KUR'AN-I KERİM İNDEKS
41 – FUSSILET SÛRESİ
Mekkî
olup 54 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyetinde
geçen ikinci kelimeden almıştır. Bu isim,
Kur’ân’ın tam anlamıyla tafsil edilip açıklandığını
ifade eder. Kur’ân-ı Kerimin indiriliş
maksatlarını bildirerek başlar, vahiyden
ve nübüvvetten bahseder. Kâinatın ilk yaratılışı,
tevhit delilleri, hakkı yalan sayanların âkıbetleri,
ayrıca müminler ve onların mükâfatları
bildirilir. Sûrenin son kısmında ise,
Allah’ın, kâinat sırlarının bazılarını
insanlara açacağını ifade eder.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Hâ, Mîm
2
– Bu kitap rahman
ve rahîm (olan Allah) tarafından indirilmiştir.
[1,3; 26,192-194; 36,5]
Sûrenin
başındaki iki satırlık kısımda,
başka bazı gerçeklerle birlikte Kur’ân’ın
başlıca şu on vasfı da bildirilir:
1-Hâ,
mîm: İ’caz ve tehaddî
özelliğine işaret eder. 2-Tenzil (kısım
kısım indirilen) 3-Rahmet eseri 4-Kitab (yazılan)
5-Âyetleri açıklanmıştır. 6-Kur’ân
yani okunandır. Zımnî (üstü kapalı)
olarak “devamlı okuyunuz” emri verilmiş
sayılır. 7-Arapçadır. 8-Akıl
sahiplerine, öğrenmek isteyenlere hitap eder. 9-Müjdeleyici.
10-Tehlikeyi haber verip uyarıcıdır.
3
– Bu kitap; bilen,
anlayan kimseler için âyetleri açıklanmış
bir kitap olup, Arap diliyle olan bir Kur’ân’dır,
okunan bir derstir. [11,1;
41,42]
4
– Bu kitap,
Allah’ın rahmeti ile müjdelemek, cezasını
haber vererek uyarmak için gönderildi.
Buna rağmen
insanların çoğu ondan yüz çevirdiler. Onlar
artık dinlemezler.
5
– Ve derler ki:
“Senin bizi dâvet ettiğin inançlara karşı
kalplerimiz kapalıdır, örtüler içindedir;
kulaklarımızda da ağırlık
bulunmaktadır.
Hem bizimle
senin aramızda bir perde çekilmiştir.
Artık
bu durumda yapacağın bir şey varsa yap,
biz de bildiğimiz gibi yapmaya devam edeceğiz!”
6
– De ki: “Ben de
sizin gibi bir insanım. Yalnız, bana şu
vahyolunuyor:
“Sizin
İlahınız, sadece bir tek İlahtır.
O halde
O’na yönelerek doğru yolda yürüyün,
O’ndan af
dileyin. O’na eş, ortak uyduranların vay
haline!
7
– Onlar ki zekât
vermezler, âhireti de inkâr ederler. [91,9-10;
87,14-15; 79,18]
8
– İman edip
makbul ve güzel işler işleyenlere ise,
kesintiye uğramayan bir mükâfat vardır.” [18,3;
11,108]
9
– De ki: Siz dünyayı
iki günde yaratan Allah’ın tek İlah olduğunu
inkâr edip O’na birtakım eşler, ortaklar mı
uyduruyorsunuz?
Halbuki bütün
bunları yapan, Rabbulâlemindir. [2,29;
7,54; 79,27-33]
Müşriklerin
bariz vasıfı Allah’ı rububiyette bir
kabul etmekle birlikte, uluhiyette O’nun şerikleri
olduğunu iddia etmeleridir.
10
– O, yerin üstünde
yüce dağlar yarattı, orayı bereketli kıldı
ve orada arayıp soranlar için gıdalarını,
bitkilerini ve ağaçlarını tam dört günde
takdir etti, düzenledi.
Yerde
yaratılan bereketlerden maksat, yüz binlerce yıldan
beri en küçük canlıdan, yüz binlerce canlı
türüne mensup hadde hesaba gelmeyen yaratıkların
faydalandığı hava, su, madenler, bitkiler
ve hayvanlar gibi kaynaklardır.
11
– Sonra iradesi bir
gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle
buyurdu:
“İsteyerek
de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!” onlar da:
“Gönüllü olarak geldik.” dediler.
12
– Derken, iki gün
içinde, gökleri yedi kat olarak şekillendirdi ve
her bir göğe kendisine ait işi vahyetti.
Biz dünya
semasını kandillerle, yıldızlarla süsledik,
bozulup yıkılmaktan koruduk. İşte bu,
azîz ve alîm (üstün kudret sahibi, her şeyi en
mükemmel tarzda bilen) Allah’ın takdiridir.
Cenab-ı
Hak kâinatı yaratmayı dileyince sonsuz
kudretini izhar ederek, ölçüsü belirsiz bir enerji
meydana getirdi ve o enerji zamanla yoğunlaşıp
gaz halini aldı ve sonra da yoğunlaşıp
bugünkü katı durumuna geçti. Yerküre iki
jeolojik devirde oluşmuş ve sonra da oradaki
kaynaklar belirlenerek, plan uyarınca dört
jeolojik devirde oluşup bugünkü duruma gelmiştir.
Zira âyetteki yevm kelimesi, başlangıç ve sonu kesin bilinmeyen uzun
bir devir anlamına gelmektedir (...) Gökler, yerküre
ile birlikte iki uzun devirde yedi tabaka haline
getirilmiştir. Çünkü hepsi gaz halinde idi. Yoğunlaşıp
katılaşması hep birlikte, iki devirde
olmuştur. Bu âyetler müteşabih olduğundan
başka yorumlar da mümkündür.
Âyette
sümme bağlacı
zaman tertibi değil, beyan tertibini ifade eder,
onun için “derken” diye çevirdik.
79,
30 âyeti önce gök, sonra yer; 41, 12 âyeti önce yer
sonra gök; 21,30 âyeti ise beraber yaratıldıklarını
ifade eder gibidir. Bu durumda ortaya çıkan
sorunun cevabı şöyledir: Yaratmanın başlangıcında
gökler ve yer beraber iken, yerküre diğer
cisimler arasında hepsinden önce yoğunlaşıp
katılaşmış, derken Allah’ın
iradesi göğe yönelerek orayı yedi sema
halinde düzenlemiş, daha sonra yerkürenin düzenlenmesini
gerçekleştirmiştir.
13
– Eğer yüz çevirirlerse
sen şöyle de: “Ben, sizi Âd ve Semûd halklarını
çarpan kasırga gibi bir kasırganın
geleceğini bildirerek uyarıyorum.”
14
– Kendilerine önlerinden,
arkalarından resullerimiz:
“Allah’tan
başkasına sakın ibadet etmeyiniz”
dediklerinde onlar: “Rabbimiz olan Allah dileseydi, üstümüze
melekler indirirdi, böyle olunca biz sizinle gönderilen
şeylerin hepsini inkâr ettik” dediler.
15
– Âd halkına
gelince: Onlar dünyada haksız ve sebepsiz yere büyüklük
taslayıp,
“Kuvvet yönünden
var mı bize galip gelecek?” dediler.
Halbuki
kendilerini yaratan Allah’ın, o mahlûklardan
daha kuvvetli olduğunu görüp anlamadılar mı?
Onlar Bizim
âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
16
– Biz de onların
üzerine, o uğursuz günlerde bir kasırga gönderdik.
Bunu onlara
dünya hayatında bir rezillik ve rüsvaylık
tattırmak için yaptık.
Âhiret
azabı ise daha çok rüsvay eder. Hem orada hiç
kimse kendilerine yardım edemez. [69,7;
54,19]
Burada
Âd halkının felakete uğradığı
günler, onlar için uğursuz olarak nitelendirilmiştir.
Aksi halde bu günlerde bir uğursuzluk olsaydı,
başka zamanlarda, başka kimselere de uğursuzluk
meydana gelirdi.
17
– Semûd halkına
gelince Biz onlara da doğru yolu gösterdik; fakat
onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler.
Derken işledikleri
işler sebebiyle alçaltıcı bir azap yıldırımı
onları alıverdi.
18
– İman edip de
Allah’a karşı gelmekten sakınanları
da kurtardık.
19
– Gün gelir,
Allah’ın düşmanları toplanıp
cehenneme sevk olunmak üzere, baştan sona tutuklanırlar.
20
– Nihayet oraya ulaştıklarında
kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları
işleri söyleyip kendi aleyhlerinde şahitlik
ederler.
21
– Derilerine: “Niçin
aleyhimizde şahitlik ettiniz?” deyince onlar:
“Bizi söyleten,
her şeyi konuşturan Allah’tır.
Zaten sizi
ilkin yaratan ve sonunda da huzuruna götürüleceğiniz
Rabbiniz de O’dur.”
22
– Siz, kulaklarınızın,
gözlerinizin, derilerinizin,
aleyhinizde
şahitlik edecekleri bir günün
geleceğine inanmıyor ve ondan sakınmıyordunuz,
ayrıca
siz, yaptıklarınızın çoğunu,
Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.
23
– İşte
Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zandır
ki sizi mahvetti de, o yüzden hüsrana uğrayanlardan
oldunuz.
Bir
hadis-i kudside Allah Teâla şöyle buyuruyor:
“Kulum Beni nasıl bilirse, Ben ona öyle muamele
ederim”
24
– Eğer
sabredip dayanabilirlerse, cehennem zaten kendi yerleşme
yerleridir.
Şayet
özür dileyip Rab’lerini razı etmek için tekrar
dünyaya dönmek isterlerse, onlara bu imkân verilmez.
25
– Biz onların
yanına birtakım arkadaşlar katarız.
Bunlar,
onların önlerinde ve arkalarında ne varsa
yaptıkları her türlü işi süsler, cazip
gösterirler.
Böylece
cinlerden ve insanlardan gelmiş geçmiş
toplumlar hakkında yürürlükte olan cezalandırma
hükmü, onlar hakkında da gerekli olur.
Çünkü
onların hepsi kendilerini hüsrana atmışlardı.
[43,36-37]
26
– Bir de kâfirler
dediler ki: “Şu Kur’ân okunduğunda ona
kulak vermediğiniz gibi, ona karşı
yaygara koparıp onun, başkaları tarafından
anlaşılmasını da engelleyin.
Ancak böyle
yaparak üstünlük sağlayıp onu bastırmayı
umabilirsiniz.” [7,204]
27
– İşte
Biz de onun için o kâfirlere dünyada şiddetli
bir azap tattıracağız ve âhirette de
yaptıkları o pek kötü işlere göre hak
ettikleri karşılığı vereceğiz.
“Yakınları
ziyaret, onlara sahip çıkma, muhtaçlara yardım,
insanlara faydalı olma gibi güzel davranışlarını
değil de, dünya ve âhiret mutluluğunun esası
olarak insanlığa hediye edilen bu Kur’ân
hidâyetine düşmanlık etme ile ortaya çıkan
bu en büyük suçu göz önüne alarak müstahaklarını
vereceğiz” anlamına gelir.
28
– İşte
Allah düşmanlarının: cezası da: O
ateş!
Âyetlerimizi
bile bile red ve inkâr ettiklerinden ötürü onlara
orada ebedî kalmak vardır.
29
– Kâfirler
cehennemde: “Ey Ulu Rabbimiz!” derler,
“gerek
cinlerden, gerek insanlardan bizi saptıran o şeytanları
bize bir gösteriver de onları ayaklarımızla
çiğneyelim, aşağıların aşağısı
olsunlar” [7,38; 16,88]
30
– “Rabbimiz
Allah’tır” deyip sonra da istikamet üzere, doğru
yolda yürüyenler yok mu,
işte
onların üzerine melekler inip: “Hiç endişe
etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle
sevinin!” derler.
31-32
– Dünya hayatında
da, âhirette de biz sizin dostunuzuz. Orada sizin canınızın
çektiği her şey gafur ve rahîm’den (affı,
merhamet ve ihsanı bol olan Allah tarafından)
bir ikram olarak sizindir.
Hem orada
siz bütün istediklerinize kavuşacaksınız.
Meleklerin
inmesi sırasında müminlerin onları görmeleri
gerekmez. Melekler onları cesaretlendirmek, teselli
etmek için gelir ve kalplerine kuvvet verirler.
33
– Allah yoluna çağıran,
makbul ve güzel işler işleyen ve “Ben müslümanlardanım”
diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?”
Bu
âyetlerin indirildiği sırada imanını
açıklamak, hayatını tehlikeye atmak
demekti. Hele İslâm’ı yaymağa çalışmak,
kana susamışları dâvet etmek mânasına
geliyordu. Âyet başta Hz. Peygamber (a.s.) olarak
müezzinler ve Allah’ın dinine hizmet eden
herkesi kapsamına alır.
34
– İyilikle kötülük
bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel
tarzda uzaklaştırmaya bak.
Bir de
bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık
olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!
Şer,
galip göründüğü durumlarda bile, aslında
zayıftır.
Zira
mahiyeti icabı çökmeye mahkûmdur.
Hayır
ve dürüstlük ise gönüller fetheden, bizatihi bir
kuvvettir. İyilik ve kötülük açık bir
tarzda karşı karşıya geldiklerinde
iyiliği takdir, kötülükten nefret etmeyen az
insan bulunur. Şu halde “İyilikle kötülük
bir olmaz.”
Kötü
davranışı affetme bir iyiliktir. Fakat
afla beraber iyilik etmekle, karşıdakinin gönlü
fethedilir. Bunun pek az istisnası olabilir ki
nadir, yok hükmündedir. Ama bu, öyle kolay bir iş
değildir.
35
– Ama kötülüğe
karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin kârıdır,
faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır.
{KM, Luka 19,26}
36
– Eğer şeytandan
gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allah’a sığın.
Çünkü O, herşeyi işitir, her şeyi mükemmel
tarzda bilir. [7,199-200;
23,97-98]
Hak
ile batıl mücadelesinde müminler kötülüğe
karşı iyilikle cevap verdiğinde, şeytan
üzüntüsünden kahrolur. Az da olsa bir yanlış
davranışta bulunmalarını ister ki müminlerin
lehinde düşünenleri kandırabilsin. Hatta müminler,
kendilerine yapılan zulme karşılık
verirken azıcık ölçüsüz davranırlarsa,
“Şeytanın vesvesesinin etkisinde kalmış”
sayılırlar. Müminler bu sebeple, büyük
kuvvetlerini kaybederler. Çünkü yüzde yüz haklılıklarına
ufak bir gölge düşürmüş, aleyhtekilere küçük
bir bahane vermiş olurlar. Bu âyetin pek güzel
bir tefsiri şu hadis-i şerifte yer alır:
Bir
gün bir adam gelip Hz. Ebû Bekire (r.a) sürekli
hakaret etti. Hz. Peygamber (a.s.) da, orada bulunuyordu.
Adam hakaret ettikçe Hz. Ebû Bekir dinliyor, cevap
vermiyordu. Hz. Peygamber (a.s.) ise tebessüm ediyordu.
Nihayet Ebû Bekir dayanamayıp sert bir karşılık
verince Hz. Peygamberin çehresi değişti ve
oradan ayrıldı. Ebû Bekir peşinden kalkıp
sebebini sorunca buyurdu ki: “Sen sükût ettiğin
sürece, bir melek senin yerine cevap veriyordu. Fakat
sen ağzını açınca yanına
şeytan geldi. Ben şeytanın olduğu
yerde bulunmam” (İmam Ahmed, Müsned)
37
– Gece gündüz, güneş,
ay, hepsi O’nun âyetlerindendir.
O halde güneşe
ve aya değil, onları öylece yaratana secde
edin, eğer O’na ibadet ediyorsanız!
38
– Eğer
kibirlenecek olurlarsa, şunu bilsinler ki Rabbinin
nezdinde olan melekler, gece gündüz O’nu tenzih,
tesbih ederler ve asla usanmazlar.
Bu
âyet, secde âyetlerindendir.
39
– O’nun
kudretinin ve hikmetinin delillerinden biri de şudur
ki:
Sen yeri
boynu bükük, kupkuru görürsün.
Fakat Biz
üzerine su indirince yer harekete geçip kabarır.
İşte
bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir.
Çünkü O
her şeye kadirdir.
40
– Âyetlerimiz
konusunda, haktan sapanlar bize gizli kalmazlar.
Şimdi
söyleyin bakalım: Cehenneme atılmak mı
iyidir, yoksa kıyamet günü büyük duruşmaya
tam bir güven içinde gelmek mi?
İstediğinizi
yapın, çünkü O, bütün yaptıklarınızı
görmektedir.
İlhad: İstikametten uzaklaşmak,
asıl maksattan sapmak, dinden uzaklaşmak
anlamlarına gelir.
41-42
– Kendilerine gelen
bu şanı yüce dersi inkâr edenler elbette
cezadan kurtulamazlar.
Halbuki o eşsiz
ve pek kıymetli bir kitaptır.
Öyle bir
kitaptır ki batıl ona ne önünden, ne ardından,
hiç bir taraftan yol bulamaz.
(Tam hüküm
ve hikmet sahibi, bütün hamdlerin ve övgülerin
sahibi) o hakîm ve hamîd tarafından indirilmiştir.
43
– Sana söylenenler,
senden önceki peygamberlere söylenen sözlerden başka
bir şey değildir.
Senin
Rabbin hem mağfiret, hem de gayet acı bir azap
sahibidir.
44
– Eğer biz
Kur’ân’ı yabancı bir dille gönderseydik
derlerdi ki:
“Neden,
onun âyetleri açıkça beyan edilmedi? Dil yabancı,
muhatap arap! Olur mu böyle şey?”
De ki:
“O, iman edenler için hidâyet ve şifadır.”
Ama iman
etmeyenlerin kulaklarında ağırlıklar
vardır. Kur’ân onlara kapalı ve karanlık
gelir.
Onların,
çok uzak bir yerden sesleniliyor da söyleneni hiç
anlamıyorlar gibi bir halleri vardır. [26,198-199;
17,82]
Bu,
kâfirlerin inatlarının tezahürlerinden
biridir. Hz. Peygambere: “Senin anadilin olan Arapça
ile bir şeyler söylemeni vahiy kabul etmemizi
bekleme! Ama sen durup dururken “Farsça, Rumca gibi
bir dille kusursuz bir beyanda bulunursan işte o
zaman “Bu bir mûcizedir!” diye kabul edebiliriz”
demek istiyorlar. Onlara verilen cevapta: “Biz onlar
anlasınlar diye kendi dilleriyle indirdik.
Eğer yabancı dilden olsaydı bu
sefer de: “Ne tuhaf! Arap olana yabancı dille
hitap ediliyor!” Yani şöyle demek isteyeceklerdi:
“Gelin de görün: Araplara gönderilen peygamber
yabancı dil konuşuyor. Ne kendisinin, ne de
halkının bilmediği dille onlara hitap
etmesi hiç akıl kârı mıdır?
45
– Gerçekten Biz Mûsâ’ya
da Kitap vermiştik de Kur’ân hakkında
bunlar ihtilaf ettiği gibi, onun hakkında da
ihtilaf edilmişti.
Eğer
Rabbinden haklarındaki azabı erteleme ve hükmü
kıyamete bırakma şeklinde daha önce bir
hüküm verilmiş olmasaydı, onların işleri
bitmişti bile.
Bu gerçeğe
rağmen onlar hâla bundan derin bir şüphe içindedirler.
46
– Kim makbul güzel
işler yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa
kendi aleyhinedir.
Rabbin
kullarına asla zulmetmez.
47
– Kıyamet
vaktini bilmek O’na aittir.
O’nun
bilgisi ve izni olmaksızın, ne bir meyve
tomurcuğundan çıkabilir, ne her hangi bir dişi
hamile kalabilir, ne hâmile olan biri yavrusunu doğurabilir.
Gün gelir:
“Neredeymiş Bana ortak saydığınız
putlar?” diye nida eder de, müşrikler: “İçimizden
buna şahitlik edecek bir tek kişi bile olmadığını
Sana arzederiz!” derler. [7,187;
79,44; 6,59; 13,8; 35,11]
İnsanların
çoğunu etkisi altına alan bir yanlışlık
da kendisi için en önemli işi bırakıp
daha tâli işlerle meşgul olmasıdır.
47-48. âyetler, kıyametin zamanını
soranların dikkatlerini, kendilerinin verecekleri
hesaba çekmektedir. Bir gün Peygamber Efendimize (a.s.)
yolda rastlayan biri: “Kıyamet ne zaman?” diye
sorunca: “Ey Allah’ın kulu! Sen kıyamet için
ne hazırladın?” diye cevap vererek aynı
noktaya dikkat çekmiştir.
48
– Böylece daha önce
ibadet ettikleri putlar kendilerini terk eder, müşrikler
de kaçacak yer kalmadığını anlarlar.
49
– İnsan mal mülk
istemekten usanmaz, ama kendisine maddî sıkıntı
dokununca hemen ye’se düşer, ümitsiz olur. [96,6-7;
10,12]
50
– Kendisine uğrayan
bir sıkıntıdan sonra, tarafımızdan
ona nimet tattırırsak:
“Bu benim
hakkımdı zaten,
Kıyametin
geleceğini de pek zannetmem.
Ama olur da,
müminlerin dediği gibi, Rabbimin huzuruna götürülecek
olsam bile,
O’nun yanında
en güzel ne varsa o da benim olur, hiç tereddüdünüz
olmasın!” der.
Biz elbette
o kâfirlere, dünyada yapmış oldukları
her şeyi tek tek bildireceğiz ve onlara şiddetli
bir azap tattıracağız.”
51
– Biz insana nimet
verdiğimizde o, şükürden yüz çevirir, başını
alır uzaklaşır.
Fakat
kendisine sıkıntı dokununca, bir de
bakarsın uzun uzun yalvarır durur. [17,83;
11,9]
52
– Artık söyleyin
bakalım: Eğer bu Kur’ân Allah tarafından
gönderilmiş de, siz bunu red ve inkâr etmişseniz,
o takdirde
haktan iyice uzaklaşmış olan sizlerden
daha sapık kim olabilir?
53
– Evet, Biz ileride
onlara delillerimizi gerek dış dünyada, gerek
kendi öz varlıklarında göstereceğiz; ta
ki Kur’ân’ın, Allah tarafından gelen gerçeğin
ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice
anlaşılacak.
Rabbinin
her şeye şahid olması yetmez mi? [4,166]
Âyetlerin
gösterilmesi başlıca şu iki şekilde
açıklanır: 1-Kur’ân’ın dâvetinin kısa
zamanda dünyada yayılması. 2-Allah’ın
insanlara yeryüzünde ve gökte, Kendi varlığına
ve birliğine dair delilleri göstermesi. Kur’ân’da
bildirdiği birçok hakikatin insanların yaptıkları
bilimsel keşiflerle iyice anlaşılarak,
Kur’ân’ın Allah katından geldiğini
anlamaları.
54
– Ama dikkat edin
ki onlar Rab’lerine kavuşma hususunda şüphe
içindedirler.
İyi
bilin ki O, her şeyi ilmi ve kudreti ile kuşatmıştır.
|