KUR'AN-I KERİM İNDEKS
2
– BAKARA SÛRESİ (101-200)
101 –
Onlara, Allah katından, kendilerine verilen Tevrat’ı tasdik
eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i kitapdan bir kısmı, güya
gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını
arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de [7,157;
2,89-91]
102 – tuttular
Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların
uydurdukları sözlere tâbi oldular.
Halbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl
o şeytanlar küfre gittiler.
Halka sihiri ve Babilde Hârut ve Mârut adlı iki meleğe
indirilen şeyleri öğretiyorlardı.
Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik,
sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi.
İşte bunlardan koca ile karısının
arasını açacak şeyler öğreniyorlardı.
Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla
hiç kimseye zarar veremezlerdi.
Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler
öğreniyorlardı.
Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını
pek iyi biliyorlardı.
Karşılığında kendi varlıklarını
sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!
Yahudiler dünya ülkelerine dağılıp
parçalanınca (özellikle Babil esareti sırasında) büyü
kabilinden şeyleri öğrendiler. Bu sihiri de Hz. Süleyman (a.s.)a
bağladılar. Allah’ın kitabından uzaklaştılar.
Kur’ân Hz. Süleyman (a.s.)’ın, sadece büyüden değil, Tevrattaki
diğer bazı isnatlardan da beri olduğunu bildirir. Büyüden
başlıca maksatları, karı kocayı ayırmaktı.
Bu da onların ahlâkça ne derece düştüklerini gösterir.
103 – Şayet
onlar iman edip sihir gibi haramlardan sakınmış olsalardı,
Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında
daha hayırlı olurdu.
Keşke
bunu bilselerdi!
104 –
Ey iman edenler! (Siz, onların böylesi kötü etkilerine karşı
uyanık olun, mesela) “Râina” demeyin, “Unzurna”
deyin ve dinleyip itaat edin.
Kâfirler için acı veren bir azap vardır. [4,46]
Bu âyetten itibaren, müminler yahudilerin
kurdukları tuzaklara karşı uyarılıyorlar. Onlar
Hz. Peygamber’e görünüşte saygı gösterseler de, daima onun
bir açığını yakalamak için pusuda bekliyorlardı.
Kaypak, müphem kelimeler kullanıyorlardı. Mesela: Müslümanlar,
Efendimize: “Bizi gözet, himmet et” anlamında râina
derlerdi. Buna benzer raina kelimesi İbranîcede hakaret ifade eder.
Bunu fırsat bilerek, ağızlarını eğip bükerek,
bu kelime ile Hz. Peygamber’e hitap ederlerdi. Âyet, onların maskelerini
indiriyor.
105 –
Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler,
rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini
arzu etmezler.
Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder.
Allah büyük lütuf sahibidir.
106 –
Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe,
herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz.
Allah’ın herşeye kadir olduğunu bilmez
misin? [16,
101; 22,52]
Hem nesheden, hem de neshedilen âyetler,
Kur’ân metni olma bakımından eşit değerdedirler.
Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri
sevap yönündendir.
Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta:
“Şariin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delille
kaldırması” dır. Allah Teâla insanlığı
Cahiliye anarşisinden İslâma çıkarırken köprü konumundaki
sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır.
Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış
bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen
nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür.
Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teâla bakımından
nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği
vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi
yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlûkatı yaratmadan
önce nâsihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan
ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev)
ile sınırlı olduğunu da bilmektedir. Neshe bir misal
verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce,
anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı
(2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu
değil, ilmî bir değerlendirmedir.
107 –
Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.
Sizin O’ndan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız
yoktur.
108 –
Yoksa siz daha önce Mûsâ’dan istendiği gibi Resulünüzden de olur
olmaz şeyler istemek, onu sorguya çekmek mi istiyorsunuz?
Kim imana bedel inkârı alırsa, artık doğru
yoldan sapmış olur. [4,153]
109 – Sırf
nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i
kitaptan birçok kimse, gerçek kendilerine ayan beyan belli olduktan
sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir
haline çevirmek isterler.
Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve
hoşgörün.
Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. [3,186]
110 –
Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin.
Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz,
mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz.
Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.
111 –
Bir de: “Yahudi veya hıristiyan olanlardan başkası cennete
asla giremez” dediler. Bu onların kendi kuruntuları... Sen
de ki: “İddianızda doğruysaız haydi delilinizi ortaya
koyun.” [5,18]
112 –
Hayır, iş öyle değil! Kim halis olarak kendisini Allah’a
teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabbinin nezdinde
onun mükafatı olacaktır. Onlar ne korkuya mâruz kalacak ve
ne de üzüntü duyacaklardır. [3,20;
4,142]
Cibril hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil
(a.s.) ın İslâmı mükemmel bir özetlemesini ihtiva eden
hadîs-i şerîfe göre İhsan: “Senin Allah’ı görüyormuşcasına
O’na ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu göremiyorsan da O seni görüyor”
Burada bu anlamda veya geniş mânası ile ihsan (iyilik yapmak,
iyi davranışlarda bulunmak) kasdedilebilir.
113 –
Yahudiler: “Hıristiyanlar hakikî bir din üzere değil.”
Hıristiyanlar ise: “Yahudiler hakikî bir din üzere
değil” dediler.
Halbuki her iki topluluk da Kitabı (Tevrat ve İncîl’i)
okumaktalar.
Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler.
Allah, kıyamet günü anlaşamadıkları
hususlarda hükmünü verecektir. [22,17; 34,26;
2,62]
Bilmeyenlerden maksat: Arap müşrikleri,
putperestler, dinsizler olup bunlar da, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa,
Semâvî dinlere karşı “hiçbir hakikate istinad etmez, aslı
yoktur” dediler.
114 –
Allah’ın mescidlerinde Allah’ın adının anılmasını
engelleyip oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan
daha zalim kim olabilir?
Bunlar oralara ancak korka korka girebilirler.
Onlar için dünyada zillet, âhirette ise müthiş bir
azap vardır. [9,17-18-28]
115 –
Doğu da Batı da Allah’ındır.
Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah’a itaat ve ibadet
ciheti vardır.
Muhakkak ki Allah’ın lütfu ve rahmeti geniştir,
ilmi her şeyi kuşatır.
116 –
Bir de: “Allah evlat edindi” dediler.
Hâşa!
O böyle şeylerden münezzehtir.
Bilakis
göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun mahlûkudur.
Hepsi
O’nun emrine boyun eğmektedir. [19,88;
112,1-4; 13,15] {KM, Tekvin 6,2.4; Eyup 1,6; Mezmurlar 2,7. Luka 3,38;
Matta 26,63; 5, 44-45; Luka 6,35}
117 –
O, gökleri ve yeri yoktan varedendir.
Bir
şeyi yaratmak isteyince sadece “ol!” der, oluverir. [36,82;
16,40; 54,50]
118 –
Gerçeği bilmeyenler dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı
veya bize mûcize gösterilmeli değil miydi?”
Onlardan
öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi.
Kalbleri
nasıl da birbirine benziyor!
Gerçekleri
iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik. [74;52;
6,124; 51,52-53]
119 –
Biz seni sırf Kur’ân’la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin
ta kendisi olarak gönderdik.
Yoksa
sen cehennemliklerden ötürü sorguya çekilecek değilsin. [3,20; 88,22; 50,45]
Onun hak peygamber olduğunun en bariz delili,
kendi şahsîyetidir. Mekkeliler, hayatı boyunca, onun ahlâkını
biliyorlardı. İnsanlara bile hiç yalan söylemeyen bu faziletli
ve dine bağlı insanın, uydurduğu birtakım sözleri
Allah’a mal etmesi aklın alacağı bir şey değildir.
120 –
Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tâbi
olmadıkça asla senden razı olmazlar.
Sen de ki: “Allah’ın hidâyet yolu olan İslâm,
doğru yolun ta kendisidir.
Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine
uyacak olursan,
Allah’a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı
bulamazsın.
121 – Kendilerine
verdiğimiz kitabı, lâyık olduğu şekilde okuyup
izleyenler var ya! İşte onlardır onu tasdik edenler.
Kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsrana uğrayacakların
ta kendileridir. [5,66-68; 17,107-108; 28,52-54]
Abdullah İbn Selam (r.a.) gibi, hem
Tevrat’ı hem de Kur’ân’ı ve son Peygamberi tasdik eden zevat
buna dahildir. Cafer İbn Ebi Talib (r.a.) beraberinde Habeşistandan,
bir gemi ile gelip Ashab-ı sefîne denilen (32’si Habeşistanlı,
8’i Şam rahiplerinden olan) kırk kişi de bu cümledendir.
122 –
Ey İsrail’in evlatları! Size ihsan ettiğim nimetimi.
Ve sizi vaktiyle diğer insanlara üstün kıldığımı
hatırlayın.
123 –
Öyle bir günden sakının ki,
O gün hiçbir kimse bir başkasının yerine
ödeme yapamaz,
Hiçbir kimseden fidye kabul edilmez
Ve kendisine şefaat fayda etmez.
Onlara yardım da edilmez.
124 – Şunu
da hatırda tutun ki: Bir vakit İbrâhimi Rabbi birtakım
emirlerle sınamıştı.
O da onları hakkıyla yerine getirdiğinden
Rabbi kendisine: “Seni insanlara başkan (İmam) yapacağım”
dedi.
İbrâhim: “Ya Rabbi, neslimden de başkanlar çıkar”
deyince, Allah: “Zalimler ahdime (nübüvvete) nail olamazlar” buyurdu.
[6,161; 16,120-123; 3,67-68; 37,113; 14,40;
22,78] {KM, Tekvin 12,1;
17,11; 22,1-10; Matta 3,9; Luka 1,73}
125 –
Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı
ve güven yeri kıldık.
Siz de Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz.
İbrâhim ile İsmâil’e de: “Tavaf edenler, itikâfa girenler,
rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun” diye emretmiştik.
[14,35-41; 9,109; 22,26-29; 2,187, 3,97]
{KM, Tekvin 17,2.23}
İtikâf: Cemaatle namaz kılınan bir Mescitte ibadet niyeti ile
belirli bir zaman kalmak demektir.
126 –
Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir
yap.
Buranın halkından “Allah’a ve âhiret gününe
iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır.”
dedi.
Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp
az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları
cehennem azabına sürerim.
Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!”
[14,35; 27,91; 28,57; 29,67;
95,3]
127 –
İbrâhim ile İsmâil Beytullah’ın temellerini yükseltirken
şöyle dua ediyorlardı.
“Ey bizim Kerîm Rabbimiz! Yaptığımız
bu işi kabul buyur bizden!
Hakkıyla işiten ve bilen ancak Sen’sin.”
128 – Ey
bizim Yüce Rabbimiz! Bizi, yalnız Sana boyun eğen müslüman
kıl.
Soyumuzdan da yalnız Sana teslimiyet gösteren bir
müslüman ümmet yetiştir.
Ve bizlere ibadetimizin yollarını göster, tevbelerimizi
kabul buyur.
Muhakkak ki tevbeleri en güzel şekilde kabul eden,
çok merhametli olan ancak Sensin!” [14,
40; 25,74]
129 – Ey
bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resûl gönder ki;
Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara Kitabı
ve hikmeti öğretsin
Ve onları tertemiz kılsın.
Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin! (Üstün kudret,
tam hüküm ve hikmet sahibisin!)
Hz. İbrâhim (a.s.)’a bu duayı
yaptıran Cenab-ı Allah, Hz. Muhammed (a.s.)’ı yaratıp
Peygamber yapmakla onu kabul etmiştir. Vermek isteyince, istemeyi
ilham etmiştir.
130 –
Kendini bilmeyen ahmaktan başka kim İbrâhim’in dininden yüz
çevirir ki?
Biz onu dünyada nübüvvetle müşerref kılıp
seçtik. O âhirette de sâlihlerden olacaktır.
131 –
Rabbi ona: “Kendini canı gönülden Hakka teslim et!” deyince o derhal:
“Teslim oldum, âlemlerin Rabbine” demişti. [6,79;
16,120-122; 11,7]
132 –
Bu dini İbrâhim kendi evlatlarına vasiyet ettiği gibi
Yâkub da böyle yaptı ve: “Evlatlarım! dedi, Allah sizin için
bu dini seçti.
Sakın müslümanlıktan başka bir din üzere
ölmeyin.” [21,72; 3,33-34]
İsrailoğulları Hz. Yâkub
(a.s.)’ın neslinden geldiklerinden, özellikle onun adı zikrediliyor.
Tevrat’ta Hz. Yâkub’un vefatı anlatılırken onun bu son
isteği yer almaz. Fakat Talmud ayrıntılı bir şekilde
anlatır. (Mevdudî, Tefhim)
133 –
Ne o, yoksa siz ölüm Yâkub’a gelip çattığında, o evlatlarına:
“Benim ölümümden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediğinde siz
orada mı bulunuyordunuz?
Onlar cevaben şöyle demişlerdi: “Senin İlahına,
senin ataların İbrâhim, İsmâil ve İshakın İlahı
olan Tek İlaha kulluk ederiz
Ve biz ancak O’na teslim olan müslümanlarız.”
{KM, Tekvin 49,1; 48,15}
134 –
İşte onlar bir ümmetti, geldi geçti...
Onların kazandığı kendilerine, sizin
kazandığınız da sizedir.
Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz.
135 –
Bir de: “Yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız”
dediler.
De ki: “Biz bütün batıl dinlerden uzaklaşmış
olarak İbrâhim’in dinine tâbi oluruz.
O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.”
136 –
Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a,
Keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a
ve onun torunlarına indirilene
Ve yine Mûsâya,
Îsâ’ya,
Hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen
kitaplara iman ettik.
Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız.
Biz yalnız O’na teslim olan müslümanlarız.”
[4,150; 2,285] {KM, Tekvin 56 ve 59. bölümler;
Yuşa 3,12}
137 –
Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru
yolu bulmuş olurlar.
Yok yüzçevirirlerse, mutlaka size karşı bir
ayrılık ve düşmanlık içindedirler.
Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için
Allah sana yeter. O hakkıyla işitir ve bilir.
138 –
Siz Allah’ın verdiği rengi alınız.
Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan
kimdir?
“Biz ancak O’na ibadet ederiz” deyiniz.
139 –
Allah hem bizim Rabbimiz, hem de sizin Rabbiniz olduğu halde,
Siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa
ediyorsunuz?
Bizim yaptıklarımızın karşılığı
bize, sizin yaptıklarınızınki ise size ait.
Biz tam bir samimiyetle yalnız O’na bağlıyız.
[10,41; 3,20; 3,67-68]
140 –
Yoksa Siz İbrâhim, İsmâil, İshak ve Yâkub’un ve onun
evlatlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını
mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?
Allah’ın, Kitabı vasıtasıyla kendisine
ulaştırdığı hakikati saklayandan daha zalim
kim olabilir?
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
[3,67]
Yahudilik özel âyinleri ve düzenlemeleri
ile M.Ö. dördüncü asırda şekillenmiştir. Hıristiyanlık
Hz. Îsâ’nın dünyadan ayrılıp göğe yükseltilmesinden
çok sonra şekillenmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerden
önce yaşamış olan peygamberlerin, tarihî olarak bu dinlere
mensup olmaları mümkün değildir. Hal böyle olunca Kur’ân,
Allah nezdinde makbul olmak için, Allah’ın bütün peygamberleri
tarafından bildirilen ve bütün çağlarda yaşayan iyi insanların
uyduğu evrensel yolu kabul etmelerinin gerekli olduğunu vurguluyor.
141 –
İşte onlar bir ümmetti geldi geçti...
Onların kazandığı kendilerine, sizin
kazandığınız da sizedir.
Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz.
142 –
Akılsız insanlar: “Bu müslümanları daha önce yöneldikleri
kıbleden çeviren sebep nedir?” diyecekler.
De ki: “Doğu da Batı da Allah’ındır.
O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir.
{KM, Tekvin 2,8; Çıkış 26,22; Hezekiel 47,1. Luka 1,78}
Hicretten on yedi ay kadar sonra kıble,
Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe’ye çevirildi. Vahiy, Hz.
Peygamber öğle namazında iken geldi. İlk iki rekatı
Kudüs’e, son iki rekatı da namaz esnasında dönerek Mekke’ye
doğru kıldırdı. Kıbleteyn
(iki kıbleli) Mescidi, günümüzde Medine’de mevcuttur. Âyetin son
kısmı, kıble yönünün, Allah’ın sadece o tarafta
olduğu mânasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir.
143 –
Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar
nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber
de sizin hakkınızda şahit olsun.
Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbeyi
kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden
gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana
çıkarmaktır.
Gerçi bu oldukça ağır bir iştir. Ancak
Allah’ın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil
etmez.
Allah imanınızı zayi edecek değildir.
Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir,
çok merhametlidir. [17,82; 41,44; 4,115]
Müslümanlar, Allah’ın hidâyetine tâbi
olarak örnek ümmet haline geldiler. Kıblenin değiştirilmesi,
önderliğin İsrailoğullarından alınıp İslâm’a
verilmesini simgeliyordu. Allah Teâla âhirette peygamberlerin hakkı
tebliğ ettiklerini belgelemelerini isteyeceği gibi, ümmetten
de peygamberlerinden aldıklarını değiştirmeden
tebliğ edip etmediklerinin hesabını soracaktır.
Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.) şöyle
buyurmuştur: “Siz Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz,
neye şahitlik ederseniz gerekli olur.” Müminler, Allah’ı görüyorcasına
yaşamak, hal ve davranışları ile insanlara Allah’ı
tanıtma görevindedirler. Öyle ki, onları gören, Allah’ı
hatırlamalıdır.
“Ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez”
hadisi icmâ delilinin esas
kaynağıdır.
144 –
Elbette ilahi buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu
görüyoruz.
Artık müsterih ol, işte memnun olacağın
kıbleye seni yöneltiyoruz.
Haydi çevir yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru!
Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz çevirin
yüzünüzü oraya doğru!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kıbleyi
çevirmenin gerçekten Rab’leri tarafından olduğunu bilirler.
Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
{KM,
Yuhanna 4,21}
145 –
Kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü delili de getirsen
onlar senin kıblene yönelmezler.
Sen de onların kıblesine dönecek değilsin.
Zaten onların da bazısı bazısının
kıblesine yönelmez ki!...
Faraza, sana gelen bunca ilimden sonra onların keyiflerine
uyacak olursan,
Bilmiş ol ki, o takdirde sen de zalimlerden olursun.
[10,96-97]
146 –
Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammed’i)
tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi
tanırlar.
Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği
gizler.
147 –
Hak ve gerçek olan, Rabbinden gelendir, bunda hiç tereddüdün olmasın.
Resûlullaha hitaben “Hiç tereddüdün olmasın”
hitabı tehyic kabilindendir.
Yoksa, bundan, onun tereddüt ettiği mânasının çıkarılması
doğru değildir. İnsanın bir arkadaşına
te’kid gayesiyle, o hiç endişe ve merak etmese de:” Hiç endişen
olmasın, hiç merak etme, ben hallederim, o iş tamamdır!”
kabîlinden söz söylemesi, belagat bakımından yerinde bir iştir.
148 –
Herkesin yöneldiği bir cihet vardır,
Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın.
Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya
getirir.
Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet-i kerîme Kur’ân’ın müslümanların
şahsîyetlerini nasıl geliştirdiğini, esasta birleşme
ve fazilette yarışma kaydı ile, her bir ferdin değişik
bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini
ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade
etmektedir. Vallahu A’lem.
149 –
Her nereden yola çıkarsan çık,
Sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür.
Şüphesiz ki böyle yapmak, Rabbin tarafından
gelen gerçektir.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
150 –
Her nereden yola çıkarsan çık, sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına
çevir.
Ve siz de ey müminler! Her nerede olursanız yüzünüzü
oraya doğru çevirin ki
Halk aleyhinizde kullanacak bir delil bulamasın.
Yalnız onlardan haksızlık edenler başka!
Siz de onlardan değil, Ben’den çekinin ve o tarafa
yönelin ki
Size olan nimetlerimi tamamlayayım
Ve böylece siz de doğru yolu tutmuş olasınız.
151 –
Nitekim, size âyetlerimizi okuması,
Sizi tertemiz hale getirmesi, size Kitap ve hikmeti
Ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi
için sizden birini elçi gönderdik. [3,164;
14,28-29; 62,2]
152 –
Öyleyse siz Beni zikredin ki Ben de sizi anayım.
Şükredin Bana, sakın nankörlük etmeyin.
153 –
Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak
Allah’tan yardım dileyin.
Muhakkak ki Allah sabredenlerle bareberdir.
“Namaz müminin miracıdır.” Rûhun
huzuru, bedenin temizliği ve intizama girmesi, ruhî ve bedenî her
vazifenin, dünya ve âhiretle ilgili her türlü mükemmelliği, gerek
ferdî gerek toplumsal özellikleri ihtiva eden namaz ile sağlanır.
Hz. Peygamberin tavsifi ile “Dinin direği” olan namaz, imanı
besler, kulu Rabbine bağlar. Sonsuz elemleri ve emelleri olan âciz
insanı, her şeye kadir olan Rabbinin dergâhına ulaştırır.
154 –
Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin.
Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında
değilsiniz.
155 –
Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala,
cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz.
Sen sabredenleri müjdele!
156 –
Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde,
“Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na
döneceğiz” derler.
Böyle demeye, bu âyetten alınan bir
kelime ile istirca’ denir.
Bu âyet, İslâm ümmetine Allah’ın büyük lütuflarındandır.
Özellikle musîbet ve sıkıntı hallerinde “Biz Allah’a
âidiz” diyerek mümin malını, canını, her şeyini
Allah’a teslim etmekte, bütün kâinatın O’nun yaratıkları
olduklarını, O’nun kendi mülkünde dilediği işi yapmasının
yerinde olduğunu hatırlar. Kendisini o muazzam kuvvet kaynağına
bağlayarak, kazandığı güçle musibetlerin üstesinden
gelir.
157 –
İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete
mazhar olanlar onlardır.
Hidâyete erenler de ancak onlardır.
158 – Safa
ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir.
Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları
tavaf etmesinde bir beis yoktur.
Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden
koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür.
Zira Allah şükrün karşılığını
verir. O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir.
[4,40]
Müşrikler de Safa ile Merve arasında
sa’y ederlerdi. Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi
Allah’ın şeâiri olmaktan çıkarmaz.
159 –
İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş
olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya!
İşte onlara Allah lânet ettiği gibi,
Lânet edebilecek herkes de lânet eder.
160 –
Ancak onlardan tevbe edip hallerini düzelten ve gerçekleri açıklayanlara
gelince: Ben onların tevbelerini kabul ederim.
Zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan Ben’im.
161 –
İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya!
İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların
lâneti hep onların üstünedir.
162 – Onlar
bu lânet içinde ebedî olarak kalırlar.
Onların azapları hafifletilmeyeceği gibi,
Kendilerine yeni bir mühlet de verilmez.
163 –
Hepinizin İlahı tek İlahtır.
Ondan başka tanrı yoktur. O, rahmandır,
rahîmdir. {KM, Tesniye 4,35; İşaya
43,10-11}
164 –
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere
denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip
kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda,
Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda,
rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle
yer arasında emre hazır bulutların duruşunda,
Elbette aklını çalıştıran kimseler
için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller
vardır.
Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. Îsâ (a.s.)’a
verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın
olmasını mûcize olarak istediler. Allah Teâla: “İstersen
yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap
gönderirim” deyince Efendimiz: “O halde benimle halkımı başbaşa
bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim” demesi
üzerine bu âyet indirildi. Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa
tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu,
Kur’ânın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini
göstermeye kâfidir.
165 –
Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a
denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler.
Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden
daha ileri ve daha kuvvetlidir.
O, böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri
zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız
Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli
olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! [89,25,26;
6,165]
Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden
birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır
ki Kur’ân ıstılahında insan, daha çok “kul” vasfıyla
anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı
beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu âyet gösteriyor
ki, Allah’tan başka her hangi bir şeyi veya kimseyi Allah’ı
severcesine seven kimse, Allah’tan başka nid
(yani O’na denk tutmuş), sayılmaktadır. Bu, sevgide ortak
yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak
değildir. el-Vedûd Allah’ın güzel isimlerinden olup “Yaratıklarını
çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” demektir.
166 –
İşte önderler kendilerini izleyenlerden uzak durdular,
Azabı gördüler ve aralarındaki her türlü bağ
kesildi.
167 – Bunun
üzerine o tâbi olanlar şöyle dediler:
“Ah ne olurdu, elimize bir fırsat geçse de onların
bizden uzak durdukları gibi,
Biz de onları bir reddetseydik!
İşte Allah Teâla onlara, bütün yaptıklarını,
en şiddetli pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onların o ateşten çıkacakları da yoktur.
[25,23; 14,18; 24,39; 23,99; 26,102; 32,12;
39, 58; 42,44]
168 –
Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak
şartı ile yeyiniz;
Fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz.
Çünkü o sizin besbelli düşmanınızdır.
169 –
O sizi hep çirkin işler ve hayasızlık yapmaya
Bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri
iddia etmeye teşvik eder.
170 –
Onlara: “Gelin Allah’ın indirdiği buyruklara tâbi olun!” denildiğinde:
“Hayır, biz babalarımızı ne durumda
bulduysak ona uyarız” derler.
Babaları bir şeye akıl erdirememiş
ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?
171 –
İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı
bağırıp çağırmadan başka bir şey
işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir.
Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü
akıllarını kullanıp gerçeği anlayamazlar.
172 –
Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların
temiz ve helâlinden yeyiniz.
Eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız,
O’na şükrediniz.
173 –
O size leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası
adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.
Kim mecbur kalırsa başkasının hakkına
tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartıyla
bunlardan yemesinde günah yoktur. Allah gafurdur, rahim’dir: (Günahları
çok çok affeder, merhameti ve ihsanı boldur).
[5,3; 6,145; 16,115] {KM, Resullerin işleri 15,19-20}
174 – Allah’ın
indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar
var ya!
İşte onlar karınlarına ateşten
başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla
konuşmaz ve onları temize çıkarmaz.
Onlara son derece acı bir azap vardır.
175 –
İşte onlar hidâyeti bırakıp dalaleti, mağfireti
bırakıp azabı satın almışlardır.
Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı
imişler!
176 –
Böyle olacaktır: Çünkü Allah kitabı gerçek bir gaye ile hak
olarak indirmiştir.
Ve kitap hakkında ihtilafa dalanlar haktan pek uzağa
düşmüşlerdir.
Bi’l-hakki: Hakkıyla, hak ile, hak olarak demektir. Burada bâ’
edatı konusunda: mülâbese,
musahebe veya sebebiyye
olmak üzere birkaç ihtimal vardır. Mülabese olursa: hakka mülabis,
yani “haklı olarak”, “hak olarak iniş” veya “kitabın
tam hakkı verilerek” demek olur. Sebebiye olursa: “bu hak sebebiyle,
hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile” demek olur ki,
yerine göre bu mânalardan biri tercih olunur.
177 – Takvâ,
yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir.
Lâkin takvâ Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara,
peygamberlere iman eden,
Sevdiği malını Allah’ı hoşnud
etmek için
Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere,
isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak
isteyen köle ve esirlere veren,
Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren,
Sözleştiği zaman sözlerinde duran,
Hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde,
Savaşın şiddetleri esnasında sabreden
kimselerin davranışlarıdır.
İşte onlardır imanlarında samimi olanlar
Ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan
takvâlılar! [2,285; 4,136; 22,37; 76,8-9;
3,92; 41,7; 13,20]
Bu bir tek âyet İslâmın başlıca
inanç (akaid), ibadet ve ahlâk esaslarını toplamaktadır.
Buna işaret olarak Hz. Peygamber (a.s.m): “Kim bu âyete göre hareket
ederse imanını kemale erdirmiş olur” buyurmuştur.
178 –
Ey iman edenler! Öldürülen kimseler hakkında size kısas farz
kılındı.
Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile kısas
olunur.
Ama kim, maktûlün velisi tarafından affedilirse kısas
düşer.
Bundan sonra, diyeti ona güzel bir şekilde ve tam
olarak ödemek gerekir.
Bu esneklik Rabbiniz tarafından bir kolaylık
ve lütuftur.
Artık kim bundan sonra karşıdakinin hakkına
tecavüz ederse,
Ona son derece acı bir azap vardır.
{KM, Levililer 24,19-21; I Samuel 15,33. Matta 5,38-39}
179 –
Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.
Böylece korunmayı umabilirsiniz.
Kısas hayat hakkının ve canı
korumanın gereğidir. Gerçi kısasın kendisi, cezayı
hakketmiş bir hayatı yok etmedir, ama aynı zamanda haksız
yere hayatı yok etmeye karşı, hayatın en büyük müeyyidesidir.
Kısas gibi caydırıcı bir hüküm, toplum ve kişi
hayatının garantisidir. Böylece dünya hayatınızı
olduğu gibi âhiret hayatınızı da korursunuz.
180 –
Sizden öleceğini anlayan biriniz, geriye mal bırakacaksa;
Anası, babası ve akrabaları için, münasip
bir tarzda vasiyet etmesi size farz kılındı.
Bu, haksızlık yapmaktan korunan takvâlılar
üzerine borçtur. [2,240; 4,7-13.176]
Bu farz, 4,11-12 de miras paylarını
kesin olarak bildiren hükümle neshedilmiştir.
181 –
Kim bu vasiyeti işittikten sonra değiştirirse, artık
vebali değiştirenlerin boynunadır.
Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir
ve bilir.
182 –
Vasiyet edenin hataya düşüp haksızlığa kaymasından
Veya günaha girmesinden endişe edip ilgililerin arasını
bulan kimse, hiçbir vebale girmez. Allah çok affedicidir, merhamet ve
ihsanı boldur.
183 –
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı
gibi oruç tutmak size de farz kılındı.
Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz.
Orucun sayısız hikmetleri vardır:
Allah’ın, kâinatın Rabbi olduğu gerçeğinin daha
geniş çapta anlaşılmasını sağlar. İnsanın
rûhunu kötü etkilerden, hırslardan korur. Bedenine iyi bir perhiz
olarak zararlı maddeleri atmasına vesile olur. İnsanlara
açların ve fakirlerin sıkıntılarını tattırarak
toplumdaki dengesizlikleri gidermeye katkıda bulunur, Haramlardan
uzaklaşmaya vesile olarak, kişinin ebedî hayatını
korur. Hülasa bütün bu gayeleri Kur’ân, korunma (ittika) kelimesiyle
özetlemiş olmaktadır.
184 –
Oruç sayılı günlerdedir.
Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı
günler sayısınca başka günlerde oruç tutar.
Oruç tutamayanlara fidye gerekir.
Fidye bir fakiri doyuracak miktardır.
Her kim de, kendi hayrına olarak fidye miktarını
artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır.
Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz,
oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185 –
O sayılı günler, ramazan ayıdır.
O ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan,
onları doğru yola götüren
Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve
parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.
Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini
görürse, o gün oruç tutsun.
Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler
sayısınca, başka günlerde oruç tutar.
Allah sizin hakkınızda kolaylık ister,
zorluk istemez.
Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru
yolu gösterdiğinden ötürü Allah’ı tazim etmenizi ister.
Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir.
[2,200; 62,11] {KM, Tesniye 9,9.18; I Krallar
19, 8.Matta 4,2}
186 –
Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım.
Bana dua edenin duasına icabet ederim.
Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyle
inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.
187 –
(Ey kocalar), oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinize
yaklaşmak size helâl kılındı.
Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin
elbiselerisiniz.
Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için
yüzünüze bakıp, size bu lütufta bulundu.
Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allah’ın
sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde
olun.
Şafak vakti, günün ağarması gecenin karanlığından
farkedilinceye kadar yeyin için.
Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize
yaklaşmayın.
Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır,
sakın o hudutlara yaklaşmayın.
İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp
korunmaları için âyetlerini iyice açıklar.
188 –
Bir de, birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin.
Halkın mallarından bir kısmını,
bile bile haksız yere yemek için, mal dâvasıyla rüşvetlerle
hâkimlere koşmayın.
189 –
Sana hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için
vakit ölçüleridir.
Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir.
Asıl fazilet, haramlardan sakınan insanın
gösterdiği fazilettir.
Öyleyse evlere kapılardan girin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki
umduğunuza kavuşasınız.
[6,96; 10,5; 17,12]
190 – Sizinle
savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın.
Fakat haksız yere saldırmayın.
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez. [9,36]
191 – Onları
nerede yakalarsanız öldürün.
Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın.
Dinden döndürmek için işkence yapmak, adam öldürmekten
beterdir.
Yalnız, onlar, Mescid-i Haram’ın yanında
sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın,
Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa siz
de onlarla savaşın.
İşte kâfirlerin cezası böyledir. [48,24]
Fitne: Dilde, yabancı maddelerden arıtmak için altını
ateşe sokmaktır. Sınama, imtihan etme, işkence,
ayrıca musibet, belâ, günah, fesat mânalarına gelebilir. Şirki
ve dinsizliği yaymak, dinden döndürmek, Allah’ın haramlarını
çiğnemek, asayişi bozmak, vatandan çıkarmak birer fitnedir.
Bu âyette: hak dinden döndürmek için işkence etmek mânasınadır.
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına
hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid
olmuşlardı. Bu âyet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara
riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi
durdurmak için savaş ilanına cevaz vermiştir. Nüzul sebebi
özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını
ifade ettiğinden, hüküm geneldir.
192 –
Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah çok affedicidir,
merhamet ve ihsanı boldur.
193 –
Bu işkence ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allah’a
mahsus oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin
ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. [16,126;
42,40]
194 –
Hürmetli ay, hürmetli aya bedeldir.
Hürmetler karşılıklıdır. O halde
kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık
verin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve
bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir.
195 –
Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın.
Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.
196 –
Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın.
Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza
gelen bir kurban gönderin.
Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı
tıraş etmeyin.
Aranızda hasta, yahut başından rahatsız
olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban
kesmek gerekir.
Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle
haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman
ise,
Her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse,
onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.
Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi
gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç
tutar.
Bunlar, ailesi Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve
Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.
Hac: şartlarına sahib olan müslümanın,
ömründe bir defa hac aylarında ihrama girip kurban bayramı
Arefe günü Arafatta vakfe yapıp, sonra Kâbe’yi ziyaret etmesidir.
Umre ise Kâbe’yi, hac ayları dışında, sünnet kabilinden
ziyaret etmektir.
197 – Hac
mâlum aylardadır.
Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hac
esnasında
Ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda
bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme yoktur.
Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka
onu bilir.
Azıklanınız ve biliniz ki azığın
en hayırlısı takvâdır, haramlardan korunmadır.
Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl
sahipleri! [22,25; 9,36]
198 –
Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar
taleb etmenizde size bir vebal yoktur.
Arafat’ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye
doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haram’da Allah’ı
zikredin.
O size nasıl güzelce hidâyet ettiyse, siz de öyle
güzel bir şekilde O’nu zikredin.
Bilirsiniz ki, O’nun yol göstermesinden önce siz yolu
şaşırmış kimselerdendiniz.
Arefe günü vakfeden sonra güneş batınca
Arafat’tan Müzdelife’ye doğru akın edilir. Meş’ar-ı
Haram Müzdelife’dedir. Müzdelife’de akşam ve yatsı namazları
birlikte kılınır. Gece orada geçirilerek, bayramın
birinci günü sabah namazının peşinden Mina’ya doğru
hareket edilir, orada kurban kesilip, Kâbe tavaf edilerek ihramdan çıkılır.
199 –
Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de
akın edin ve Allah’dan af dileyin. Çünkü Allah çok affedicidir,
merhamet ve ihsanı boldur.
200 –
Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı
anıp onlarla öğündüğünüz gibi.
Hatta daha fazla, daha hürmetle Allah’ı anın.
Bazı kimseler: “Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini
bu dünyada ver!” derler.
Bunların âhirette nasipleri yoktur.
Haccı tamamlayınca araplar Mina’da
toplanıp, bilhassa atalarının yaptıkları işleri
anlatarak övünmeyi âdet edinmişlerdi. Bu âyet ona bedel Allah’ı
zikredip O’nun hidâyetini anlamak, onun eserlerini tefekkür, nimetlerine
şükür etmeye teşvik ediyor.
|