KUR'AN-I KERİM İNDEKS
36 – YÂSîN SÛRESİ
Mekke
devrinin ortalarında inmiş olup 83 âyettir.
İsmini Kur’ân-ı Kerimin en kısa âyeti
olan ilk âyetinden almıştır. Sûre,
Kur’ân’ın dört esas maksatından üçü
olan tevhid, âhiret ve risaleti ayrıntılı
denecek derecede ele alır. Şöyle ki: 1.Allah
Teâlanın gökyüzünde tezahür eden kudreti, güneş
ve ayın hikmetleri, gece ve gündüzün oluşumu,
bitkiler ve hayvanlar âleminde, insanın yaratılışında
tezahür eden deliller hatırlatılarak bütün
bunların tek olan Yüce Yaratıcıyı gösterdiği
zihinlere yerleştirilir. 2.Ölmüş yeryüzünün
her sene bahar mevsiminde diriltilmesi, insanın bir
damla sudan yaratılması, ölülerin
diriltilmesinin delili olarak anlatılır. 3.İnsanlık
tarihinde risaletin öteden beri mevcut olup Hz.
Muhammed (a.s.) ile devam ettiği, mahiyet olarak beşerden
başka bir şey olmayan elçilerin sadece ilahî
mesajı tebliğ ile görevli oldukları,
onların bu ağır vazifeden ötürü
insanlardan hiçbir karşılık
beklemedikleri bildirilir.
Sûre
bu gerçekleri çok özlü, etkili ve düşündürücü
bir üslupla anlatır. Hz. Peygamber (a.s.): “Yâsîn
Kur’ân’ın kalbidir” buyurmuştur. Gerçekten
bu sûre, kirlenen ruhlara ve canlara, temizlenmiş
kanla sürekli olarak hayat bahşeden, çarpıp
duran manevî bir kalp durumundadır. Hz. Peygamber:
“Ölmek üzere olanların yanında Yasin sûresini
okuyunuz” buyurmakla, onun ölümcül durumda olanlara
bile hayatiyet vereceğini bildirmiştir. Gerçekten
âhirete doğru yolculuğun sonunda bu hakikat
dersini dinlemek pek önemlidir. Bazı alimler ise
ölülerin bile ondan faydalanacaklarını,
kabrin başında okunmasının hadiste
yeri olduğunu kabul etmişlerdir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1
– Yâ sîn,
2
– Hikmetli Kur’ân’a
andolsun:
3
– Sen elbette gönderilen
resullerdensin.
4
– Dosdoğru yol
üzerindesin.
5-6
– O, azîz ve rahîmden
indirilen bir tenzil olup, ataları uyarılmamış,
hâliyle, kendileri de gaflette giden, bir topluluğu
uyarmak için gönderilmişsin.
7
– Onların çoğunun
hakkında ilahî hüküm hak olarak kesinleşti.
Artık imân etmezler onlar...
8
– Boyunlarına
öyle boyunduruklar koyduk ki onlar çenelerine
dayanmaktadır. Boyunları yukarı, çeneleri
kalkık, gözleri havada bir durumdadırlar.
Kâfirler,
gidişatlarına uygun bir şekilde cezalandırılmışlardır.
Mağrur, burunları havada olmaları
sebebiyle, o şekilde kelepçelenmişlerdir. Sağ
ve sol el, sağ ve sol çene altlarından birer
dikme gibi tutturulduktan sonra, üstünden çeneye
kadar varan kelepçe dolanır. Bu durumda olan
şahıs, önünü göremez, gözleri havada olduğundan
boynu şiddetli şekilde ağrır.
9
– Hem önlerinden
hem arkalarından bir set yaparak, öylesine çepeçevre
sardık ki,
artık
hiç göremezler onlar...
10
– Kendilerine müsavidir
(ha uyardın onları, ha uyarmadın,
artık
iman etmezler onlar...
11
– Sen ey Resulüm,
şu kimseyi uyar:
İrşâda
can kulağıyla tâbi olur,
görmediği
Rahman’a saygı duyup o’ndan çekinir. Müjdele
onu:
Mağfiret
onun, şerefli mükâfat onun...
12
– Ölüleri
diriltecek Biz’iz.
Yaptıkları
her şeyi ve bütün izlerini bir bir kaydeden
Biz’iz.
Velhasıl
her bir şeyi, apaçık bir kitap’ta sayıp
döken Biz’iz.
13
– Sen şimdi
onlara bir misâl getir:
Malum
şehir halkını, hani onlara da elçiler
gelmişti.
Buradaki
elçiler, Hz. Îsâ’nın havarîleri, muhataplar
Roma İmparatorluğunun hâkimiyeti altında
yaşayanlar, şehir ise Antakya veya o civarda
bir başka şehirdir. Hz. Îsâ’nın dâveti
karşısında müşrik Romalılar
nasıl söndüyse, Kur’ân’ın dâveti ile
de şirkin hakimiyetinin yıkılacağına
îma edilir.
14
– Evet, iki resul gönderdik
onlara,
“Yalancı!”
dediler onlara.
Bunun üzerine,
güçlendirdik onları bir üçüncü resulle,
Dediler hep
birden: “Biz Allah’ın elçileriyiz size!”
15
– Ahali dedi ki:
“Doğrusu Rahmanın indirdiği bir şey
yok!
Siz de
bizim gibi bir beşersiniz, evet evet... siz sadece
yalancısınız!”
16
– Resûller dediler:
“Elbette biliyor Rabbimiz,
Size gönderilen
elçileriz biz;
17
– Açıkça
tebliğden başka bir şeyle yükümlü değiliz
biz.”
18
– Ahâli dedi ki:
“Uğursuzsunuz siz, şayet vazgeçmezseniz,
sizi taşlarız,
acı mı
acı bir azap size dokundururuz.”
19
– Resûller cevap
verdiler:
“Uğursuzluğunuz
sizinle beraber, çünkü siz imânsızsınız,
irşâd
edildiniz diye mi böyle söylüyorsunuz?
Haddi aşan
toplumun tekisiniz siz!”
20
– Derken... şehrin
öte başından,
koşarak
bir adam geldi ve onlara dedi ki:
“N’olur
ey kavmim! Gelin siz bu resullere uyun!”
Bu
zat, Habib-i Neccar diye bilinir.
21
– “Sizden bir ücret
istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru
yolda yürüyen bu kimselere uyun.”
22
– “Hem ne o olmuş
ki bana? Neden tapmayayım beni yaratana?
Hem
sizlerin de dönüşü olacak O’na!”
23
– “Hiç O’ndan
başka tanrı edinir miyim!
Zirâ
Rahman bana zarar vermek dilerse,
onların
şefaati fayda etmez, hem kurtaramazlar da...”
24
– “O durumda ben,
besbelli bir sapıklıkta olurum.
25
– Amma bakın:
Ben
Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş
olun!”
26
– Ona “Buyur
cennete gir!” denildi.
O ise halkını
hatırlayarak: “Ah halkım bir bilseydi!”
dedi.
27
– “Ah bir
bilseler: Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara
garkettiğini!”
28
– Onun vefatından
sonra, kavminin üzerine, gökten bir ordu indirmedik,
zaten bu âdetimizden de değildi.
29
– (Orduya ne lüzum?),
bir tek ses yeter! Bir de bakmışsınız:
Sönüp kalmışlar...
30
– Yazıklar
olsun o kullara ki, kendilerine gelen her resul ile,
mutlaka alay ederlerdi.
31
– Kendilerinden önce
nice nesilleri imhâ ettiğimizi, ve onların da
kendilerine dönmediğini görmezler miydi?
32
– Hiç kimse hariç
kalmamak üzere, hepsi huzurumuza toplanacaklar!
33
– Delil mi isterler?
İşte ölmüş arz!
Hayatı
ona Biz veriyoruz.
Oradan
onların yiyecekleri habbeleri çıkarıyoruz.
Kendileri
de ondan yiyip dururlar.
34
– Orada üzüm bağları
ve hurmalıklar yaptık, orada pınarlar fışkırttık.
35
– Ta ki onun
meyvelerinden yesinler,
O meyveleri
onlar yapmadılar,
Hâla
şükretmez mi onlar?
Burada
mâ edatı
mevsule olabileceği gibi nâfiye
de olabilir. Meâlde tek mânayı tercih etme
mecburiyetinden ötürü, daha kuvvetli görünen nefy
anlamını tercih ettik.
36
– Münezzehtir o
Allah, her noksandan münezzeh!
Yerin
bitirdiği her şeyi,
ve
kendilerini,
ve daha
nice bilmedikleri şeyleri
çift
yaratan, münezzehtir, Yücedir!
Zevc: çift mânasına geldiği gibi çeşit ve kısım
mânasına da gelir. Allah’ın bütün çeşit
ve sınıflarıyla âlemi yarattığını
ifade eder. Bu âyet, çift kavramının
insanlar gibi bitkilerde de erkek ve dişi unsurlar
ile câri olduğunu, hatta insanların çeşitli
dönemlerde bilmedikleri birçok şeylerde de çift
unsurun bulunduğunu ifade eder: elektrikte artı
ve eksi yük, cisimler arasında itme ve çekme
kuvveti, maddenin temeli olan atomlarda pozitif ve
negatif elektronlar, bu âyetin mûcizevî olarak haber
verdiği şeyler arasındadır. Bütün
bunlardan maksat da, her şeyi çift yaratan, bunca
çeşitliliği ile kâinatı yaratan
Allah’ın tek olup eş ve ortaktan münezzeh
olduğunu vurgulamaktır.
37
– Onlara bir delil
de gecedir:
Ki Biz
ondan gündüzü sıyırıp soyarız,
birden karanlığa gömülürler...
38
– Güneş de
bir delildir onlara,
akar gider
yörüngesinde...
O azîz ve
alîmin, (o üstün kudret sahibinin ve her şeyi
bilenin), yaratması böyle olur işte!
Kur’ân’ın
muhataplarına vermek istediği ders şudur:
Çok mükemmel ve en ufak aksaklık göstermeyen bir
nizam vardır. Her tarafı birbiriyle tam
irtibatlı bu nizam, bu sistem de, nizamın
sahibinin tek olduğunu gösterir. Bunun
misallerinden biri güneşin hareketidir. Güneşin
hareketi kendi etrafında olabilir. Dünyanın
etrafında olabilir, güneş sistemi olarak
olabilir, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisi
olarak saniyede 10 mil veya daha fazla hızlı
bir hareketle olabilir. Âyetin aslında öyle bir cümle
yapısı vardır ki bütün bunları
ifade etmesi mümkündür. Fakat önemli olan şudur
ki, nizam fikri, bütün ihtimallerde mevcuttur.
Allah’ın bu mûcizeli, çevik, muazzam, pek
marifetli ve maharetli hizmetkârı olan güneş,
herbiri ayrı ayrı yörüngede, muazzam
faaliyetlerine rağmen hiçbir uyumsuzluğa yol
açmamakta, en ufak bir aksaklık göstermemektedir.
39
– Ay için de birtakım
safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa,
nihayet eski hurma salkımının çöpü
gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.
40
– Ne güneş
aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir.
O gök
cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur....
41
– Bir delil daha
onlara:
Nesillerini
dopdolu gemilerde taşımamızdır.
Eski
tefsirlerimizin çoğu burada Hz. Nuh (a.s.)’ın
gemisini düşünürler. Merhum Elmalı’lı
M. H. Yazır ise, nesillerin ana rahimlerinde boğulmaksızın,
emniyetle taşınmasını düşünür.
Bu mânâ -tek tek bütün insanlarla ilgili olup,
hepsinin devamlı görüp durduğu bir hâdise
olması itibariyle- daha münasip sayılabilir.
42
– Biz, onlar için,
gemiye benzer, daha nice binekler yaratırız...
Birçok
çağdaş tefsirde belirtildiği gibi burada,
ulaşım aracı olmak bakımından
gemiye benzeyen yolcu nakil vasıtalarından
tren, otobüs, uçak gibi binekler, açıkça haber
verilmektedir.
43
– Şayet
dileseydik onları boğardık
Ne
feryatlarına koşan bir kimse bulabilir, ne de
başka türlü kurtarılırlardı.
44
– Sadece Biz’den
ulaşacak bu rahmet ve onları bir vâdeye kadar
yaşatma irademizle hayatta kalabilirler.
45
– Onlara ne zaman:
“Önünüzde ardınızda bulunan hâllerden
sakının,
böylelikle
merhamet edilmeye müstehak olun!”
denilse, yüz
çevirirler...
Bu
haller hakkında şu ihtimaller düşünülmüştür:
“Dünya
azabı ve âhiret azabı”; “Şimdiki
zaman veya istikbaldeki tehlikeler”, “Görünen veya
görünmeyen kaza ve belalar”
46
– Ne zaman
Rab’lerinin âyetlerinden bir âyet, gelse, yüz çevirirler...
47
– Onlara ne zaman:
“Allah’ın size lütfettiğinden, siz de
muhtaçlar için harcayın” denilse,
kâfirler müminlere
şöyle derler:
“Size
kalsa Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı
kimseyi doyurmak bizim mi işimiz?
Siz, böyle
ne sapık düşünürsünüz!”
48
– Ve yine derler ki:
“Eğer doğru söylüyorsanız, bizi
tehdid ettiğiniz bu mezarlardan kalkma ne zaman?
49
– Onların
beklediği: Sadece bir ses...
Çekişip
dururlarken kendilerini çarpacak bir ses...
50
– İşte o
zaman...
Ne
vasiyette bulunabilir, ne de evlerine dönebilirler...
51
– Sura üflendi,
“Kalk!” borusu çaldı...
İşte
mezarlarından kalkıp, Rab’lerinin huzurunda
duruşmaya koşuyorlar...
52
– “Eyvah bize!
Kim kaldırdı bizi yatağımızdan?”
diyorlar...
“İşte
Rahmân’ın vâdi: Resuller doğru söylerler!”
53
– Bütün olay, bir
çağrıdan ibâret!
İşte
hepsi duruşma için toplanmışlar...
54
– Artık bugün,
kimseye zulmedilmez, hakkınızdan başka
size bir karşılık verilmez.
55
– Amma bugün
cennetlikler, zevk ve eğlence içindedirler...
56
– Hem kendileri,
hem eşleri gölgeliklerde, tahtlarına
kurulurlar.
57
– Orada turfanda
yemişler onlara,
hâsılı
istedikleri her şey onlara...
58
– Rabb-i
Rahim’den sözle olan bir selâm yine onlara...
59
– “Fakat bugün
sizler,
şöyle
bir tarafa çekilin ey mücrimler”
60
– “Ey Adem’in
evlatları!
Size
emretmemiş miydim:
“Şeytana
tapmayın sakın!”
61
– “Çünkü o
size âşikar düşman...
Lâkin Bana
tapın!
işte sırat-ı
müstakim!”
62
– O, içinizden
nice nesilleri saptırdı.
Bunu düşünmeli
değil miydiniz?
63
– İşte
tehdid edildiğiniz cehennem!
64
– İnkârınız
sebebiyle bugün oraya girin.
65
– Bugün mühür
vuracağız ağızlarına,
elleri Bize
söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına.
66
– Eğer
dileseydik gözlerini dümdüz, silme kör ederdik,
o zaman
yola dökülüp dururlardı.
Fakat nasıl
göreceklerdi?
“İmana
gelmeleri için, ille de kendilerini böyle sakat, çarpık
çurpuk etmemizi mi bekliyorlar? Dileseydik böyle
yapardık, Ama o zaman da imâna koşmak için
yarışmak isterlerdi. Fakat bu vaziyette nasıl
görebileceklerdi ki?” demektir.
67
– Eğer
dileseydik, oldukları yerde, hemen başüstü,
mâhiyetlerini değiştirir, çirkin mi çirkin,
tersyüz ederdik...
Artık
ne ileriye devam edebilir, ne de geriye dönüş
yapabilirlerdi.
68
– Onlardan hayatta
bıraktığımız kimsenin ise,
hilkatini tersyüz ederiz.
Hâlâ akıllanmazlar
mı?
Tefsirlerin
çoğunluğunda bulunmayan bu anlam ve irtibat Tefsiru’t-Tahrir
ve’t-Tenvir’den alınmıştır.
69
– Biz Resûl’e
Kur’ân öğrettik, şiir öğretmedik, o
zaten ona yaraşmaz.
O sırf
bir irşâd ve parlak bir Kur’ân’dır.
70
– Yaşayan her
kişiyi uyarsın diye,
böylece
ilahî hüküm kâfirler hakkında kesinleşsin
diye,
gönderilmiştir.
71
– Şunu da görmediler
mi:
Ellerimizle
yaptığımız eserlerden kendileri için
uysal, evcil hayvanlar yarattık da onlara mâlik
bulunuyorlar.
72
– Onları
emirlerine âmade kıldık. Onlardan hem binek
edinir, hem de yerler,
73
– Onlardan içecekler
elde ederler,
daha nice
menfaatlerinden yararlanırlar.
Halâ mı
şükretmezler?
74
– Tuttular,
Allah’tan başka tanrılar peşine düştüler,
güyâ ki yardıma nâil olacaklar!
75
– O putlar
kendilerine yardım edemezler, nasıl olur?
Zaten
bunlar, onlar için hazırlanmış askerler!
Şirkin
asıl çelişkisi şuradadır: Müşrik,
putundan yardım bekler; amma aslında müşriğin
yardımı olmasa put varlığını
devam ettiremez. Hazır kuvvet halinde nöbettarlık,
bekçilik eden putperesttir ki, şirki devam ettirir.
Yani o ona asker, öbürü buna asker! Âyet-i kerime bu
iki anlamı mükemmel bir tarzda toplamaktadır.
76
– O halde ey Resulüm,
üzülme sen onların laflarına,
onların
gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını
da, sen hiç tasalanma...
77
– İnsan şunu
hiç görüp düşünmedi mi:
Biz
kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir
hasım kesildi Bize.
78
– Nasıl yaratıldığını
unutarak, bir de misâl fırlattı Bize:
“Çürümüş
vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek!” diye.
79
– De ki: “Onları
ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü
bilir.”
Burada
“halk”, Türkçedeki mef’ul mânâsında olmayıp,
masdar mânâsınadır. Yani “Allah, yaratmanın
her türlüsünü, hayale bile gelmez şekillerini,
mekanizmalarını bilir” demektir.
80
– O’dur ki sizin için
yeşil ağaçtan bir ateş yaratır, siz
de onu tutuşturup durursunuz.
Tefsirlerin
çoğu bundan, yaş iken birbirine sürtülmekle
ateş çıkaran çöl ağacı merh
ve afâr’ın kasdedildiğini bildirirler. Çağdaş müelliflerden,
petrolü oluşturan ağaçları düşünenler
de vardır.
81
– Gökleri ve yeri
yaratan, onlar gibisini yaratmaya olmaz mı kadir!
Elbette
kadir!
Hallâk
O’dur, alîm Odur!
(Her şeyi
yaratan, her şeyi bilen O’dur).
82
– Bir şeyi
dilediğinde O’nun buyruğu, sadece “Ol!”
demektir, hemen oluverir...
83
– Sübhandır, münezzehdir
o Zât ki, her şey üzerinde hâkimiyet elindedir.
Ve... hepinizin
de dönüşü, O’na olacaktır.
|