KUR'AN-I KERİM İNDEKS
35 – FÂTIR SûRESİ
Mekkede
indirilmiş olup 45 âyettir. Allah Teâlanın
yaratıcılığını bildiren ve
ilk âyette geçen Fâtır isminden dolayı bu
isimle adlandırılmıştır.
Bu sûrede
Allah’ın varlığına, birliğine,
hikmet ve kudretine delalet eden çeşitli deliller
gözler önüne serilir. Allah’ın yarattığı
tabiatı iyi inceleyenlerin O’nu lâyıkıyla
tanıyıp tazim edecekleri, bir sonuç halinde
bildirilir (âyet: 28). Şirk çürütülür. Bu gerçekler,
bazı meseller aracılığı ile de
müşahhas hale getirilir. Vahye kulak verip âhirete
hazırlananları bekleyen mutluluk ile kâfirleri
bekleyen kötü âkıbet hatırlatılır.
İnsanların çoğunun nankörlüğüne
rağmen Allah’ın onlara mühlet verdiği
hatırlatılarak onlar, bu fırsat değerlendirmeye
çağırılır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Hamd, gökleri ve
yeri yaratan ve melaikeyi ikişer, üçer, dörder
kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O,
yaratıklarından, istediğine, dilediği
kadar fazla özellikler verir, Çünkü O herşeye
kadirdir. {KM, İşaya
6,2; Hezekiel 1,6}
Buradaki
kanat sayıları, tahsis için olmayıp, çokluğu
beyan etmek için misal kabilindendir. Zaten hemen peşinden
gelen “yaratmada dilediği kadar fazla özellikler
verir” kısmı da bunu teyid etmektedir.
Nitekim
hadis-i şerifte, Peygamber Efendimizin Cibril’i
ufku kaplayan altıyüz kanadıyla gördüğü
bildirilmiştir.
Âyet
hilkatteki çeşitliliğe işaret
buyurmaktadır: Mesela: güzel yüzler, güzel
sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik,
boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk,
organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda
keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik
ve bereket, kalbde cesaret, ruhta hoşgörü, dilde
güzel ifade, konuşmada yeterlilik, çeşitli
kabiliyetler, işte beceriklilik ve maharet… ve
daha bunlar gibi nice mükemmellikler sadece insan yaratılışıyla
ilgili çeşitliliğe misal kabilindedir.
Bunlara kuşlar, balıklar, kelebekler, atlar,
aslanlardan, dünyayı yaldızlayan envaı türlü
çiçekler ve bitkiler âlemini, zerrelerden, atomlardan
galaksilere kadar makrokozmozu dolduran çeşitlilikleri
ilave edersek bu âyetin ne geniş bir âleme
pencere açtığını anlayabiliriz.
2
– Allah’ın
insanlara göndereceği herhangi bir nimeti
engelleyip tutacak güç bulunmaz. Onun vermediğini
ise gönderecek kuvvet yoktur. O, öyle azîz ve hakîmdir
(mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
{KM, Eyub 12,14; İşaya 22,22}
3
– Ey insanlar!
Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın:
Düşünün: göklerden ve yerden sizi rızıklandıran
Allah’tan başka bir yaratıcı mı
var?
Ondan başka
tanrı yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da (imandan
inkâra) çevriliyorsunuz?
4
– Eğer seni
yalancı sayarlarsa buna üzülme. Senden önceki
peygamberler de yalanlandı. Bütün işler
nihai hüküm için Allah’a götürülür.
5
– Ey insanlar!
Allah’ın vaadi elbette gerçektir, öyleyse sakın
dünya hayatı sizi aldatmasın; o çok hilekâr
Şeytan da Allah’ın kerem ve merhametini
ileri sürerek sizi aldatmasın. [31,33;
57,14]
Şeytan
birçok kere insanı: “Allah kerîmdir, senin
ibadetine ihtiyacı yoktur. O gafurdur, rahîmdir”
diyerek günahlara veya “O herşeye vekildir”
diyerek tembelliklere sürükleyip, imkânlarını
kötüye kullanmaya sevketmek ister.
Gerçi
Allah’ın bu vasıfları vardır.
Fakat öyledir diye mağrur olup aldanmak, Allah’a
saygı göstermemek, Onun izzet ve celalini hesaba
katmamak, Allah’ın cezasını tanımamak
gibi bir cinayet işlemek olmaz. Keza Allah’ın
iman edip makbul işler işleyen kullarına
verdiği imkân ve derecelerden de göz göre göre
bir mahrumiyete kimsenin razı olmaması gerekir.
6
– Şeytan sizin
düşmanınızdır, öyleyse siz de onu
düşman kabul edin.
O kendi
taraftarlarını, cehennemlik olmaya dâvet eder.
[18,50; 36,60]
7
– Kâfirlere şiddetli
bir ceza vardır.
İman
edip güzel ve makbul işler yapanlara ise bir mağfiret
ve büyük bir mükâfat vardır.
8
– Hiç kötü işleri
kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler
işleyen kimse gibi olur mu?
Allah
dilediğini sapıklık içinde bırakır,
dilediğini doğru yola iletir.
O halde
insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü
Allah onların bütün yaptıklarını
bilir.
9
– Allah o Yüce
Zattır ki rüzgârlar gönderir. Onlar bulutu kaldırır,
derken onu ölü bir beldeye sevkederiz ve onunla ölümünden
sonra dünya yüzüne hayat veririz.
İşte
ölülerin diriltilmesi de böyledir.
10
– Kim izzet
istiyorsa bilsin ki izzet tamamiyle Allah’ındır.
Güzel ve
temiz sözler O’na yükselir. Amel-i salihi, güzel ve
makbul işi de Allah yükseltir.
Kötü işleri
gizlice tasarlayıp kuranlara şiddetli azap
vardır.
Onların
kurdukları bütün tuzaklar mahvolur. [4,139;
10,65; 63;8]
Âyette
muhtemel olan birkaç anlam vardır.
1-Mealde
tercih ettiğimiz durum: Güzel söz doğrudan
Allah’ın katına çıkar! Amel-i salih
ise Allah’ın onu yükseltmesine bağlıdır.
2-Güzel sözü yükselten amel-i salihtir. Söz ancak
eylemle değer kazanır. Hadiste “Allah sözü
amelsiz kabul buyurmaz” buyurmuştur. 3-Amel-i
Salih, amilini yükseltir. kim izzet istiyorsa, amel-i
salih işlesin, zira kula şeref ve izzet veren,
budur.
Kısacası,
izzet elde etmek hem sözde, hem de işte ortaya çıkan
itaatla olur, yoksa gurur, tembellik, şeytanlık
ve kötülüklerle değil.
11
– Allah sizi (atanız
Âdemi) topraktan, sonra(ki nesilleri de) nutfeden
yarattı. Sonra sizi çift çift yaptı.
Onun
bilgisi dışında hiçbir dişi ne
hamile kalır, ne de doğurur.
Herhangi
bir canlının ömrünün uzaması veya kısaltılması
da mutlaka bir kitapta yazılıdır.
Bütün
bunlar, Allah’a göre, elbette pek kolaydır. [6,59;
3,8-9]
12
– (Allah sınırsız
miktarda birbirinden farklı varlıkları
yaratabilir. Bu cümleden olarak) iki denizin suyu bir
olmaz: şu tatlı, içimi afiyetli, boğazdan
kayıverir, o ise tuzlu, acıdır. Bununla
beraber her iki denizden de taptaze et yersiniz ve takındığınız
inci gibi süs eşyası çıkarırsınız.
Allah’ın
lütfundan nasip arayıp bulmak için gemilerin
suları yardığını, denizlerde
devamlı dolaştıklarını görürsün.
Umulur ki bütün bu nimetlere şükredersiniz. [55,22-23]
13
– O gâh gündüzü
kısaltarak geceyi uzatır, gâh geceyi kısaltarak
gündüzü uzatır.
Güneş
ve ayı meri altında hizmete koşturan da
O’dur.
Bunlardan
her biri belirlenmiş bir vâdeye kadar akıp
gider.
İşte
bütün bunları yapan, Rabbiniz olan Allah’tır.
Hakimiyet
O’nundur. Ey müşrikler Sizin O’ndan başka
yalvardığınız putlar ise bir çekirdek
zarına bile hükmedemezler.
14
– Şayet siz
onlara seslenirseniz çağrınızı işitemezler,
eğer işitseler bile icabet edemez, size cevap
veremezler.
Kıyamet
günü ise sizin kendilerini, ibadette Allah’a ortak
saymanızı reddedeceklerdir.
Hiç kimse
sana, herşeyi bilen Allah’ın gerçekleri
bildirmesi gibi haber veremez. [46,5-6;
19,81-82]
15
– Ey insanlar! Siz
hepiniz Allah’a muhtaçsınız.
Hiçbir
şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere
ve hamdlere lâyık olan ise ancak Allah’dır.
İnsanın
nazik bir yaratılışı olduğundan
(4, 28) hangi mertebede olursa olsun Allah’a muhtaç
olmaktan kurtulamaz. Emaneti taşıyan insan
ruhunun duyduğu ihtiyaçlar o kadar çoktur ki,
onun yanında diğer mahlûklara fakir bile
denmez. İnsanın bu sınırsız
ihtiyaçlarını tatmin edecek Allah’dan başka
Mabud bulunmaz.
16-17
– O dilerse sizi
ortadan kaldırır ve yerinize başka mahlûklar
yaratır. Bunu yapmak Allah’a zor değildir.
18
– Hiç kimse bir başkasının
günahını yüklenmez.
Eğer
çok ağır bir yük altında ezilen biri,
taşıma işinde başkasını
yardıma çağırırsa, yükünden az
bir kısmını bile taşımayı
kabul etmez.
İsterse
yardıma çağırdığı onun
yakın bir akrabası olsun!
Sen ancak
Rablerini görmedikleri halde O’nu tazim eden ve
namazlarını hakkıyla ifa edenleri uyarırsın
(yani senin uyarman, peşin hükümlü inatçılara
değil, ancak böyle yapmaya yatkın olanlara
fayda verir).
Kim günahlarından
temizlenir, arınırsa kendi lehine olarak arınır.
Hepinizin dönüşü Allah’adır.
“Bi’l-gayb” hakkında başka muhtemel tefsirler de vardır:
1.İnsanlardan uzak, yalnız iken de Allah’ı
tazim ederler. 2.Azabını görmedikleri halde,
Rab’lerinin azabından korkarlar.
Bu
âyet 29,13
âyetine aykırı değildir. Çünkü o âyet
sapmadan başka, başkalarını saptırmak
günahının cezasını bildirmektedir.
Saptırma günahı da, sapma günahı gibi
insanın kendi günahı olduğundan
kendisine yüklenecektir.
19-22
– Görenle görmeyen
(âma) bir olmaz.
Karanlıklarla
aydınlık,
Gölge ile
sıcak,
Dirilerle
ölüler de bir olmaz! (müminlerle kâfirler bir olmaz.)
Allah,
dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen
kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin. [11,24]
23
– Sen sadece uyarıcı
bir peygambersin.
24
– Evet, Biz seni
gerçeğin ta kendisine malik olarak, rahmetle müjdeleyen
ve kâfirleri azapla uyaran bir Peygamber olarak gönderdik.
Zaten
uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir ümmet
yoktur. [16,36; 13,7]
25
– Eğer seni
yalancı sayarlarsa, üzülme. Bu yeni bir şey
değil.
Onlardan öncekiler
de gerçeği yalan saymışlardı.
Resulleri onlara parlak deliller, kitaplar ve özellikle
aydınlatıcı bir kitapla gelmişlerdi.
(Amma nafile!)
26
– Sonra da Beni inkâr
edenleri tutup cezaya çarptırdım. Benim
reddedişim nasıl olurmuş, görsünler
bakalım!
27
– Görmezmisin ki
Allah gökten bir su indirir. Onunla rengârenk, çeşitli
meyveler yetiştiririz.
Dağlardan
da beyaz, kızıl, siyah ve türlü türlü
renklerde yollar varetmişizdir.
28
– İnsanlardan,
hayvanlardan ve davarlardan yine böyle türlü
renklerde olanlar vardır.
Kulları
içinde ancak âlimler, Allah’ı lâzım geldiği
tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, azîz ve
gafurdur (mutlak galiptir, çok affedicidir).
Kur’ân,
Allah’ı tanıtırken kalbe hitab ettiği
gibi birçok defa da akla hitab eder. İçinde yaşadığımız
âlemin fizik yapısının iyice
incelenmesini ister. Böylece Allah’ın rahmet,
kudret, hikmet ve san’atının oradaki görünümlerini
de dikkat nazarlarına sunar.
Bu
iki âyette muhataplar, bitkiler âleminde, yer küresinin
kabuğunda, dağlarda ve topraklarda, insanlar
ve hayvanlar âleminde tezahür eden muazzam ve muhteşem
çeşitliliği incelemeye dâvet edilmektedirler.
Aynı su ile sulanan, aynı toprakta yetişen,
aynı güneşten yararlanan bitkiler âleminde
birbirinden güzel desenler, renkler, şekiller,
tatlar, kokular, özellikler ve faydalar...
Madenlerin
depoları olan damar damar dağlardaki farklı
toprak yapıları, renkler, çeşitler, özellikler,
faydalar... Sadece bir petrolün milyonlarca yıllarla
ifade edilen oluşumunu, mermer damarlarında
Nakkaş-ı Ezelinin tecellilerini düşünelim:
O harika renkler, şekiller, sağlam, muhkem özellikler.
İnsanların
ihtiyaçları için hazırlanmış demir,
bakır, altın, gümüş, krom, çinko, kurşun,
fosfat, kalay, uranyum, volfram, kömür, boraks...
filizleri ve yatakları... Trilyonlarca yaratıkların
yüzbinlerce yıl
boyunca muhtaç oldukları ne varsa hazırlanmış.
Tesadüfe en ufak bir yer bulunabilir mi? Azıcık
bilenin buna ihtimal vermesi mümkün değil. O
sadece bu âyette bildirildiği gibi Yüce Yaradanın
azametine hayranlık duymaktan başka bir şey
yapamaz. Böylece Kur’ân fizik, kimya, jeoloji,
botanik, zooloji gibi tabiat bilimlerini bu ve başka
birçok âyetle teşvik eder, ta ki kâinat kitabının
okunmasına kapılar aralasın.
29
– Allah’ın
kitabını okuyup ona uyanlar, namazı hakkıyla
ifa edenler ve kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan,
gizli ve aşikâr olarak hayır yolunda
harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
30
– Çünkü Allah
onlara mükâfatlarını tam tamına verecek,
üstelik lütfundan onlara fazlasını da ihsan
edecektir. Zira o gafurdur, şekûr’dur (kusurları
bağışlar, kulların amellerini ve
şükürlerini kabul edip fazlasıyla karşılık
verir).
31
– İlahi
kitaplar içinde sana vahyettiğimiz bu kitap da,
daha önceki kitapları tasdik eden ve gerçeğin
ta kendisi olan bir kitaptır.
Allah
kullarının bütün yaptıklarından
haberdar olup onları görmektedir.
32
– Sonra Biz, kitabı
seçtiğimiz kullarımıza miras verdik.
Onlardan
kimi nefsine zulmeder. Kimi mûtedildir, orta yolu tutar.
Kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçer.
İşte büyük lütuf budur.
33
– (Onların mükâfatları)
Adn cennetleridir. Oraya girerler, orada altın
bilezikler, incilerle süslenirler, elbiseleri de
ipektendir.
34
– Şöyle derler:
Hamdolsun bizden her türlü endişeyi gideren
Allah’a. Gerçekten Rabbimiz gafurdur, şekûrdur
(çok affedicidir, kullarının mükâfatlarını
fazlasıyla verir). {KM, Vahiy 7,17; 21,4}
35
– Çünkü O, lütfu
ile bizi devamlı kalınacak olan yerde yerleştirdi.
Burada artık bize ne yorgunluk olacak, ne de usanç
gelecek.
36
– Kâfirlere ise
cehennem ateşi var. Ne ölüm hükmü verilir ki ölsünler,
ne de ateşin azabı hafifletilir.
Biz işte
Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü
böyle cezalandırırız. [20,74;
43,74-77; 17,97; 78,30]
37
– Onlar orada imdad
istemek için şöyle feryad ederler:
“Ey Ulu
Rabbimiz! Ne olur, çıkar bizi buradan, dünyaya
geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan
başka, güzel ve makbul işler yapalım!”
Allah
onlara şöyle buyurur: “Biz, size, düşünüp
ibret alacak, gerçeği görecek kimsenin düşüneceği
kadar bir ömür vermedik mi?
Hem size
peygamber de gelip uyardı.
Öyleyse
tadın azabı! Zalimlerin hiç bir yardımcısı
yoktur!” [40,11-12]
[43,77-78; 17,15; 67,8-9]
Tecrübe
ve imtihan zamanı olan bu süreyi yaşayan
kimse için, Yaratanını bilmemekte bir özür
kalmamıştır. Bu süre hakkında çeşitli
rivayetler vardır. Bir hadis-i şerif bunu altmış
yaş olarak belirler: “Kıyamet günü “altmış
yaş yaşayanlar nerede?” diye nida edilir.
Zira Allah Teâlanın bu âyetindeki “ömür”
den kasdedilen müddet budur”
Bir
hadiste de: “Allah bir insana altmış sene ömür
verince, artık bu hususta o kulunun mazeret ileri sürmesine
imkân bırakmamıştır” buyurulur.
Bu
hadis çokça vaki bir durumu bildirmek içindir. Daha
az görülen başka durumlar da vardır. Başka
yaş bildiren rivayetler var ise de, Allah’u Âlem:
“Büluğdan sonra her ölen hakkında, bu süre
gerçekleşmiş demektir.” Altmış,
Hz. Peygamberden rivayet edildiği üzere en üst sınır
demektir. Yani bundan sonra kâfirliğe hiç mazeret
kalmıyor demektir.
38
– Allah göklerin
ve yerin gayblarını bilir. O insanların
kalplerinde olanları da tamamen bilir.
39
– Sizi dünyada
halifeler, yani yöneticiler yapan O’dur.
Kim inkâr
ederse onun küfrü kendi aleyhinedir.
Kâfirlerin
inkârı, Rab’leri nezdinde kendilerine gazaptan
başka bir şey artırmaz.
Kâfirlerin
inkârı onların sadece zararlarını
fazlalaştırır.
[35,39; 6,165]
Mekke’de
bu sûrenin nazil olduğu zaman düşünülürse
âyetin bir mûcize ihtiva ettiği anlaşılır.
Zira âyet ümmet-i Muhammedin dünyevi hakimiyetini
bildirmektedir.
40
– De ki: Baksanıza,
Allah’tan başka yalvardığınız
şu şeriklerinize!
Gösterin
bakalım bana: Dünyanın nerelerini yaratmışlar?
Yoksa göklerin
yaratılmasında mı Allah’a ortaklıkları
var?
Yoksa Biz
onlara bir kitap verdik de onlar onun aydınlığında
mı bulunuyorlar?
Sözün doğrusu
şu ki: Zalimler birbirlerine sadece yalan, dolan ve
aldanma vaad ederler.
41
– Gerçek şu ki:
Gökleri ve yeri yok olmaktan koruyan, Yüce Allah’tır.
Şayet
onlar yıkılacak olursa onları Allah’tan
başka kimse tutamaz.
Doğrusu
O halîmdir, gafûrdur (müsamahalıdır,
cezalandırmada aceleci değildir, çok
affedicidir). [22,65; 30,25;
35,1]
42
– Kendilerini
uyaracak bir peygamber geldiği takdirde,
ümmetler içinde,
hidâyette en ileri derecede yer alacaklarına dair
var güçleri ile yemin ettiler.
Ama
kendilerine bir peygamber gelip uyarınca bu onların
sadece nefretlerini artırdı. [6,156]
43
– Sebebi ise: dünyada
sırf böbürlenip büyüklük taslamak
ve bir de kötü
bir tuzak kurmak istekleriydi.
Halbuki kötü
tuzak, sadece hazırlayanın ayağına
dolanır, sadece onu perişan eder.
Onlar daha
öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten
başka bir şey mi bekliyorlar?
Sen
Allah’ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir
değişiklik bulamazsın! [13,11;
17,77; 48,23]
44
– Dünyada hiç
dolaşıp da, kendilerinden önce yaşamış
ümmetlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna
bakmadılar mı?
Onlar,
bunlardan daha güçlü idiler.
Ne göklerde
ve ne de yerde Allah’ı engelleyecek bir şey
yoktur.
Çünkü O
alîmdir, kadirdir (her şeyi hakkıyla bilir ve
her şeye gücü yeter).
45
– Eğer Allah
insanları işledikleri günahlar yüzünden
cezalandıracak olsaydı, dünyada tek bir insan
bile bırakmazdı; ama Allah onların cezasını
belirlenmiş bir vaadeye kadar erteler.
O vaadeleri
geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları
cezalandırır. Çünkü Allah kullarını
tamamen görmektedir. {KM,
Mezmurlar 130,3}
Bazı
tefsirler, “İnsanın günahlarının
uğursuzluğu yüzünden bir tek hayvan bile kalmazdı”
demişlerse de, “Deprenir bir insan bırakmazdı”
mânasına olması daha mâkuldür. Çünkü âyetteki
“onlar” zamirinin akıllı varlıklar hakkında
kullanılması, akla daha yatkındır.
|