KUR'AN-I KERİM İNDEKS
3 – ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ (101-200)
101
– Sizler nasıl küfre
dönebilirsiniz ki önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda
Allah’ın resulü bulunuyor?
Kim Allah’a gönülden
sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru
yola konulmuştur. [57,8-9]
102
– Ey iman edenler! Allah’a
karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece
sakının.
Ona lâyık
olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak
can verin.
103
– Hepiniz toptan, Allah’ın
ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.
Allah’ın sizin
üzerinizdeki nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize
düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış
ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz.
Siz bir ateş
çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.
Allah size âyetlerini
böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.
[8,63]
İslâm’dan
önce Arabistanda insan hayatının hiç değeri kalmamıştı.
En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının,
kan dâvalarının sonu gelmiyordu. Meselâ Medinedeki Evs ve
Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler.
İslâm sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.
104
– Ey müminler! İçinizden
hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye
çalışan bir topluluk bulunsun.
İşte
selâmet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır.
[3,110.114; 7,157; 9,71.112; 22,41; 31,17]
105
– Kendilerine kesin delillerin
gelmesinden sonra bölünüp ihtilafa düşenler gibi olmayın.
Onlar için büyük bir azap vardır.
106
– Gün gelecek, birtakım
yüzler ağaracak, bir takım yüzler ise kararacak.
Yüzleri kararanlara:
“Siz misiniz denecek, imanınızdan sonra inkâra sapanlar? Tadın
bakalım inkârınız sebebiyle bu acı azabı!”
[75,22-25; 80,38-41; 88,2-8]
107
– Yüzü ak olanlar ise Allah’ın
rahmetindedirler. Hem de orada ebedi kalacaklardır.
108
– İşte bunlar
Allah’ın âyetleridir ki onları sana hakkı gerçekleştirmen
için Biz okuyoruz.
Çünkü şu kesindir
ki Allah insanlara zulmetmek istemez.
109
– Göklerde ve yerde olan
her şey Allah’ındır,
ve bütün işler sonunda O’na raci olur, bütün işleri
O hükme bağlar.
110
– Ey Ümmet-i Muhammed!
Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz:
İyiliği
yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.
Ehl-i kitap da
bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu.
İçlerinden
iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır.
[2,143]
Hz.
Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği
yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı
ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor.
İyilik diye çevirdiğimiz ma’ruf:
İslâm’ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı
şeydir. Kötülük, yani münker ise: İslâm’ın ve aklın gayri meşrû, kötü
saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin
değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı
ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması
gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun
kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri
idi.
111
– Onlar size hiçbir zarar
veremezler, olsa olsa incitirler.
Sizinle savaşacak
olurlarsa, arkalarını dönüp kaçarlar.
Kendilerine yardım
eden de bulunmaz.
112
– Allah’tan gelmiş
olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme)
tutunmaları müstesna,
onlar nerede bulunurlarsa
bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.
Allah’ın gazabına
uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.
Bu, onların
Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve nahak yere peygamberleri
öldürmeleri sebebiyle olmuştur.
Çünkü âsi olmuşlar
ve haddi aşmışlardır.
Yani:
Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından
kazanılmış değil, başkalarının yardımı
sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah’ın hükmüne
göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden
almaktadırlar.
113
– Ehl-i kitabın hepsi
bir değildir.
Onların içinde
öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki,
Gece saatlerinde
Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar.
{KM, Mezmurlar 42,9; 77,3; 134,2. Resullerin işleri 16,25}
114
– Bunlar Allah’ı ve
âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı
işlere yarışırcasına koşarlar.
İşte
onlar salihlerdendirler. [3,110]
115
– Yaptıkları
hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile
bulunmayacaktır.
Allah günahlardan
korunan takvâ ehlini pek iyi bilir.
116
– Kâfir olanların
ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından
asla kurtaramaz.
Onlar cehennemlik
olup orada ebediyyen kalacaklardır.
117
– O batıl yollarda
olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların
durumu,
Kendi öz canlarına
zulmeden kimselerin ekinine isabet eden
Ve o mahsulü kasıp
kavuran bir rüzgarın durumuna benzer.
Doğrusu Allah
onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Hak
dini inkâr eden akımlar değişik de olsalar, batıl
olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için
değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı
da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya - âhiret dengesi üzerinde
duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar
dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber
olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat
sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.
118
– Ey iman edenler! Siz
müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyin.
Çünkü onlar size
şer ve fesat çıkarmada ellerinden geleni bırakmazlar.
Dâima sizin sıkıntıya
düşmenizi isterler.
Size olan düşmanlıkları,
zaten ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır.
Kalplerinin gizlediği
düşmanlık ise daha fazladır.
Âyetlerimizi size
iyice açıkladık. Eğer akıllarınızı
kullanırsanız, onlardan yararlanırsınız.
119
– İşte siz o
kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz,
Halbuki siz bütün
kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.
Hem huzurunuza
geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında
başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları
kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.
De ki: “Geberin
kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.
120
– Size bir ferahlığın,
bir nimetin ulaşması onları tasalandırır.
Bir fenalığın
gelmesine ise, âdeta bayılırlar.
Şayet siz
sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız,
onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.
Çünkü Allah, elbette
onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.
121
– Hani bir vakit, ey resulüm,
sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş
mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın.
Allah, semî ve
alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).
Buradan
itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar,
müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında
Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine’ye
saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi
ki Hz. Peygamber (a.s.)ın talimatını unutma ve ganimet
peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar
yetmiş kadar şehid verdiler. Gâlibiyet ortada kaldı.
Allah’ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.
122
– Ve hani sizden iki bölük,
Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde,
korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi.
Halbuki müminlere
düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmeleridir.
Bunlar
Beni Seleme ile Beni Hârise olup münafıkların başkanı
İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar
da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında
Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz.
Peygamber’in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için,
gönülsüz olarak Uhud’a çıkmıştı.
123
– Gerçekten, sizler birkaç
biçare iken, Bedir’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti.
O halde Allah’a
karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
Bedir,
Medine’nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline
20 km, uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî
2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların
kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.
124
– O vakit sen müminlere:
“Rabbinizin, indirdiği üç bin melek ile size imdad göndermesi yetmez
mi?” diyordun. [8,9-10; 9,26.40; 33,9] {KM,
II Samuel 5,24; II Makkabe 5,2-4; Matta 26,53}
125
– Evet, eğer sabreder
ve itaatsizlikten sakınırsanız, -düşmanlarınız
da hemen üzerinize geliverirlerse-
Rabbiniz, formalı
formalı tam beş bin melek göndererek size yardım edecektir.
126
– Allah bu imdadı
sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye
yaptı.
Nusret ve zafer,
ancak (mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan
Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4;
3,160]
127
– Evet, Allah Teâla kâfirlerden
ileri gelenleri imha etmek
Veya onları
başaşağı ederek ümitsiz bir hale düşürmek için
size bu imdadı gönderdi.
128
– Bu hususta sana ait bir
iş yoktur:
Allah ister onlara
tövbe nasib edip bağışlar, ister nefislerine zulmettikleri
için onları cezalandırır.
Senin görevin sadece
uyarıp irşad etmektir. [13,40;
28,56]
129
– Göklerde ne var, yerde
ne varsa hepsi Allah’ındır.
O dilediğini
affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir
(çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
130
– Ey iman edenler! Kat
kat faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının
ki felah bulasınız. [2,275]
Cahiliye
döneminde faizli borçlar vâdesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını
isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece
zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta
olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir.
(Bkz. 2,275-276, 278)
131
– Hem kâfirler için hazırlanmış
bulunan o ateşten korunun!
132
– Allah’a ve Resulüne itaat
edin ki merhamete nail olasınız.
133
– Rabbiniz tarafından
bir mağfirete,
Genişliği
göklerle yer kadar olan ve
Müttakiler için
hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına
koşuşun! [57,21]
134
– O müttakîler ki bollukta
da darlıkta da Allah yolunda harcarlar,
Kızdıklarında
öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler.
Allah da böyle
iyi davrananları sever.
135
– O müttakiler ki çirkin
bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde,
peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini
dilerler.
Zaten günahları
Allah’tan başka kim affeder ki?
Bir de onlar bile
bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları
sürdürmezler. [9,104; 4,110]
136
– İşte onların
mükâfatları, Rab’leri tarafından büyük bir af ile, kendilerinin
ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler
olacaktır.
Güzel iş yapanların
mükâfatı ne de güzel!
137
– Sizden önce, Allah’ın
koymuş olduğu hayat kanunlarına uygun olarak, nice olaylar,
ümmetler geçti...
İsterseniz
dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini
görün!
138
– İşte bu, bütün
insanlara yöneltilen bir açıklamadır,
Haramlardan korunacak
müttakiler için bir hidâyet ve öğüttür.
139
– Sakın yılmayın,
üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka
üstün gelirsiniz.
Muhtemel
başka mânalar:
“Eğer
mümin iseniz, yılmayınız üzüntüye kapılmayınız.
Çünkü siz hep üstünsünüz.”
Şu
mâna da mümkündür:
“Siz,
konum bakımından daha üstün iken yılmayın, üzüntüye
kapılmayın. Zira siz, Allah rızası gibi yüce bir
gaye ile, O’nun dinini yüceltmek için savaşıyorsunuz. Onlar
ise şeytan yolunda savaşıyorlar. Hem sizden olanlar cennette,
onlardan olanlar cehennemdedirler.” (Nesefi)
140-141
– Şayet siz yara aldı
iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri
bir yara aldı.
İşte
Biz, Allah’ın gerçek müminleri meydana çıkarması,
Sizden şehitler
edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için,
zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz.
Allah zalimleri
sevmez.
142
– Allah, sizin içinizden
cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırd edip meydana çıkarmadan,
kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? [2,214;
29,2]
143
– Siz ölümle yüzyüze gelmeden
önce, şehid olmayı temenni etmiştiniz.
İşte
şimdi onu âyan beyan gördünüz.
144
– Muhammed, sadece resuldür,
elçidir.
Nitekim ondan önce
de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse,
Siz hemen gerisin
geriye dinden mi döneceksiniz?
Kim geri döner,
dinden çıkarsa, bilsin ki Allah’a asla zarar veremez.
Ama Allah hidâyetin
kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandıracaktır.
[33,40; 57,2; 58,29; 61,6]
Bu
âyet Uhud savaşında münâfıkların yıkıcı
dedikodularına cevap mahiyetindedir. Savaşta Hz. Peygamber
(a.s.) ın öldürüldüğü haberi yayılınca müminler
üzüldü, münâfıklar ise çeşitli planlar, dinden dönme vs. düşüncelerine
girdiler. Cenab-ı Allah ebedi dâvanın fanî şahıslar
üzerine bina edilmediğini hatırlatmak üzere böyle buyurmuştur.
Hz.
Peygamber (a.s.) ın vefat ettiği gün, o müthiş üzüntü
sırasında Hz. Ebû Bekir (r.a) mescide gelerek ashaba şöyle
hitap etti: “Bakın! Kim Muhammede tapıyor idiyse, bilsin ki
Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez”
deyip peşinden bu âyeti okuyunca, ashab bu âyeti âdeta tamamen
unutmuş olduklarını hayretle görmüşlerdi.
145
– Allah izin vermedikçe
hiç bir kişi ölemez.
Bu, belli bir vakte
bağlanmış, takdir edilmiştir.
Her kim dünya mükâfatını
isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.
Kim âhiret mükâfatı
isterse ona da bundan veririz.
Biz, şükredenleri
elbette ödüllendireceğiz. [35,11; 6,2;
42,20; 17,18-19]
146
– Nice peygamberler gelip
geçti ki onlarla beraber
Kendisini Allah’a
adamış birçok rabbanîler savaştı.
Onlar, Allah yolunda
başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar,
Zayıflık
göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler.
Allah böyle sabırlı
insanları sever.
147
– Evet onların bu
durumda dedikleri sadece şu oldu:
“Ey bizim kerîm
Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı
affet!
Ayaklarımızı
hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım
eyle.”
148
– Allah da onlara hem dünya
mükâfatını, hem de o güzelim âhiret mükâfatını verdi.
Allah elbette muhsinleri,
hep iyi davrananları sever.
149
– Ey iman edenler! Şayet
siz kâfirlere itaat ederseniz, onlar sizi, dininizden döndürürler.
Siz de ziyana uğrayanlardan
olursunuz.
150
– Bilakis sizin mevlânız
Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.
151
– O kâfirler, Allah’ın,
tanrılıklarını kabul ettiğine dair hiç bir
delil indirmediği bir takım nesneleri Allah’a ortak saydıkları
için,
Onların kalplerine
korku salacağız.
Onların gidecekleri
yer cehennemdir.
Zalimlerin varacağı
yer ne kötüdür!
152
– Allah size yaptığı
yardım vaadini gerçekleştirdi:
O’nun izni ile
o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz.
Allah’ın,
size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar,
böylece bu vaad yerine geldi
Ama sonra siz isyan
ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık
gösterdiniz.
O esnada kiminiz
dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını.
Sonra Allah sizi
denemek için, onlara karşı size verdiği desteği
geri çekti, bozguna uğradınız.
Bununla beraber
sizin kusurlarınızı bağışladı da!
Zaten Allah müminlere
bol lütuf ve inayet sahibidir.
Okçuların
Hz. Peygamberin talimatını unutarak yerlerinden ayrılmalarındaki
hataya işaret edilmektedir.
153
– O vakit siz savaş
meydanından hızla uzaklaşıyor,
Dönüp hiç kimseye
bakmıyordunuz.
Peygamber ise peşinizden
sizi çağırıp duruyordu.
Bunun üzerine Allah,
keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı.
Allah’ın sizi
affetmesi, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelen
felakete esef etmemeniz içindir.
Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.
154
– Sonra o kederin peşinden
üzerinize bir güven duygusu indirdi.
Sizden bir kısmını
bürüyen tatlı bir uyku hali verdi.
Bir kısmınız
ise can derdine düşmüş,
Allah hakkında
Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler
düşünüyorlar:
“Bu işin kararlaştırılmasında
bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı.
De ki: “Bütün yetki
ve karar Allah’ındır”
Onlar aslında
içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları
birşeyler saklıyor ve kendi aralarında:
“Bu emir ve komuta
işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz,
öldürülmezdik” diyorlardı.
De ki: Siz evlerinizde
dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka
düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.
Allah, sizin içinizde
olanı sınamak
Ve kalplerinizi
her türlü vesveseden ve kirden arındırıp
Pırıl
pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi.
Allah sinelerin
özünü dahi bilir. [48,12]
Bazı
münâfıklar, müslümanlarla birlikte savaşa katıldıklarına
pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde
rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan
olmaz, bu kadar ölü vermezdik” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi
itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.
155
– İki ordunun karşılaştığı
gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya!
İşte
onları, işlemiş oldukları birtakım hataları
sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti.
Allah yine de onları
affetti. Çünkü Allah gafurdur, halimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).
156
– Ey iman edenler! Dini
inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları
hakkında:
“Bizim yanımızda
olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.
Allah bunu, onların
gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın
diye yaptı.
Hayatı veren
de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı
görür.
157
– Eğer Allah yolunda
öldürülür veya ölürseniz,
Bilin ki Allah
tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları
mallardan daha hayırlıdır.
158
– Sizler ölseniz de, öldürülseniz
de, sonunda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159
– İnsanlara yumuşak
davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.
Eğer katı
yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.
Öyleyse onların
kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile,
Ve işleri
onlarla müşavere et.
Bir kere de azmettin
mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp
güvenenleri sever. [9,128]
Bu
âyet istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle
ki: Düşman saldırısı karşısında Hz.
Peygamber (a.s.) savaş stratejisi konusunda ashabını
toplayıp danıştı. Şahsî fikrine göre, şehir
dışına çıkmak yerine Medinede kalarak savunma savaşı
yapılmalıydı. Karşı görüş taraftarları
fazla olunca onların fikrine uyup Uhuda çıktı. Savaş
neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı.
Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi
emrediyor. Demek ki danışmada büyük bir hayır ve bereket
vardır.
160
– Eğer Allah size
yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse olamaz.
Şayet o sizi
yardımsız bırakırsa, artık O’ndan sonra kim
size yardım edebilir ki?
Öyleyse müminler
yalnız Allah’a güvenmelidirler.
161
– Emanete hıyanet
etmek, bir peygamberin yapacağı bir iş değildir.
Her kim hıyanet
edip de ganimetten veya kamuya ait hasılattan bir şey aşırır,
bunu da gizlerse, kıyamet gününe o vebâlini aldığı
şeyler, boynuna asılı olarak gelir.
Sonra her kişiye
kazandığı şeylerin mükâfat veya cezası eksiksiz
ödenir
Ve onlar asla haksızlığa
uğratılmazlar.
162
– Allah’ın rıza
yolunu tutmuş, o yolda koşan kimse, hiç Allah’ın hışmına
uğrayan ve son durağı cehennem olan kimse gibi olur mu?
Ne kötü bir yerdir
o cehennem! [13,19; 28,61]
163
– Rıza yolunu tutanlar
Allah’ın huzurunda derece derecedirler. Allah insanların yaptığı
herşeyi görür.
164
– Gerçekten Allah, kendi
içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,
Onları her
türlü kötülüklerden arındırması,
Kendilerine kitap
ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla,
müminlere büyük
bir lütuf ve inâyette bulunmuştur.
Halbuki daha önce
onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler. [2,129.151;
16,72; 41,6; 25,20; 12, 109]
165
– Hal böyle iken, düşmanlarınızın
başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza
gelince: “Bu nereden geldi?” mi diyorsunuz?
De ki: “Bu felaket
sizin yüzünüzdendir” Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.
Uhud’da
müslümanlar yetmiş şehit verdiler. Oysa Bedir’de müşrikler
70 ölü, 70 de esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı,
müslümanlarınkinin iki misli olmuştu.
166-167
– İki ordunun karşılaştığı
gün başınıza gelen musîbet Allah’ın izniyle olmuştu.
Bu da O’nun müminleri
ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması
için idi.
O münafıklara:
“Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın
size ve ailelerinize saldırmasını önleyin” denildiğinde:
“Biz savaş
olacağını bilseydik size katılırdık” dediler.
Doğrusu o
gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar, ağızlarıyla,
kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların
gizlediklerini pek iyi bilir.
Kureyş
ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı
öncesinde Hz. Peygamber, ashabı ile istişare etti.
Şahsî görüşü, şehir dışına çıkmaksızın
savunma yapmaktı. İbn Übeyy de bu görüşte idi. Gençler
meydan savaşı isteyip ağır basınca, Hz. Peygamber
de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsî
fikrini bahane ederek, İbn Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp
Medineye döndüler. Müslümanlar yediyüz kişi olarak Medineyi savunmada
yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması
gereken Yahudiler de, Cumartesine rastlamasını bahane ederek
katılmadılar. İbn Übeyy grubuna: “Ahdiniz gereği,
gelin Medineyi beraberce savunalım” denilince onlar: “Savaş
olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağınızı
bilseydik biz de sizinle savaşırdık!” diyerek çekip gittiler.
Münafıklar
bu sözleriyle şunu da kasdetmiş olabilirler: “Harp işinde
mahir olanlar, sizin yaptığınıza “savaş” demezler.
Sizin yaptığınız, kendinizi tehlikeye atmaktır”
(Nesefî).
168
– Onlar o münafıklardır
ki kendileri savaşa çıkmayıp evde oturmaları yetmiyor
gibi, bir de kalkıp bilgiçlik taslayarak savaşta şehid
olan arkadaşları hakkında: “Sözümüze kulak verselerdi
böyle öldürülmezlerdi” derler. De ki: “Eğer, iddianızda tutarlı
iseniz, haydi elinizden geliyorsa kendinizi ölümün elinden kurtarın
bakalım!”
169
– Allah yolunda öldürülenleri
sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında
yaşarlar, rızıklanırlar.
[2,154]
170
– Allah’ın lütfundan
ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler.
Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere,
“kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine”
dair de müjde vermek isterler.
Hz.
Peygamber (a.s.), Uhud şehitlerinin ruhlarının, yeşil
kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder
ve sonunda: “Keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz
bilse de cihattan çekinmeselerdi” demelerine karşılık,
Cenab’ı Allah’ın “Sizden taraf Ben onlara bunu tebliğ
ederim” buyurup bu âyeti gönderdiğini bildirir.
171
– Onlar Allah’ın nimeti
ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi
etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.
172
– Hele o yara aldıktan
sonra Allah’ın ve resulünün çağrısına uyup gönül
verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takvâ sahiplerine pek büyük mükâfatlar
vardır.
Uhud
savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir
miktar yol aldıktan sonra, müslümanları yerle bir etme fırsatı
ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp
konseyi topladılar. Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde
bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hz.
Peygamber de bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un
ertesi günü “Kureyşi kovalayalım!” emrini verdi. Müminler
bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular
ve Medine’den 15 km. kadar uzakta olan Hamra’ul-esed’e kadar gidip düşmâna
göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi.
Müslümanlar da bir nevi rövanş alarak maneviyatlarını
kazandılar. Ayrılırken Ebû Süfyan: “Ertesi sene Küçük
Bedir pazarında karşılaşalım” diye söz verdi.
173
– Onlar öyle kimselerdir
ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size
karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi
koruyun” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış
ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!”
demişlerdir. [6,102; 11,12; 39,62]
174
– Sonra da kendilerine
hiç bir fenalık dokunmadan,
Allah’tan bir âfiyet,
selâmet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah’ın rızasına
uydular.
Allah çok büyük
lütuf ve inâyet sahibidir.
175
– Size o haberi getiren
adam şeytanın tekidir.
O sizi kendi dostları
ile korkutmak ister.
Fakat siz mümin
iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun. [39,36-38;
58,21; 22,40; 47-7; 40,51-52; 4,76; 58,19]
Razî’ye
ve birçok müfessire göre bu şeytandan maksat, Mekke’li müşriklerin
Medinedeki müslümanlar arasında aleyhte propaganda yapmak üzere
gönderdikleri Nuaym b. Mes’ud Eşceîdir. Demek burada, cin şeytanının
insan kılığına girmiş şekli olan bir insî
şeytan söz konusudur.
Uhud
savaşı sonunda galip mağlup belli olmadı. Mekke’lilerin
komutanı Ebû Süfyan ayrılırken: “Rövanşımız
gelecek sene Bedir panayırında olsun!” diye bağırınca
Peygamberimiz: “Öyle olsun!” dedi. Vakit gelince Mekkeliler korktular.
Durumu kurtarmak için Nuaym’ı propaganda için gönderdiler. Fakat
Hz. Peygamber yılmayıp oraya gitti. Sekiz gün kalıp galibiyetini
tescil etti. Mekkeliler ise gelmediler.
İkinci
tefsire göre: Cinnî şeytan, vesvesesi ile ancak dostları olan
kâfir ve münâfıkları etkiler, yoksa Allah’ın dostları
olan müminleri korkutamaz.
176
– İnkâra koşuşanlar
sana kaygı vermesin, Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler.
Allah onlara âhirette
nasip vermemek istiyor. Onlara büyük bir azap vardır.
177
– İmana bedel inkârı
tercih edenler Allah’ın dînine hiç bir zarar veremezler ve onlar
için gayet acı bir azap vardır.
178
– O kâfirler kendilerine
mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar.
Onlara mühlet vermemiz,
günahlarının artması içindir. Onlara zelil ve perişan
eden bir azap vardır. [23,55-56; 68,44;
9,55]
179
– Allah müminleri içinde
bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Sonunda temiz ile
murdarı ayıracaktır.
Allah sizin hepinizi
gayba vakıf kılacak da değildir.
Fakat Allah, resullerinden
dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar).
O halde Allah’a
ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı
gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır.
[72,26-27]
180
– Allah’ın kendilerine
lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar,
sakın bu hali kendileri için hayırlı sanmasınlar.
Hayır! Bu, onların hakkında şerdir.
Cimrilik edip vermedikleri
malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Kaldı ki göklerin
ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah ne yaparsanız
hepsinden haberdardır.
Mal
mülk sahipleri, mallarını bırakacak, toprağa yalnız
gireceklerdir. Mal mülk asıl sahibine dönecektir.
181
– “Allah fakirdir biz ise
zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama
Biz onların dedikleri bu sözü
Ve peygamberleri
nâhak yere öldürmelerini yazacağız
Ve “Tadın
bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz.
[2,245]
182
– İşte bu sizin
ellerinizle işlediğiniz
günahların karşılığıdır. Çünkü
Allah kullarına haksızlık edecek değildir.
[2,95]
183
– Onlar dediler ki: “Allah,
ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe
hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.”
Onlara cevaben
de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mûcizelerin)
yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler.
Peki sözünüzde samimî iseniz, onları niçin öldürdünüz?”
[5,27; 2,91] {KM, Levililer 9,23-24; I Kırallar 18,38}
Bu,
o Yahudiler tarafından Allah’a iftiradır Tevrat’ta yakılmış
kurbanlardan bahsedilmekle beraber (Hakimler, 6,20-21; Levililer 9,24;
II Tarihler 7,1-2) bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden
sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi
kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in
nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân itirazlarını
ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını
şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım: Bu şartınıza
uyan Peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela İlyas (a.s.)
a yaptıkları: I Krallar, 18 ve 19)
184
– Eğer onlar senin
nübüvvetini yalan saydılarsa, üzülme!
Zaten senden önce
açık deliller, mûcizeler, sahîfeler ve nurlu kitaplar getiren nice
resullere de yalancı denilmişti.
[16,44; 26,196; 35,25; 54,43]
185
– Her canlı ölümü tadacaktır.
Siz ey insanlar,
çalışmalarınızın ücretini ancak kıyamet
günü tam bir şekilde alacaksınız.
O vakit, kim ateşten
uzaklaştırılıp cennete yerleştirilirse, işte
o muradına ermiştir.
Yoksa bu dünya
hayatı, aldatıcı ve geçici bir zevkten başka bir
şey değildir. [87,16-17; 28,60;
55,26-27]
186
– Şu muhakkak ki gerek
mallarınızda, gerek canlarınızda imtihana tâbi tutulacaksınız.
Sizden önce kendilerine
kitap verilen Yahudi ve Hıristiyanlardan ve bir de müşriklerden
sizi inciten bir çok söz işiteceksiniz.
Ama siz sabreder
ve takvâ ölçüleri içinde korunursanız, muhakkak ki bu davranış,
yapılacak işlerin en değerlisidir. [2,155-156;
2,109]
187
– Vaktiyle Allah Ehl-i kitaptan
“Kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız,
Onu asla gizlemeyeceksiniz”
diye teminat almıştı.
Fakat onlar bu
ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler,
onu az bir bahaya sattılar.
Bakın ne kötü
bir alışveriş!
188
– Yaptıklarından
ötürü sevinen,
Öbür taraftan yapmadıkları
işlerden dolayı övülmek isteyen kimselerin
Sakın azaptan
yakayı kurtaracaklarını sanma! Çünkü onlara o can yakıcı
azap vardır.
Siyak
itibariyle bu vasıflar, bir önceki âyette bildirildiği üzere,
o zamanki Ehl-i kitap bilginlerinin vasıflarıdır. Zira
İbn Abbas (r.a) ın dediği gibi “Hz. Peygamber (a.s.)
bir defasında onlara bir şey sormuştu. Onlar da gerçeği
gizleyip, ona başka bir şey söylediler. Yaptıkları
bu iş hoşlarına gitti, üstelik verdikleri bu yanlış
bilgiden ötürü bir de teşekkür beklediler.” Âyet onların içyüzlerini
ortaya koydu.
Demek
ki bu âyet birinci derecede: Yahudi bilginleri, ikinci derecede münafıklar,
üçüncü derecede de müminler hakkında indirilmiş sayılır.
Zira müminler, nefis ve şeytanın tesiriyle bu zaafa düşmesinler
diye, onların durumlarından ders almalıdırlar.
189
– Göklerin ve yerin hakimiyeti
Allah’ındır ve Allah herşeye kadirdir.
Allah
Teâla kullarını; gökleri ve yeri, zaman ve mekânı dolduran
kudret, san’at, hikmet harikası sayısız eserlerini tefekküre
ve bu şuurla olan ibadete yöneltiyor. Hz. Peygamber bu âyet hakkında
şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun bunu çeneleri arasında
çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!”
190
– Muhakkak göklerin ve
yerin yaratılışında,
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde düşünen
insanlar için elbette âyetler vardır. [12,105-106]
191
– Onlar ki Allah’ı
gâh ayakta divan durarak,
Gâh oturarak, gâh
yanları üzere zikreder,
Göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında düşünürler ve derler
ki:
“Ey büyük Rabbimiz!
Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın.
Seni bu gibi noksanlardan
tenzih ederiz.
Sen bizi o ateş
azabından koru!” [4,103; 38, 27] {KM,
Tesniye 6,7; 11,19}
192
– “Ey Ulu Rabbimiz! Sen
kimi ateşe koyarsan, muhakkak onu rüsvay edersin. Zalimlerin hiç
bir yardımcısı yoktur.”
193
– “Ya Rabbena! Biz, imana
çağıran ve “Rabbinize inanın” diye tevhide dâvet eden
bir zatı duyduk ve icabet ettik.
Artık Sen
bizi affet, kusurlarımızı bağışla ve iyilerle
birlikte bizim canımızı al.”
[3,198]
194
– “Ya Rabbena! Resullerin
vasıtasıyla bize vaad ettiğin mükâfatları bize lutfet,
bizi kıyamet günü rüsvay ve perişan eyleme. Sen asla sözünden
dönmezsin”
195
– Onların Rabbi de
dualarına şöyle icabet buyurdu:
“Sizden gerek erkek,
gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını
zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız
yoktur.
Benim rızam
için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin,
Benim yolumda işkenceye,
zarara uğrayanların,
Benim yolumda savaşanların
ve öldürülenlerin,
Elbette kusurlarını
örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak
içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel
mükâfatlar Allah’ın yanındadır. [2,186;
60,1; 85,8]
196
– Hakkı inkâr edenlerin
diyar diyar, refah içinde gezip durmaları sakın seni aldatmasın.
197
– Pek kısa bir zevk
ve eğlenme!
Sonra varacakları
yer ise cehennem! Orası ne fena bir yatak! [40,4;
10,69-70; 31,24; 86,17; 28,61]
198
– Lâkin Rabbine karşı
gelmekten sakınanlara
Allah tarafından
bir ikram olarak
İçinden ırmaklar
akan cennetler var. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah’ın yanında
olan mükâfatlar, elbette o hayırlı ve iyi insanlar için daha
hayırlıdır.
199
– Ehl-i kitap içinde, Allah’a
iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine
indirilen kitaba inananlar da vardır elbet.
Onlar Allah’ın
âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında
satmazlar.
İşte
Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır.
Muhakkak ki Allah
hesabı pek çabuk görür. [28,52-54;
2,121; 7,159; 3,113]
200
– Ey iman edenler! Sabredin,
Sabır yarışında
düşmanlarınızı geçin,
Cihad için daima
hazırlıklı ve uyanık bulunun
Ve Allah’a karşı
gelmekten sakının ki felah bulup başarıya eresiniz.
Allah
Teâla bu âyette felah (başarı) sırrını özetlemiştir.
1.Sabır (musîbete karşı sabır, taate devamda sabır
ve günahlardan uzak durmada sabır). 2.Sabır yarışında
düşmanları geçmek. 3.Cihad için devamlı uyanıklık
(cemaatle namaz vesilesiyle birbirine bağlanma, Allah’ın dinini
koruma ve yayma konusunda daimî gayret, uyanıklık ve İslâm
hudutlarını korumada nöbet tutma.) 4.Allah’ın emirlerine
karşı gelmekten sakınmak.
|