KUR'AN-I KERİM İNDEKS

33 – AHZÂB SÛRESİ

Medine’de hicri 5. yılın sonlarında nâzil olmuştur. 73 âyettir. “Birleşik düşman grupları (Ahzab) veya Hendek savaşı bu sûre-i şerifenin en çok yer ayırdığı bir konu olduğundan, sûre bu isimle adlandırılmıştır. Bu sûre birtakım içtimai esasları, özellikle Hz. Peygamber (a.s.) ın örnek aile hayatını vesile ederek bildirir. Tebennî (evlat edinme), zıhar gibi bazı gelenekleri kaldırır. Peygambere karşı müminlerin davranışı, kadınların örtünmeleri, aile hayatı, gerçek müminlerin vasıfları, münafıkların karakteristik davranışları anlatılır. İnsanın büyük emaneti yüklenip, müminlerin buna sadık kaldıkları, münafık ve kâfirlerin ise hıyanet ettikleri bildirilerek sûre sona erdirilir.

Ahzab: Grup, bölük, parti mânasına gelen hizb’in çoğuludur. Hicri 5. yılda Mekke müşrikleri, diğer müşrik kabilelerle güç birliği yaparak Medine şehrini kuşatıp İslâmiyeti imha etmeye teşebbüs etmişlerdi. Bu itilaf kuvvetlerinin hücûmundan bahseden sûre, bu isimle anılmıştır. Neticede umduklarının aksi oldu, perişan olup kaçtılar. Bu tarihten sonra müslümanlara bir taarruz hareketi yapamadılar.

Büyük çoğunluğu h. 5. yılda bu hadiselerin olduğu sıralarda nâzil olan sûre, İslâmiyet aleyhinde, çokça kullanılmak istenen iki silahla, ayrıntılı olarak meşgul olur. Birincisi: maddî silahları, İkincisi: Hz. Peygamberin aile hayatının temizliğine dokunmak. Sûre bu emelde olanların sonlarının hüsran olduğunu bildirmektedir.

Sûrenin geniş bir bölümü de Hz. Peygamberin aile hayatına karşı yapılan saldırıları anlatır. Onun hayatındaki nezahet ve sadelik, bu itirazlara karşı en kuvvetli cevaptır. Ahzab harbinin vaki olduğu sıralarda İslâm toplumu kuvvet kazanma yoluna girmişti. Refah vesileleri ortaya çıkmıştı. Ezvac-ı tahirat da bu refahtan yararlanmak istediler. Hz. Peygamber yaşadığı sade hayattan ayrılmadığı gibi, ev halkının da bu prensibe sadık kalmalarını istiyordu. O, kendisinin ve ailesinin geçim seviyesinin, yoksul müminlerin hayat standardından yukarıda olmasını hiç uygun bulmadı. Dolayısıyla, dünya refahını tercih edecek eşlerinin kendisiyle yaşamaktan vazgeçmeleri gerekiyordu. Onları bu hususta serbest bıraktı. Onun bütün Arap yarımadasına hükmettiği sırada bile yaşadığı bu sade hayat ve eşlerine karşı olan bu tutumu, onun ruhanî ve manevî faziletlere, Rabbine ve âhiret mutluluğuna nasıl kuvvetle bağlı olduğunun müşahhas delilidir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Ey Peygamber, Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmeye devam et, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

2 – Rabbinden sana vahyolunan buyruklara uy, Allah ne yapıyorsanız onların hepsinden haberdardır.

3 – Yalnız Allah’a dayanıp güven. Koruyucu olarak Allah yeter.

4 – Allah, hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi anneleriniz kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz mânasız sözlerden ibarettir. Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir. [58,2; 33,37-40; 4,23]

Bu âyet Cahiliye devrinin iki âdetini kaldırmaktadır. Bunlardan biri zıhar olup Mücadile sûresinde daha geniş şekilde yer alacaktır. Zıhar “sırt, arka” anlamına gelen zahr’dan gelip, kocanın eşine “Senin sırtın, annemin sırtı gibi olsun” diyerek bir nevi boşaması idi. O devirde bu durumdaki kadınla zevciyet ilişkisi kalmaz, bununla beraber kocasının evinden ayrılma hürriyeti de olmadığı için, kadın iyice zor durumda kalırdı. Kaldırılan ikinci âdet tebenni (evlat edinme) kurumu olup, müteakip âyet onu bildirmektedir.

5 – Öyleyse evlatlara babalarını esas alarak isim verin. Böyle yapmak Allah nezdinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, bu takdirde onları kardeş veya mevlâ olarak kabul edin. Yanılarak isimlerde yaptığınız hatalardan ötürü size vebal yoktur, ama kalplerinizin kasden yaptıklarında vebal vardır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [2,286]

Mevla kelimesi birçok anlama gelir. Burada: “köle iken hürriyetine kavuşmuş, âzatlı” mânasınadır.

6 – Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan) onun eşleri de müminlerin anneleridir. Akrabalar miras bakımından Allah’ın kitabında, birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna, yani dostunuza vasiyetle bir mal bırakabilirsiniz. Bunlar kitapta yazılıdır. [4,65; 8,72]

7-8 – Bir vakit, Biz peygamberlerden, kuvvetli bir söz almıştık: Senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu Îsa’dan.

Evet onlardan pek sağlam söz almıştık ki vakti gelince O, sadıklara sözlerine bağlılıklarını sorsun. Kâfirlere ise gayet acı bir azap hazırladı. [3,81; 42,13; 5,109; 7,6]

Bu söz, elçilik görevini yerine getirmek, dinî tebliğ ve öbür peygamberleri tasdik etmek konusundadır. Allah risaletlerini tebliğ ve ifa etme konusunda sözlerine gösterdikleri bağlılığı, ümmetleri önünde açıklayacaktır.

9 – Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birleşik ordular üzerinize saldırmıştı da, Biz onlara karşı, bir rüzgar ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptığınız her şeyi görüyordu.

Hicretin 5. yılında Kureyş, bütün Arap yarımadasındaki gayr-i müslimleri Medine şehir devletinde yerleşmiş olan müslümanlar aleyhinde harekete geçirerek, aklı sıra, kesin imha işini planlamıştı. Gatafan, Eşca, Mürre, Fezare, Süleym, Sa’d ve Esed kabilelerinden başka büyük bir Yahudi kabilesi olan Benî Nadîr de bu koalisyona girmişti.

Medinede oturmaları itibariyle Müslümanlarla aynı kaderi paylaştıklarına dair kesin akitleri olan Benî Kurayza Yahudileri de, bu kuvvetlerin müslümanların işlerini bitireceği fikrine kapıldıklarından, bilahere onlar da, hıyanet edip düşman saflarına geçtiler. Böylece birleşik düşman askerleri 12.000’den fazla oldular. Müslümanların sayısı ise 3.000’i geçmiyordu.

Hz. Peygamber Medine çevresine hendek kazdırıp çıkan toprağın arkasına askerlerini mevzilendirdi. Bir ay kadar süren kuşatma sırasında yardım alamayan müslümanlar iyice bunaldılar. Allah Teâlanın gönderdiği soğuk fırtına düşman güçlerinin çadırlarını söktü, ateşlerini söndürdü, karargâhlarını darmadağın etti. Canlarının derdine düşerek dağılıp gittiler. Görünmeyen ordular, müslümanlara itminan veren melaike ordularıdır.

10 – O vakit onlar hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti.

Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız.

11 – İşte orada müminler çetin bir imtihana tâbi tutulmuş, şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir şekilde sarsılmışlardı.

12 – Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık (şüphe) olanlar: “Allah ve Resulünün bize zafer vaad etmesi, meğer bizi aldatmak içinmiş!” diyorlardı.

13 – Bir kısmı: “Ey Yesribliler! Burada düşmâna karşı koyamazsınız, mevzilerinizi bırakıp evlerinize dönünüz!” diyordu.

Onlardan bir başka bölük: “Evlerimiz korunmasız!” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı.

Halbuki gerçekte evleri tehlikeye mâruz değildi, onlar sadece savaştan kaçmak istiyorlardı.

Hicrete kadar Medinenin ismi Yesrib idi. Daha sonra Medinetu’n-Nebî (Peygamberin Şehri) oldu.

14 – Demek Medine’nin her tarafından hücum edilseydi ve kendilerinden İslâm’dan dönmeleri istenseydi, hiç tereddüt etmeksizin, bunu derhal yapacaklardı!

15 – Halbuki daha önce, düşmandan kaçmayacaklarına dair Allah’a yemin ederek, söz vermişlerdi. Allah’a karşı verilen o ahitlerin hesabı elbette sorulacaktır.

16 – De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak asla size fayda vermez. Faraza başarsanız bile hayatta kalacağınız süre, nihayet çok sınırlıdır. [4,77-78; 62,8]

17 – De ki: “Allah size bir felaket dilese, sizi Allah’a karşı korumak kimin haddine düşmüş?”

Yahut o size bir rahmet dilese, bunu kim engelleyebilir ki?

Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulamazlar.

18 – Allah içinizden bozgunculuğa meyledip savaştan alıkoymak isteyenleri ve kardeşlerine: “Bize gelin” diyenleri elbet biliyor. Zaten bunlardan ancak pek az bir kısmı savaşa geliyorlardı.

19 – Savaşa katıldıklarında da size karşı pek cimri ve kıskanç davranırlar. Hücum eden düşmanın ortalığa saldığı büyük korku gelince, ölüm sekeratına düşmüş kimsenin bakışı gibi, gözleri dönmüş bir tarzda sana baktıklarını görürsün.

Korku hali geçince, Allah yolunda harcamada cimrice bir tavır içinde, keskin dilleriyle sizi incitirlerdi.

İşte onlar iman etmemişler, Allah da onların yaptıkları bütün işleri boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır.

20 – Münafıklar birleşik kuvvetlerin çekilip gitmediklerini sanıyorlardı.

Şayet birleşik kuvvetler tekrar gelecek olsa, çok isterler ki çöldeki göçebeler içinde bulunsunlar da sizin savaşınız hakkındaki haberleri uzaktan sorsunlar.

Esasen, yanınızda bulunsalardı dahi, onlardan pek azı savaşırlardı.

21 – Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.

Hislerine kapılan bazı kimseler, Hz. Peygamber (a.s.m)’ın Mekke’de müşriklerin baskı ve takibatına mâruz kaldığı zaman asil bir örnek olduğunu, fakat Medine’ye hicretten sonra savaşlar, birçok evlilik, ganimet, dünya hâkimiyeti ile manevî tarafının azaldığını ileri sürerler.

Fakat Resul-i Ekremin gelmesinden maksat, bu hislerine mağlup insanları memnun etmek, onlara pratik kıymetten mahrum birtakım esaslar öğretmek değildi. Hz. Muhammed’in hedefi, bu dünyada yaşayan, çalışan insanlara yaşayışlarında uygulayabilecekleri kuralları öğretmek, onlara bu kuralları kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmekti.

Ordu kurmasa, yaptırım gücü kazanmasa, hükümler koymasa, evlenmese, dâvaları hükme bağlamasa, düşmanları mağlup ettikten sonra onları affetmese, insanlara tam örnek olamazdı. Asıl bu gibi bütün beşerî faaliyetleri yapması, onların her birinde örnek tutumun ne olduğunu sözleriyle ve uygulamalarıyla göstermesi ile en mükemmel nümune olmuştur.

22 – Müminler saldıran o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce: “İşte bu, derler, Allah ve Resulünün bize vaad ettiği zafer!

Allah da, Resûlü de elbette doğru söylemişlerdir.” Müminlerin, düşman birliklerini görmeleri onların sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.

23 – Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlarını ispat ettiler.

Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.

24 – Allah, böylece sadık kalanları, doğruluklarına karşılık ödüllendirecek, münafıkları da dilerse azaba uğratacak veya tövbe nasib edip tövbelerini kabul buyuracaktır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [3,179; 47,31]

25 – Allah, o kâfirleri, elleri boş olarak, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.

Müminlerin savaşmasına hacet bırakmadı. Herkes anladı ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.

26 – O kâfir düşmanlara içeriden destek vererek hıyanet eden Ehl-i kitaptan Beni Kurayza’yı da kulelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı, bir kısmını öldürüp, diğer bir kısmını da esir aldınız. {KM, Tesniye 20,10-14}

Kurayza Yahudilerinin Hz. Peygamberle yaptıkları anlaşmaya göre Kureyş ve müttefikleri Medine’ye hücum ederlerse Kurayza bu saldırıya karşı  koyacaktı. Fakat Kurayza savaş ortasında hıyanet etti. İçeriden düşmanları destekledi. Kuşatmacı düşman çekilince, Yahudiler hıyanet suçunun cezasını çekeceklerini beklediklerinden, zaten savaş vaziyetine geçip Medine civarındaki kalelerine girmişlerdi. Hz. Peygamber, düşman çekilince, müslümanlar daha dinlenmeden Kurayza üzerine yürüme emri verdi. Onları kuşatma ise 25 gün kadar sürdü.

Sonunda Ensarın önderlerinden Sa’d İbn Muaz’ı hakem seçip hükmüne razı olacaklarını bildirdiler. Hz. Peygamberin hükmüne razı olsalardı, o daha önce Benî Kaynuka Yahudi kabilesine uyguladığı cezayı uygulardı. Sa’d onlara kendi Tevrat şeriatlarının hükmünü uyguladı (Tesniye, 20,10-15). Savaşa katılanların öldürülmelerine, geride kalan kadın, çocuk ve yaşlıların esir edilmelerine hükmetti. Onlardan 400 kadar savaşçı öldürülüp arazileri müslümanların eline geçti.

27 – Onların arazilerine, yurtlarına, mallarına, hatta sizin ayak bile basmadığınız topraklara sizi vâris yaptı. Allah her şeye kadirdir.

28 – Ey Peygamber, eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce boşayayım.”

29 – “Yok, eğer Allah’ı, Resulünü ve âhiret mülkünü isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.”

Sûrenin tefsirinin baş tarafında belirttiğimiz gibi, bu tarihlerde, yani hicretin 5. yılından sonra, müslüman toplumunun maddî şartları nisbeten iyileşti. Ezvac-ı tahirat da bu refahtan biraz yararlanmak istediler. Hz. Peygamber isteseydi bunları temin ederdi. Fakat o zühd prensibini, yoksul müslümanların hayat standardlarını esas aldığından, ilahî irşadla buna razı olmadı. Hatta ciddî bir imtihan geçirdi. Bu âyetin talimatıyla bütün eşlerini boşamak durumu ile karşı karşıya geldi. Onları ya alışageldikleri sade hayata devam, ya da boşanma arasında muhayyer bıraktı. Onlar neticede dünya refahını değil, Hz. Peygamberle olan beraberliği tercih ettiler.

30 – Ey peygamber hanımları! İçinizden kim çirkinliği aşikâr bir günah işlerse, onun cezası, iki kat olur. Bu, Allah’a göre kolaydır.

31 – Ama kim Allah ve Resulüne itaat eder, güzel ve makbul işlere devam ederse

ona da mükâfatını iki misli verir ve ona cennette kıymetli bir nasip hazırlarız.

32 – Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz.

Takvâ sizin sıfatınız olduğuna göre, namahrem erkeklere hitab ederken tatlı ve cilveli bir eda ile konuşmayın ki

kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide kapılmasın.

Ciddi, ölçülü konuşun.

33 – Hem vakarla evinizde durun da,

daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın,

namazı hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin,

hülasa Allah ve Resulüne itaat edin.

Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt!

Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.

Âyette geçen Ehl-i beyt, Resulullahın ev halkıdır. Yani ezvac-ı tahirat (eşleri), evlatları, damadı Hz. Ali ile torunları Hasan ile Hüseyin (r.anhüm) buna dahildirler.

34 – Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve Resulullahın hikmetlerini anın.

Allah muhakkak ki latif  ve habirdir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).

35 – Allah’a teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar,

İslâm dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar,

taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar,

dürüst erkekler ve dürüst kadınlar,

sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,

mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar,

hayır yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar,

oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar,

ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar,

Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya,

işte Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [49,14; 39,9; 2,238; 3,43; 30,26]

36 – Allah ve Resûlü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra,

hiçbir erkek veya kadın müminin o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur.

Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse

besbelli bir sapıklığa düşmüş olur. [4,65; 24,63]

37 – Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye Sen:

“Eşini yanında tut Allah’tan kork” demiştin.

Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin.

Halbuki Allah’tan daha çok çekinmen gerekirdi.

Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra,

Biz onu sana nikahladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın.

Allah’ın emri her zaman gerçekleşir. [4,23]

Allah’ın ve Peygamberimizin ihsanlarına nail olan şahıs, Zeyd ibn Harise (r.a)’dır. Çocuk iken esir düşüp köle olarak satılan Zeyd’i Hz. Hatice (r.a) almış, daha sonra Hz. Peygamber (a.s.) ile evlendiği zaman ona hediye etmişti. Bilahere ailesi fidye vererek geri almak istedi. Peygamberimiz, isterse fidyesiz olarak ailesine gitmesi hususunda onu muhayyer bıraktı. O ayrılmak istemeyince Hz. Muhammed (a.s.m.) onu evlat olarak ilan etti.

Hz. Peygamber, Zeyd’in, halası Ümeyme’nin kızı Zeyneb ile evlenmesine vesile oldu. Fakat Zeyneb, köle asıllı olan Zeyd’i kendisine denk saymadığından, işin başından beri onunla uyum sağlayamadı. Sonunda Zeyd Hz. Peygambere gelip evliliğe son vermek istediğini söyledi. Durumu izleyen Hz. Peygamber (a.s.m) bu neticeyi yerinde bulmakla beraber Zeyd’in yüzüne karşı söylemek de istemedi. “Eşini yanında tut!” diye asıl temennisini dile getirdi.

Zeyd boşayıp iddetini doldurunca Zeyneb serbest kaldı. Peygamberimiz çekinmesine rağmen, Allah onunla evlenmesini emretti. Böylece evlatlık kurumunu ilga işinde Hz. Peygamber, kendi nefsinden örnek vermek imtihanı ile karşı karşıya kaldı. Hz. Peygamberin, bir gün Zeyneb’in güzelliğinin farkına varması neticesinde Zeyd’in onu boşadığı zannını uyandıran ve nakil yönünden de sahih olmayan rivayetin, muhtevası da makul değildir. Zira halası kızı olarak öteden beri tanıyıp evlenmelerinde de tam bir aracılık yapan Hz. Peygamber’in onu yeni fark ettiği iddiasını doğru bulmak mümkün değildir.

38 – Allah’ın, kendisine takdir edip helâl kıldığı bir hususu yerine getirmekte Peygambere herhangi bir güçlük yoktur.

Sizden önce gelip geçen peygamberler hakkında da Alahın kanunu böyle cari olmuştur. Allah’ın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.

39 – Onlar öyle seçkin kimselerdir ki Allah’ın buyruklarını tebliğ ederler, O’nu sayıp çekinirler, Ondan başka kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter. [6,124]

40 – Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, lâkin Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.

41-42 – Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, Onu sık sık anın. Sabah akşam Onu takdis ve tenzih edin. [30,17-18]

43 – O’dur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için feyiz ve rahmet indirir, melaikesi de sizler için dua ederler. O, müminlere gerçekten pek merhametlidir. [2,151-152; 40,7-9]

44 – Allah’a kavuşacakları gün: “Selam!” iltifatı ile karşılanırlar.

O, onlara pek değerli ve cömertçe, bir mükâfat hazırlamıştır. [36,58; 10,10]

45-46 – Ey şanlı Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahit, müjdeci, uyarıcı,

Allah’ın izniyle O’nun yoluna dâvet eden bir peygamber ve aydınlatan bir lamba olarak gönderdik. [ 2,143]

47 – Sen, müminlere Allah’tan büyük bir lütfa nail olacaklarını müjdele!

48 – Sakın kâfirlere, münafıklara itaat etme, onların verdikleri sıkıntılara şimdilik aldırma ve yalnız Allah’a dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.

49 – Ey müminler! Mümin kadınlarla nikâh akdi yapıp da onlara dokunmadan kendilerini boşayacak olursanız, onların iddet beklemelerini isteme hakkınız yoktur.

Bu durumda onlara müt’alarını vererek güzel bir şekilde boşayın. [2,236-237]

Müt’a: Koca tarafından boşadığı karısının gönlünü almak için vermesi gereken mal, para, elbise gibi şeylerdir.

50 – Ey Peygamber, Biz, şu gruplara dahil kadınları sana helâl kıldık:

Mehirlerini verdiğin eşlerin,

Allah’ın sana ganimet olarak verdiği elinin altındaki cariyeler, seninle beraber hicret eden amca kızların, hala kızların, dayı ve teyze kızların.

Bir de kendisini mehir istemeksizin Peygambere hibe eden ve Peygamberin de kendisini nikâhlamak istediği mümin kadını, diğer müminlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık.

Bizim, müminlerin eşleri ve ellerinin altındaki cariyeler hakkında gerekli kıldığımız mehir gibi hususlar, zaten malumumuz olup onları bildirmiştik.

Hibe yoluyla mehirsiz evlenmeyi sana mahsus kılmamız, nikâh konusunda senin için bir güçlük olmaması içindir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).

Bildirilen hükümler: İznin en fazla sınırının dört hanım ile sınırlandırılması, velisiz, şahitsiz, mehirsiz evlilik akdi yapılmamasıdır. Diğer taraftan evlenmede şartlar müsait olursa, bir erkek en fazla dört kadınla evlenebilir. Kur’ân’ın indirildiği toplumda olsun, Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında olsun, sınırsız kadınla aynı anda evlenme imkanı dörde indirilmiştir. Şayet birden fazla kadınla evli olursa adaleti uygulama farzı getirilmiştir. Bildirilen evlilik hükümleri özetle bunlardır.

51 – Ey Peygamber, eşlerinden dilediğini boşarsın, dilediğini yanında tutarsın.

(Ric’i talakla) boşayıp ayırdığını da yanında tutmak istersen, bunda sana bir vebal yoktur.

Bu hal onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları yönünden daha münasiptir.

Allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. Allah alîmdir, halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası boldur).

Bu âyette tam kapsamlı bir taksim yapılmıştır. Zira insan eşini ya yanında tutar yahut boşar. Nikâh altında tutarsa ya eşiyle yatar yahut terk eder, kasm (nöbet uygulaması) yapar veya kasm yapmaz. Boşaması durumunda da ya onu serbest bırakır yahut tekrar almayı arzu eder.

Rivayete göre bu âyetin indirilmesinden sonra Hz. Peygamber (a.s.m) eşlerinden Sevde, Cüveyriye, Safiyye, Meymûne ve Ümmü Habîbe’yi (r.anhünne) geri bırakmış, şu dört hanımı Hz. Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Zeynebi ise (r.anhünne) yanına almıştır. Allah hepsinden razı olsun. Demek ki azami dört hanım hükmünü böylece uygulamıştır.

52 – Bundan böyle artık başka kadınlarla nikâhlanman, bunları başka hanımlarla değiştirmen, kendilerini güzel bulup beğensen bile, sana helâl değildir.

Ancak elinin altındaki cariyeler bunun dışındadır. Allah her şeyi gözetlemektedir.

53 – Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin,

vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz.

Fakat dâvet edildiğinizde hemen girin.

Yemeği yiyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın.

Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu.

Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez.

Eğer müminlerin annelerinden bir şey soracak veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz.

Böyle yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden daha nezihtir.

Sizin Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz

ve kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla helâl değildir.

Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.

54 – Herhangi bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de bilin ki Allah her şeyi pek iyi bilir. [40,19]

55 – Peygamberin eşlerine ve mümin kadınlara:

Babaları, oğulları, kardeşleri,

kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları,

müslüman kadınları ve malik oldukları köleler

hakkında bir günah yoktur.

Bunlar onların evlerine gelebilir ve onlarla karşılaşabilirler.

Bununla beraber, ey Peygamber eşleri, Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah her şeye şahittir. [24,31]

56 – Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ederler.

Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin. [33,41-43; 2,157]

Allah’ın salatı: Nebîsini rahmetine mazhar etmesi, onun şanını yüceltmesidir. Meleklerin salatı Hz. Peygamberin şanını yüceltme, müminler için duadır. Müminlerin salatı da, duadır. Selamları ise ona güven verme, ona kendileri tarafından vaki olabilecek zarar, saygısızlık gibi olumsuz durumlardan teminat verme anlamına gelir.

Demek ki salat-u selam, Hz. Peygamberin Allah Teâla tarafından getirdiği ne kadar ahkâm varsa hepsini kabul edip, devamlı sûrette ona verilen biatı yenileme mânasına gelir. Evet, her salavat bir tecdid-i biattır.

Hatıra gelen bir soru da Hz. Peygamberin salata, dua ve rahmete ihtiyacı olmadığı halde bunun üzerinde önemle durmanın sebebidir. Şöyle denilebilir: Ümmetin Hz. Resulullaha ihtiyacı fazladır. Hele bu ihtiyaç uzun ve tehlikeli, meşakkatli âhiret hallerinde son derece fazla olacaktır. Resul-i Ekrem (a.s.m) ın bu itibarı, tabir caiz ise Allah Teâla nezdindeki bu kredisi, ne kadar artarsa, bu imkânların kullanılması o derece fazlalaşacaktır. Her bir müslümanın ondan istifadesi daha da artacaktır. Demek ki salavat, nihayetsiz ümmetin, nihayetsiz ihtiyaçları ile ilgili olduğu için, ne kadar yapılsa yeridir.

Ayrıca salavatla müminler Hz. Peygambere karşı görevlerini daha sık hatırlamakta, onun buyruklarıyla irtibata geçme ve ona olan sevgilerini artırma vesilesi bulmaktadırlar.

57 – Allah ve Resûlünü çirkin iddia ve davranışlarıyla incitenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.

58 – Mümin erkek ve mümin kadınlara haksız yere, kötü söz ve hareketleriyle eziyet edenler,

bir iftira ve aşikâr bir günah yüklenmişlerdir.

59 – Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle:

Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler.

Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [24,31] {KM, I Korintos. 11,5-6}

Cahiliye araplarında kadınlar örtünmezdi. Erkeklerin dikkatlerini çekecek tarzda açılıp saçılan kadınlar fazla idi. Böyle kadınlar erkeklere ümit verdiklerinden, onlar tarafından ilgi görürlerdi. İslâm kadının haysiyetini yüceltmek ve ahlâksız erkekler tarafından rahatsız edilmelerini önlemek için, iffetlerinin bir alameti olarak örtünmelerini emretti. Cilbab (dış elbise) gözler açık olsa da yüzün büyük kısmını, gerdanı ve bütün bedeni örten elbisedir.

60-61 – Münafıklar, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve şehirde müminlerin kusurlarını arayarak kötü haber yayanlar, bu hallerinden vazgeçmezlerse,

Biz onlara seni musallat ederiz de sonra orada ancak az bir zaman sana komşuluk edebilirler. Lânetlenirler, nerede rastlanırlarsa yakalanıp öldürülürler.

62 – Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkındaki nizamı budur. Allah’ın nizamında asla bir değişiklik bulamazsın.

63 – İnsanlar senden kıyamet saatini sorarlar.

De ki: ona dair bilgi Allah’ın nezdindedir.

Ne bilirsin belki de o saat yakındır! [16,1; 54,1; 21,1]

64 – Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara harlı bir ateş hazırlamıştır.

65 – Onlar onun içinde devamlı kalacak

ve kendileri için ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.

66 – Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevirileceği gün:

“Ah! derler, ah ne olurdu!

Keşke Allah’a itaat etseydik,

keşke Peygambere itaat etseydik!” [25,27-29]

67 – “Ey Ulu Rabbimiz! derler, sözün doğrusu, biz önderlerimizin ve büyüklerimizin dediklerine uyduk, ama onlar bizi yoldan saptırdılar.”

68 – “Ey Ulu Rabbimiz! Onlara azabın katmerlisini ver, en dehşetli lânetle lânet et onlara!”

69 – Ey iman edenler! Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın.

Eziyet ettiler de, Allah onu, onların dediklerinden akladı, beri olduğunu ortaya koydu.

O, Allah nezdinde pek itibarlı bir kişi idi.

70-71 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının

ve hep doğru söz söyleyin ki

Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin,

günahlarınızı affetsin.

Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başarıya nail olmuş olur.

72 – Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de

onlar bunu yüklenmekten kaçındılar.

Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi.

İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden)

cidden çok zalim, çok cahildir.

Emanet: farzlar, yükümlülükler, Allah’a itaat, akıl ve düşünme kabiliyeti şeklinde tefsir edilmiştir. Kader sırrı yani Allah’ın takdirine razı olmaktır, diyenler de vardır. İnsana verilen benlik de emanetin bir unsurunu teşkil eder. Benlik bütün mahlûklar içinde yalnız insana verilmiştir. Eğer insandaki ene (ben) gerçek mahiyetini anlayıp Rabbine yönelmezse dünyayı zulüm, inkâr ve şirkin dehşeti ile dolduran bir mahiyete dönüşür. Vallahü a’lem

73 – Bunun varacağı sonuç da, Allah’ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması, mümin erkek ve mümin kadınların ise tövbelerini kabul buyurması olacaktır.

Allah gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).