KUR'AN-I KERİM İNDEKS

40 – MÜ’MİN SÛRESİ

Mekke döneminin sonlarında inmiş olup 85 âyettir. Sûrenin meşhur olan iki adı vardır. el-Mü’min isminin sebebi, 28. âyette geçen mümin zattır. Gâfir ismi ise sûrenin üçüncü âyetinde yer alan ilahî sıfattan gelmektedir. Havâmim diye çoğul şekli yapılan 40-46. sûrelerin (7 Hâmim’ler) hepsine birden bu isim verilmektedir.

Bu sûre önce Allah’ın bazı vasıflarını, kâfirlerin O’nun yolundan saptıklarını, daha önce bazı sapkınların cezaya uğratıldıklarını, Hz. Mûsâ (a.s.)’ın tebliği, ona olan imanını uzun süre gizlemiş olan üst düzey devlet yetkilisi müminin gerçeği ortaya koyup tebliğ ve irşadda bulunması, Allah’ın kudret ve hikmetini gösteren bazı kevnî âyetlerden sonra, hakkı yalan sayanların fecî âkıbetlerini bildirerek sona erer.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1-2 – Hâ, Mîm. Bu kitabın vahyolunup bölüm bölüm indirilmesi,

azîz ve alîm (üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel tarzda bilen) Allah tarafındandır.

Hâ, Mim, İbn Abbas (r.a)’dan nakledildiğine göre Allah Teâlanın ism-i âzamıdır.

3 – O, aynı zamanda günahları bağışlar, tövbeleri kabul buyurur, ama cezalandırması da çetin olup, lütuf ve ihsanı pek geniştir.

Ondan başka tanrı yoktur.

Dönüş yalnız O’na olacaktır. [15,49-50; 14,34; 13,41]

4 – Allah’ın âyetleri konusunda kâfirlerden başkası tartışma çıkarmaz.

Fakat onların kazanç sağlayarak şehir şehir dolaşmaları seni aldatmasın!

Şunu iyi bilmelidir ki; kâfirlerin girişmek istedikleri kısır tartışmanın ötesinde, Kur’ân’ın hakikatlerini açıklamak, müşkillerini gidermek, mütaşabihlerini aydınlatmak, inkârcıların onun aleyhindeki itirazlarını cevaplandırmak, mümine yakışır tarzda mücadele etmek, taatlerin başında gelir.

5 – Kendilerinden önce Nûh halkı, onlardan sonra gelen daha birtakım gruplar da dini yalan saydılar.

Her toplum tartaklamak için, resullerine karşı harekete geçtiler ve hakkı yıkmak için birtakım batıl şeyleri ileri sürdüler, ama Ben de onları kıskıvrak yakalayıverdim.

İşte düşünün: Benim cezalandırmam nasılmış, bir görün! [3,196-197; 31,24]

6 – İnkârcıların cehennemlik olduklarına dair hüküm böylece kesinleşti.

7 – Arşı taşıyan, bir de onun çevresinde bulunan melekler devamlı olarak Rab’lerini zikir ve O’na hamd ederler.

O’na gerçekten iman ederler ve müminler için şöyle mağfiret diler ve dua ederler:

“Ey Ulu Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır!

O halde tövbe edenleri ve Senin yoluna tâbi olanları, affet

ve onları o cehennem azabından koru!” [69,17]

Hamele-i Arş dört olup, 69,17 âyeti gereği, kıyamet günü sekize çıkarılacaklardır. Arşı yüklenmeleri; onların koruma ve organizasyon ile görevli olduklarını, mecazî olarak bildirmeden ibarettir. Yahut Arş sahibi olan Allah’a yakınlıklarına da îma olabilir.

8 – “Ey Bizim Ulu Rabbimiz! Sen, onları ve onlarla birlikte

babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi kimseleri

kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine yerleştir.

Muhakkak ki Sen azîz ve hakîmsin (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin). [52,21]

9 – Hem onları kötülüklerden, günahlardan koru.

Sen kimi dünyada kötülüklerden korursan, muhakkak ki ona (ukbada) merhamet edersin.

İşte asıl kurtuluş ve büyük mutluluk da budur.

Seyyiat üç anlama gelebilir ki burada üçü de kasdolunmuştur: 1.Yanlış inanç, kötü ahlâk ve kötü işler, 2.Dalâlet ve kötü işlerin vebali. 3.Dünyada, berzahta ve kıyamet günündeki âfetler ve eziyetler.

10 – Kâfirlere şöyle nida edilir: “Allah’ın size gazabı, sizin kendinize olan buğzunuzdan daha şiddetlidir.

Zira siz imana dâvet edildiğinizde red ve inkâr ederdiniz.”

11 – Onlar ise: “Ya Rabbenâ, derler, Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.

İşte günahlarımızı itiraf ettik.

Şimdi, telafi etme için buradan çıkmaya bir yol yok mudur?” [32,12; 35,37; 23,107-108]

Bu âyet ile 2,28 den çıkan duruma göre insan dört safhadan geçer: 1. Ölü (yani yokluk) hali. 2. Hayata mazhar olup dünyaya gelmesi. 3. Ölüm 4. Ölümden sonra diriliş. Kâfirler ilk üç safhayı mecburen kabul ederken, Peygambere inanmadıklarından sadece son safhayı inkâr ediyorlardı.

12 – Onlara şöyle cevap verilir:

“Bu hale düşmenizin sebebi şudur ki: Allah’ın birliğine inanmaya çağırıldığınızda reddederdiniz, ama O’nun eşinden, ortağından bahsedildiğinde inanırdınız.

Artık şimdi hakkınızdaki karar o çok Ulu ve Yüce Allah’a aittir.” [6,27-28]

13 – Size kudret ve hikmetine dair delillerini gösteren,

gökten size rızık indiren O’dur.

Fakat ancak gönülden Allah’a dönen kimse düşünüp ibret alır.

14 – O halde kâfirler hoşlanmasalar da siz, ibadeti gönülden ve yalnız Allah’a yaparak O’na dua edin.

15 – O, dereceleri yükselten, Arş sahibi olan Allah, o büyük buluşma gününün dehşetini haber vermek için,

kullarından dilediğine emrini tebliğ için Rûhu indirir. [70,3-4; 16,2; 26,192-194]

Rûh kavramı ile: vahiy ve nübüvvet kasdedilmiştir.

16 – O büyük buluşma günü, bütün insanların mezarlarından kalkıp meydana çıkarıldıkları bir gündür.

Öyle ki onların işlerinden ve hallerinden bir tek şey bile Allah’a saklı kalamaz.

Allah onlara şöyle hitab eder: “Bugün mülk ve hâkimiyet kimin?

Mutlak galip, tek hâkim olan Allah’ın!”

17 – Bugün her kişi, ne işlemişse onun karşılığını alır,

bugün kimseye haksızlık edilmez.

Muhakkak ki Allah hesapları pek çabuk görür. [31,28; 54,50]

18 – Onları, yaklaşan müthiş güne karşı uyar!

Yürekler ağıza gelir, yutkunur da yutkunurlar.

O zalim kâfirlerin ne dostları, ne de sözüne itibar edilir şefaatçileri olmaz. [53,57-58; 54,1; 21,1; 16,1, 67,27; 78,38]

19 – O, gözlerin hain bakışını ve kalplerin sakladığı bütün şeyleri dahi bilir.

20 – Allah hakkı ve adaleti gerçekleştirir.

Müşriklerin yalvardıkları putlar ise hiçbir şeyi yerine getiremezler.

Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür. [53,31]

21 – Hiç dünyada dolaşıp da kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar mı?

Onlar gerek kuvvet, gerekse dünyada bıraktıkları eserler yönünden kendilerinden daha güçlü idiler.

Öyle iken Allah onları günahları sebebiyle yakalayıp cezalandırdı

ve Allah’a karşı kendilerini koruyan da çıkmadı. [46,26; 30,9]

22 – Böyle oldu... Zira peygamberleri kendilerine açık açık delillerle geldikleri halde bunlar onları red ve inkâr ettiler.

Allah da onları yakalayıp cezalandırdı. Çünkü O pek kuvvetlidir, cezası da çetindir.

Beyyinat (açık deliller) şu üç anlama gelebilir: 1.Allah tarafından gönderilen Peygamberler. 2.Peygamberlerin getirdikleri mesaj. 3.Dünya hayatı hakkında vaz edilen kurallar.

Bu kurallar, dürüstlüğü öğreten ve hep dürüst yaşayan bir insanın, yalancı ve menfaatçi olmadığının açık bir delilidir.

23-24 – Gerçekten Biz Mûsa’yı âyetlerimiz, mûcizelerimiz ve apaçık bir yetki ile Firavun’a, Hâman’a ve Kârun’a gönderdik de onlar:

“Bu yalancı bir sihirbazdır” dediler. [51,52-53]

25 – Mûsa onlara Bizim tarafımızdan gerçeği getirince,

“Onun yanında bulunan müminlerin oğullarını öldürün, kızlarını ise hayatta bırakın” dediler.

Fakat kâfirlerin hile ve tuzakları boşa çıkar. [14,6; 2,49]

Hz. Mûsâ’nın doğumundan önce de Firavun böyle bir uygulama yaptırmış, bilahere bu uygulamaya son vermişti.

Fakat Hz. Mûsâ peygamber olarak gönderilince, öncekinin yerine geçen yeni Firavun da aynı endişelerden hareketle, tekrar erkek çocukları öldürtmeye başladı.

26 – Firavun: “Bırakın beni, şu Mûsâ’yı öldüreyim. O da varsın Rabbine yalvarsın, bakalım O kendisini kurtaracak mı? Zira bu gidişle onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya ülkede anarşi çıkaracağından endişe ediyorum.” dedi.

Burada dinden maksat: Mısır toplumunun tuttuğu yol ve medeniyettir. Firavun aslında kendi saltanatının yıkılacağından korktuğu halde, birçok politikacı gibi, güya halkı düşündüğü için, onlar namına Mûsâ’yı yok etmeye giriştiğini ileri sürüyordu.

27 – Mûsâ da şöyle dedi: “Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.”

28-29 – Firavun hanedanından olup o zamâna kadar iman ettiğini saklayan biri çıkıp şöyle hitap etti: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz? Halbuki o Rabbiniz tarafından açık belgeler ve mûcizeler de getirdi.

Eğer yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendisinin aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir.

Şu bir gerçektir ki Allah haddi aşan, yalancı kimseleri iflah etmez.

Ey benim sevgili halkım! Bugün hakimiyet sizindir, ülkede üstünlük sizdedir. Ama yarın Allah’ın azabı başımıza gelir çatarsa, söyler misiniz hangi kuvvet bizi kurtarabilir?”

Buna karşılık Firavun: “Ben size sadece kendimce uygun bulduğum görüşü bildiriyor ve size tutulması gereken doğru yolu gösteriyorum” dedi.

“Firavunun sarayındaki mümin” kıssası, Tevratta ve Talmudda yer almayan bir kıssa olup, İsrail tarihi ile ilgili olarak Kur’ân’ın dünya tarihine bir armağanıdır.

Bu zat hissiyattan uzak, tarafsız konuştuğu intibaını vermeğe ihtimam göstermekte ve münazarada insaf prensibini uygulamaktadır. Zira önce onun yalancı olma faraziyesini, sonra vaad ettiği her şey olmasa dahi, bir kısmının gelme ihtimalinin bile onları nasıl düşündürmesi gerektiğini anlatmak istemiştir.

Bu zat imanını belirtmeksizin müphem bir ifade ile şöyle demek istiyor: “Sizler Mûsâ’nın dürüst olduğunu tesbit etmekle beraber yalancılıkla itham ediyorsunuz. Bu iki zıt vasıf bir arada bulunamaz. Şu halde insanlara bile yalan söylemeyen bir kimse, Allah’ın elçisi olmadığı halde hiç Allah adına yalan uydurur mu? “O, beni size elçi olarak gönderip şöyle şöyle dedi” diyerek en müthiş, en tehlikeli yalanı söyler mi?” Yahut muhataplarına şunu anlatmak istemektedir: “Siz haddi aşıp Mûsâ’yı öldürürseniz bilin ki Allah böyle yapanları asla iflah etmez!”

Öyle anlaşılıyor ki Firavun, kabinesindeki bu zatın iman ettiğini farketmemişti. Zira ona kızdığına dair bir alâmet zikredilmiyor. Ne var ki sözlerine itibar da etmediği anlaşılıyor.

30-31 – O imanlı zat bunun üzerine: “Ey benim halkım” dedi, “ben sizin hakkınızda, Nuh halkının, Âd halkının, Semûd halkının ve ondan sonraki milletlerin başına gelen âkıbetin sizin de başınıza gelmesinden endişe ederim. Yoksa suçsuzlara azab etmek sûretiyle Allah kullarına zulmetmek istemez.

32 – Ey benim halkım! Ben sizin hakkınızda o feryad-u figan gününden, birbirinizden imdad isteyeceğiniz günden endişe ediyorum.

33 – O gün arkanızı dönüp kaçmak istersiniz ama ne çare! Sizi Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse bulunmaz. Evet Allah kimi şaşırtırsa, artık ona yol gösteren olmaz.

34 – Daha önce Yusuf da size açık açık delillerle gelmiş,

siz onun getirdiği gerçek hakkında da şüphe edip durmuştunuz.

Nihayet vefat edince: “Ondan sonra Allah artık hiçbir peygamber göndermez” demiştiniz.

İşte Allah haddi aşan, şüpheci kimseleri böyle şaşırtır.

Bundan maksat şudur:

“Sizin selefleriniz de vaktiyle Mûsâ’nın ecdadından Yusuf’u reddetmişlerdi. Fakat sonra onun faziletini kabule mecbur kaldılar ve onun ülkeye büyük faydasını gördüler. Ona o derece makam verdiniz ki “Artık onun üzerine peygamber olamaz!” diye başka peygamberleri reddetmeye bile bahane yaptınız. Öyleyse dikkat edin, bu sefer göz göre göre yanlış bir iş yapmayın!”

35 – Kendilerine ulaşmış hiçbir delile dayanmaksızın

Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların bu hareketleri,

hem Allah indinde, hem de iman edenler yanında pek büyük bir gazaba yol açar.

İşte Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini böylece mühürler.

36-37 – Firavun: “Haman! benim için bir kule inşa et, dedi,

Umarım ki böylece yükselebillir, göklere yol bulur da Mûsâ’nın Tanrısına ulaşırım.

Gerçi ben onun yalancı olduğunu zannediyorum ya, neyse!”

İşte böylece, Firavun’un kötü gidişatı kendisine cazip göründü ve yoldan çıkarıldı.

Sonuç itibariyle Firavunun hilesi ve düzeni de tamamen boşa çıktı [28,38]

Firavun bir gözetleme kulesi yaptırarak teknik bir teşebbüste bulunmak ve bu şekilde Hz. Mûsâ’yı güya yalancı çıkarmak için bir şarlatanlık yapmak istiyordu. Bunda şu iki düşünceden biri vardı: Ya halka diyecekti ki, “İşte gökleri gözetledik, orada Mûsâ’nın dediği İlahı göremedik, olsaydı görünmesi gerekirdi” veya diyecekti ki: “Bakınız! Biz bu kadar malî imkânlarımızla göklere çıkmanın yolunu bulamadık, o halde Mûsâ nereden çıktı da bize onların Rabbi tarafından görevli olduğunu söylüyor?”

Müteakip âyet, Firavun’un bu husustaki aptallığına ve kötü tutumuna işaret eder: Zira Allah’ın varlığını gökler, yer ve yerdeki bunca varlık gösterirken, gökte bir yıldız arar gibi O’nu aramak akıl kârı değildir.

38 – İman eden zat şöyle devam etti:

“Ey benim halkım, gelin bana uyun ki size doğru yolu göstereyim.

39 – “Ey benim halkım! Bu dünya hayatı, basit bir metâ’dan, geçici bir eğlenceden ibarettir.

Âhiret ise, işte asıl yerleşecek yer orasıdır.”

40 – “Kim bir kötülük işlerse, sadece o kadar cezalandırılır.

Ama, mümin olarak, ister erkek ister kadın, kim makbul ve güzel bir iş yaparsa, işte onlar cennete girer ve orada hesapsız nimetlere nail olurlar.”

41 – “Ey benim sevgili halkım, nedir bu başıma gelen?

Ben sizi kurtuluşa dâvet ederken, siz tutup beni ateşe çağırıyorsunuz!”

42 – “Çünkü benim, Allah’ı inkâr etmemi ve O’nun ortağı olduğuna dair hiçbir bilgim olmayan şeyleri,

Kendisine şerik yapmamı teklif ediyorsunuz.

Bense sizi (üstün kudret sahibi ve mağfireti pek bol olan) o azîz ve gaffâr’ın yoluna dâvet ediyorum.”

“Rububiyette değilde, mâbudiyette şerik olduğuna dair hakkında hiçbir ilmim olmayan şeyler” demektir. Burada ilmi nefyetmekten maksat, mâlumu reddetmektir. Ve bir de şuna işaret vardır: Uluhiyyet, yani İlah olmak için, mutlaka onun hakkında bilgi sahibi olmayı icabettirecek delil lâzımdır.

43 – “Hiç şüphe yok ki sizin beni tapmaya dâvet ettiğiniz putların,

ne dünyada, ne de âhirette, asla kendilerine ibadete dâvet yetkileri yoktur.”

“Şu kesin ki: hepimizin dönüp varacağı yer Allah’ın huzurudur

ve haddi aşanlar cehennemi boylayacaklardır.” [46,5-6; 35,14]

44 – “Size söylediğim şu sözleri yakında hatırlayacaksınız.

Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum.

Çünkü Allah kullarını pek iyi görmektedir.”

45 – Allah onu, o kâfirlerin tuzaklarının şerrinden korudu.

Firavun hanedanını da kötü azap kuşatıverdi.

Öyle anlaşılıyor ki bu zat çok muteber bir mevkide olduğundan, bu sözlere rağmen Firavun ona ilk merhalede bir zarar veremedi. Fakat en yakın çevresinin bile Mûsâyı kabul ettiğini görerek, ondan etkilenenleri tasfiye etme planlarına girdi. Bu arada Hz. Mûsâ’ya hicret emri geldi. Peşine düşen Firavun suda boğuldu.

46 – Onlar sabah akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyamet koptuğunda da: “Haydi, Firavun hanedanını en şiddetli azaba sokun!” denilir.

Âyet kabir azabına işaret eder. Kabirde azap ruhlaradır. İbn Mes’ud (r.a)’dan rivayet edildiğine göre kâfirlerin ruhları siyah kuşların bedenine girip sabah akşam cehenneme karşı tutulurlar, bu iş kıyamet gününe kadar böylece devam eder.

Buharî ve Müslim tarafından nakledilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.) ister cennetlik, ister cehennemlik olsun, ölen kişiye kabirde, sabah akşam gideceği yer gösterilip “İşte dirildikten sonra gideceğin yer!” denileceğini bildirmiştir.

47 – Ateşin içinde bir birleriyle tartışırlarken zayıflar, dünyada büyüklük taslayanlara:

“Biz bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının bir kısmını olsun kaldırabilir misiniz?”

48 – Büyüklük taslayanlar da: “Bizim hepimiz ateşin içindeyiz.

Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, iş bitti!”

49 – Ateşte olanlar bu sefer, cehennem bekçilerine:

“Ne olur, Rabbinize bizim için yalvarın. Bir gün olsun, azabımızı hafifletsin!” derler.

50 – Onlar: “Peygamberleriniz size açık açık delillerle gelmediler mi?” deyince:

“Evet!” diye cevap verirler.

Bu defa onlar: “O halde siz kendiniz yalvaracaksanız yalvarın (biz sizin durumunuzdaki kimseler için dua etmeyiz.)” derler.

Kâfirlerin duaları ise neticesiz kalır.

51 – Biz resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında,

hem de şahitlerin çağırılıp dinlendiği günde, elbette yardım ederiz.

52 – O gün zalimlere mazeretleri fayda sağlamaz.

Onlara sadece lânet vardır! Onlara sadece kötü bir yurt vardır!

53 – Biz gerçekten Mûsâ’ya doğru yolu gösteren Rehberi verdik

ve İsrail evlatlarını kitaba vâris yaptık.

54 – O kitap, akl-ı selim sahipleri için bir hidâyet rehberi ve öğüt kaynağıdır.

55 – O halde, sen sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.

Hem günahından istiğfar et, sabah akşam Rabbine hamd ederek zikir ve ibadete devam et.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem günah işlemekten korunmuştur. Ümmetine örnek olmak için ve ümmetinin fertlerinin günahları için istiğfar etmesi sözkonusudur.

Yahut burada hitap, Hz. Peygamber (a.s.m)’a olmayıp dolaylı şekilde ümmete hitap edilmektedir. İma yolu ile, ümmetin af dilemesi emredilmektedir.

56 – Kendilerine ulaşan hiçbir delil olmaksızın

Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların içlerinde olan duygu, sırf bir büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir, ama onlar o özendikleri dereceye asla ulaşamazlar.

Sen onların şerrinden Allah’a sığın.

Çünkü O, her şeyi tam mânasıyla işitir ve bilir.

57 – Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir iştir, ama insanların çoğu gerçeği bilmezler. [46,33]

58 – Görmeyenle gören bir olmaz.

İman edip makbul ve güzel işler yapanlarla

hep kötülük yapanlar da bir olmaz.

Ne de az düşünüyorsunuz!

Âyet âhiretin varlığının aklî deliline işaret eder. Şöyleki: Âhiret olmazsa mümin ile kâfir, iyi ile kötü bir olur. Kötülükler teşvik edilmiş olur. Ahlâk denilen kavram ortadan kalkar.

59 – Kıyamet saati mutlaka gelecektir.

Bunda hiç şüphe yok.

Fakat insanların ekserisi buna inanmazlar.

60 – Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.

Zira Bana ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir.” {KM, Yeremya 33,3; Matta 7,7; Markos 11,24}

Bu âyetten “Duanın ibadetin rûhu” olduğu anlaşılmaktadır. Dua etmek, Allah’a yönelmenin ta kendisidir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.): “Dua, tam tamına ibadettir” ve yine: “Dua, ibadetin başıdır,” “Dua, ibadetin özüdür” buyurmuştur.

“Allah, kendisine dua etmeyen kuluna azab eder”  “Dua, başınıza gelmiş ve gelecek olan musîbetlerden sizi korur. Ey Allah’ın kulları! Dua ediniz” buyurmuştur. Çünkü Allah’ın yardımı olmaksızın, bizim tedbirimiz fayda sağlamaz.

61 – Allah, sükunet bulup dinlenmeniz için geceyi yarattı.

Etrafınızı görüp çalışabilmeniz için de aydınlık olan gündüzü var etti.

Doğrusu Allah, insanlara büyük lütuf sahibidir, fakat insanların ekserisi şükretmezler.

62 – İşte Rabbiniz, bütün bunları yapan, her şeyi yaratan Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur.

Böyle iken nasıl oluyor da bu gerçeği kabul etmekten vazgeçiyorsunuz?

63 – Gerçek durumu bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, aynı şekilde, haktan yüz çevirmişlerdi.

64 – Allah o yüce Zattır ki sizin için yeryüzünü yerleşme yeri, göğü de kubbeli bir çatı yapmış, size sûret verip sûretlerinizi de güzel kılmış ve sizi helâl hoş nimetlerle rızıklandırmıştır.

İşte sizin Rabbiniz olan Allah bu Zattır.

Demek âlemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir!

Dünyanın etrafını, portakalın kabuğunun meyve kısmını sarmalaması gibi saran atmosfer küresi, kubbeli çatı durumundadır. Uzaydan gelen zararlı ışınlar, meteorlar gibi dış tesirleri önlemek suretiyle dünyadaki hayatın devamını sağlamaktadır.

Bu âyet insanlar için dünyanın nasıl elverişli halde hazırlandığını, Allah’ın onlara tam münasip bir yaratılış, her türlü organ ve sistemler, birçok nimet ve gıdalar, bitmek tükenmek bilmez imkânlar verdiğini düşündürmektedir.

65 – Tam mânasıyla Diri olan yalnız O’dur.

Ondan başka tanrı yoktur.

Öyleyse ibadeti gönülden olarak ve yalnız O’na yapın, yalnız O’na yalvarın.

Bütün hamd ve övgüler âlemlerin Rabbi Allah’adır.

66 – De ki: Rabbimden bana açık deliller gelince sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize tapmam yasaklandı ve bana âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.

67 – O’dur ki sizi (atanız Âdemi) topraktan, sonra tek tek siz insanları da bir menîden, sonra alakadan (embriyodan) yarattı.

Sonra sizi analarınızın karnından bebek olarak çıkarır, derken sizi güçlü kuvvetli bir çağa eriştirir,sonra ihtiyarlığa varacak kadar yaşatır.

İçinizden kimi daha da önce öldürülür,

kiminizin ömrü bir vaadeye kadar uzatılır.

Olur ki aklınızı kullanıp bunları düşünürsünüz diye böyle yapar.

68 – Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren O’dur.

Bir işin olmasına hükmedince, sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.

69 – Baksanıza Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlara, ileri geri konuşanlara!

Nasıl oluyor da haktan vazgeçiyorlar?

70 – Kitabı ve resullerimizle gönderdiğimiz buyrukları yalan sayanlar, suçlarının neticesini yakında öğreneceklerdir. [77,15; 55,43-44; 37, 68; 56,41-44; 56-51-44; 43-50]

71-72 – Boyunlarında demir halkalar, ayaklarında zincirler olarak önce kaynar suya sürüklenecek, sonra da ateşte cayır cayır yakılacaklardır.

73-74 – Sonra da kendilerine şöyle denilecektir:

“Allah’tan başka O’na şerik saydığınız putlar nerede?”

Onlar: “Bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular.

Daha doğrusu, biz, taptıklarımızın bir hiç olduğunu, şimdi anladık.

Meğerse bizim taptıklarımız, bir hiçten ibaretmiş.”

İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır. [6,23]

75 – Bu şaşırtmanın sebebi, dünyada haksız yere şımarıp kibirlenmeniz ve taşkınlık yapmanızdır.

Haksız yere (bi gayri hakk): “şirk ve azgınlık yaparak” demektir.

76 – Haydin, içinde devamlı kalmak üzere cehennem kapılarından girin.

Kibirlilerin yeri, ne kötü bir yerdir!

77 – Sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.

Biz onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de,

yahut senin ruhunu yanımıza alsak da, onlar mutlaka sonunda dönüp huzurumuza geleceklerdir.

78 – Biz senden önce de birçok resul gönderdik.

Onlardan bazısını sana anlattık, bazısını ise anlatmadık.

Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmaksızın bir mûcize getiremez.

Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve batıl yolda olanlar, (özellikle ısrarla, resulün azap getirmesini isteyenler) hüsrana uğrarlar.

Bir hadis-i şerife dayanarak müfessirler Allah Teâlanın çeşitli devirlerde ve yerlerde 124.000 peygamber gönderdiğini söylerler. Kur’ân’da isimleri ve tebliğleri bildirilen peygamberlerin sayısı 28’dir.

Müşrikler, kendilerinin tehdid edildikleri azabı pek ciddiye almadıklarından, Hz. Peygamber (a.s.)’a: “Haydi, göster bakalım!” diye acele ediyorlardı. Âdeta bir oyun ve seyir merakı ile teklifte bulunuyorlardı. Allah Teâla ise şunu bildirmek istiyordu: “Mûcize bir oyun değil, bir gösteri değil, bir son fırsattır. Mûcizeden sonra, imana gelmezlerse, fecî sonları geldi demektir.”

79 – Allah O Yüce Zattır ki, sizin binmeniz için hayvanlar yaratmıştır, hem onların bazılarının etlerini de yersiniz.

80 – Sizin onlarda birtakım başka menfaatleriniz de vardır. Ayrıca içinizden hissettiğiniz bir ihtiyacı onlara binerek ve yükünüzü yükleyerek gerçekleştirirsiniz. Karada onların, denizde gemilerin üzerinde taşınırsınız.

Yerkürenin dörtte üçü su, dörtte biri ise topraktır. Birbirinden denizlerle ayrılan kıtalar arasında ticaret ve sair gayelerle seferler için, su ve rüzgâra ihtiyaç vardır. Ayrıca geceleyin denizde yol alan gemiler, yollarını bulmada gökteki yıldızlardan yararlanırlar. Bunca imkânı, insanın emrine veren Allah, elbette bir hesap soracaktır.

81 – Allah böylece size kudretinin alâmetlerini gösterir.

Artık Allah’ın hangi delillerini inkâr edebilirsiniz?

82 – Onlar hiç dünyayı gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden önceki ümmetlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görüp ders alsınlar?

Oysa onlar, kendilerinden gerek kuvvet, gerek ülkede bıraktıkları eserler bakımından daha ileri idiler.

Ama onların elde ettikleri bu özellikler kendilerine fayda vermedi. Fecî âkıbetlerini önleyemedi. [40,4-5; 21]

Bu âyet, önceki kısmın özeti olup 4 - 5 ve 21. âyete bir daha göz atılırsa iyi olur.

83 – Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler (Peygamberlerin getirdiği hidâyetle alay ettiler).

Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.

84 – Onlar Bizim azabımızın şiddetini görür görmez

“Allah’ın birliğine iman ettik, ona şerik saydığımız putları da red ve inkâr ettik” dediler.

85 – Fakat şiddetimizi gördüklerinde iman etmeleri kendilerine fayda sağlamadı.

Allah’ın kulları hakkında carî âdet ve tutumu hep böyle olmuştur.

İşte kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.