KUR'AN-I KERİM İNDEKS
4 – NİSÂ SÛRESİ
Medine’de takriben hicrî 6. yılda
nazil olmuş olup, 176 âyettir. Kadınlar hakkında
birçok hüküm ihtiva edip, Cahiliye döneminde mahrum
oldukları yeni hakları kadınlara verdiğinden
ötürü, bu sûreye “Kadınlar” mânasına
gelen Nisa sûresi adı verilmiştir. Uzunluk
itibariyle Bakara sûresinden sonra Kur’ân-ı
Kerimin en uzun ikinci sûresidir.
Kur’ânda “Ey insanlar!” hitabı
ile başlayan iki sûreden biri olup, ilk yarıdaki
4. sûredir. Bu hitap ile başlayan öbür sûre,
ikinci yarının 4. sûresi olan Hac sûresidir.
Nisa sûresindeki bu hitap, insanların tarihlerinin
başındaki kardeşliğe, Hac sûresindeki
âyet ise âhiret istikbaline dikkat çekmektedir.
Nisâ sûresi; Allah’ın hakları,
bütün insanların kardeşliği, çocuklara,
kadınlara, yetimlere şefkat edip haklarının
verilmesi, mallarının korunması, evlenme,
miras, temizlik, namaz, cihad, nizama uyma, toplumda müsamaha,
dayanışma, emanete riayet, adalet, Ehl-i kitap
ile münasebetler, Hıristiyanların Hz. Îsâ (a.s.)
hakkındaki batıl iddialarını konu
edinir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 –
Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan
da eşini yaratıp o ikisinden bir çok erkekler
ve kadınlar türeten Rabbinize karşı
gelmekten sakının.
Adını anıp Kendisini vesile ederek
birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık
etmekten ve akrabalık bağlarını
koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde
tam bir gözeticidir. [7,189;
30,21; 39,6; 42,11] {KM, Tekvin 2,21-23}
Bütün insanlığın aynı
baba ve annede birleşen bir tek aile oluşturduğunu,
dolayısıyla insanların bu hukuka uygun
davranmaları gerektiğini bildiren bu ilk âyet,
sûrenin konuları için en mükemmel bir giriş
durumundadır.
2 – Yetimlere
mallarını verin, temizi verip murdarı
almayın, onların mallarını kendi
mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle
yapmanız gerçekten büyük bir günahtır.
3 –
Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlenince
haklarını gözetemeyeceğinizden, adaleti
sağlayamayacağınızdan endişe
ederseniz, onlarla değil, size helâl olup arzu
ettiğiniz diğer kadınlarla iki, üç veya
dört hanım olmak üzere evlenin.
Eğer bu takdirde de aralarında adaleti gerçekleştirmekten
endişe ederseniz, bir kadınla veya elinizin
altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum,
adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.
{KM, Matta 25,1-12; Tesniye 21,10-14}
Bu âyet, erkek için dörde kadar eş
ile nikâhlanma ruhsatı verir. Fakat eşler
arasında adaleti gerçekleştiremeyen, âhirette
olacağı gibi, dünyada da perişan olur.
4 –
Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu
ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül
rızasıyla size bağışlarlarsa
onu içinize sine sine afiyetle yeyin.
5 –
Allah’ın sizin maişetinizin başlıca
vesilesi kıldığı mallarınızı,
aklı ermeyen kimselerin ellerine vermeyin. Bu
malları işleterek elde edeceğiniz gelirle
onların ihtiyaçlarını sağlayın,
giyeceklerini temin edin ve onlara tatlı sözler söyleyin,
güzel tavsiyelerde bulunun.
6 –
Yetimleri evlenme çağına varıncaya kadar
gözetip deneyin. Akılca olgunlaştıklarını
görürseniz mallarını kendilerine teslim edin.
Büyüyünce ellerine alacakları düşüncesiyle
o malları israfla tüketmeyin. İhtiyacı
olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç
olan ise meşrû sûrette, ihtiyaç ve emeğine
uygun olarak yararlansın. Onlara mallarını
teslim ettiğinizde bunu şahitlerle tesbit
ettirin. Allah hesab sorandır ve O’nun hesap
sorması kâfidir. [6,152]
7 –
Ana baba ile yakın akrabanın terikelerinde
erkeklere hisse bulunduğu gibi, ana baba ile yakın
akrabanın terikelerinde kadınlara -azından
da çoğundan da- farz olarak belirlenmiş
hisseler vardır.
Bu âyet mirasda beş prensip koyar:
1.Erkek gibi kadın da mirastan pay alır. 2.Az
çok bütün mallar mirasa tâbidir. 3.Bu kural taşınabilir
ve taşınamaz bütün mallar için geçerlidir.
4.Ölen kişi mal bırakırsa miras söz
konusu olur. 5.Yakın akraba varken uzak akrabaya
miras düşmez. Bu beş prensibi gayet özlü
ihtiva eden bu âyet giriş yapılarak sonra
miras payları belirtilir.
8 –
Miras taksim edilirken varis olmayan akrabalar, yetimler,
fakirler de orada bulunuyorlarsa, onlara da bir şey
verin ve gönüllerini alacak tatlı sözler de söyleyin.
9 –
Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar
bıraktıkları takdirde, onların
halleri nice olur diye endişe edenler, yetimlere
haksızlık etmekten de öylece korksunlar da
Allah’ın cezalandırmasından sakınsınlar
ve doğru söz söylesinler.
10 – Yetimlerin
mallarını haksız yere yiyenler, aslında
karınları dolusu ateş yerler. Onlar, yarın
harıl harıl yanan bir ateşe gireceklerdir.
11 –
Miras konusunda, Allah çocuklarınız hakkında
şöyle emreder: Erkeğin hakkı, kadının
hissesinin iki mislidir. Şayet kadınların
sayısı ikiden fazla ise onlar terikenin üçte
ikisini alırlar. Eğer kız evlat tek ise
terikenin yarısını alır.
Ana babaya gelince, ölenin çocuğu varsa, onun
terikesinden her birine altıda bir hisse vardır.
Eğer çocuğu yoksa ve kendisine ana babası
varis oluyorsa annesine üçte bir hisse vardır.
Şayet ölenin kardeşleri varsa, ölenin yaptığı
vasiyetin ifasından ve borcunun ödenmesinden sonra
annenin hissesi altıda birdir.
Ana babanız ile evlatlarınızdan
hangisinin size daha faydalı olacağını
siz bilemezsiniz. Bunlar Allah’ın koyduğu
farzlardır. Allah muhakkak ki alîm ve hakîmdir
(her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve
hikmet sahibidir).
Mirasta erkek evlat, kızın iki
mislini alır. Zira İslâma göre erkek
ailesini geçindirmekle yükümlüdür. Kadının
böyle bir görevi yoktur. Kadının yükü
kocasına ait iken, koca ailesini, çocuklarını,
duruma göre anne ve babasının nafakasını
yüklenmek zorundadır. Dolayısıyla bu hüküm
tam adalettir.
12 –
Eşlerinizin çocukları yoksa terikelerinin yarısı
siz kocalarındır.
Eğer çocukları varsa dörtte biri size aittir.
Bütün bunlar, yaptığı vasiyetin ve üzerindeki
borcun ifasından sonradır.
Sizin de çocuğunuz yoksa terikenizin dörtte biri
eşlerinizindir.
Eğer çocuğunuz varsa terikenizin sekizde biri
onlara aittir.
Bunlar da yapacağınız vasiyetin ve
borcunuzun ödenmesinden sonradır.
Eğer miras bırakan erkek veya kadın, çocuğu
ve ana babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek
veya kız kardeşi de bulunursa, bunlardan her
birinin hissesi altıda birdir.
Şayet onların sayısı daha fazla ise,
o takdirde onlar üçte bir hisseye ortak olurlar.
Bu da yapılan vasiyet ve borcun ödenmesinden
sonradır.
Bütün bunlar, varisler zarara uğratılmaksızın
yapılacaktır.
Bu, Allah tarafından size bir buyruktur. Allah alîm
ve halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir,
cezalandırmada aceleci değildir).
13 –
İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır.
Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse Allah onu, içinden
ırmaklar akan cennetlere ebedî kalmak üzere yerleştirir.
İşte en büyük başarı da budur.
14 –
Kim de Allah’a ve resulüne isyan eder ve Allah’ın
sınırlarını aşarsa,
Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem
onu zelil ve perişan eden bir azab vardır.
15 –
Zina eden kadınlarınız hakkında dört
şahit isteyin. Eğer dört kişi şahitlik
ederlerse, ölüm kendilerini alıp götürünceye
veya Allah kendilerine bir yol gösterinceye kadar onları
evlerde alıkoyun.
[24,2] {KM, Tesniye 22,21; Levililer 19,20; 20,10.14;
21,9; Yuhanna 8,5}
16 –
Sizden bir çift fuhuş yaparsa onlara eziyet edin.
Eğer tövbe edip hallerini ıslah ederlerse
onları cezalandırmaktan vazgeçin. Çünkü
Allah, tevvab ve rahîmdir: (tövbeleri kabul eder ve çok
merhametlidir). [17,32;
23,7]
a-Zina cezası olarak Kur’ânda ilk
gelen hüküm bu âyetle bildirilen azarlama, bir iki
pataklama kabilinden rahatsız etmedir. b-İkinci
olarak, bu sûrenin 15. âyeti gelip zinakâr kadını
evde hapsetme hükmünü getirmiştir. c-Son olarak
ise 24,2 ile gelen yüz değnek cezasıdır.
Bu bekârların cezası olup evli zinakârlar
recmedilirler. Bazı alimlere göre, bu 16.âyet
livata yapan erkeklere ait olup, onlara verilecek tâzir
cezasını bildirmektedir.
17 –
Allah’ın kabulünü vaad buyurduğu tövbe, kötülüğü
ancak cahillik sebebiyle işleyip, sonra da çabucak
vazgeçerek günahtan dönüş yapacak olanların
tövbesidir. İşte Allah’ın, tövbelerini
kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah alîm
ve hakîmdir (herkesin içini dışını
hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
18 –
Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp edip de
sonra kendilerinden birine ölüm gelip çattığında:
“İşte ben şimdi tövbe ettim”
diyenlerin tövbesi değil. Kâfir olarak ölen
kimselerin tövbesi de değil. İşte öylesi
kimselere, çok acı veren bir azap hazırladık.
Tövbenin makbul olmasına dair âyet
ve hadisleri bir arada değerlendiren müfessirlerin
vardıkları sonuç şudur: Can çekişme
durumundan önce, henüz hayattan ümitsiz değil
iken küfürden tövbe ile iman etmek geçerlidir. Fakat
can çekişme halinde hayattan ümit kesme durumunda
küfürden tövbe ve iman etmek geçerli değildir.
İman ettikten sonra iyi işler yapabilecek bir
zaman bulunmalıdır.
19 –
Ey iman edenler! Kadınları zorla miras olarak
almanız helâl olmaz. Çok belli bir fuhuş işlemedikçe
onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını
ele geçirmek için onları sıkıştırmanız
da size helâl değildir.
Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet
onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki
bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda
birçok hayır takdir etmiş bulunur.
[2,228] {KM, Tesniye 5,10}
Cahiliyede ölen bir erkeğin en yakın
vârisi onun eşinin üstüne bir bez parçası
atınca, onu kendi yönetimi altına geçirmiş
olurdu. Sonra ister mehir vermeksizin onu nikâhına
alır, ister diğer bir erkeğe nikâhlayıp
mehrini kendisi alır, isterse böyle yapmayıp
evinde âdeta hapsedip malına el koyardı. Âyet
bu âdeti kaldırmaktadır.
Âyetin son kısmı, aile kurumunu
ayakta tutmak için çok önemli bir prensip koymaktadır.
Evliliğin başında kişinin eşinin,
gerek güzellik, gerek ahlâk bakımından
eksikleri olabilir. İyi yönlerini ortaya koymasına
fırsat vermeden, sohbet ve ünsiyette bulunmadan,
boşamaya girişmek doğru değildir.
20 –
Bir eşinizden ayrılıp da yerine başka
bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız
hanıma yüklerle mehir vermiş olsanız da,
içinden ufak bir şey bile almayın.
Boşanmaya sebep uydurup iftira ederek, göz göre göre
günaha girerek bunu almanız hiç münasip olur mu?
[3,75]
Hz. Ömer (r.a) halife iken evlenmeyi
kolaylaştırmak için mehir mikdarına üst
sınır koymak isteyince, mescidin arka tarafından
bir hanım da bu âyeti okuyarak: “Ya Emire’l-müminîn!
Allah’ın verdiği imkânı almak doğru
olur mu?” deyince Hz. Ömer derhal inceliğin farkına
varmış, cemaatin huzurunda o hanımın
haklı olduğunu kabul etmiştir.
21 –
Nasıl alabilirsiniz ki birbirinize karılıp
katıldınız, bir yastığa baş
koydunuz,
Hem onlar siz kocalarından hukuklarını gözetme
konusunda sağlamca te’minat da aldılar?
22 –
Daha önce geçen durum bir tarafa, bundan böyle
babalarınızın nikâhladığı
kadınları artık nikâhlamayın.
Hiç şüphe yok ki bu, Allah’ın gazabına
sebep olan bir hayasızlıktır. Ne iğrenç
bir yoldur o! [6,151; 17,32]
Cahiliyede üvey anne ile nikâh normal
karşılanırken, bu âyet onu yasaklamaktadır.
23 –
Ey mümin erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız
haram kılınmıştır: Analarınız,
kızlarınız, kızkardeşleriniz,
Halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları,
kızkardeş kızları,
Sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz,
Kayınvalideleriniz, kendileriyle zifafa girdiğiniz
eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız.
Fakat zifafa girmediğiniz eşlerinizin kızlarını
nikâhlamanızda beis yoktur.
Keza öz oğullarınızın eşleri
ile evlenmeniz ve iki kızkardeşi nikâhınız
altında birleştirmeniz de haram kılındı.
Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah
gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı
boldur). [33,4] {KM,
Levililer 18,7-18; Tekvin 29,16-30}
Süt anne ve kardeşlerinde de, nesep
(soy) yönünden olan mahremliğin cari olduğu
âyette vurgulanmaktadır.
24 –
Kocası olan kadınlarla da evlenmeniz haramdır,
ancak harp esiri olarak eliniz altında bulunan
cariyeler bundan müstesnadır. İşte bütün
bunlar Allah’ın kesin hükümleridir.
Bu sayılanlardan başkalarını,
iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla,
mal harcayıp mehirlerini vererek nikâhlamanız
helâldır.
Dikkat edin: Evlenerek beraberliklerinden yararlandığınız
kadınlara, belirlenmiş olan mehirlerini verin,
bu bir haktır. Ama belirledikten sonra, aranızda
anlaşarak miktarını arttırıp
eksiltmenizde size bir vebal yoktur. Allah alîm ve hakîmdir
(her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve
hikmet sahibidir). [4,4-21]
Bazı milletlerde evlenirken kadın
erkeğe hatırı sayılır mal veya
para (drahoma) verir. Bu, kendisine rağbet edilme
sebeplerinden olur. İslâm’da ise kadının
malına değil, kendisine önem verilir. Hatta,
verilen değerin bir alâmeti olarak kocası ona
biri peşin, öbürü evlendikten sonra verilmek üzere
iki mehir verir. Nikâh akdi için mehrin mutlaka
belirlenmesi gereklidir.
Fakat mehiri belirledikten sonra, eşlerin
karşılıklı rızası ile yaptıkları
indirimde veya borçtan kurtarmada bir mahzur yoktur.
25 –
Sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla
evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, eliniz altında
olan mümin cariyelerle evlenebilir.
Allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla
bilir. Zaten siz müminler hep aynı aileden sayılırsınız.
Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da
edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları,
sahiplerinin izniyle nikâhlayın.
Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin.
Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür
kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır.
Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten
(zinaya sapmaktan) korkanlar içindir, yoksa sabretmeniz
sizin için daha hayırlıdır. Bununla
beraber Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve
merhameti boldur). [9,60;
24,33]
26 – Allah
size helâl ve haramı açıkça bildirmek, size
daha önce geçmiş iyi insanların yollarını
göstermek ve yuvanıza dönmenizi sağlayıp
günahlarınızı bağışlamak
ister. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla
bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
{KM, Tesniye 22,21.28-29; Levililer 20,10; Yuhanna 8,5}
Âyetteki sünen (yollar) Nisâ sûresinin
başından buraya kadar bildirilen emirler, kültürel
ve sosyal düzenlemeler ile Bakara sûresinde daha önce
bildirilmiş hükümlerdir. Allah bunları
isterken, gelecek âyette bildirildiği üzere müşrikler,
münâfıklar ve Yahudiler, Kur’ân’ın bu
inkılabları hakkında müminleri şüpheye
düşürmek ve ölçü dışına çıkarmak
isterlerdi.
27 –
Evet Allah sizin yuvanıza dönüş yapıp tövbenizi
kabul buyurmak istiyorken,
O şehvetlerinin ardına düşenler ise büsbütün
yoldan çıkmanızı isterler.
28 – Allah
sizin yükünüzü hafifletmek ister, çünkü insan
hilkatçe zayıf yaratılmıştır.
Haramlar, insan hürriyetini engelleme
gibi görünür. Fakat unutmayalım ki kendi haline
bırakılmış nefis, kötülüğe
meyleder. Hem insanın ferdî hayatını
koruyup iyileştirmek, hem de toplum içindeki diğer
insanların hak ve hürriyetlerini, can, mal ve
namuslarını korumak için Allah bu sınırlamaları
getirmiştir.
29 –
Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda
meşrû olmayan yollarla yemeyin. Karşılıklı
rıza ile yapılan bir ticaret yapmanız ise,
elbette meşrûdur.
Sakın haram yiyerek, başkasının hakkını
gasbederek kendinizi öldürmeyin. Allah size pek
merhametlidir.
Âyette: “kendi kendinizi öldürmeyin!”
emri: a-”Birbirinizi öldürmeyin!” veya “intihar
etmeyin!” demektir. Veya b-“Haksız yere başkalarının
mallarını alanlar toplumun nizamının
bozulmasına sebeb olurlar; bu kendilerinin de
sonunu hazırlayabilir.” anlamına gelebilir.
30 –
Kim sınırları aşarak ve haksızlık
ederek bunu yaparsa Biz onu ateşe sokacağız.
Bu da Allah’a çok kolaydır.
31 –
Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden
kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı
örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkiye yerleştiririz.
Büyük günahlar, Allah’ın kesin
olarak haram kılmakla beraber işleyenleri âhirette
azap ile tehdit ettiği günahlardır. Bir
hadis-i şerife göre bunlar: Şirk, sihir, adam
öldürmek, yetim malı yemek, zina, meşrû
savaşta ordudan kaçmak, namuslu mümin kadınlara
zina isnad etmektir. Bazı rivayetlerde anne babaya
isyan, faiz yemek de bunlardan sayılmıştır
Öyle anlaşılıyor ki en büyük günahlar,
hepsinden kaçınmayı temin etmek için, müphem
bırakılmıştır.
32 –
Bir de Allah’ın kiminize kiminizden daha fazla
verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından
nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından
nasipleri vardır. Çalışın da siz
daha hayırlı şeyleri Allah’ın fazlından
isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir. {KM, Çıkış 20,17}
33 –
Ana ve babanın ve diğer akrabaların ölümlerinden
sonra bırakacakları her terike için vârisler
belirledik.
Yemin akdinin sizi bağladığı
kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki
Allah her şeye şahittir.
Cahiliye döneminde müvalat
akdi yapılarak mukaveleli mirasçı
belirlenirdi. Bazı fakihlere göre bu veraset
şekli, mirası akrabaya tahsis eden 8, 75 âyeti
ile kaldırılmıştır. Hanefi
mezhebine göre muvalat ile veraset devam edebilir.
Şöyle ki: Herhangi bir kişi müslüman olur,
varisi de bulunmazsa o bir dindaşına:
“Tazminat ödemem gerekirse senin benim âkilemden
olman, benim de ölümümden sonra sen bana vâris olman
üzere müvalat yapalım” diye anlaşma
yaparsa, bu akit geçerlidir.
34 –
Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve
koruyucudurlar.
Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından
daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının
mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri
gibi malî yükümlülükleridir.
O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi
haklarını nasıl korudu ise, kocalarının
yokluğunda, onların hukuklarını
koruyan kadınlardır.
Dikbaşlılığından yıldığınız
kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin,
vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve
bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.
Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için
bir sebep aramayın.
Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük
olan Allah vardır. {KM,
I Timote. 11,12; I Korintos. 11,3; Efes. 5,22}
Kocasına itaatsizlikte direten ve
onun haklarını korumayan kadına burada
sayılan üç işlem uygulanabilir. Eğer
bir uyarma kâfi geliyorsa, gerisini yapmak doğru
değildir. Dövmeye izin verilse de bu, yüze yapılmamak
ve yara bere bırakacak tarzda olmamak şartıyla
caizdir. Hz. Peygamber (a.s.) isteksiz olarak, sırf
aile nizamını temine vesile olsun diye dövmeye
izin vermiştir. Yani, Hz. Peygamber, âyete getirdiği
açıklamada, bu dövme işinin son derece sınırlı
olduğunu bildiren çok sayıda talimat vermiştir.
Bunlardan biri de: “Darben
gayre muberrih” yani “şiddetli olmayan,
hafifçe” olmasıdır ki, meali Hz.
Peygamberin bu tefsirine göre verdik.
35 –
Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından
endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin
ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir
hakem gönderin.
İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah
onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz
Allah alîm
ve habîrdir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan
haberdardır).
36 –
Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi
şerik yapmayın.
Anneye, babaya, akrabalara,
Yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak
komşulara,
Yol arkadaşına, garip ve yolculara,
Elinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, işçi)
lere de
Güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen
ve övünüp duran kimseleri sevmez. [17,23;
31,14]
37 – O
cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanlara
cimriliği tavsiye eden ve Allah’ın lütf-u
fazlından kendilerine verdiği nimetleri
gizleyen nankörler yok mu! İşte Biz onları
zelil ve perişan edecek bir azap hazırladık.
[100,6-7; 80,17]
38 –
Mallarını halka gösteriş için harcayıp
Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen kimseleri de
Allah elbette sevmez.
Şeytan kimin arkadaşı olursa, artık
o arkadaşların en kötüsüne düşmüş
demektir. [2,264; 37,51;
41,25; 43,36; 50,23]
39 –
Allah’a ve âhiret gününe inansalar ve Allah’ın
kendilerine ihsan ettiği nimetlerden harcasalardı
ne zararları olurdu sanki? Allah onları pek
iyi bilmektedir.
40 –
Şu kesindir ki Allah kullarına zerre kadar
bile zulmetmez.
Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile olsa, onu
kat kat artırır ve ayrıca Kendi tarafından
büyük bir mükâfat verir. [21,47;
31,16] {KM, Mezmur. 62,13; Vahiy 22,12}
41 –
Ey resulüm! Her ümmetten haklarında tanıklık
edecek bir şahit (peygamber) celbettiğimizde
ve seni de bütün onlara (ümmetine) şahit olarak
getirdiğimizde, bakalım onların hali nice
olacak? [39,69; 16,89]
42 –
İşte o gün dini inkâr edip resûle isyan
edenler, yerin dibine girmek, yerle bir olmak
isteyecekler.
Onlar hiçbir sözlerini hiçbir kabahatlerini
Allah’tan gizleyemezler. [78,40]
43 –
Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi
hakkıyla bilmedikçe namaza yaklaşmayın.
Yolculuk dışında cünüp iken de
gusletmedikçe namaz kılmayın.
Eğer hasta veya yolculukta iseniz, veya tuvaletten
gelmiş yahut hanımlarınızla yatmış
olur da gusledecek su bulamazsanız,
O vakit temiz toprağa teyemmüm edin, arınmak
niyetiyle yüzünüze ve ellerinize meshedin. Muhakkak
ki Allah afüv ve gafurdur (af ve mağfireti boldur).
[2,219; 5,90-91]
Sarhoş edici içki içmek, nihaî
olarak haram kılınmadan önce bu şekilde
iyice kısıtlanmıştı. İçenler
ancak yatsı namazını kıldıktan
sonra içebiliyorlardı. 5,90-91 ile ise mutlak
olarak haram kılındı.
Teyemmüm: Su bulunmaz veya hastalık sebebiyle kullanmaya mani bir
durum varsa, abdest veya gusül için, mânen
temizlenmek niyeti ile, el temiz toprağa vurulup yüz
ve kollar meshedilerek gerçekleştirilir. Bu izin,
müslümana en azından bir nizama uyma, itaat edeceği
bir mercinin huzurunda olma bilinci verir. Kişinin
zihninde, kendisini temizleme ve namazın kutsal
olduğu fikrini canlı tutar.
44 –
Baksanıza kendilerine kitaptan nasip verilenlerin
yaptıklarına!
Kendilerinin hidâyeti bırakıp sapıklığı
satın almaları yetmiyormuş gibi, sizin de
yolunuzu şaşırmanızı istiyorlar.
45 –
Allah düşmanlarınızı pek iyi bilir. İşlerinizi üstlenen
bir veli olarak da, bir yardımcı olarak da elbette
Allah yeter!
46 – Yahudilerden
bir kısmı, bazı sözleri aslî şeklinden ve mânasından
saptırır, mesela: “İşittik” (ama isyan ettik),
“işit” (hay işitmez olası!), ve râina derler.
Bu sözleri, ağızlarını eğip bükerek güya
vaziyeti kurtarmak ve dinle alay etmek için söylerler.
Halbuki onlar sadece “İşittik ve itaat ettik”, “İşit!”
unzurnâ (bizi de gözet), deselerdi kendileri için
elbet daha hayırlı ve daha dürüst bir iş olurdu.
Fakat Allah, inkârları yüzünden onları rahmetinden
kovdu. Artık onlar pek az iman ederler. [2,
75.104; 3,78]
Onlar parantez içindeki sözleri içlerinden
veya ancak yanındaki arkadaşı işitecek şekilde
sessizce söylüyorlardı. Müminlerin “raina:
bizi gözet, bize himmet et” sözlerini de bahane
ederek ağızlarını eğip bükerek, İbrânice’de
hakaret ifade eden benzer bir lafza dönüştürüyorlardı.
47 –
Ey kendilerine daha önce kitap verilen Ehl-i kitap! Yanınızdaki
kitapları tasdik etmek üzere indirdiğimiz bu kitaba
da iman edin.
İman edin: enseleriniz nasıl dümdüz ise bazılarınızın
yüzlerini bir darbe ile gözden, ağızdan, azalardan
ederek dümdüz hale getirmeden, veya Ashab-ı sebte
yaptığımız gibi lânet etmeden! Allah’ın emri
mutlaka yerine gelir. [2,65;
7,163] {KM, Çıkış 31,14; Sayılar 15,32-36
Ashab-ı sebt: Allah, Yahudilerin
cumartesi günü balık avlamalarını yasaklamıştı.
Bu yasağı dinlemeyen Eyle ahalisini Allah cezalandırmıştı.
48 – Şu
muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını
affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği
kimse hakkında effeder.
Kim Allah’a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş,
çok büyük bir günah işlemiştir.
49 –
Baksana o kendini temize çıkaranlara! Onların temiz
olduklarını iddia etmeleri neye yarar ki?
Ancak Allah dilediğini temize çıkarır ve onlara kıl
kadar olsun haksızlık edilmez.
50 – Bak
nasıl da Allah adına yalan uydurup Ona iftira
ediyorlar! Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla
yeter! [3,24; 2,111; 2,134]
51 –
Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilenlere!
Putlara, kâhinlere, şeytanlara, ne kadar batıl varsa
hepsine iman ediyorlar ve yetmezmiş gibi,
Bir de kalkıp kâfirler hakkında “Onlar, müslümanlardan
daha doğru yoldadır” diyorlar!
52 –
İşte onlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir.
Allah’ın lânetlediğini de yardım edip kurtaracak
kimse bulamazsın.
53 –
Yoksa onların mülk ve hâkimiyetten nasipleri mi var?
Öyle olsaydı onlar insanlara bir kırıntı bile
vermezlerdi! [7,100]
54 –
Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara ihsan ettiği
nimetlere karşı haset mi ediyorlar? Evet biz Âl-i İbrâhime
de kitap ve hikmet verdik, hem de büyük bir hâkimiyet
ve mülk verdik.
55 –
Onlardan kimi ona inanmakta, kimi de ondan halkı
engellemekte. İşte böyle engelleyenin hakkından, harıl
harıl yanan cehennem gelir.
56 – Âyetlerimizi
inkâr edenleri yarın cehenneme sokacağız.
Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız,
ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar.
Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir (üstün kudret,
tam hüküm ve hikmet sahibidir).
57 –
Fakat iman edip güzel ve makbul işler yapanları ise,
ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere
yerleştireceğiz. Onların orada tertemiz eşleri
olacak. Hem onları nimetlerle sâyebân edecek bir gölgeliğe
yerleştireceğiz. [2,25]
Sâyebân: Âyetin sonundaki “zıllen zalîlâ” koyu gölgelik mânasına gelir. Diğer birçok
meal böyle karşılık vermiştir. Bu doğru olmakla
birlikte, biz Elmalılı M. Hamdi Yazırın mealini
tercih ettik. O zıl kelimesinin mecazî anlamına
dikkat çekmektedir. Gerçekten zıl, Farsçada sâye ve
Türkçe’deki gölge karşılıkları gibi mecazen
geniş nimetler hakkında kullanılmaktadır. “Zıllen zalîlâ” koyu gölge ki tam daimî nimete işarettir.
Çünkü refah sahipleri genellikle ferah gölgelerde yaşarlar.
Nitekim dilimizde “sâyedâr olmak, sâyebân olmak”
“sâyesinde yaşamak” tabirleri, nimet ve saadet
mefhumlarındandır.
58 –
Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi
emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt
veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir (sözlerinizi
de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı
hakkıyla görür).
59 –
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resûlüne ve
sizden olan ülülemre de itaat edin. Eğer Allah’a ve
âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz
meseleyi Allah’a ve resulüne arzediniz. Böyle yapmanız
hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.
[16,43; 42,10] {KM, Çıkış
18,13-26; Tesniye 17,8; I Kırallar 3,16-28}
Ülülemr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların
herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir.
Din alimleri, ülke yöneticileri, onların başında
gelirler.
Hadis-i şerife göre: “Emrettiği şey
günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın
veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi
gerekir.”
Bir başka hadis: “Allah’a isyanda (günah
olan bir konuda) başkasına itaat haramdır. İtaat
ancak meşrû hususlardadır.”
Bir başka hadis: “Sizin başınızda doğru
olduğu gibi yanlışı da uygulayan yöneticiler
olacaktır. Böyle bir durumda kim yanlış şeylerden
nefret ederse sorumluluktan kurtulacaktır.” Bunun üzerine
ashabdan bazıları: “Böyle yöneticilere karşı
savaşmayacak mıyız?” diye sorunca Hz. Peygamber (a.s.):
“Namazı kıldıkları müddetçe, hayır!” diye
cevap vermiştir. (Müslim)
60 –
Baksana hem sana indirilen hem de senden önce indirilen
kitaplara inandığını iddia eden o münâfıkların
yaptıklarına!
Kalkıp azgın şeytanın önünde muhakeme olmak
istiyorlar.
Halbuki onlara o şeytanı reddetmeleri emri verilmişti.
Şeytan da onları haktan büsbütün saptırmak ister.
[2,256; 39,17]
61 –
Kendilerine “Haydi Allah’ın indirdiği Kur’ân’ın
ve resulün hükmüne gelin!” denildiğinde münafıkların
senden iyice geri durduklarını görürsün. [31,21;
24,51]
62 –
Fakat işlediklerinin cezası olarak başlarına bir musîbet
geldiği zaman ne olur?
Onlar hemen sana gelir, yemin billah ederek “Vallahi
maksadımız sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaret
idi” derler. [2,95; 5,52]
63 –
Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pek iyi
biliyor.
Onun için sen onlara aldırma, fakat kendilerine öğüt
ver ve onlara kendilerine dair,
içlerine işleyecek beliğ sözler söyle.
64 –
Biz hiç bir peygamberi, Allah’ın izni ile, kendisine
itaat olunmaktan başka bir gaye ile göndermedik.
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip
de Allah’tan af dileseler, sen de resul olarak onların
affedilmelerini isteseydin, elbette Allah’ı tövbeleri
kabul eden, pek merhametli bulacaklardı. [3,152;
58,12]
65 –
Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında
ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp,
Sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça
iman etmiş olmazlar.
Hz. Muhammedi (a.s.m.) Allah’ın resulü
kabul etmenin mânası, onun tebliğ ve tatbik ettiği
inanç, düşünce ve yaşayış tarzını kabul etmek,
bu hususlarda onu örnek almaktır. Yoksa Allah onu,
insanlar peygamberliğine şehadet etsinler, fakat başkalarına
tâbi olsunlar diye göndermemiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Arzu ve heveslerini, benim getirdiğim ölçülere
uydurmadıkça, sizden hiç biriniz mümin olduğunu
iddia edemez.”
66 –
Şayet onlara “Ölüme atılın” veya “Vatanınızdan
ayrılın” (hicret edin) diye farzetseydik, pek azı müstesna,
o farzı yerine getirmezlerdi.
Onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı,
elbette kendileri için hayırlı olur, durumlarını
daha da sağlamlaştırırlardı.
“Kendinizi öldürün” emri:
“Kendinizi ölüm tehlikesine, cihad meydanına atın”
mânasına gelebilir. Hz. Muhammed (a.s.) ın ashabının
(r.a) çoğu, dinleri uğrunda canlarını verip şehid
olmuş, yine o uğurda yurtlarından ayrılıp hicret
etmişlerdi. Önce Mekke’den, Hz. Peygamberin dünyadan
göçmesinden sonra da Medine’den ayrılma hasretiyle
yanmalarına rağmen dünyanın dört bir tarafına yayılıp
Allah’ın dinine hizmet etmişlerdir. Yahudiler ve münâfıklar
ise, buna benzer hiçbir fedâkarlık göstermemişlerdir.
Hatta Yahudiler kendi dindaşlarını öldürüp,
diyarlarından sürmüşlerdir.
67 –
Ve o takdirde Biz de onlara tarafımızdan pek büyük mükâfat
verirdik.
68 –
Ve onları dosdoğru yola iletirdik.
69 –
Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse işte onlar,
Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler,
şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır.
Bunlar ne güzel arkadaşlar!
70 –
Bu, Allah’tan bir lütuftur. Bu lütfa lâyık olanların
kadrini Allah’ın bilmesi yeter de artar!
71 –
Ey iman edenler! Düşmanlarınıza karşı korunma
tedbirinizi alın.
Duruma göre küçük kıtalar halinde veya toptan
seferber olun.
Uhud savaşında müslümanların yarı mağlubiyetleri,
Medine etrafındaki kabileleri aleyhte cesaretlendirmişti.
Müslümanlar, Medinenin her tarafından tehlike çemberi
içine alınmışlardı. İslâmı öğretmek üzere dışarıdan
dâvet edilen müslümanlar da suikasda mâruz kalıyorlardı.
Bu âyet, müminlerin yeterli tedbir almalarını
emrediyor.
72 –
Aranızda öylesi vardır ki, işi ağırdan alır.
Başınıza bir felâket gelirse der ki: “Neyse ki,
Allah bana lutfetti de onlarla beraber çıkmadım.”
73 – Ama
Allah’tan size nimet ve inayet erişirse -sanki daha
önce kendisiyle sizin aranızda hiç tanışıklık
yokmuş gibi-
“Ah! n’olurdu, der, ben de onlarla beraber olaydım
da büyük ganimete konaydım!”
74 –
O halde, dünya hayatına değil, âhirete talip ve müşteri
olanlar Allah yolunda savaşsınlar.
Kim Allah yolunda savaşa girer de öldürülüp şehid
olur veya galip gelir gazi olursa,
Her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat
vereceğiz.
75 –
Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan:
“Ey büyük Rabbimiz! Ahalisi zalim olan şu
memleketten bizi kurtarıp çıkar. Tarafından bir
sahip gönder, katından bir yardımcı yolla!”
diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar
ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?
Bu âyet, Mekke’de veya başka bir yerde
müslüman olmuş olup da Medine’ye hicret ederek
kendilerini işkenceden kurtaramayan müminlerin feryadını
dile getiriyor.
76 –
İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise
şeytan yolunda savaşırlar.
Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla
muharebe edin.
Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.
77 –
Baksana o kimselere ki, savaş zamanı değilken
kendilerine: “Savaşa sebebiyet vermeyin, namazı hakkıyla
ifa edin, zekâtı verin!” denilmişti.
Sonra onlara savaşma farz kılınınca, onlardan bir kısmı
insanlardan, Allah’tan korkarcasına, hatta daha fazla
korkup şöyle diyorlar: “Ya Rabbenâ, niçin bize
harbi farz kıldın? Bize biraz daha mühlet verseydin
ya!”
Onlara de ki: “Dünya zevki pek azdır, âhiret ise günahlardan
sakınanlar için sırf hayırdır ve size kıl kadar
olsun haksızlık yapılmaz.” [47,20]
78 –
“Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek
kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız
burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.”
Onlara bir iyilik ulaşınca “Bu, Allah’tandır”
derler. Bir fenalık gelince “Bu, senin yüzündendir”
derler.
De ki: “Hepsi de Allah tarafındandır.”
Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya bir türlü
yanaşmıyorlar? [55,26;
3,185; 21,34; 7,131]
Yaratma bakımından hem iyilik, hem fenalık
hem hayır, hem şer Allah’tandır. Fakat şerre
sebebiyet veren, dâvet eden insan olması itibariyle şer
insana izafe edilir.
79 –
Ey insan! sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına
gelen her fenalık ise nefsindendir.
Ey resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik.
Allah’ın buna şahit olması yeter de artar! [2,124;
7,113; 8,27; 42,30]
80 –
Kim resûlullaha itaat ederse Allah’a itaat etmiş
olur.
Kim itaattan yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine
bekçi göndermedik ki! {KM,
Luka 10,16}
81 – Münâfıklar
sana “Baş üstüne!” derler.
Fakat yanından çıkınca, onlardan bir güruh gece
karanlığında senin söylediklerinin tersine planlar
kurarlar.
Allah onların o gizli planlarını bir bir kaydediyor.
Onun için sen yüzlerine vurmaktan vazgeç de Allah’a
havale et, Ona tevekkül et. Sana vekil olarak Allah
yeter. [24,47; 4,84]
82 –
Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi?
Eğer Kur’ân Allah’tan başkasına ait olsaydı,
elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.
Bu gibi yerlerde münâfıkların ve zayıf
inançlı kişilerin hataları dile getirilirken, bu
yanlışların kaynağının, Hz. Muhammedin Allah’tan
gelen bir Elçi olduğunu, Kur’ân’ın Allah Kitabı
olduğu konusunda şüpheleri olduğu bildirilir. Allah
Teâla onları Kur’ân’ı iyice incelemeye dâvet
ediyor. Gerçekten, iyi düşünen insan şu hakikati
anlamakta gecikmez: 23 yıl gibi uzun bir dönemde, çok
çeşitli durumlar sebebiyle ve son derece farklı
konularda yavaş yavaş tamamlanan bir metnin içinde
tutarsızlık olmaması mümkün değildir. Bir insan ne
kadar akıllı olursa olsun bunu başaramaz. Öyle ise
bu kitap ancak Allah’ın eseri olabilir.
83 – Onlara
güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde doğru
olup olmadığını araştırmadan ve yaymakta mahzur
bulunup bulunmadığını danışmadan hemen onu
yayarlar.
Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki
yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü
araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini,
haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.
Eğer Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı,
pek azınız hariç hepiniz şeytana uymuş gitmiştiniz.
84 –
Artık Allah yolunda cihad et!
Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de buna teşvik
et.
Umulur ki Allah kâfirlerin savletini uzaklaştırır.
Allah en güçlü ve cezalandırması da en çetin olandır.
85 –
Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten
kendisine de bir nasip vardır.
Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da
kendisine bir pay düşer. Allah her şey üzerinde
kadirdir.
86 –
Şayet size selam verilirse, siz de ondan daha güzel
bir tarzda selamı alın, en azından verilen selâmın
misli ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah, her şeyin
hesabını hakkıyle arar.
Bu ve daha başka âyetlerde emredildiği
gibi, müslümanların daima insancıl ve nezaketli
davranış göstermeleri gerekir. Mesela: Selam veren
kimseye, daha candan, daha güzel, en azından onunki
kadar güzel karşılık vermelidir. Zira kaba, nazik
olmayan davranışlar insanları uzaklaştırır. İnsanlar
arası ilişkilerin gergin olduğu dönemlerde ise bu güzel
davranış, kat kat gerekli olur.
87 –
Allah, o hak Mabuddur ki kendisinden başka hiçbir tanrı
yoktur.
Kıyamet
günü hepinizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiç
şüphe yoktur.
Allah’tan
daha doğru sözlü kim olabilir?
{KM, II Samuel 7,28; Mezmur 119,160. Yuhanna 17,17}
88 –
Yaptıkları bunca cürüm sebebiyle Allah kendilerini
başaşağı getirdiği halde,
durum
bu kadar belli iken, ne diye münafıklar hakkında hüküm
verirken kalkıp birbiriyle çekişen iki fırka haline
geliyorsunuz?
Allah’ın
saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Her
kimi Allah şaşırtırsa, artık sen ona yol bulamazsın.
Münâfıkların içleri dışlarından başka
olduğu ve farklı yerlerde farklı durumlar
alabildikleri için, onlar hakkında karar verecek
kimseler ihtilaf ederler. O münafıklarla akrabalık,
kabile birliği, ticari ortaklık, arkadaşlık gibi bağlar
da müminleri etkileyebiliyordu.
Allah onlara Hz. Peygamber (a.s.m), İslâm ve müslümanlarla
iç içe olma imkânı verdiği, onlar da zahiren müslüman
göründükleri halde, birtakım hesaplarla,
kalblerinden eski küfür ve inkârlarına döndükleri
için, onlar hakkında “başaşağı, tepetaklak olma”
tabiri, hallerini ifade edecek en mükemmel tabirdir.
Bellidir ki Allah onları münafık olarak “başaşağı”
yaratmış değildir. Fakat onlar, iman tarafında
olmaları için, bunca kuvvetli sebepler varken, irade
ve tercihlerini hep inkâr tarafına kullanınca, bütün
işleri güçleri, kazandıkları o yönde olunca,
kendilerinin ısrarla istedikleri durum meydana gelmiş,
varlığa koyduğu kanuna göre de Allah dalaletlerine
izin vermiş ve yaratmıştır.
Oysa münâfıkları keşfetmek zor değildir:
Uhrevî hayır ile dünyevî çıkarları çatıştığında
âhireti bırakıp o çıkarı tercihleri, İslâmiyetleri
ile menfaatleri karşı karşıya gelince İslâma
hizmet ve fedâkarlık tarafında yer almamaları kesin
bir ölçüdür. Allah bu ölçüyü kullanmayı hatırlatıp,
münâfıklar yüzünden müminlerin birbirlerine düşmelerini
menediyor.
89 –
Ne çok isterler ki siz de kendileri gibi küfre düşesiniz
de böylece kendileriyle beraber olasınız.
Allah
yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin.
Eğer
aldırmazlarsa o vakit nerede bulursanız onları
yakalayın, öldürün ve sakın onlardan ne veli, ne
yardımcı edinmeyin.
90 – Ancak
sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar
veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak
istemediklerinden göğüsleri daralarak size gelenler
bundan müstesnadır.
Eğer Allah dileseydi, bunları size musallat eder ve
bunlar da sizinle savaşırlardı.
O halde, onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar
ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah
onlara saldırmak için size yol vermez.
[8,61; 47,35]
91 – Bir
de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki onlar hem
sizden, hem de kendi kavimlerinden emin kalmak isterler.
Bunlar ne zaman fitneye
çağırılsalar derhal ona dalarlar. O halde bunlar
sizden uzak durmaz, size barış teklif etmezler,
ellerini sizden çekmezlerse onları nerede bulursanız
yakalayın, öldürün.
İşte bunlara karşı size kesin bir izin ve yetki
vermişizdir.
Bu âyette fitne:
Şirk, küfür, savaş veya bozgunculuk olarak tefsir
edilmiştir.
Bu son âyetlerde söz konusu edilen kâfirler,
Medine dışında bulunan münafıklar olup şu üç
gruba ayrılmışlardır: 1.Müşriklerle işbirliği
yapanlar. Bunlar imha edileceklerdir. 2.Müslümanların
kendileriyle saldırmazlık anlaşması yaptıkları
toplumlara sığınanlar. 3.Gerek müslümanlarla
gerekse kendi kavimleriyle savaşmak istemeyip tarafsız
kalmayı tercih edenler.
92 –
Müminin mümini öldürmesi olacak iş değildir, ancak
yanlışlıkla olursa başka.
Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse mümin bir
esir (köle) âzad etmesi ve öldürülenin ailesine
teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak onlar
diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka.
Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mümin
olmakla birlikte, size düşman bir kavimden ise, öldürenin
mümin bir köle âzad etmesi gerekir.
Eğer öldürülen, aranızda anlaşma bulunan bir
topluluktan olursa, vârislerine teslim edilecek bir
diyet ile mümin bir köle âzad etmesi gerekir.
Bunları yapmaya gücü yetmeyenin, Allah tarafından tövbesinin
kabulü için ardarda iki ay oruç tutması gerekir.
Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam
hüküm ve hikmet sahibidir).
Keffaret olarak bir köleyi hürriyetine
kavuşturmak Allah’ın hakkı, diyet ödemek de kul
hakkını karşılamak içindir. Yanlışlıkla bir
hayata son veren kimse, bir köleyi toplum içinde adeta
hayata kavuşturma ile o hatasını telâfi etmiş
olmaktadır. Ölenin varislerine verilecek diyet Hz.
Peygamber (a.s.) tarafından yüz deve veya onun değeri
olarak tesbit edilmiştir. Bu da çok ağır bir
tazminat olup, aileye verdiği zararı telafi etme
maksadına yöneliktir. Vârisler isterlerse miktarı
hafifletebilirler. Köle âzad etme, diyet veya iki ay
oruç ceza değil, suçun affedilmesi için birer
keffarettir. Onun için katilin ayrıca vicdan azabı,
pişmanlık duyup tövbe etmesi lâzımdır. Ceza alması
halinde bunlar sözkonusu değildir.
93 –
Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde
ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona
gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir
azap hazırlamıştır. [39,53,
4,48]
Kasden adam öldürmenin dünyadaki cezası
kısastır. Vârisleri kısastan vazgeçerlerse, diyet
alabilirler. İsterlerse bunu da bağışlayabilirler.
Âhiretteki cezası, Allah Teâla affetmezse ebedî
cehennemdir. 4,48 âyeti, Allah Teâla’nın, şirk dışındaki
günahları dilediği takdirde affedeceğini bildirerek
bu âyeti takyid etmektedir.
94 –
Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız
zaman, son derece dikkatli davranın.
Size selam verene, dünya hayatının geçici ve az bir
menfaatini elde etmek için: “Sen mümin değilsin”
demeyin. Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok
ganimetler vardır.
Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de
imanla şereflendiniz.
Öyleyse iyi anlayın, dinleyin çok dikkatli davranın.
Muhakkak ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
[8,26]
Selam, en kapsamlı bir iyi dilek
temennisidir. Ayrıca selam veren kimse muhataplarına:
“Ben senin cemaatındanım, sana benden zarar gelmez,
senin de benim hakkımda iyi düşünmeni beklerim”
demek istiyordu. İslâmın başlangıcında, gelen
insanı başka türlü ayırd etme imkânı yok iken,
selam bir parola yerine de geçiyordu. Düşman kişi,
ölüm korkusu sırasında canını kurtarmak için de böyle
diyebiliyordu. Bu da müslümanları zor duruma düşürüyordu.
Fakat kalplerde olanı bilmek mümkün olmadığından
Allah bu emri verdi. Demek ki bir mümini öldürmek
ihtimalinden ise, bir kâfiri serbest bırakmak daha
uygun görülmektedir.
Kaldı ki müteakip cümle, çok önemli
bir uyarıda bulunmaktadır. İslâm yavaş yavaş yayılıyordu.
“İnsanların gönüllerinde ilahî hidâyetin
parlaması, İslâm’ın güzelliklerinin anlaşılması
pek az bir vakte de sığabilir. “Yakın bir zaman önce
siz de onlar gibi değil miydiniz” buyurularak bu gerçek
hatırlatılıyor.
95-96 –
Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan müminlerle,
Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler
elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede
edenleri, derece bakımından cihada gitmeyenlerden üstün
kılmıştır.
Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vaad
etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan
çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece
derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz
kılmıştır. Değil mi ki Allah gafurdur, rahimdir (affı,
merhamet ve ihsanı boldur).
Maksat, farz-ı kifaye olan cihaddan,
mazereti sebebiyle ve izinli olarak geri kalan müminlerdir.
97 –
İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine
zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken
melekler onlara diyorlardı ki: “Ne işte idiniz?”
Onlar da: “Biz bu ülkede, dinin emirlerini
uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik”
deyince, melekler bu sefer şöyle dediler:
“Peki Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Siz
de orada hicret edeydiniz ya?”
İşte onların durağı cehennemdir. Ne fena bir dönüş
yeridir orası!
Bu âyet indirildiği sırada ve
Mekke’nin fethine kadar, müminlerin Medine’ye
hicret etmeleri farz idi. Çünkü düşman müşrikler
arasında, onların alayları, şüphe vermeleri, baskıları
karşısında müminlerin dinlerini korumaları güçtü.
Diğer taraftan müminlerin bir arada İslâm’ın
güzelliklerini yaşayıp müslümanca eğitilmeleri önemli
idi. Ayrıca müminlerin bir araya gelerek bir kuvvet
oluşturmaları, gerektiğinde kendi haklarını savunup
kâfirlerin merhametlerine bırakmamaları gerekiyordu.
İşte bu âyette, Asr-ı saadette
Medine’ye hicret etmeyip müşrik toplum içinde
kalanlar, “kendilerine zulmedenler” diye
nitelendirilmektedir. Bunlardan bazıları rahatlarını,
alışkanlıklarını, ailelerini, mal ve mülklerini ve
diğer çıkarlarını dinlerine tercih ediyorlardı.
Onun için “Biz ülkemiz de baskı altında yaşayan
kimselerdik” özürleri kabul edilmemiştir. Fecî bir
âkıbet, cehennem azabı ile tehdit edilmişlerdir.
Bunun yanında gerçekten hicrete gücü yetmeyen yaşlı,
güçsüz erkekler, kadınlar ve çocukların
mazeretleri 98. âyetle kabul edilmiştir.
Asr-ı saadette Mekke’nin fethi ile
hicret mükellefiyeti sona ermiştir. Fakat âyet-i
kerime, Mekke dönemi şartlarının bulunması halinde,
hicretin yine gerekebileceğine işaret etmektedir.
98-99 –
Ancak, her türlü imkândan mahrum ve hicret için yol
bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükmün dışındadırlar.
Çünkü bunları Allah’ın affedeceği umulur. Allah
gerçekten afüv ve gafurdur (affı ve mağfireti boldur).
100 –
Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok
yer, genişlik ve bolluk bulur.
Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle
çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı
haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir.
Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı
boldur).
|