
olacaklardır. [6,160;
21,103; 41,40]
90
– Kim de kötü işlerle
gelirse, onlar da yüzü koyun ateşe yuvarlanırlar.
Siz işlediklerinizin karşılığından
başka bir şey mi bulacaktınız?
91-92
– De ki: Bana bu
beldeyi muhterem ve mukaddes kılan ve her şey
Kendisine ait olan Allah’a bir olarak ibadet etmem
emredildi.
Keza bana
Allah’a teslim olanların ilki olmam ve Kur’ân
okumam da emredildi. Artık kim doğru yolu
bulursa sırf kendisi için bulmuş olur. Kim de
yoldan saparsa de ki: “Ben sadece uyarmakla görevli
elçilerden biriyim.”
[106,3-4; 3,58; 28,3; 13,40]
Bu
sûre Mekki olup “Önce en yakın akrabalarını
uyar” buyruğunun bir uygulaması kabilinden,
bu ayet Hz. Peygambere Mekkelilere şöyle demesini
emrediyor: “Allah can güvenliğinin olmadığı
geniş Arap ülkesi ortasında Mekkeyi güvenli
bir yer yaptı, bütün insanların kıblesi
kıldı. Ama siz nankörlük edip başka
putlara yönelseniz de, ben yalnız Ona kulluk
ederim.”
Bu
sûre indirildiğinde Hz. Peygamber (a.s.) ın
bu derecede yalnız iken, müteakip ve son ayet olan
93. ayette istikbal hakkında kuvvetli bir garanti
verilmesi, o tarihten itibaren İslâmın dünyanın
her tarafında gittikçe güçlenerek yayılması,
Kur’ân’ın her şeyi bilen Allah tarafından
gönderildiğinin kesin bir delilidir.
93
– De ki: “Hamd O
Allah’a olsun ki size er geç alametlerini gösterecek
siz de onları
tanıyacaksınız. Senin Rabbin, sizin yaptıklarınızdan
habersiz değildir.”
[41,53]
|