KUR'AN-I KERİM İNDEKS
40
– MÜ’MİN SÛRESİ
Mekke
döneminin sonlarında inmiş olup 85 âyettir.
Sûrenin meşhur olan iki adı vardır. el-Mü’min
isminin sebebi, 28. âyette geçen mümin zattır. Gâfir
ismi ise sûrenin üçüncü âyetinde yer alan ilahî sıfattan
gelmektedir. Havâmim
diye çoğul şekli yapılan 40-46. sûrelerin
(7 Hâmim’ler) hepsine birden bu isim verilmektedir.
Bu
sûre önce Allah’ın bazı vasıflarını,
kâfirlerin O’nun yolundan saptıklarını,
daha önce bazı sapkınların cezaya uğratıldıklarını,
Hz. Mûsâ (a.s.)’ın tebliği, ona olan imanını
uzun süre gizlemiş olan üst düzey devlet
yetkilisi müminin gerçeği ortaya koyup tebliğ
ve irşadda bulunması, Allah’ın kudret
ve hikmetini gösteren bazı kevnî âyetlerden
sonra, hakkı yalan sayanların fecî âkıbetlerini
bildirerek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1-2
– Hâ, Mîm. Bu
kitabın vahyolunup bölüm bölüm indirilmesi,
azîz ve alîm
(üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel
tarzda bilen) Allah tarafındandır.
Hâ,
Mim, İbn Abbas (r.a)’dan nakledildiğine göre
Allah Teâlanın ism-i âzamıdır.
3
– O, aynı
zamanda günahları bağışlar, tövbeleri
kabul buyurur, ama cezalandırması da çetin
olup, lütuf ve ihsanı pek geniştir.
Ondan başka
tanrı yoktur.
Dönüş
yalnız O’na olacaktır. [15,49-50;
14,34; 13,41]
4
– Allah’ın âyetleri
konusunda kâfirlerden başkası tartışma
çıkarmaz.
Fakat onların
kazanç sağlayarak şehir şehir dolaşmaları
seni aldatmasın!
Şunu
iyi bilmelidir ki; kâfirlerin girişmek istedikleri
kısır tartışmanın ötesinde,
Kur’ân’ın hakikatlerini açıklamak, müşkillerini
gidermek, mütaşabihlerini aydınlatmak, inkârcıların
onun aleyhindeki itirazlarını cevaplandırmak,
mümine yakışır tarzda mücadele etmek,
taatlerin başında gelir.
5
– Kendilerinden önce
Nûh halkı, onlardan sonra gelen daha birtakım
gruplar da dini yalan saydılar.
Her toplum
tartaklamak için, resullerine karşı harekete
geçtiler ve hakkı yıkmak için birtakım
batıl şeyleri ileri sürdüler, ama Ben de
onları kıskıvrak yakalayıverdim.
İşte
düşünün: Benim cezalandırmam nasılmış,
bir görün! [3,196-197;
31,24]
6
– İnkârcıların
cehennemlik olduklarına dair hüküm böylece
kesinleşti.
7
– Arşı taşıyan,
bir de onun çevresinde bulunan melekler devamlı
olarak Rab’lerini zikir ve O’na hamd ederler.
O’na gerçekten
iman ederler ve müminler için şöyle mağfiret
diler ve dua ederler:
“Ey Ulu
Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır!
O halde tövbe
edenleri ve Senin yoluna tâbi olanları, affet
ve onları
o cehennem azabından koru!” [69,17]
Hamele-i Arş dört olup, 69,17 âyeti gereği, kıyamet günü sekize
çıkarılacaklardır. Arşı yüklenmeleri;
onların koruma ve organizasyon ile görevli
olduklarını, mecazî olarak bildirmeden
ibarettir. Yahut Arş sahibi olan Allah’a yakınlıklarına
da îma olabilir.
8
– “Ey Bizim Ulu
Rabbimiz! Sen, onları ve onlarla birlikte
babalarından,
eşlerinden ve nesillerinden iyi kimseleri
kendilerine
vaad ettiğin Adn cennetlerine yerleştir.
Muhakkak ki
Sen azîz ve hakîmsin (üstün kudret, tam hüküm ve
hikmet sahibisin). [52,21]
9
– Hem onları kötülüklerden,
günahlardan koru.
Sen kimi dünyada
kötülüklerden korursan, muhakkak ki ona (ukbada)
merhamet edersin.
İşte
asıl kurtuluş ve büyük mutluluk da budur.
Seyyiat üç anlama gelebilir ki burada üçü de kasdolunmuştur:
1.Yanlış inanç, kötü ahlâk ve kötü işler,
2.Dalâlet ve kötü işlerin vebali. 3.Dünyada,
berzahta ve kıyamet günündeki âfetler ve
eziyetler.
10
– Kâfirlere şöyle
nida edilir: “Allah’ın size gazabı, sizin
kendinize olan buğzunuzdan daha şiddetlidir.
Zira siz
imana dâvet edildiğinizde red ve inkâr ederdiniz.”
11
– Onlar ise: “Ya
Rabbenâ, derler, Sen bizi iki defa öldürdün, iki
defa dirilttin.
İşte
günahlarımızı itiraf ettik.
Şimdi,
telafi etme için buradan çıkmaya bir yol yok
mudur?” [32,12; 35,37;
23,107-108]
Bu
âyet ile 2,28 den çıkan duruma göre insan dört
safhadan geçer: 1. Ölü (yani yokluk) hali. 2. Hayata
mazhar olup dünyaya gelmesi. 3. Ölüm 4. Ölümden
sonra diriliş. Kâfirler ilk üç safhayı
mecburen kabul ederken, Peygambere inanmadıklarından
sadece son safhayı inkâr ediyorlardı.
12
– Onlara şöyle
cevap verilir:
“Bu hale
düşmenizin sebebi şudur ki: Allah’ın
birliğine inanmaya çağırıldığınızda
reddederdiniz, ama O’nun eşinden, ortağından
bahsedildiğinde inanırdınız.
Artık
şimdi hakkınızdaki karar o çok Ulu ve Yüce
Allah’a aittir.”
[6,27-28]
13
– Size kudret ve
hikmetine dair delillerini gösteren,
gökten
size rızık indiren O’dur.
Fakat ancak
gönülden Allah’a dönen kimse düşünüp ibret
alır.
14
– O halde kâfirler
hoşlanmasalar da siz, ibadeti gönülden ve yalnız
Allah’a yaparak O’na dua edin.
15
– O, dereceleri yükselten,
Arş sahibi olan Allah, o büyük buluşma gününün
dehşetini haber vermek için,
kullarından
dilediğine emrini tebliğ için Rûhu indirir.
[70,3-4; 16,2; 26,192-194]
Rûh
kavramı ile: vahiy ve nübüvvet kasdedilmiştir.
16
– O büyük buluşma
günü, bütün insanların mezarlarından kalkıp
meydana çıkarıldıkları bir gündür.
Öyle ki
onların işlerinden ve hallerinden bir tek
şey bile Allah’a saklı kalamaz.
Allah
onlara şöyle hitab eder: “Bugün mülk ve hâkimiyet
kimin?
Mutlak
galip, tek hâkim olan Allah’ın!”
17
– Bugün her kişi,
ne işlemişse onun karşılığını
alır,
bugün
kimseye haksızlık edilmez.
Muhakkak ki
Allah hesapları pek çabuk görür. [31,28;
54,50]
18
– Onları,
yaklaşan müthiş güne karşı uyar!
Yürekler ağıza
gelir, yutkunur da yutkunurlar.
O zalim kâfirlerin
ne dostları, ne de sözüne itibar edilir şefaatçileri
olmaz. [53,57-58; 54,1;
21,1; 16,1, 67,27; 78,38]
19
– O, gözlerin hain
bakışını ve kalplerin sakladığı
bütün şeyleri dahi bilir.
20
– Allah hakkı
ve adaleti gerçekleştirir.
Müşriklerin
yalvardıkları putlar ise hiçbir şeyi
yerine getiremezler.
Çünkü
Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.
[53,31]
21
– Hiç dünyada
dolaşıp da kendilerinden önce gelip geçenlerin
âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar
mı?
Onlar gerek
kuvvet, gerekse dünyada bıraktıkları
eserler yönünden kendilerinden daha güçlü idiler.
Öyle iken
Allah onları günahları sebebiyle yakalayıp
cezalandırdı
ve
Allah’a karşı kendilerini koruyan da çıkmadı.
[46,26; 30,9]
22
– Böyle oldu...
Zira peygamberleri kendilerine açık açık
delillerle geldikleri halde bunlar onları red ve
inkâr ettiler.
Allah da
onları yakalayıp cezalandırdı. Çünkü
O pek kuvvetlidir, cezası da çetindir.
Beyyinat (açık deliller) şu üç anlama gelebilir: 1.Allah
tarafından gönderilen Peygamberler.
2.Peygamberlerin getirdikleri mesaj. 3.Dünya hayatı
hakkında vaz edilen kurallar.
Bu
kurallar, dürüstlüğü öğreten ve hep dürüst
yaşayan bir insanın, yalancı ve menfaatçi
olmadığının açık bir delilidir.
23-24
– Gerçekten Biz Mûsa’yı
âyetlerimiz, mûcizelerimiz ve apaçık bir yetki
ile Firavun’a, Hâman’a ve Kârun’a gönderdik de
onlar:
“Bu
yalancı bir sihirbazdır” dediler. [51,52-53]
25
– Mûsa onlara Bizim
tarafımızdan gerçeği getirince,
“Onun yanında
bulunan müminlerin oğullarını öldürün,
kızlarını ise hayatta bırakın”
dediler.
Fakat kâfirlerin
hile ve tuzakları boşa çıkar.
[14,6; 2,49]
Hz.
Mûsâ’nın doğumundan önce de Firavun böyle
bir uygulama yaptırmış, bilahere bu
uygulamaya son vermişti.
Fakat
Hz. Mûsâ peygamber olarak gönderilince, öncekinin
yerine geçen yeni Firavun da aynı endişelerden
hareketle, tekrar erkek çocukları öldürtmeye başladı.
26
– Firavun: “Bırakın
beni, şu Mûsâ’yı öldüreyim. O da varsın
Rabbine yalvarsın, bakalım O kendisini
kurtaracak mı? Zira bu gidişle onun, sizin
dininizi değiştireceğinden veya ülkede
anarşi çıkaracağından endişe
ediyorum.” dedi.
Burada
dinden maksat: Mısır toplumunun tuttuğu
yol ve medeniyettir. Firavun aslında kendi saltanatının
yıkılacağından korktuğu halde,
birçok politikacı gibi, güya halkı düşündüğü
için, onlar namına Mûsâ’yı yok etmeye
giriştiğini ileri sürüyordu.
27
– Mûsâ da şöyle
dedi: “Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her
kibirli ve zorbadan benim ve sizin Rabbiniz olan
Allah’a sığınırım.”
28-29
– Firavun hanedanından
olup o zamâna kadar iman ettiğini saklayan biri çıkıp
şöyle hitap etti: “Ne o, siz bir insan “Rabbim
Allah’tır” dedi diye kalkıp onu öldürecek
misiniz? Halbuki o Rabbiniz tarafından açık
belgeler ve mûcizeler de getirdi.
Eğer
yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendisinin
aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse,
en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin
bir kısmı başınıza gelecektir.
Şu bir
gerçektir ki Allah haddi aşan, yalancı
kimseleri iflah etmez.
Ey benim
sevgili halkım! Bugün hakimiyet sizindir, ülkede
üstünlük sizdedir. Ama yarın Allah’ın
azabı başımıza gelir çatarsa, söyler
misiniz hangi kuvvet bizi kurtarabilir?”
Buna karşılık
Firavun: “Ben size sadece kendimce uygun bulduğum
görüşü bildiriyor ve size tutulması gereken
doğru yolu gösteriyorum” dedi.
“Firavunun
sarayındaki mümin” kıssası, Tevratta
ve Talmudda yer almayan bir kıssa olup, İsrail
tarihi ile ilgili olarak Kur’ân’ın dünya
tarihine bir armağanıdır.
Bu
zat hissiyattan uzak, tarafsız konuştuğu
intibaını vermeğe ihtimam göstermekte ve
münazarada insaf prensibini uygulamaktadır. Zira
önce onun yalancı olma faraziyesini, sonra vaad
ettiği her şey olmasa dahi, bir kısmının
gelme ihtimalinin bile onları nasıl düşündürmesi
gerektiğini anlatmak istemiştir.
Bu
zat imanını belirtmeksizin müphem bir ifade
ile şöyle demek istiyor: “Sizler Mûsâ’nın
dürüst olduğunu tesbit etmekle beraber yalancılıkla
itham ediyorsunuz. Bu iki zıt vasıf bir arada
bulunamaz. Şu halde insanlara bile yalan söylemeyen
bir kimse, Allah’ın elçisi olmadığı
halde hiç Allah adına yalan uydurur mu? “O, beni
size elçi olarak gönderip şöyle şöyle dedi”
diyerek en müthiş, en tehlikeli yalanı söyler
mi?” Yahut muhataplarına şunu anlatmak
istemektedir: “Siz haddi aşıp Mûsâ’yı
öldürürseniz bilin ki Allah böyle yapanları
asla iflah etmez!”
Öyle
anlaşılıyor ki Firavun, kabinesindeki bu
zatın iman ettiğini farketmemişti. Zira
ona kızdığına dair bir alâmet
zikredilmiyor. Ne var ki sözlerine itibar da etmediği
anlaşılıyor.
30-31
– O imanlı zat
bunun üzerine: “Ey benim halkım” dedi, “ben
sizin hakkınızda, Nuh halkının, Âd
halkının, Semûd halkının ve ondan
sonraki milletlerin başına gelen âkıbetin
sizin de başınıza gelmesinden endişe
ederim. Yoksa suçsuzlara azab etmek sûretiyle Allah
kullarına zulmetmek istemez.
32
– Ey benim halkım!
Ben sizin hakkınızda o feryad-u figan gününden,
birbirinizden imdad isteyeceğiniz günden endişe
ediyorum.
33
– O gün arkanızı
dönüp kaçmak istersiniz ama ne çare! Sizi Allah’ın
azabından koruyacak hiç kimse bulunmaz. Evet Allah
kimi şaşırtırsa, artık ona yol
gösteren olmaz.
34
– Daha önce Yusuf
da size açık açık delillerle gelmiş,
siz onun
getirdiği gerçek hakkında da şüphe edip
durmuştunuz.
Nihayet
vefat edince: “Ondan sonra Allah artık hiçbir
peygamber göndermez” demiştiniz.
İşte
Allah haddi aşan, şüpheci kimseleri böyle
şaşırtır.
Bundan
maksat şudur:
“Sizin
selefleriniz de vaktiyle Mûsâ’nın ecdadından
Yusuf’u reddetmişlerdi. Fakat sonra onun
faziletini kabule mecbur kaldılar ve onun ülkeye büyük
faydasını gördüler. Ona o derece makam
verdiniz ki “Artık onun üzerine peygamber olamaz!”
diye başka peygamberleri reddetmeye bile bahane
yaptınız. Öyleyse dikkat edin, bu sefer göz
göre göre yanlış bir iş yapmayın!”
35
– Kendilerine ulaşmış
hiçbir delile dayanmaksızın
Allah’ın
âyetleri hakkında ileri geri tartışanların
bu hareketleri,
hem Allah
indinde, hem de iman edenler yanında pek büyük
bir gazaba yol açar.
İşte
Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini böylece mühürler.
36-37
– Firavun:
“Haman! benim için bir kule inşa et, dedi,
Umarım
ki böylece yükselebillir, göklere yol bulur da Mûsâ’nın
Tanrısına ulaşırım.
Gerçi ben
onun yalancı olduğunu zannediyorum ya, neyse!”
İşte
böylece, Firavun’un kötü gidişatı
kendisine cazip göründü ve yoldan çıkarıldı.
Sonuç
itibariyle Firavunun hilesi ve düzeni de tamamen boşa
çıktı [28,38]
Firavun
bir gözetleme kulesi yaptırarak teknik bir teşebbüste
bulunmak ve bu şekilde Hz. Mûsâ’yı güya
yalancı çıkarmak için bir şarlatanlık
yapmak istiyordu. Bunda şu iki düşünceden
biri vardı: Ya halka diyecekti ki, “İşte
gökleri gözetledik, orada Mûsâ’nın dediği
İlahı göremedik, olsaydı görünmesi
gerekirdi” veya diyecekti ki: “Bakınız!
Biz bu kadar malî imkânlarımızla göklere çıkmanın
yolunu bulamadık, o halde Mûsâ nereden çıktı
da bize onların Rabbi tarafından görevli olduğunu
söylüyor?”
Müteakip
âyet, Firavun’un bu husustaki aptallığına
ve kötü tutumuna işaret eder: Zira Allah’ın
varlığını gökler, yer ve yerdeki
bunca varlık gösterirken, gökte bir yıldız
arar gibi O’nu aramak akıl kârı değildir.
38
– İman eden
zat şöyle devam etti:
“Ey benim
halkım, gelin bana uyun ki size doğru yolu göstereyim.
39
– “Ey benim halkım!
Bu dünya hayatı, basit bir metâ’dan, geçici
bir eğlenceden ibarettir.
Âhiret ise,
işte asıl yerleşecek yer orasıdır.”
40
– “Kim bir kötülük
işlerse, sadece o kadar cezalandırılır.
Ama, mümin
olarak, ister erkek ister kadın, kim makbul ve güzel
bir iş yaparsa, işte onlar cennete girer ve
orada hesapsız nimetlere nail olurlar.”
41
– “Ey benim
sevgili halkım, nedir bu başıma gelen?
Ben sizi
kurtuluşa dâvet ederken, siz tutup beni ateşe
çağırıyorsunuz!”
42
– “Çünkü benim,
Allah’ı inkâr etmemi ve O’nun ortağı
olduğuna dair hiçbir bilgim olmayan şeyleri,
Kendisine
şerik yapmamı teklif ediyorsunuz.
Bense sizi
(üstün kudret sahibi ve mağfireti pek bol olan) o
azîz ve gaffâr’ın yoluna dâvet ediyorum.”
“Rububiyette
değilde, mâbudiyette şerik olduğuna dair
hakkında hiçbir ilmim olmayan şeyler”
demektir. Burada ilmi nefyetmekten maksat, mâlumu
reddetmektir. Ve bir de şuna işaret vardır:
Uluhiyyet, yani İlah olmak için, mutlaka onun hakkında
bilgi sahibi olmayı icabettirecek delil lâzımdır.
43
– “Hiç şüphe
yok ki sizin beni tapmaya dâvet ettiğiniz putların,
ne dünyada,
ne de âhirette, asla kendilerine ibadete dâvet
yetkileri yoktur.”
“Şu
kesin ki: hepimizin dönüp varacağı yer
Allah’ın huzurudur
ve haddi aşanlar
cehennemi boylayacaklardır.”
[46,5-6; 35,14]
44
– “Size söylediğim
şu sözleri yakında hatırlayacaksınız.
Artık
ben işimi Allah’a bırakıyorum.
Çünkü
Allah kullarını pek iyi görmektedir.”
45
– Allah onu, o kâfirlerin
tuzaklarının şerrinden korudu.
Firavun
hanedanını da kötü azap kuşatıverdi.
Öyle
anlaşılıyor ki bu zat çok muteber bir
mevkide olduğundan, bu sözlere rağmen Firavun
ona ilk merhalede bir zarar veremedi. Fakat en yakın
çevresinin bile Mûsâyı kabul ettiğini görerek,
ondan etkilenenleri tasfiye etme planlarına girdi.
Bu arada Hz. Mûsâ’ya hicret emri geldi. Peşine
düşen Firavun suda boğuldu.
46
– Onlar sabah akşam
ateşin karşısına getirilirler. Kıyamet
koptuğunda da: “Haydi, Firavun hanedanını
en şiddetli azaba sokun!” denilir.
Âyet
kabir azabına işaret eder. Kabirde azap
ruhlaradır. İbn Mes’ud (r.a)’dan rivayet
edildiğine göre kâfirlerin ruhları siyah kuşların
bedenine girip sabah akşam cehenneme karşı
tutulurlar, bu iş kıyamet gününe kadar böylece
devam eder.
Buharî
ve Müslim tarafından nakledilen bir hadis-i şerifte
Hz. Peygamber (a.s.) ister cennetlik, ister cehennemlik
olsun, ölen kişiye kabirde, sabah akşam
gideceği yer gösterilip “İşte
dirildikten sonra gideceğin yer!” denileceğini
bildirmiştir.
47
– Ateşin içinde
bir birleriyle tartışırlarken zayıflar,
dünyada büyüklük taslayanlara:
“Biz
bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının
bir kısmını olsun kaldırabilir
misiniz?”
48
– Büyüklük
taslayanlar da: “Bizim hepimiz ateşin içindeyiz.
Allah
kulları arasında vereceği hükmü verdi,
iş bitti!”
49
– Ateşte
olanlar bu sefer, cehennem bekçilerine:
“Ne olur,
Rabbinize bizim için yalvarın. Bir gün olsun,
azabımızı hafifletsin!” derler.
50
– Onlar:
“Peygamberleriniz size açık açık
delillerle gelmediler mi?” deyince:
“Evet!”
diye cevap verirler.
Bu defa
onlar: “O halde siz kendiniz yalvaracaksanız
yalvarın (biz sizin durumunuzdaki kimseler için
dua etmeyiz.)” derler.
Kâfirlerin
duaları ise neticesiz kalır.
51
– Biz resullerimize
ve iman edenlere, hem dünya hayatında,
hem de
şahitlerin çağırılıp dinlendiği
günde, elbette yardım ederiz.
52
– O gün zalimlere
mazeretleri fayda sağlamaz.
Onlara
sadece lânet vardır! Onlara sadece kötü bir yurt
vardır!
53
– Biz gerçekten Mûsâ’ya
doğru yolu gösteren Rehberi verdik
ve İsrail
evlatlarını kitaba vâris yaptık.
54
– O kitap, akl-ı
selim sahipleri için bir hidâyet rehberi ve öğüt
kaynağıdır.
55
– O halde, sen
sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.
Hem günahından
istiğfar et, sabah akşam Rabbine hamd ederek
zikir ve ibadete devam et.
Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem günah işlemekten
korunmuştur. Ümmetine örnek olmak için ve ümmetinin
fertlerinin günahları için istiğfar etmesi sözkonusudur.
Yahut
burada hitap, Hz. Peygamber (a.s.m)’a olmayıp
dolaylı şekilde ümmete hitap edilmektedir.
İma yolu ile, ümmetin af dilemesi emredilmektedir.
56
– Kendilerine ulaşan
hiçbir delil olmaksızın
Allah’ın
âyetleri hakkında ileri geri tartışanların
içlerinde olan duygu, sırf bir büyüklük
kompleksinden başka bir şey değildir, ama
onlar o özendikleri dereceye asla ulaşamazlar.
Sen onların
şerrinden Allah’a sığın.
Çünkü O,
her şeyi tam mânasıyla işitir ve bilir.
57
– Gökleri ve yeri
yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir iştir,
ama insanların çoğu gerçeği bilmezler. [46,33]
58
– Görmeyenle gören
bir olmaz.
İman
edip makbul ve güzel işler yapanlarla
hep kötülük
yapanlar da bir olmaz.
Ne de az düşünüyorsunuz!
Âyet
âhiretin varlığının aklî deliline
işaret eder. Şöyleki: Âhiret olmazsa mümin
ile kâfir, iyi ile kötü bir olur. Kötülükler teşvik
edilmiş olur. Ahlâk denilen kavram ortadan kalkar.
59
– Kıyamet saati
mutlaka gelecektir.
Bunda hiç
şüphe yok.
Fakat
insanların ekserisi buna inanmazlar.
60
– Rabbiniz buyurdu
ki: “Bana dua edin ki size karşılık
vereyim.
Zira Bana
ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler,
zelil ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir.”
{KM, Yeremya 33,3; Matta 7,7; Markos 11,24}
Bu
âyetten “Duanın ibadetin rûhu” olduğu
anlaşılmaktadır. Dua etmek, Allah’a yönelmenin
ta kendisidir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.): “Dua, tam
tamına ibadettir” ve yine: “Dua, ibadetin başıdır,”
“Dua, ibadetin özüdür” buyurmuştur.
“Allah,
kendisine dua etmeyen kuluna azab eder”
“Dua, başınıza gelmiş ve
gelecek olan musîbetlerden sizi korur. Ey Allah’ın
kulları! Dua ediniz” buyurmuştur. Çünkü
Allah’ın yardımı olmaksızın,
bizim tedbirimiz fayda sağlamaz.
61
– Allah, sükunet
bulup dinlenmeniz için geceyi yarattı.
Etrafınızı
görüp çalışabilmeniz için de aydınlık
olan gündüzü var etti.
Doğrusu
Allah, insanlara büyük lütuf sahibidir, fakat
insanların ekserisi şükretmezler.
62
– İşte
Rabbiniz, bütün bunları yapan, her şeyi
yaratan Allah’tır. O’ndan başka ilah
yoktur.
Böyle iken
nasıl oluyor da bu gerçeği kabul etmekten
vazgeçiyorsunuz?
63
– Gerçek durumu
bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr edenler,
aynı şekilde, haktan yüz çevirmişlerdi.
64
– Allah o yüce
Zattır ki sizin için yeryüzünü yerleşme
yeri, göğü de kubbeli bir çatı yapmış,
size sûret verip sûretlerinizi de güzel kılmış
ve sizi helâl hoş nimetlerle rızıklandırmıştır.
İşte
sizin Rabbiniz olan Allah bu Zattır.
Demek âlemlerin
Rabbi olan Allah ne Yücedir!
Dünyanın
etrafını, portakalın kabuğunun meyve
kısmını sarmalaması gibi saran
atmosfer küresi, kubbeli çatı durumundadır.
Uzaydan gelen zararlı ışınlar,
meteorlar gibi dış tesirleri önlemek
suretiyle dünyadaki hayatın devamını sağlamaktadır.
Bu
âyet insanlar için dünyanın nasıl elverişli
halde hazırlandığını, Allah’ın
onlara tam münasip bir yaratılış, her türlü
organ ve sistemler, birçok nimet ve gıdalar,
bitmek tükenmek bilmez imkânlar verdiğini düşündürmektedir.
65
– Tam mânasıyla
Diri olan yalnız O’dur.
Ondan başka
tanrı yoktur.
Öyleyse
ibadeti gönülden olarak ve yalnız O’na yapın,
yalnız O’na yalvarın.
Bütün
hamd ve övgüler âlemlerin Rabbi Allah’adır.
66
– De ki: Rabbimden
bana açık deliller gelince sizin Allah’tan başka
ibadet ettiklerinize tapmam yasaklandı ve bana âlemlerin
Rabbine teslim olmam emredildi.
67
– O’dur ki sizi (atanız
Âdemi) topraktan, sonra tek tek siz insanları da
bir menîden, sonra alakadan (embriyodan) yarattı.
Sonra sizi
analarınızın karnından bebek olarak
çıkarır, derken sizi güçlü kuvvetli bir çağa
eriştirir,sonra ihtiyarlığa varacak kadar
yaşatır.
İçinizden
kimi daha da önce öldürülür,
kiminizin
ömrü bir vaadeye kadar uzatılır.
Olur ki aklınızı
kullanıp bunları düşünürsünüz diye böyle
yapar.
68
– Hayatı veren
ve hayatı alıp öldüren O’dur.
Bir işin
olmasına hükmedince, sadece “Ol!” der, o da
hemen oluverir.
69
– Baksanıza
Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlara,
ileri geri konuşanlara!
Nasıl
oluyor da haktan vazgeçiyorlar?
70
– Kitabı ve
resullerimizle gönderdiğimiz buyrukları yalan
sayanlar, suçlarının neticesini yakında
öğreneceklerdir. [77,15;
55,43-44; 37, 68; 56,41-44; 56-51-44; 43-50]
71-72
– Boyunlarında
demir halkalar, ayaklarında zincirler olarak önce
kaynar suya sürüklenecek, sonra da ateşte cayır
cayır yakılacaklardır.
73-74
– Sonra da
kendilerine şöyle denilecektir:
“Allah’tan
başka O’na şerik saydığınız
putlar nerede?”
Onlar:
“Bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular.
Daha doğrusu,
biz, taptıklarımızın bir hiç olduğunu,
şimdi anladık.
Meğerse
bizim taptıklarımız, bir hiçten ibaretmiş.”
İşte
Allah, kâfirleri böyle şaşırtır.
[6,23]
75
– Bu şaşırtmanın
sebebi, dünyada haksız yere şımarıp
kibirlenmeniz ve taşkınlık yapmanızdır.
Haksız
yere (bi gayri
hakk): “şirk ve azgınlık yaparak”
demektir.
76
– Haydin, içinde
devamlı kalmak üzere cehennem kapılarından
girin.
Kibirlilerin
yeri, ne kötü bir yerdir!
77
– Sabret! Çünkü
Allah’ın vaadi gerçektir.
Biz onlara
vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek
de,
yahut senin
ruhunu yanımıza alsak da, onlar mutlaka
sonunda dönüp huzurumuza geleceklerdir.
78
– Biz senden önce
de birçok resul gönderdik.
Onlardan
bazısını sana anlattık, bazısını
ise anlatmadık.
Hiçbir
peygamber, Allah’ın izni olmaksızın bir
mûcize getiremez.
Allah’ın
emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve batıl
yolda olanlar, (özellikle ısrarla, resulün azap
getirmesini isteyenler) hüsrana uğrarlar.
Bir
hadis-i şerife dayanarak müfessirler Allah Teâlanın
çeşitli devirlerde ve yerlerde 124.000 peygamber gönderdiğini
söylerler. Kur’ân’da isimleri ve tebliğleri
bildirilen peygamberlerin sayısı 28’dir.
Müşrikler,
kendilerinin tehdid edildikleri azabı pek ciddiye
almadıklarından, Hz. Peygamber (a.s.)’a:
“Haydi, göster bakalım!” diye acele ediyorlardı.
Âdeta bir oyun ve seyir merakı ile teklifte
bulunuyorlardı. Allah Teâla ise şunu
bildirmek istiyordu: “Mûcize bir oyun değil, bir
gösteri değil, bir son fırsattır. Mûcizeden
sonra, imana gelmezlerse, fecî sonları geldi
demektir.”
79
– Allah O Yüce
Zattır ki, sizin binmeniz için hayvanlar yaratmıştır,
hem onların bazılarının etlerini de
yersiniz.
80
– Sizin onlarda
birtakım başka menfaatleriniz de vardır.
Ayrıca içinizden hissettiğiniz bir ihtiyacı
onlara binerek ve yükünüzü yükleyerek gerçekleştirirsiniz.
Karada onların, denizde gemilerin üzerinde taşınırsınız.
Yerkürenin
dörtte üçü su, dörtte biri ise topraktır.
Birbirinden denizlerle ayrılan kıtalar arasında
ticaret ve sair gayelerle seferler için, su ve rüzgâra
ihtiyaç vardır. Ayrıca geceleyin denizde yol
alan gemiler, yollarını bulmada gökteki yıldızlardan
yararlanırlar. Bunca imkânı, insanın
emrine veren Allah, elbette bir hesap soracaktır.
81
– Allah böylece
size kudretinin alâmetlerini gösterir.
Artık
Allah’ın hangi delillerini inkâr edebilirsiniz?
82
– Onlar hiç dünyayı
gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden önceki
ümmetlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu
görüp ders alsınlar?
Oysa onlar,
kendilerinden gerek kuvvet, gerek ülkede bıraktıkları
eserler bakımından daha ileri idiler.
Ama onların
elde ettikleri bu özellikler kendilerine fayda vermedi.
Fecî âkıbetlerini önleyemedi. [40,4-5;
21]
Bu
âyet, önceki kısmın özeti olup 4 - 5 ve 21.
âyete bir daha göz atılırsa iyi olur.
83
– Resulleri onlara
açık açık delilleri getirdikçe, bunlar
kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler
(Peygamberlerin getirdiği hidâyetle alay ettiler).
Sonunda
alaya almalarının cezası, kendilerini her
taraftan kuşatıverdi.
84
– Onlar Bizim azabımızın
şiddetini görür görmez
“Allah’ın
birliğine iman ettik, ona şerik saydığımız
putları da red ve inkâr ettik” dediler.
85
– Fakat şiddetimizi
gördüklerinde iman etmeleri kendilerine fayda sağlamadı.
Allah’ın
kulları hakkında carî âdet ve tutumu hep böyle
olmuştur.
İşte
kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.
|