KUR'AN-I KERİM İNDEKS
33
– AHZÂB SÛRESİ
Medine’de
hicri 5. yılın sonlarında nâzil olmuştur.
73 âyettir. “Birleşik düşman grupları
(Ahzab) veya Hendek savaşı bu sûre-i şerifenin
en çok yer ayırdığı bir konu olduğundan,
sûre bu isimle adlandırılmıştır.
Bu sûre birtakım içtimai esasları, özellikle
Hz. Peygamber (a.s.) ın örnek aile hayatını
vesile ederek bildirir. Tebennî (evlat edinme), zıhar
gibi bazı gelenekleri kaldırır.
Peygambere karşı müminlerin davranışı,
kadınların örtünmeleri, aile hayatı,
gerçek müminlerin vasıfları, münafıkların
karakteristik davranışları anlatılır.
İnsanın büyük emaneti yüklenip, müminlerin
buna sadık kaldıkları, münafık ve kâfirlerin
ise hıyanet ettikleri bildirilerek sûre sona
erdirilir.
Ahzab: Grup, bölük, parti mânasına gelen hizb’in çoğuludur.
Hicri 5. yılda Mekke müşrikleri, diğer müşrik
kabilelerle güç birliği yaparak Medine şehrini
kuşatıp İslâmiyeti imha etmeye teşebbüs
etmişlerdi. Bu itilaf kuvvetlerinin hücûmundan
bahseden sûre, bu isimle anılmıştır.
Neticede umduklarının aksi oldu, perişan
olup kaçtılar. Bu tarihten sonra müslümanlara
bir taarruz hareketi yapamadılar.
Büyük
çoğunluğu h. 5. yılda bu hadiselerin
olduğu sıralarda nâzil olan sûre, İslâmiyet
aleyhinde, çokça kullanılmak istenen iki silahla,
ayrıntılı olarak meşgul olur.
Birincisi: maddî silahları, İkincisi: Hz.
Peygamberin aile hayatının temizliğine
dokunmak. Sûre bu emelde olanların sonlarının
hüsran olduğunu bildirmektedir.
Sûrenin
geniş bir bölümü de Hz. Peygamberin aile hayatına
karşı yapılan saldırıları
anlatır. Onun hayatındaki nezahet ve sadelik,
bu itirazlara karşı en kuvvetli cevaptır.
Ahzab harbinin vaki olduğu sıralarda İslâm
toplumu kuvvet kazanma yoluna girmişti. Refah
vesileleri ortaya çıkmıştı. Ezvac-ı
tahirat da bu refahtan yararlanmak istediler. Hz.
Peygamber yaşadığı sade hayattan ayrılmadığı
gibi, ev halkının da bu prensibe sadık
kalmalarını istiyordu. O, kendisinin ve
ailesinin geçim seviyesinin, yoksul müminlerin hayat
standardından yukarıda olmasını hiç
uygun bulmadı. Dolayısıyla, dünya refahını
tercih edecek eşlerinin kendisiyle yaşamaktan
vazgeçmeleri gerekiyordu. Onları bu hususta
serbest bıraktı. Onun bütün Arap yarımadasına
hükmettiği sırada bile yaşadığı
bu sade hayat ve eşlerine karşı olan bu
tutumu, onun ruhanî ve manevî faziletlere, Rabbine ve
âhiret mutluluğuna nasıl kuvvetle bağlı
olduğunun müşahhas delilidir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Ey Peygamber,
Allah’a karşı sorumluluklarını
yerine getirmeye devam et, kâfirlere ve münafıklara
itaat etme. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, tam hüküm
ve hikmet sahibidir.
2
– Rabbinden sana
vahyolunan buyruklara uy, Allah ne yapıyorsanız
onların hepsinden haberdardır.
3
– Yalnız
Allah’a dayanıp güven. Koruyucu olarak Allah
yeter.
4
– Allah, hiçbir
adamın içinde iki kalb yaratmamıştır.
Kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi
anneleriniz kılmamıştır. Evlatlıklarınızı
da öz oğullarınız kılmamıştır.
Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz
mânasız sözlerden ibarettir. Allah gerçeği
söyler ve doğru yola iletir. [58,2;
33,37-40; 4,23]
Bu
âyet Cahiliye devrinin iki âdetini kaldırmaktadır.
Bunlardan biri zıhar olup Mücadile sûresinde daha
geniş şekilde yer alacaktır. Zıhar
“sırt, arka” anlamına gelen zahr’dan
gelip, kocanın eşine “Senin sırtın,
annemin sırtı gibi olsun” diyerek bir nevi
boşaması idi. O devirde bu durumdaki kadınla
zevciyet ilişkisi kalmaz, bununla beraber kocasının
evinden ayrılma hürriyeti de olmadığı
için, kadın iyice zor durumda kalırdı.
Kaldırılan ikinci âdet tebenni (evlat edinme)
kurumu olup, müteakip âyet onu bildirmektedir.
5
– Öyleyse
evlatlara babalarını esas alarak isim verin. Böyle
yapmak Allah nezdinde daha doğrudur. Eğer
babalarını bilmiyorsanız, bu takdirde
onları kardeş veya mevlâ olarak kabul edin.
Yanılarak isimlerde yaptığınız
hatalardan ötürü size vebal yoktur, ama kalplerinizin
kasden yaptıklarında vebal vardır. Allah
gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı
boldur). [2,286]
Mevla
kelimesi birçok anlama gelir. Burada: “köle iken hürriyetine
kavuşmuş, âzatlı” mânasınadır.
6
– Peygamberin müminler
üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat
kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha
fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan)
onun eşleri de müminlerin anneleridir. Akrabalar
miras bakımından Allah’ın kitabında,
birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden
daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza
bir iyilik yapmanız müstesna, yani dostunuza
vasiyetle bir mal bırakabilirsiniz. Bunlar kitapta
yazılıdır. [4,65;
8,72]
7-8
– Bir vakit, Biz
peygamberlerden, kuvvetli bir söz almıştık:
Senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve
Meryem’in oğlu Îsa’dan.
Evet
onlardan pek sağlam söz almıştık ki
vakti gelince O, sadıklara sözlerine bağlılıklarını
sorsun. Kâfirlere ise gayet acı bir azap hazırladı.
[3,81; 42,13; 5,109; 7,6]
Bu
söz, elçilik görevini yerine getirmek, dinî tebliğ
ve öbür peygamberleri tasdik etmek konusundadır.
Allah risaletlerini tebliğ ve ifa etme konusunda sözlerine
gösterdikleri bağlılığı, ümmetleri
önünde açıklayacaktır.
9
– Ey iman edenler!
Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Hani birleşik ordular üzerinize saldırmıştı
da, Biz onlara karşı, bir rüzgar ve sizin göremediğiniz
ordular göndermiştik. Allah yaptığınız
her şeyi görüyordu.
Hicretin
5. yılında Kureyş, bütün Arap yarımadasındaki
gayr-i müslimleri Medine şehir devletinde yerleşmiş
olan müslümanlar aleyhinde harekete geçirerek, aklı
sıra, kesin imha işini planlamıştı.
Gatafan, Eşca, Mürre, Fezare, Süleym, Sa’d ve
Esed kabilelerinden başka büyük bir Yahudi
kabilesi olan Benî Nadîr de bu koalisyona girmişti.
Medinede
oturmaları itibariyle Müslümanlarla aynı
kaderi paylaştıklarına dair kesin
akitleri olan Benî Kurayza Yahudileri de, bu
kuvvetlerin müslümanların işlerini bitireceği
fikrine kapıldıklarından, bilahere onlar
da, hıyanet edip düşman saflarına geçtiler.
Böylece birleşik düşman askerleri
12.000’den fazla oldular. Müslümanların sayısı
ise 3.000’i geçmiyordu.
Hz.
Peygamber Medine çevresine hendek kazdırıp çıkan
toprağın arkasına askerlerini
mevzilendirdi. Bir ay kadar süren kuşatma sırasında
yardım alamayan müslümanlar iyice bunaldılar.
Allah Teâlanın gönderdiği soğuk fırtına
düşman güçlerinin çadırlarını söktü,
ateşlerini söndürdü, karargâhlarını
darmadağın etti. Canlarının derdine
düşerek dağılıp gittiler. Görünmeyen
ordular, müslümanlara itminan veren melaike ordularıdır.
10
– O vakit onlar hem
üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi.
Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü
kaymış, yüreğiniz ağzınıza
gelmişti.
Siz de
Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız.
11
– İşte
orada müminler çetin bir imtihana tâbi tutulmuş,
şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir şekilde
sarsılmışlardı.
12
– Hani münafıklar
ve kalplerinde hastalık (şüphe) olanlar:
“Allah ve Resulünün bize zafer vaad etmesi, meğer
bizi aldatmak içinmiş!” diyorlardı.
13
– Bir kısmı:
“Ey Yesribliler! Burada düşmâna karşı
koyamazsınız, mevzilerinizi bırakıp
evlerinize dönünüz!” diyordu.
Onlardan
bir başka bölük: “Evlerimiz korunmasız!”
diyerek Peygamberden izin istiyorlardı.
Halbuki gerçekte
evleri tehlikeye mâruz değildi, onlar sadece savaştan
kaçmak istiyorlardı.
Hicrete
kadar Medinenin ismi Yesrib idi. Daha sonra Medinetu’n-Nebî
(Peygamberin Şehri) oldu.
14
– Demek Medine’nin
her tarafından hücum edilseydi ve kendilerinden
İslâm’dan dönmeleri istenseydi, hiç tereddüt
etmeksizin, bunu derhal yapacaklardı!
15
– Halbuki daha önce,
düşmandan kaçmayacaklarına dair Allah’a
yemin ederek, söz vermişlerdi. Allah’a karşı
verilen o ahitlerin hesabı elbette sorulacaktır.
16
– De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız,
kaçmak asla size fayda vermez. Faraza başarsanız
bile hayatta kalacağınız süre, nihayet
çok sınırlıdır. [4,77-78;
62,8]
17
– De ki: “Allah
size bir felaket dilese, sizi Allah’a karşı
korumak kimin haddine düşmüş?”
Yahut o
size bir rahmet dilese, bunu kim engelleyebilir ki?
Onlar,
kendileri için Allah’tan başka ne bir koruyucu,
ne de bir yardımcı bulamazlar.
18
– Allah içinizden
bozgunculuğa meyledip savaştan alıkoymak
isteyenleri ve kardeşlerine: “Bize gelin”
diyenleri elbet biliyor. Zaten bunlardan ancak pek az
bir kısmı savaşa geliyorlardı.
19
– Savaşa katıldıklarında
da size karşı pek cimri ve kıskanç
davranırlar. Hücum eden düşmanın ortalığa
saldığı büyük korku gelince, ölüm
sekeratına düşmüş kimsenin bakışı
gibi, gözleri dönmüş bir tarzda sana baktıklarını
görürsün.
Korku hali
geçince, Allah yolunda harcamada cimrice bir tavır
içinde, keskin dilleriyle sizi incitirlerdi.
İşte
onlar iman etmemişler, Allah da onların yaptıkları
bütün işleri boşa çıkarmıştır.
Bu, Allah’a göre kolaydır.
20
– Münafıklar
birleşik kuvvetlerin çekilip gitmediklerini sanıyorlardı.
Şayet
birleşik kuvvetler tekrar gelecek olsa, çok
isterler ki çöldeki göçebeler içinde bulunsunlar da
sizin savaşınız hakkındaki haberleri
uzaktan sorsunlar.
Esasen, yanınızda
bulunsalardı dahi, onlardan pek azı savaşırlardı.
21
– Hakikaten,
Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret
gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı
çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.
Hislerine
kapılan bazı kimseler, Hz. Peygamber (a.s.m)’ın
Mekke’de müşriklerin baskı ve takibatına
mâruz kaldığı zaman asil bir örnek olduğunu,
fakat Medine’ye hicretten sonra savaşlar, birçok
evlilik, ganimet, dünya hâkimiyeti ile manevî tarafının
azaldığını ileri sürerler.
Fakat
Resul-i Ekremin gelmesinden maksat, bu hislerine mağlup
insanları memnun etmek, onlara pratik kıymetten
mahrum birtakım esaslar öğretmek değildi.
Hz. Muhammed’in hedefi, bu dünyada yaşayan, çalışan
insanlara yaşayışlarında
uygulayabilecekleri kuralları öğretmek,
onlara bu kuralları kendi yaşayışıyla
izah ve tarif etmekti.
Ordu
kurmasa, yaptırım gücü kazanmasa, hükümler
koymasa, evlenmese, dâvaları hükme bağlamasa,
düşmanları mağlup ettikten sonra onları
affetmese, insanlara tam örnek olamazdı. Asıl
bu gibi bütün beşerî faaliyetleri yapması,
onların her birinde örnek tutumun ne olduğunu
sözleriyle ve uygulamalarıyla göstermesi ile en mükemmel
nümune olmuştur.
22
– Müminler saldıran
o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce:
“İşte bu, derler, Allah ve Resulünün bize
vaad ettiği zafer!
Allah da,
Resûlü de elbette doğru söylemişlerdir.”
Müminlerin, düşman birliklerini görmeleri onların
sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.
23
– Müminlerden öyle
yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü
yerine getirip sadakatlarını ispat ettiler.
Onlardan
kimi adağını ödedi, canını
verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar
verdikleri sözü asla değiştirmediler.
24
– Allah, böylece
sadık kalanları, doğruluklarına karşılık
ödüllendirecek, münafıkları da dilerse
azaba uğratacak veya tövbe nasib edip tövbelerini
kabul buyuracaktır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir
(çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [3,179;
47,31]
25
– Allah, o kâfirleri,
elleri boş olarak, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.
Müminlerin
savaşmasına hacet bırakmadı. Herkes
anladı ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.
26
– O kâfir düşmanlara
içeriden destek vererek hıyanet eden Ehl-i
kitaptan Beni Kurayza’yı da kulelerinden indirdi
ve kalplerine korku saldı, bir kısmını
öldürüp, diğer bir kısmını da
esir aldınız. {KM,
Tesniye 20,10-14}
Kurayza
Yahudilerinin Hz. Peygamberle yaptıkları anlaşmaya
göre Kureyş ve müttefikleri Medine’ye hücum
ederlerse Kurayza bu saldırıya karşı
koyacaktı. Fakat Kurayza savaş ortasında
hıyanet etti. İçeriden düşmanları
destekledi. Kuşatmacı düşman çekilince,
Yahudiler hıyanet suçunun cezasını çekeceklerini
beklediklerinden, zaten savaş vaziyetine geçip
Medine civarındaki kalelerine girmişlerdi. Hz.
Peygamber, düşman çekilince, müslümanlar daha
dinlenmeden Kurayza üzerine yürüme emri verdi. Onları
kuşatma ise 25 gün kadar sürdü.
Sonunda
Ensarın önderlerinden Sa’d İbn Muaz’ı
hakem seçip hükmüne razı olacaklarını
bildirdiler. Hz. Peygamberin hükmüne razı
olsalardı, o daha önce Benî Kaynuka Yahudi
kabilesine uyguladığı cezayı
uygulardı. Sa’d onlara kendi Tevrat şeriatlarının
hükmünü uyguladı (Tesniye, 20,10-15). Savaşa
katılanların öldürülmelerine, geride kalan
kadın, çocuk ve yaşlıların esir
edilmelerine hükmetti. Onlardan 400 kadar savaşçı
öldürülüp arazileri müslümanların eline geçti.
27
– Onların
arazilerine, yurtlarına, mallarına, hatta
sizin ayak bile basmadığınız
topraklara sizi vâris yaptı. Allah her şeye
kadirdir.
28
– Ey Peygamber, eşlerine
de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü
istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi
vereyim ve sizi güzelce boşayayım.”
29
– “Yok, eğer
Allah’ı, Resulünü ve âhiret mülkünü
isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara
büyük mükâfat hazırlamıştır.”
Sûrenin
tefsirinin baş tarafında belirttiğimiz
gibi, bu tarihlerde, yani hicretin 5. yılından
sonra, müslüman toplumunun maddî şartları
nisbeten iyileşti. Ezvac-ı tahirat da bu
refahtan biraz yararlanmak istediler. Hz. Peygamber
isteseydi bunları temin ederdi. Fakat o zühd
prensibini, yoksul müslümanların hayat
standardlarını esas aldığından,
ilahî irşadla buna razı olmadı. Hatta
ciddî bir imtihan geçirdi. Bu âyetin talimatıyla
bütün eşlerini boşamak durumu ile karşı
karşıya geldi. Onları ya alışageldikleri
sade hayata devam, ya da boşanma arasında
muhayyer bıraktı. Onlar neticede dünya refahını
değil, Hz. Peygamberle olan beraberliği tercih
ettiler.
30
– Ey peygamber hanımları!
İçinizden kim çirkinliği aşikâr bir günah
işlerse, onun cezası, iki kat olur. Bu,
Allah’a göre kolaydır.
31
– Ama kim Allah ve
Resulüne itaat eder, güzel ve makbul işlere devam
ederse
ona da mükâfatını
iki misli verir ve ona cennette kıymetli bir nasip
hazırlarız.
32
– Ey Peygamber hanımları!
Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz.
Takvâ
sizin sıfatınız olduğuna göre,
namahrem erkeklere hitab ederken tatlı ve cilveli
bir eda ile konuşmayın ki
kalbinde
hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî
bir ümide kapılmasın.
Ciddi, ölçülü
konuşun.
33
– Hem vakarla
evinizde durun da,
daha önceki
Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı
çıkmayın,
namazı
hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin,
hülasa
Allah ve Resulüne itaat edin.
Ey
Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt!
Allah
sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak
istiyor.
Âyette
geçen Ehl-i beyt, Resulullahın ev halkıdır.
Yani ezvac-ı tahirat (eşleri), evlatları,
damadı Hz. Ali ile torunları Hasan ile Hüseyin
(r.anhüm) buna dahildirler.
34
– Oturun da
evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve
Resulullahın hikmetlerini anın.
Allah
muhakkak ki latif ve
habirdir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).
35
– Allah’a teslim
olan erkekler ve teslim olan kadınlar,
İslâm
dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar,
taate devam
eden erkekler ve taate devam eden kadınlar,
dürüst
erkekler ve dürüst kadınlar,
sabreden
erkekler ve sabreden kadınlar,
mütevazi
erkekler ve mütevazi kadınlar,
hayır
yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar,
oruç tutan
erkekler ve oruç tutan kadınlar,
ırzlarını
koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar,
Allah’ı
çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar
var ya,
işte
Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
[49,14; 39,9; 2,238; 3,43;
30,26]
36
– Allah ve Resûlü
herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra,
hiçbir
erkek veya kadın müminin o konuda başka bir
tercihte bulunma hakları yoktur.
Kim
Allah’a ve Resulüne isyan ederse
besbelli
bir sapıklığa düşmüş olur.
[4,65; 24,63]
37
– Hani hem Allah’ın
nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail
olmuş olup da hanımını boşamaya
karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş
olan kişiye Sen:
“Eşini
yanında tut Allah’tan kork” demiştin.
Allah’ın
açığa çıkaracağı bir durumu içinde
saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin.
Halbuki
Allah’tan daha çok çekinmen gerekirdi.
Neticede,
Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini
kestikten sonra,
Biz onu
sana nikahladık ki, bundan böyle evlatlıkları,
eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları
boşadıkları zaman, o kadınlarla
evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın.
Allah’ın
emri her zaman gerçekleşir. [4,23]
Allah’ın
ve Peygamberimizin ihsanlarına nail olan şahıs,
Zeyd ibn Harise (r.a)’dır. Çocuk iken esir düşüp
köle olarak satılan Zeyd’i Hz. Hatice (r.a) almış,
daha sonra Hz. Peygamber (a.s.) ile evlendiği zaman
ona hediye etmişti. Bilahere ailesi fidye vererek
geri almak istedi. Peygamberimiz, isterse fidyesiz
olarak ailesine gitmesi hususunda onu muhayyer bıraktı.
O ayrılmak istemeyince Hz. Muhammed (a.s.m.) onu
evlat olarak ilan etti.
Hz.
Peygamber, Zeyd’in, halası Ümeyme’nin kızı
Zeyneb ile evlenmesine vesile oldu. Fakat Zeyneb, köle
asıllı olan Zeyd’i kendisine denk saymadığından,
işin başından beri onunla uyum sağlayamadı.
Sonunda Zeyd Hz. Peygambere gelip evliliğe son
vermek istediğini söyledi. Durumu izleyen Hz.
Peygamber (a.s.m) bu neticeyi yerinde bulmakla beraber
Zeyd’in yüzüne karşı söylemek de
istemedi. “Eşini yanında tut!” diye asıl
temennisini dile getirdi.
Zeyd
boşayıp iddetini doldurunca Zeyneb serbest
kaldı. Peygamberimiz çekinmesine rağmen,
Allah onunla evlenmesini emretti. Böylece evlatlık
kurumunu ilga işinde Hz. Peygamber, kendi nefsinden
örnek vermek imtihanı ile karşı karşıya
kaldı. Hz. Peygamberin, bir gün Zeyneb’in güzelliğinin
farkına varması neticesinde Zeyd’in onu boşadığı
zannını uyandıran ve nakil yönünden de
sahih olmayan rivayetin, muhtevası da makul değildir.
Zira halası kızı olarak öteden beri tanıyıp
evlenmelerinde de tam bir aracılık yapan Hz.
Peygamber’in onu yeni fark ettiği iddiasını
doğru bulmak mümkün değildir.
38
– Allah’ın,
kendisine takdir edip helâl kıldığı
bir hususu yerine getirmekte Peygambere herhangi bir güçlük
yoktur.
Sizden önce
gelip geçen peygamberler hakkında da Alahın
kanunu böyle cari olmuştur. Allah’ın emri,
mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
39
– Onlar öyle seçkin
kimselerdir ki Allah’ın buyruklarını
tebliğ ederler, O’nu sayıp çekinirler,
Ondan başka kimseden çekinmezler. Hesaba çeken
olarak Allah yeter. [6,124]
40
– Muhammed içinizden
hiçbir erkeğin babası değildir, lâkin
Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.
Allah her şeyi hakkıyla bilir.
41-42
– Ey iman edenler!
Allah’ı çok zikredin, Onu sık sık anın.
Sabah akşam Onu takdis ve tenzih edin. [30,17-18]
43
– O’dur ki sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için feyiz ve rahmet indirir, melaikesi de sizler için
dua ederler. O, müminlere gerçekten pek merhametlidir.
[2,151-152; 40,7-9]
44
– Allah’a kavuşacakları
gün: “Selam!” iltifatı ile karşılanırlar.
O, onlara
pek değerli ve cömertçe, bir mükâfat hazırlamıştır.
[36,58; 10,10]
45-46
– Ey şanlı
Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahit, müjdeci,
uyarıcı,
Allah’ın
izniyle O’nun yoluna dâvet eden bir peygamber ve aydınlatan
bir lamba olarak gönderdik.
[ 2,143]
47
– Sen, müminlere
Allah’tan büyük bir lütfa nail olacaklarını
müjdele!
48
– Sakın kâfirlere,
münafıklara itaat etme, onların verdikleri sıkıntılara
şimdilik aldırma ve yalnız Allah’a
dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.
49
– Ey müminler! Mümin
kadınlarla nikâh akdi yapıp da onlara
dokunmadan kendilerini boşayacak olursanız,
onların iddet beklemelerini isteme hakkınız
yoktur.
Bu durumda
onlara müt’alarını vererek güzel bir
şekilde boşayın. [2,236-237]
Müt’a:
Koca tarafından boşadığı karısının
gönlünü almak için vermesi gereken mal, para, elbise
gibi şeylerdir.
50
– Ey Peygamber, Biz,
şu gruplara dahil kadınları sana helâl kıldık:
Mehirlerini
verdiğin eşlerin,
Allah’ın
sana ganimet olarak verdiği elinin altındaki
cariyeler, seninle beraber hicret eden amca kızların,
hala kızların, dayı ve teyze kızların.
Bir de
kendisini mehir istemeksizin Peygambere hibe eden ve
Peygamberin de kendisini nikâhlamak istediği mümin
kadını, diğer müminlere değil,
sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık.
Bizim, müminlerin
eşleri ve ellerinin altındaki cariyeler hakkında
gerekli kıldığımız mehir gibi
hususlar, zaten malumumuz olup onları bildirmiştik.
Hibe
yoluyla mehirsiz evlenmeyi sana mahsus kılmamız,
nikâh konusunda senin için bir güçlük olmaması
içindir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir,
merhamet ve ihsanı boldur).
Bildirilen
hükümler: İznin en fazla sınırının
dört hanım ile sınırlandırılması,
velisiz, şahitsiz, mehirsiz evlilik akdi yapılmamasıdır.
Diğer taraftan evlenmede şartlar müsait
olursa, bir erkek en fazla dört kadınla
evlenebilir. Kur’ân’ın indirildiği
toplumda olsun, Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında
olsun, sınırsız kadınla aynı
anda evlenme imkanı dörde indirilmiştir.
Şayet birden fazla kadınla evli olursa adaleti
uygulama farzı getirilmiştir. Bildirilen
evlilik hükümleri özetle bunlardır.
51
– Ey Peygamber, eşlerinden
dilediğini boşarsın, dilediğini yanında
tutarsın.
(Ric’i
talakla) boşayıp ayırdığını
da yanında tutmak istersen, bunda sana bir vebal
yoktur.
Bu hal
onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın
muameleden hepsinin hoşnud olmaları yönünden
daha münasiptir.
Allah
kalplerinizde olan her şeyi bilir. Allah alîmdir,
halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası
boldur).
Bu
âyette tam kapsamlı bir taksim yapılmıştır.
Zira insan eşini ya yanında tutar yahut boşar.
Nikâh altında tutarsa ya eşiyle yatar yahut
terk eder, kasm (nöbet uygulaması) yapar veya kasm
yapmaz. Boşaması durumunda da ya onu serbest bırakır
yahut tekrar almayı arzu eder.
Rivayete
göre bu âyetin indirilmesinden sonra Hz. Peygamber
(a.s.m) eşlerinden Sevde, Cüveyriye, Safiyye, Meymûne
ve Ümmü Habîbe’yi (r.anhünne) geri bırakmış,
şu dört hanımı Hz. Âişe, Hafsa, Ümmü
Seleme ve Zeynebi ise (r.anhünne) yanına almıştır.
Allah hepsinden razı olsun. Demek ki azami dört
hanım hükmünü böylece uygulamıştır.
52
– Bundan böyle artık
başka kadınlarla nikâhlanman, bunları başka
hanımlarla değiştirmen, kendilerini güzel
bulup beğensen bile, sana helâl değildir.
Ancak
elinin altındaki cariyeler bunun dışındadır.
Allah her şeyi gözetlemektedir.
53
– Ey iman edenler!
Yemeğe izin verilmeksizin,
vaktine de
bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz.
Fakat dâvet
edildiğinizde hemen girin.
Yemeği
yiyince hemen dağılın, yemekten sonra
sohbete dalmayın.
Çünkü bu
hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin
utandığından, size karşı bir
şey söylemiyordu.
Oysa Allah,
gerçeği açıklamaktan çekinmez.
Eğer müminlerin
annelerinden bir şey soracak veya isteyecek olursanız,
onu perde arkasından isteyiniz.
Böyle
yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden
daha nezihtir.
Sizin
Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz
ve
kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız
asla helâl değildir.
Çünkü
bu, Allah katında büyük bir günahtır.
54
– Herhangi bir
şeyi açığa vursanız da, gizleseniz
de bilin ki Allah her şeyi pek iyi bilir.
[40,19]
55
– Peygamberin eşlerine
ve mümin kadınlara:
Babaları, oğulları,
kardeşleri,
kardeşlerinin
oğulları, kızkardeşlerinin oğulları,
müslüman kadınları
ve malik oldukları köleler
hakkında bir
günah yoktur.
Bunlar onların
evlerine gelebilir ve onlarla karşılaşabilirler.
Bununla beraber,
ey Peygamber eşleri, Allah’a karşı
gelmekten sakının, çünkü Allah her şeye
şahittir. [24,31]
56
– Muhakkak ki Allah
ve melekleri Peygambere hep salat ederler.
Ey iman edenler!
Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam
verin. [33,41-43; 2,157]
Allah’ın
salatı: Nebîsini rahmetine mazhar etmesi, onun
şanını yüceltmesidir. Meleklerin salatı
Hz. Peygamberin şanını yüceltme, müminler
için duadır. Müminlerin salatı da, duadır.
Selamları ise ona güven verme, ona kendileri tarafından
vaki olabilecek zarar, saygısızlık gibi
olumsuz durumlardan teminat verme anlamına gelir.
Demek
ki salat-u selam, Hz. Peygamberin Allah Teâla tarafından
getirdiği ne kadar ahkâm varsa hepsini kabul edip,
devamlı sûrette ona verilen biatı yenileme mânasına
gelir. Evet, her salavat bir tecdid-i biattır.
Hatıra
gelen bir soru da Hz. Peygamberin salata, dua ve rahmete
ihtiyacı olmadığı halde bunun üzerinde
önemle durmanın sebebidir. Şöyle
denilebilir: Ümmetin Hz. Resulullaha ihtiyacı
fazladır. Hele bu ihtiyaç uzun ve tehlikeli, meşakkatli
âhiret hallerinde son derece fazla olacaktır.
Resul-i Ekrem (a.s.m) ın bu itibarı, tabir
caiz ise Allah Teâla nezdindeki bu kredisi, ne kadar
artarsa, bu imkânların kullanılması o
derece fazlalaşacaktır. Her bir müslümanın
ondan istifadesi daha da artacaktır. Demek ki
salavat, nihayetsiz ümmetin, nihayetsiz ihtiyaçları
ile ilgili olduğu için, ne kadar yapılsa
yeridir.
Ayrıca
salavatla müminler Hz. Peygambere karşı görevlerini
daha sık hatırlamakta, onun buyruklarıyla
irtibata geçme ve ona olan sevgilerini artırma
vesilesi bulmaktadırlar.
57
– Allah ve Resûlünü
çirkin iddia ve davranışlarıyla
incitenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş
ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.
58
– Mümin erkek ve mümin
kadınlara haksız yere, kötü söz ve
hareketleriyle eziyet edenler,
bir iftira ve aşikâr
bir günah yüklenmişlerdir.
59
– Ey Peygamber! Eşlerine,
kızlarına ve mümin kadınlara söyle:
Ev dışına
çıktıkları zaman dış
elbiselerini üzerlerine salıversinler.
Böyle
yapmaları onların iffetli tanınmaları
ve kendilerine sarkıntılık edilerek
incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır.
Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve
ihsanı boldur). [24,31]
{KM, I Korintos. 11,5-6}
Cahiliye
araplarında kadınlar örtünmezdi. Erkeklerin
dikkatlerini çekecek tarzda açılıp saçılan
kadınlar fazla idi. Böyle kadınlar erkeklere
ümit verdiklerinden, onlar tarafından ilgi görürlerdi.
İslâm kadının haysiyetini yüceltmek ve
ahlâksız erkekler tarafından rahatsız
edilmelerini önlemek için, iffetlerinin bir alameti
olarak örtünmelerini emretti. Cilbab (dış
elbise) gözler açık olsa da yüzün büyük kısmını,
gerdanı ve bütün bedeni örten elbisedir.
60-61
– Münafıklar,
kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve şehirde
müminlerin kusurlarını arayarak kötü haber
yayanlar, bu hallerinden vazgeçmezlerse,
Biz onlara
seni musallat ederiz de sonra orada ancak az bir zaman
sana komşuluk edebilirler. Lânetlenirler, nerede
rastlanırlarsa yakalanıp öldürülürler.
62
– Allah’ın
daha önce gelip geçenler hakkındaki nizamı
budur. Allah’ın nizamında asla bir değişiklik
bulamazsın.
63
– İnsanlar
senden kıyamet saatini sorarlar.
De ki: ona
dair bilgi Allah’ın nezdindedir.
Ne bilirsin
belki de o saat yakındır! [16,1;
54,1; 21,1]
64
– Allah kâfirlere lânet
etmiş ve onlara harlı bir ateş hazırlamıştır.
65
– Onlar onun içinde
devamlı kalacak
ve
kendileri için ne bir koruyucu ne de bir yardımcı
bulamayacaklardır.
66
– Yüzleri ateşte
gâh bu yana, gâh öbür yana çevirileceği gün:
“Ah!
derler, ah ne olurdu!
Keşke
Allah’a itaat etseydik,
keşke
Peygambere itaat etseydik!” [25,27-29]
67
– “Ey Ulu
Rabbimiz! derler, sözün doğrusu, biz önderlerimizin
ve büyüklerimizin dediklerine uyduk, ama onlar bizi
yoldan saptırdılar.”
68
– “Ey Ulu
Rabbimiz! Onlara azabın katmerlisini ver, en dehşetli
lânetle lânet et onlara!”
69
– Ey iman edenler!
Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın.
Eziyet
ettiler de, Allah onu, onların dediklerinden akladı,
beri olduğunu ortaya koydu.
O, Allah
nezdinde pek itibarlı bir kişi idi.
70-71
– Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten sakının
ve hep doğru
söz söyleyin ki
Allah da işlerinizi
ve hallerinizi düzeltsin,
günahlarınızı
affetsin.
Kim
Allah’a ve Resulüne itaat ederse, pek büyük bir
mutluluk ve başarıya nail olmuş olur.
72
– Biz emaneti göklere,
yere, dağlara teklif ettik de
onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar.
Zira
sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi.
İnsan
(bu emanetin hakkını gözetmediğinden)
cidden çok
zalim, çok cahildir.
Emanet: farzlar, yükümlülükler, Allah’a itaat, akıl ve düşünme
kabiliyeti şeklinde tefsir edilmiştir. Kader sırrı
yani Allah’ın takdirine razı olmaktır,
diyenler de vardır. İnsana verilen benlik de
emanetin bir unsurunu teşkil eder. Benlik bütün
mahlûklar içinde yalnız insana verilmiştir.
Eğer insandaki ene (ben) gerçek mahiyetini anlayıp
Rabbine yönelmezse dünyayı zulüm, inkâr ve
şirkin dehşeti ile dolduran bir mahiyete dönüşür.
Vallahü a’lem
73
– Bunun varacağı
sonuç da, Allah’ın münafık erkekleri ve münafık
kadınları, müşrik erkek ve müşrik
kadınları cezalandırması, mümin
erkek ve mümin kadınların ise tövbelerini
kabul buyurması olacaktır.
Allah gerçekten
gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı
boldur).
|