KUR'AN-I KERİM İNDEKS
2
– BAKARA SÛRESİ (201-286)
201 – Bazıları
da, “Ey bizim kerim Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik
ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver,
Ve bizi cehennem ateşinden koru” derler. [22,72]
202 –
İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır
ve bereketlerini fazlasıyla görürler.
Allah hesabı çok çabuk görür.
203 –
O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde,
ona da vebal yok.
Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Sayılı günler: teşrik günleridir.
Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban
bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine
kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri
olarak da tefsir edilmiştir.
204 –
İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri
senin hoşuna gider.
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit
gösterir.
Halbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 –
Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya
çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli
iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın
esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin
iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 –
O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha
sürükler.
Böylesinin hakkından cehennem gelir.
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 –
İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını
kazanmak için kendini feda eder.
Allah da kullarına pek merhametlidir.
208 –
Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin de
şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o, sizin aranızı açan belli bir düşmandır.
209 –
Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan
ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam
hüküm ve hikmet sahibidir.
210 –
Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler
içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini
mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların
keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler). {KM,
Çıkış 19,18; 34,5; Tesniye 4,12}
211 –
Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler
verdik!
Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu
nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası
pek şiddetlidir. [14,28]
212 –
Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle
eğlenirler.
Halbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar,
kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün
insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.
Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah
onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı
olarak peygamberler gönderdi.
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek
için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında
hükmetsin.
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler,
kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen
Ehl-i kitaptan başkası değildi.
Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri
gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
[10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan
itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler.
Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve
kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa
düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli
milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca,
bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini
“müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin
zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.
214 –
Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen
durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular,
öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın
vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma
geldiler.
İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır.
Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret,
sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip
bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma)
kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen
demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya
rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir.
Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini
burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab
olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana
Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak
onu bilir.
216 –
Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey
sizin için hayırlı olur.
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için
şerli olur.
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana
hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.
De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah’ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,
O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak
ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır.
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye
kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek
ölürse, işte onların dünyada da,
Âhirette de yaptıkları boşa gider.
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.
218 –
Onlar ki iman ettiler,
Sonra hicret ettiler
Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler...
İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.
Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
219 –
Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara
bazı menfaatler vardır.
Fakat günahları faydalarından daha çoktur.
Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.
De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.
Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya
ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91;
4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}
Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında
açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha
sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43),
nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır.
(5,90,91)
220 –
Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.
De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını
iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.
Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber
oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin
de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.
Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı.
Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
221 –
Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.
Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik
bir kadından daha hayırlıdır.
Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere
nikâhlamayınız;
Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten
daha hayırlıdır.
Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise
sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder
ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye
âyetlerini insanlara açıklar. [2,96;
5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}
222 – Bir
de sana kadınların ay halini sorarlar.
De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için,
âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye
kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.
Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği
şekilde onlara yaklaşın.
Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri
de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel
18,6}
Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet
gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi.
Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide
bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi
hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları
uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.
223 –
Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza
dilediğiniz şekilde varın.
Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık
yapın.
Allah’ın haram kıldığı şeylerden
korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin.
(Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!
Sadece şehvet gidermeyi değil,
iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin.
Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek
için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.
224 –
Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak
durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını
engel yapmayın.
Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22;
5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}
Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın
ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz.
Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse
bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı
davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı
şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”
225 –
Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz,
fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu
tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe
için fırsat tanır).
226 –
Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme
hakkı vardır.
Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine
dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet
ve ihsanı boldur.
Cahiliye arap erkekleri, kadınları
sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve
süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna
îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı.
Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek
keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı
ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.
227 –
Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi
hakkiyla işitir ve bilir.
228 –
Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh
yapmadan önce üç âdet beklesinler.
Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde
Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu
veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.
Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa,
bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından
daha çok hak sahibidirler.
Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları
gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede
hakları vardır.
Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları
bir derece daha fazladır.
Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet
sahibidir. [4,34; 65,1-4]
229 –
Boşama hakkı iki defadır.
Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû
tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir.
Ey kocalar, boşama sırasında eşinize
daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri
almanız size asla helâl olmaz;
Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından
endişe etmeleri hali bunun dışındadır.
Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın
koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet
edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının,
ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey
vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.
İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği
sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız,
Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar
zalimlerin ta kendileridir.
Kadının mal karşılığı
ayrılma talebinde bulunmasına hul’
veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu.
Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu
görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip
ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından
mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu.
{KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19;
I Korintos. 7,10-11}
230 –
Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa,
artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça,
o kadın ilk kocasına helâl olmaz.
Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu
boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu
evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir
araya gelmelerinde bir günah yoktur.
İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır
ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır.
231 –
Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse,
artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut
güzellikle salıverirsiniz.
Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar
vermek için eşlerinizi alıkoymayın.
Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.
Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri
Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu
kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,
Allah’a karşı gelmekten sakının ve
Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin.
Koca, eşini boşadıktan sonra,
evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır
ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk
iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya
üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.
232 –
Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini
tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette
anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları
hususunda onlara baskı yapmayın.
İddet bitiminden sonra eşler tekrar
nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına
dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı
eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine
mani olmamalıdır.
Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla
öğüt verilir.
Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha
nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
233 –
Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi
mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.
Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini
sağlamak, babanın görevidir.
Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle
yükümlü tutulmaz.
Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.
Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır.
Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya
vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse,
kendilerine bir vebal yoktur.
Şayet çocuklarınızı başkalarına
emzirtmek isterseniz,
Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek
şartı ile, bunda da size vebal yoktur.
Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının
ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65,
7]
234 – Sizden
eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin,
evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.
Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû
surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk
yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Kocası vefat eden kadın, dört
ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe
nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir.
Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet
bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları
için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle,
psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.
235 – Sizden
bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında,
onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında
bir beis yoktur.
Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi
pek iyi bilmektedir.
Ancak meşrû sözler dışında, onlarla
gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.
Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin.
Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla
vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan
sakının.
Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır,
cezayı çabuklaştırmaz. [27,74;
60,1]
236 – Henüz
kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda
size günah yoktur.
Zengin kudretince, eli dar olan kendi halince olmak üzere
onlara münasip tarzda müt’a versin.
İyiliği şiar edinenlere, bunu yapmak bir
borçtur.
237 – Bir
mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi
boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını
vermeniz gerekir.
Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan
kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu
durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını
verebilir).
Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha
gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya
daha uygun düşer.
Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın.
Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.
238 –
Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû
ile Allah’ın divanında durun.
Salat-ı
vûstâ hakkında farklı görüşler
vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde
durulmuştur.
Fakat çoğunluk, ikindi namazı
olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam
ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır.
Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar.
Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.
Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün
namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.
239 –
Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın.
Fakat güvenliğe çıktığınızda,
bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği
gibi ibadetinizi ifa edin.
240 –
Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar,
eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp
geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde
vasiyette bulunsunlar.
Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu
durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından
dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet
sahibidir.
241 –
Boşanmış eşlere de münasip tarzda verilmesi gereken
bir müt’a vardır ki bu da haksızlıktan sakınan takvâlılara
bir borçtur.
242 –
Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar.
243 –
Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen
ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!
Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti.
Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların
çoğu şükretmezler.
Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler
vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün
bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan
vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını
ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî
bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın
hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın
akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.
244 –
Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir,
herşeyi hakkıyla bilir.
245 –
Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin
mükâfatını kat kat artırır.
Allah rızkı kısar da, bollaştırır
da.
Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}
246 –
Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat
ettin mi?
O vakit onlar aralarındaki Peygambere:
“Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda
cihad edelim” demişlerdi.
O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır,
siz de savaşmazsanız?” deyince
Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki
Vatanlarından çıkarılan biz,
Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.”
Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca
içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM;
Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25]
Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını
anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak
için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen
Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar
İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını
işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz.
KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)
247 –
Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin
etti.”
Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık
iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!
Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler.
Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün
kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi.
Allah hakimiyeti dilediğine verir.
Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet
ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel
9,17; 10,27; 9,2]
248 –
Peygamberleri devamla şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının
alâmeti, size içinde Rabbinizden bir sekîne ile
Mûsâ ve Harun’un manevî mirasından bir bakiyyenin
bulunduğu
Ve meleklerce taşınan bir sandığın
gelmesidir.
Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin
için delil vardır.” [KM, Çıkış
25,10; I Samuel 14,18; II
Samuel 6,2]
249 –
Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine
şöyle dedi:
“Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi
onun suyundan içen benden sayılmayacak;
Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak
üzere,
Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.”
Derken onların pek azı hariç, varır varmaz
ondan içtiler.
Talut ile yanındaki müminler ırmağı
geçince
O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna
karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.
Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını
bilenler ise şöyle dediler:
“Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın
izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM,
Hakimler 7,4-7]
250 –
Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı
çıkınca dediler ki:
“Ya Rabbenâ, üstümüze gürül gürül sabır yağdır,
Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa
karşı bizi muzaffer eyle!” [KM,
I Samuel 17,32-54]
251 –
Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.
Dâvud Câlut’u öldürdü,
Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği
birçok şey öğretti.
Eğer Allah bazı insanların şerrini
bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.
Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir.
[KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3]
Allah insanları irade sahibi olarak
yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet
ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da
birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa,
çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar.
Savunma ve karşı koyma olmayınca
da saldırı, yolların en kısası ve doğru
yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz,
yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz.
Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı
insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır.
252 –
İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları
dosdoğru bildiriyoruz.
Sen elbette gönderilen resûllerdensin.
253 –
İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini
kimine üstün kıldık.
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını
birçok derecelerle yükseltti.
Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri
verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.
Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin
gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle
savaşmazlardı.
Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı
iman, bir kısmı ise inkâr etti.
Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı,
lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]
254 –
Ey iman edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım
beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı
bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız
şeylerden harcayın.
Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. [2,101]
255 –
Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.
Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku
tutamaz.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında
ne var, hepsini bilir.
Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden
hiçbir şey kavrayamazlar.
O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez,
O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26;
21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26;
Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]
Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.
Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı
varlıkta tutup onları yöneten, demektir.
Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet,
Allah’ın hükümranlığının son derece açık
ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına
dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir.
Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini
yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi
şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz
giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına
öğret”
256 –
Dinde zorlama yoktur.
Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan
ayrılıp belli olmuştur.
Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse,
işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam
tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi
işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka
19,27; I Korintos 15,25}
Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi
gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan
korumaktır.
257 –
Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup
onları aydınlıktan karanlıklara götürürler.
İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada
ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153;
14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]
258 –
Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak
Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin
haline bir baksana!
İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı
alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi.
Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi
doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”,
der demez kâfir donakaldı.
Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.
{KM, Tesniye 32,39}
259 – Yahut
şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı.
Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız
yatıyordu.
“Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?”
dedi.
Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra
diriltti.
“Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o:
“Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.
Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.
İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz
bozulmamış.
Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden
ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak
için öldürüp dirilttik.
Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip
yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”
Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla
belli olunca:
“Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir”
dedi. {KM, Hezekiel 37,6}
260 –
Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini
bana gösterir misin?” demişti.
Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi.
İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim
tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.
Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır.
Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça
koy.
Sonra da onları çağır. Koşa koşa
sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün
kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM,
Tekvin 15,9-10.17}
261 –
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak
verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline
benzer.
Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir.
Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.
262 – Mallarını
Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından
minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!
İşte onların Rab’leri katında mükâfatları
vardır.
Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.
263 – Bir
tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme
gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.
Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza
muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).
264 –
Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek
sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde
sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan
kimsenin durumuna düşmeyin.
Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya
benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı
kayıverir, cascavlak kalır.
Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve
mükâfat elde edemezler.
Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine
kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta
6,2.5; II Korintos 9,7}
265 –
Allah’ın rızasını kollamak
Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için
Mallarını harcayanların durumu ise,
Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.
Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini
iki kat verir.
Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur,
bir çisinti de yetişir.
Allah ne yaparsanız hepsini görür.
266 –
Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:
Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı
bulunsun:
Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulatı
bulunuyor.
Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve
elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları
var.
Derken… ateşli bir kasırga kopsun da bağı
kasıp kavursun?
İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık
bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]
267 –
Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden
sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin
Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.
Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız
bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.
İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı
yoktur, bütün övgülere layıktır).
[22,37]
268 – Şeytan
sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe
ve çirkin şeylere teşvik eder.
Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur.
Allahın ihsanı geniştir, her şeyi
hakkıyla bilir.
269 –
O hikmeti dilediğine verir.
Kime hikmet nasib edilmişse, doğrusu, büyük
bir hayra mazhar olmuştur.
Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve
düşünürler.
270 –
Harcadığınız her şeyi, adadığınız
her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir.
Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları
olmaz.
271 –
Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı
açıkça verirseniz ne güzel!
Ama bu hayırlarınızı saklı tutar
ve muhtaçlara ulaştırırsanız,
Bu sizin için daha hayırlı olur
Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı
affeder.
Allah, yaptığınız bütün şeylerden
haberdardır.
Zekâtı açıktan, diğer yardımları
ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer
ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan
yapılmalıdır.
272 –
Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır
ki dilediğini doğru yola getirir.
Hayır olarak yaptığınız her harcama
sadece kendiniz içindir.
Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka
bir gaye ile infak etmezsiniz.
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı
size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52;
18,28; 30,38-39; 76,9]
273 –
Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir.
Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama
imkânı bulamazlar.
Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların
gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır.
Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın.
Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler.
Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz
mutlaka Allah onu bilir.
Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime,
cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya
hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını
kazanamayan fakirler içindir.
Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen
İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan
müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı
Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz
(a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına
da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır
kuvvet olarak bulundururdu.
274 –
Mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâr olarak hayra
harcayanlar var ya!
İşte onların Rab’leri katında mükâfatları
vardır.
Onlara korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir.
Bu âyet’te teşvik edilen hayırlardan,
birinci derecede zekât kasdedilir. İslâmın emrettiği
şekilde zekât noksansız verilirse fakirlik son derece azalır.
Ancak zekâtın harcanacağı yerler sınırlı
olduğundan, zekât sarfedilmeyen yerlere ayrıca teberrûlar
yapılır. Hayır dernekleri ve vakıflar bunların
başında gelir.
275 –
Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı
kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.
Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir”
demelerindendir.
Halbuki Allah alış
verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır.
Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse,
daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki
hüküm de Allah’a aittir.
Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte
onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM,
Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}
Tarihe bakılırsa anlaşılır
ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların,
ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış
ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne
hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak,
ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma
huzur, barış, denge ve refah getirir.
Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel
yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında
kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu
ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır
bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon
ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir.
İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan
üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de
risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim
yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü
yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç,
zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır.
Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin
ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik
artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya
çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış
gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.
276 –
Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır.
Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı
hiç bir kimseyi sevmez.
277 – İman
eden, makbul ve güzel işler yapanların, namazı hakkıyla
ifa eden, zekât verenlerin...
İşte onların, Rab’leri nezdinde mükâfatları
vardır.
Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[5,100; 8,37; 30,39]
278 –
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının
ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.
279 –
Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size
savaş açıldığını biliniz.
Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz
sizindir.
Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa
uğrarsınız.
280 – Eğer
borçlu sıkıntıda ise, kolaylığa çıkıncaya
kadar ona mühlet verin.
Şayet bilirseniz, alacağınızı
bağışlamanız sizin için daha da hayırlıdır.
281 – Öyle
bir günde rüsvaylıktan sakının ki,
O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız,
Sonra her kişiye kazandığının
karşılığı tamamen ödenecek
Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
282 –
Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz
zaman onu kaydedin.
Aranızda doğrulukla tanınmış
bir kâtip onu yazsın.
Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi
(adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın.
Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın,
Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey
noksan bırakmasın.
Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan
veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,
Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın.
İçinizden iki erkek şahit de tutun.
İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından
emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini
alın.
(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına
sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına
imkân vermek içindir.
Şahitler çağırıldıklarında,
şahitlikten kaçınmasınlar.
Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte
yazmaktan üşenmeyin.
Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği
ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun
bir yoldur.
Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin
bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.
Alış veriş yaptığınız
zaman da şahit tutun.
Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin.
Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış,
Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz.
Allah’a itaatsizlikten sakının.
Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah
her şeyi hakkıyla bilir. [8,29;
57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}
Kadınlarda duygusallık kuvvetli,
hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası
erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir.
Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma
göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın
şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların
meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır.
Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına
iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği
yeterli sayılır.
Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül
ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı
hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik
kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece
az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile
bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda
ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel
boyutunun delillerinden biridir.
Hakların böylece kaydedilmesinden şu
üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır.
2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır.
3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.
283 – Eğer
yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç
karşılığına rehin alırsınız.
Şayet kiminiz kiminize itimad ederse,
güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da
Üzerindeki emaneti ödesin.
Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin.
Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.
Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106;
4,135]
284 –
Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.
Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa
vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba
çeker.
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır.
Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı
olan “ihsan” maksadını
gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin
müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden
sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din
binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı
görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.
285 –
Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman
etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına
ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt
etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını
dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah
hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine,
işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız
olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu
tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır
yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle
bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı,
merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir
topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152;
7,42; 23,62]
Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir.
Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya
gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini
tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti.
İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu
ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine
dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara
sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini
iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki
bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza,
oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar
hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.”
3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında
hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan
uyusun.”
|