KUR'AN-I KERİM İNDEKS
37 – SÂFFÂT SÛRESİ
Mekke’de
indirilmiş olup 182 âyettir. İsmini ilk
ayetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûrede
önce melaikeden, daha sonra cinlerden bahsedilir.
Cahiliye arapları arasında yaygın olup,
cinleri Allah’ın kızları sayan şirk
inancı iptal edilir. Müteakiben, insanların
ölümden sonra dirilip hesap verecekleri vurgulanır.
Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Mûsâ, Hz.
Harun, Hz. İlyas, Hz. Lut (aleyhimu’s-selam) gibi
peygamberlerin tebliğleri hatırlatılır,
müminlere kesin bir zafer vaad
edilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Yemin ederim o saf
saf dizilenlere,
Müfessirlerin
çoğuna göre ilk üç âyette bildirilen işleri
yapanlar melaike topluluklarıdır. Birinci âyette
emirleri yerine getirmek için hazır kıta
bekleyen; ikinci âyette yağmurun yağmasını
düzenleyen, üçüncü âyette ise peygamberlere
vahiyleri, salih kullara ise ilhamları getiren
melaike toplulukları kasdedilmiştir.
2
– Sevk-u idare edip
menedenlere,
3
– Kitap okuyanlara
ki [77,5-6]
4
– Sizin ilahınız
bir tek İlahtır.
5
– O, hem göklerin,
yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların,
hem de güneş’in bütün doğuş
yerlerinin Rabbidir. [70,40;
55,17]
Güneş
ufukta her gün farklı yerlerden doğar, böylece
birçok doğuş sözkonusu olur. Bu sayede Güneşin,
dünyanın bütün bölgelerinde muhtelif zamanlarda
görülmesi mümkün olur.
6
– Biz dünyaya en
yakın semayı yıldızlarla süsledik. [67,5;
15,16-18]
Gökler
sınırsız olmayıp birtakım sınırları
vardır. Hiçbir âsi şeytan o hudutları aşamaz.
Hiçbir gök cismi kendi ekseni dışına çıkamaz.
Onların yollarına da başka cisim giremez.
Uzay boş sanılır, ama oradaki sınırlar
çok kesin hatlarla çizilmiştir. İnsanın
ay’a gitmesinin ne kadar zorluklardan sonra gerçekleştiği
pek iyi bilinmektedir. Oysa dünyanın uydusu
olan ay, bize en yakın gök cismidir.
7
– Ve orayı her
türlü şeytandan koruduk.
8
– Onlar Mele-i Âla’ya
yükselip dinleyemezler ve her taraftan bombardımana
tutulurlar.
9
– Dinlemeye
kalksalar kovulup atılırlar. Hem onlar için
devamlı bir azap vardır.
10
– Ne var ki içlerinden
birisi bir söz kırıntısı kapmayı
başarırsa, derhal yakıcı ve delici
bir ışın onu kovalar.
[15,8-12]
Cahiliye
arapları arasında kehanet pek yaygın idi.
Kâhinlerin cinlerle irtibatlı olarak gaybî
haberler getirdiklerine inanırlardı. Hz.
Peygamberi de (a.s.) öyle nitelendirdiler. Allah şeytanların
Mele-i Âlaya yaklaşır yaklaşmaz delici
bir ışının onları kovaladığını
bildirir.
11
– Onlara bir sor
bakalım: Kendileri mi yaratılışça
daha güçlü kuvvetli, yoksa Bizim diğer yarattıklarımız
mı? Doğrusu Biz onları, yapışkan
bir çamurdan yarattık. [40,57]
Bunlar:
Melaike-i kiram, gökler âlemi, yer ve ikisi arasındakiler,
şihablar ve diğer mahlûklardır. “Men”
ism-i mevsûlü akıllı varlıkları tağlib
için olup, onlarla beraber şuursuz ve cansızlar
da dahildirler.
12
– Ne var ki sen
onların haşri inkâr etmelerine şaşırıyorsun,
onlar ise seninle alay ederler.
13
– Kendilerine
nasihat edildiğinde uyarmaları dikkate
almazlar.
14-17
– Gerçeği gösteren
bir delil veya bir mûcize görseler, başkalarını
da onunla alay etmeye çağırır ve “Bu,
derler, besbelli bir sihir! Demek biz öldükten, hem de
çürümüş kemik ve toz toprak haline geldikten
sonra, biz mi dirilecek mişiz! Gelmiş geçmiş
babalarımız ve dedelerimiz de mi dirilecekler!”
18
– De ki: “Evet,
diriltilecek, hem de zelil ve perişan bir vaziyette
diriltileceksiniz!
19
– Bu iş için
sadece bir tek emir yeter! Bir de bakarsınız
ki hepsi dirilmiş, etraflarına bakınıyorlar.
20
– “Eyvah, bize!”
derler, “İşte bize bahsedilen hesap günü!”
21
– Melekler de:
“Evet, evet bu, sizin yalan saydığınız
hüküm günüdür!” derler.
22-24
– Yüce Allah
meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri,
yoldaşlarını ve Allah’tan başka
putlaştırdıkları nesneleri toplayın
ve hepsini doğru cehennem yoluna dizin. Hem
tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!”
[17,97]
25
– Ne oldu size,
neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?
26
– Doğrusu bugün
onlar birbirini yardımdan mahrum bırakıp
azaba teslim etmişler, acz içinde kıvranmaktadırlar.
27
– Birbirlerine dönüp
itham ederek karşılıklı soru yöneltirler.
[40,47-48; 34,31-33]
28
– Tâbi olanlar önderlerine:
“Siz, derler, bize (en çok önem verdiğimiz
taraftan), sağ cihetten gelir, ısrarla size tâbi
olmamızı isterdiniz?”
29-32
– “Hayır,
bilakis! derler öbürleri, siz zaten iman eden kimseler
değildiniz.
Hem bizim,
sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu ki! Bilakis, siz
azgın bir gürûh idiniz!”
“Ne
dersek boş! Artık Rabbimizin azap hükmü hakkımızda
kesinleşti. Biz hakettiğimiz cezayı
mutlaka tadacağız. Evet, sizi biz kışkırttık,
çünkü biz de azmış durumdaydık.”
33
– O halde o gün
hepsi azap çekmekte müşterektirler.
34
– İşte
Biz suçlulara böyle davranırız.
35-36
– Çünkü onlara
“Allah’tan başka ilah yok!” denildiğinde,
kibirlenip kafa tutarlar ve: “Deli bir şairin sözüne
bakarak hiç biz ilahlarımızı bırakır
mıyız, olacak iş mi bu?” derlerdi.
37
– Hayır! o deli
değildir. O size gerçeğin ta kendisini
getiren ve bütün peygamberleri tasdik eden bir resuldür.
[41,433; 21,92]
38-39
– Siz yarın âhirette
elbette o acı azabı tadacaksınız.
Ama aslında
siz sadece yaptıklarınızın karşılığını
göreceksiniz (yoksa size bundan fazla bir azap
verilmeyecek).
40
– (Lâkin Allah’ın)
ihlasa erdirdiği kulları, yaptıklarının
mükâfatını, kat kat fazlasıyla
alacaklar. [103;1-3; 95,4-6; 19,71-72; 74,38]
İstisna
burada munkatı olup “lâkin” mânasına
gelir.
41-42
– Onların,
tarife hacet olmayan, her yönden mükemmel bir
nasipleri vardır, onlara meyveler vardır. Ve
onlar hep izzet ve ikramla ağırlanırlar.
Cennette
meyveler, sadece lezzet için yenir. Cennette acıkma
duygusu olmayacaktır.
43-47
– Naim
cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde
otururlar.
Kaynağından
taze doldurulmuş, berrak mı berrak, içenlere
pek hoş gelen,
içinde
zararlı ve sersemletici şey olmayan, sarhoş
da etmeyen içecekler,
dolu dolu
kadehlerle etraflarında fır dönen hizmetçiler
tarafından ikram edilir. [56,17-19; 78,34]
Başka
yerlerden, cennette hizmet edenlerin, çocuklar olduğu
anlaşılmaktadır (52,24; 76,19). Bâliğ
olmamış müşrik çocukları cennetlik
olup, annesi babası cehenneme gitmiş bu çocuklar,
mutlu olsunlar diye, cennetliklere hizmet etmek üzere
vazifelendirilirler.
Dünya
içkilerinin kokusu ve tadı pis olup mideyi olumsuz
yönde etkiler. Daha sonra beyne tesir edip baş döndürür,
karaciğerin çalışmasını
aksatarak bünyeyi harap eder.
48-49
– Yanlarında,
kocalarından başkasının yüzüne
bakmayan, yumuşak bakışlı, güzel gözlü,
gün yüzü görmemiş yumurtanın pembe beyaz
renginde eşleri de olacak.
50
– Birbirleriyle
sohbete girerler.
51-53
– Derken biri der ki:
“Sahi, benim de yakın bir arkadaşım
vardı.
Yanıma
gelir, iğneli iğneli “Sen de mi, derdi, bu
masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani
biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline
geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz,
buna da inanılır mı?”
54-57
– “Şimdi
ister misiniz onu size göstereyim?” Onlar da arzu
edince, derhal bir tarama yapıp onu cehennemin tam
ortasında bulur.
“Vallahi,
nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin!
Rabbimin
hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli
getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” [7,43]
58-61
– Sonra cennetteki
arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden
sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil
mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi?
Ne güzel!
Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte
büyük başarı diye buna derler.
Çalışanlar,
asıl, böyle bir başarı elde etmek için
çalışsınlar!”
62-65
– “Şimdi iyi
düşünün.” buyurur Yüce Allah,
“Sonuç
olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı
mı?
Biz onu
zalimler için bir dert ve azap yaptık.
O öyle bir
ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar.
Meyveleri: sanki şeytanların başları!”
[23,20; 56,51-52; 17,60]
Zakkum: Tadı çok acı, pek fena kokan bir bitki olup ondan çıkan
sıvı, bedene bulaşması halinde
deriyi tahriş eder.
İnsanlar
şeytanları görmediklerinden bu benzetmeyi
anlayamayanlar bulunabilir. Fakat bu kabil teşbihler
dile yerleşmiştir. Nasıl ki temiz ve
nuranî bir insan meleğe, güzel bir kadın
periye, çirkin bir kadın cadıya benzetilir.
66
– İşte o
zalimler bunları yer ve karınlarını
tıka basa doldururlar.
67
– Zakkum yemeğinin
üstüne, barsakları parçalayan irin karışık
kaynar su içerler.
Hamîm (kaynar su) cehennemin dışındadır; Zira
“Onlar, cehennemle hamîm arasında gider gelirler.”
[55,44] âyetinden bu anlaşılmaktadır.
68
– Sonra dönüşleri,
şüphesiz ateşe olacaktır.
Yedikleri
zakkum boğazlarına durunca ve acıtınca
bu acıyı dindirmek için su veya meşrubat
ararlar. Ama irinli kaynar sudan başka bir şey
bulamazlar.
69
– Onlar atalarını
haktan sapmış durumda buldular.
70
– Bunlar da onların
izlerinde koşmaya can atıyorlar.
71-72
– Daha önce yaşayan
insanların ekserisi de yoldan sapmışlardı.
Biz de
onları uyarıp gerçeği gösteren
peygamberler göndermiştik.
73
– İşte
bak ve düşün: O uyarılanların âkıbeti
nice oldu?
74
– Ancak, içlerinden
Allah’ın imana ve ihlasa muvaffak kıldığı
kullar,
elçileri
dinleyip o kötü âkıbetten kurtuldular.
75
– Nitekim Nûh Bize
yalvardı da, Biz onun duasını ne de güzel
kabul buyurduk!
76
– Onu, ailesini ve
yanındaki müminleri o müthiş felaketten
kurtardık.
77
– Hayatta kalıp
payidar olmayı da onun soyuna has kıldık.
78
– Sonraki nesiller
içinde de ona iyi bir nam bıraktık:
79
– “Bütün
milletler içinden selam var Nûh’a!”
80
– Biz iyileri işte
böyle ödüllendiririz!
81
– Gerçekten o,
Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
82
– Sonra da öbürlerini,
o zalim kâfirleri suda boğduk.
83
– İbrâhim de,
şüphesiz onun taraftarlarından biriydi.
84
– O, Rabbine
tertemiz bir kalb ile yöneldi.
85-87
– Babasına ve
halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız
nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye
mi Allah’tan başka mâbud arıyorsunuz!
Siz Rabbülâlemini
ne zannediyorsunuz?
Onun
sıfatlarını iyice biliyormusunuz?
88-89
– Bir bayram günü,
İbrâhim halkın içinde iken yıldızlara
bir göz atıp: “Ben, galiba hastayım!”
dedi.
“Yıldızlara
bakma” düşünmeyi ifade eden bir deyimdir.
Nitekim bir şey düşünen kimse gayr-ı
ihtiyarî bakışlarını gökyüzüne
çevirir.
Halk
hastalıktan korktuğu için, kendilerine de
bulaşmasın diye, derhal onun yanından
uzaklaştılar.
90
– Derhal onun yanından
uzaklaştılar.
91-92
– O da çaktırmadan
putların yanına sokuldu. Onlara takdim edilmiş
öylece duran yemekleri görünce: “Buyursanıza,
neden yemiyorsunuz?” Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?”
dedi.
93
– Hiddetini tutamıyarak
iyice yaklaşıp putlara kuvvetli bir darbe
indirdi.
94
– Bunu haber alan
halk telaşla ve sür’atle onun yanına
gittiler.
95-96
– O da: “Â! Siz
ellerinizle yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz?
Halbuki sizi de yaptığınız şeyleri
de yaratan Yüce Allah’tır.” dedi.
97
– Sonunda:
“Haydin, dediler, onun için bir odun yığını
hazırlayın da onu ateşin içine atın!.”
98
– Ona tuzak hazırlamak
istediler, ama Biz heveslerini kursaklarında bıraktık.
Asıl kendilerini perişan ettik.
99
– İbrâhim
dedi ki: “Ben, Rabbimin gitmemi emrettiği yere doğru
gidiyorum, O elbet bana yol gösterecektir.”
100
– “Ya Rabbî,
salih evlatlar lütfet bana!”
101
– Biz de ona aklı
başında bir oğul müjdeledik.
Bu
duadan Hz. İbrâhim (a.s.)’ın o zaman çocuğu
olmadığı sonucu çıkarılabilir.
Hz. İsmâil ile Hz. İshak’ın iyice yaşlandığı
sırada verildiği (14,39) bilinince, duasına
uzun yıllar sonra icabet edildiği anlaşılır.
102
– Çocuk büyüyüp
yanında koşacak çağa erişince bir gün
ona: “Evladım, dedi, ben rüyamda seni boğazlamaya
giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız
bu işi, sen ne dersin bu işe!”
Oğlu:
“Babacığım! dedi, hiç düşünüp
çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa
onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı,
dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”. [19,54-55]
{KM, Çıkış 13,2; Sayılar 3,13;
Tekvin 22,1-14}
Hz.
İbrâhim oğlunu kurban ettiğini değil,
kurban etmeye giriştiğini görmüştü.
103-105
– Her ikisi de
Allah’ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu
şakağı üzere yere yatırıp, Biz
de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini
yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)”
deyince (onları büyük bir sevinç kapladı).
Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!
Bu
âyetlerden, Peygamberlerin rüyasının vahiy
şekillerinden biri olduğu anlaşılıyor.
Aksi takdirde Allah onu uyarır ve Kur’ân’da böylesine
bir yanlış anlaşılmaya engel olurdu.
Kurbanlık
çocuğun adı Kur’ân’da açıklanmaz.
Müfessirlerden İsmâil diyenlerin yanında
İshak olduğunu söyleyenler de vardır.
Ekseriyet birinci görüştedir. Yahudi - Hıristiyan
geleneği ise İshak olduğunu söyler.
106
– Bu, gerçekten
pek büyük bir imtihandı. [53,37]
107
– Oğluna bedel
ona büyük bir kurbanlık verdik.
108
– Sonraki nesiller
içinde ona da iyi bir nam bıraktık: ki o da,
bütün milletler tarafından şöyle
denilmesidir:
109
– “Selam olsun
İbrâhim’e!”
110
– Biz iyileri işte
böyle ödüllendiririz!
111
– Gerçekten o
Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
112
– Biz de ona, salih
kişilerden, üstelik peygamber olacak bir evladı,
İshak’ı müjdeledik.
113
– Kendisine de
İshak’a da feyiz ve bereketler verdik. Onların
neslinden gelenler arasında iyi davranan da var,
kendi nefsine açıkça zulmeden de!
Bu
âyetle kurban kıssasının anlatılış
hikmetine işaret ediliyor. Hz. İbrâhim (a.s.)’ın
iki oğlu Hz. İshak (a.s.)’dan Yahudi ve Hıristiyanların
mensub olduğu İsrailoğulları, Hz.
İsmâil (a.s.)’dan ise Araplar ve diğer müslümanlar
dünyaya yayılmışlardır. Dünyadan
nice soy ve sülale geçip gitmiş, onların
isimleri bile kalmadığı halde Allah Hz.
İbrâhim’in nesline bu bereket ve şerefi
vermiştir. Allah Teâla bu kıssayı
anlatmakla onlara şöyle demek istiyor: “Sizin
ecdadınız İbrâhim, İsmâil ve
İshâk (aleyhimu’s-selam), ihlasları ile bu
şerefe yükseldiler. Siz de onlar gibi olmak
isterseniz bu ihlası kazanmaya çalışın.
Yoksa, önderlik soydan ileri gelmez. Nitekim onların
soylarından iyiler gibi, zalimler de bulunmaktadır.”
Yirminci
asrın son çeyreğinde Batı Hıristiyanlık
dünyası başta olarak birçok yerde “Hz.
İbrâhim’de birleşme” temennileri dile
getirilmeye başlamıştır. Bu üç ümmet
Hz. İbrâhim’e lâyık nesiller oldukları
nisbette dünyada hayır ve faziletin ağır
basacağı rahatlıkla söylenebilir.
114
– Biz Mûsa ile
Harun’a da nübüvvet vererek ihsanda bulunduk. [21,48]
115
– Onları da,
milletlerini de müthiş bir gaileden kurtardık.
116
– Hem onlara yardım
ettik de, galip gelenler onlar oldular.
117
– Kendilerine gerçekleri
apaçık gösteren o kitabı verdik.
118
– Onları doğru
yola ilettik!
119
– Sonraki nesiller
içinde onlara da iyi bir nam bıraktık.
120
– “Selam olsun Mûsâ
ile Harun’a”
121
– Biz iyileri işte
böyle ödüllendiririz!
122
– Gerçekten onlar,
Bizim tam inanmış has kullarımızdandı.
123
– İlyas da
şüphesiz resullerdendi.
Hz.
İlyas İsrailoğullarından olup, M.Ö.
9. asırda Filistin bölgesinde yaşamıştır.
Dinler Tarihi araştırmalarının
bulgularına göre, Babil’den Mısır’a
kadar geniş bölgede Ba’l adı ile Allah’a
ibadet edilmiştir. Bu kelime: Efendi, Sahip, lider
bazan da koca anlamına gelir. Onlar başlangıçta
hak Tanrıya bu isim ile ibadet ederken, sonraları
şirke bulaştıkları anlaşılıyor.
124-126
– Hani o halkına
şöyle demişti: Siz hâla şirkten ve
fenalıklardan sakınmayacak mısınız?
Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın
da Rabbi olan Allah’ı, o en güzel Yaradanı
bırakıp hâla Ba’l’e tapmaya mı devam
edeceksiniz? {KM, I Krallar
18,24-40}
127
– Fakat bunlar onu
yalancı saydılar. Bundan ötürü de, onlar
tutuklanıp hesap günü mutlaka yargılanacak
ve cehenneme götürüleceklerdir.
128
– Ancak Allah’ın
ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz.
129-130
– Sonraki nesiller
içinde ona da iyi bir nam bıraktık. “Selam
olsun İlyas’a!”
Hayatında
çok kötü davranışlara mâruz bıraktıkları
Hz. İlyas (a.s.)’a İsrailoğulları
vefatından sonra Hz. Mûsâ’dan sonra, en büyük
saygıyı beslemişlerdir. Onun göğe
kaldırılıp dünyaya yeniden doğacağı
inancı İsrailoğullarında yaygındı
(Tevrat, II. Tarihler 21,12-15; I. Krallar 17, 18;
19,21; II.
Krallar 1,2).
131
– Biz iyileri işte
böyle ödüllendiririz!
132
– Gerçekten o bizim
tam inanmış has kullarımızdandı.
133
– Lût da şüphesiz,
resullerdendi.
134-135
– Onun suçlu
kentini cezalandırırken, geride kalanlar arasında
yer alan yaşlı eşi hariç, kendisini ve
ailesini kurtardık.
136
– Sonra da ötekileri
imha ettik.
137-138 – Siz de sabah akşam
onların diyarlarına uğrarsınız.
Hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?
139
– Yûnus da şüphesiz
resullerdendi.
140
– Hani o, Rabbinden
izinsiz kaçıp yolcusunu doldurmuş gemiye
kendini atmıştı.
141
– Kur’a çekmiş,
kur’ada kaybedenlerden olunca denize atılmıştı.
142
– O yaptığından
ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu
yutuverdi.
143-144
– Şayet
Allah’ı çok zikreden, ibadetli kimselerden
olmasaydı, tâ mahşere kadar onun karnında
kalırdı.
Hz.
Yunus (a.s.) ın kıssası için bkz. 21,87.
Yunus
(a.s.)’ın halkı onu yalanlamada ısrar
ettiler. Sonunda; “Üç gün mühletiniz kaldı,
iman etmezseniz azap gelecek” diye tebliğ etti.
Üçüncü gün gelmeden gece yarısı şehri
terk etti. Fakat halk sabahleyin azap alâmetleri başlayınca,
korkarak dönüş yapmak istediler, onu bulamayınca
çoluk çocuklarını davarlarını
alarak şehir dışında çöle çıkıp
tövbe ettiler. Allah tövbelerini kabul etti. Hz. Yunus
peygamberlik sünnetine aykırı olarak emir
gelmeden hicret etme hatasını itiraf ile
Rabbine yalvardı. O da ona icabet etti.
Bazı
rasyonalistler, balığın onu yutmasını
tevil etmek isterler. Bu olay bir mûcize olarak pekâla
gerçekleşmiştir. Kaldı ki mûcize olmaksızın
bile normal şekilde şöyle bir olay cereyan
etmişti. 1891’de İngilterede balina avında
bir balıkçı denize düşer ve balina da
onu yutar. Bir iki gün sonra o balık ölü olarak
bulununca, yutmasından 60 saat sonra, karnından
canlı olarak çıkartılmıştır
(Urdu Digest, Şubat, 1964’den Mevdudi, Tefhim,
bu âyetlerin tefsirinde.).
145
– Derken Biz onu ağaçsız
çıplak bir sahile attık, o bitkin bir halde
idi.
146
– Üzerine gölge
yapması için, orada asma kabak cinsinden bir ağaç
bitirdik.
147
– Biz onu yüz bin
nüfuslu bir şehre göndermiştik, hatta gittikçe
nüfusları artıyordu da.
{KM, Yunus 4,11}
“Bu
âyette: “Biz onu, yüz bin veya daha çok kişiye
peygamber olarak gönderdik.” diye de mâna
verilebilir. Allah Teâla dileseydi, elbette o halkın
sayısını tam olarak bildirirdi. Maksat:
Bir kişi oraya girdiğinde yüz bin veya daha
fazla olduğunu tahmin ederdi.” demektir.
148
– Yûnus onları
tekrar hakka çağırınca, bu sefer iman
ettiler. Biz de belirli bir süreye kadar onları
hayattan istifade ettirdik.
149
– Resulüm! Şimdi
sor o Mekkelilere (hâla şirklerine devam edip) kız
evlatları senin Rabbine, erkek evlatları da
kendilerine mi isnad edecekler? [16,58;
53,21-22; 43,19; 17,40]
150
– Yoksa Biz
melekleri dişi yaratmışız da onlar
buna şahit mi olmuşlar?
151-152
– Haberiniz olsun
ki onlar sırf iftira ederek “Allah doğurdu”
derler. Onlar yalancıların ta kendileridirler.
153
– Allah kızları
oğullara tercih mi etmiş?
154
– Ne olmuş
size, aklınızı mı kaybettiniz? Ne biçim
hüküm veriyorsunuz öyle!
155
– Hâla düşünüp
Allah’ın bundan münezzeh olduğunu
anlamayacak mısınız?
156
– Ne o, yoksa sizin
açık bir deliliniz mi var?
157
– Eğer iddianızda
tutarlı iseniz getirin o kitabınızı!
158
– Bir de tutup
Allah ile melekler arasında bir soy bağı
uydurdular!
Ama o melekler,
bunu iddia eden müşriklerin yargılanıp
cehenneme tıkılacaklarını pek iyi
bilirler.
159
– Ve şöyle
derler: “Allah onların iddia ettikleri şeylerden
münezzehtir, çok yücedir.”
160
– Ancak Allah’ın
ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz,
cehenneme götürülmezler.
161-163
– “Ey müşrikler!
Ne siz, ne de sizin Allah’tan başka ibadet
ettikleriniz,
-ille de cehenneme
girmek isteyen kimseler hariç-
Allah’a yönelmek
isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir
kuvvete sahip değilsiniz.”
164
– “Bizim her
birimizin belli bir makamı ve yeri vardır.
165
– Saf saf dizilenler
biziz.
166
– Allah’ı
zikredip O’nu tenzih edenler biziz.” [21,26-29]
167–169
– Müşrikler
önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki ümmetlere
verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz
de Allah’ın halis, muvahhid kulları olurduk.”
[35,42; 6,156-157]
170
– Ama şimdi
onu red ve inkâr ettiler;
Fakat yakında
öğrenirler!
171-173
– Şu kesindir
ki, Biz resul olarak gönderdiğimiz kullarımıza
söz verdik ki onlar yardımımıza mazhar
olacaklar ve Bizim ordumuz mutlaka galip gelecektir.
[58,21; 40,5]
Âyette
geçen “ordumuz”, yani Allah’ın ordusundan
maksat Resûlullah (a.s.) ile birlikte mücahede eden ve
onun tebliğ ve cihadını devam ettiren müminlerdir.
Ayrıca Allah tarafından müminleri
desteklemekle görevlendirilen gaybî ordular da
olabilir. Ancak bu, müminlerin her zaman siyasî sahada
galibiyet sağlayacakları mânasına gelmez.
Esasen galip gelinecek sahalar çoktur ve siyaset
bunlardan sadece biridir. Nitekim peygamberler siyasi yönden
galip gelmedikleri yerlerde, ahlâk ve faziletle başarı
sağlamışlardır. Ancak, Cahiliyye düşünceleri
bir süre üstün çıksa bile, kısa bir zaman
sonra silinip gitmişlerdir. Fakat peygamberlerin
getirdikleri gerçekler, binlerce yıldan beri
hakikat olarak devam etmektedir. Demek ki hüccet yönünden
her zaman üstündürler (Mevdûdi, Tefhim).
174
– Artık bir süre
sen onlardan uzak dur.
175
– Onları gözetle.
Zaten kendileri de başlarına geleceği yakında
göreceklerdir.
176
– Şimdi onlar
azabımızın çarçabuk başlarına
gelmesini gerçekten istiyorlar mı?
177
– Eğer öyleyse,
şunu bilsinler ki, azap onların yurtlarına
inerse,
o uyarılıp
da yola gelmeyenlerin varacakları sabah çok fena
bir sabah olacaktır!
178
– Artık sen
bir süre onlardan uzak dur.
179
– Başlarına
inecek azabı. Gözetle zaten kendileri de yakında
gerçeği göreceklerdir.
180-182
– İzzet ve
kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl
iddialarından münezzehtir, yücedir.
Selam bütün
peygamberleredir.
Bütün hamdler
âlemlerin Rabbi Allah’adır.
|