KUR'AN-I KERİM İNDEKS
5 – MÂİDE SÛRESİ
Medinede nazil olmuş olup 120 âyettir.
Hicrî 6. yılda Hz. Peygamber (a.s.)’ın Mekkelilerle
yaptığı Hudeybiye anlaşmasından sonra nazil olmaya
başlamıştır. İhtiva ettiği birçok konudan biri
olan ve “yemek sofrası” mânasına gelen Mâide, sûreye
isim olmuştur.
Bu sûre-i şerife sözleşmelere uymayı
emrederek başlar. Sonra haccın eda edilmesi, bazı
yiyecekler, bazı içtimâî ilişkiler, dürüstlük
gibi insanlığı yücelten
faziletler, Yahudi ve Hıristiyanların ahitlerini ve
dinlerini bozdukları, bununla beraber bazı mütevazi
papazların müslümanlara sempati duymasının yanısıra
Yahudilerin taassubunu, münâfıkların davranışlarını
müteakip, tekrar hac ibadetinin edasıyla ilgili bazı
hükümleri bildirir. Toplam olarak sûre, on sekiz farz
ihtiva etmektedir. Ahitlerini yerine getireceklerin kıyamet
günü alacakları ödül bildirilerek sûrenin başlangıcı
ile sonu uyum içinde bitirilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 –
Ey iman edenler! Bağlandığınız ahitleri yerine
getiriniz. Haram kılındığı size bildirilenler dışında,
davarların eti size helâl edilmiştir. Şu kadar var
ki, ihram halinde iken de av avlamak helâl değildir.
Allah dilediği şekilde hükmeder.
[5,3; 2,27]
Davarlar: deve, sığır, koyun ve keçidir. Başka
hayvanları öldürüp yiyerek beslenen etoburlar ile
pençeli kuşların etleri haramdır.
İhram: Kâbe’ye belli bir mesafede hac veya umre ibadetine başlama
ve bunun bir alameti olarak da iki parça dikişsiz örtüye
bürünme halidir. İhram halinde, normal zamanda mübah
olan bazı şeyler yapılmaz: tıraş olmak, cinsî ilişki,
koku sürme, zararlı haşeratı öldürme, avlanma gibi.
2 –
Ey iman edenler! Ne Allah’ın şeairine, ne şehr-i
harama, ne Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlık
hayvanlara, hele hele gerdanlık takılı kurbanlıklara,
ne de Rabbinin lütfunu, ihsan edeceği kazancı ve
O’nun rızasını arzulayarak Beyt-i Haram’a yönelenlere
sakın hürmetsizlik etmeyin.
İhramdan
çıkınca isterseniz avlanın. Sizin Mescid-i Haram’ı
ziyaretinizi engellediler diye birtakım kimselere karşı
beslediğiniz kin ve öfke, sakın sizin onlara saldırmanıza
yol açmasın.
Siz
iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda
birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına
saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin.
Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın
cezası çok şiddetlidir. [2,194.
217; 5,97; 9,13; 22,32]
Şeâir: Bir dini, bir milleti veya bir sistemi temsil eden nişane,
amblem demektir. Devlet bayrakları, askerî üniformalar,
paralar gibi. Bunlara yapılan hakaret cezalandırılır.
Kâbeyi ziyaret için giderken orada kurban edilmek üzere
kişinin beraberinde götürdüğü kurbanlıklar da şeairdendir,
zira Allah’a kulluğun nişanesidir. Batıl yolda da
olsa, dinî şeâire saygısızlık gösterilmesi
yasaklanıyor. Bu sûre indirildiğinde müslümanlar
Mekke müşrikleri ve çevrelerinde diğer müşriklerle
savaş halinde idiler. Müşrikler, asırlık âdetlerine
rağmen onların Kâbe ziyaretini engellemişlerdi.
Onların lâyık oldukları sert karşılığı vermeme
konusunda müslümanlar uyarılıyorlar.
3 –
Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen
hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına
kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına
uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey
vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış,
boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış
olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait
sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak,
kumar oynayarak elde edilen etler.
Bütün bunlar itaat dışına çıkıştır. Artık bugün
kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler.
Öyleyse onlardan korkmayın, Benden çekinin.
İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki
nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı
beğendim.
Kim günaha meyletmeksizin açlıktan bunalıp çaresiz
kalırsa, haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah
gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
[6,145; 5,90; 2,173] {KM,
Çıkış 20,25; Levililer 11,7; Tesniye 27,5; 14,8;
Resullerin işleri 25,20; 21,25; Matta 5,17}
Hayvanın tezkiyesi, yani dine uygun boğazlanması
nefes borusu, yemek borusu ile şahdamarları
denilen iki kan damarının kesilmesidir. Böylece
hayvan kanın akmasına
imkân verecek
şekilde boğazlanır.
Eğer boynun tamamı koparılır, yahut hayvanın
boğazı sıkılarak veya başka şekilde öldürülürse
bunlar, uygun boğazlama sayılmaz. Zira bu durumda kan
vücutta kalıp pıhtılaşır, ete yapışır.
Burada haram kılınan şeyler: İnanç açısından
veya maneviyat ve ahlâk açısından, bir de temizlik açısından
haram kılınmıştır. Sırf tıbbî yönden değerlendirmek
isabetli olmaz. Böyle olsaydı mesela ilkin zehir ve diğer
öldürücü şeyler yasaklanırdı. Oysa böyle bir
yasak Kur’ân’da görülmez.
Müşrikler, cansız tanrılarının görüşlerini
almak için şöyle bir uygulama yaparlardı: Kâbe’de
Hübel putunun yanında yedi fal oku bulunurdu. Kişi,
put bakıcısına kurban sunduktan ve bazı
merasimlerden sonra oklardan birini çeker, üzerinde ne
yazılı ise böylece güya tanrısal irâdeyi öğrenmiş
olurdu.
4 –
Kendilerine nelerin helâl kılındığını sana
soruyorlar. De ki: “Bütün temiz ve iyi rızıklar
size helâl kılınmıştır.
Allah’ın size öğrettiğinden öğrenip eğittiğiniz
avcı hayvanların sizin için tutup getirdiklerini
yeyiniz ve üzerlerine
Allah’ın adını anınız. Allah’a karşı
gelmekten sakının, çünkü Allah hesabı çabuk görür.”
[6,119; 7,157]
Kur’ân’ın indirildiği çevrede
haramlar çok olduğundan o alışkanlıkla Hz.
Peygamber (a.s.) dan âdeta bir helâller listesi
istediler. Kur’ân aksini yaparak, sadece mahdut
haramları bildirerek gerisinin mübah olduğunu
bildirmekle bir ınkılap yapmış oluyordu.
5 – Bugün
size temiz ve iyi şeyler helâl kılındı. Ehl-i kitabın
kestikleri ve diğer yiyecekleri size helâldir. Sizin
yiyecekleriniz de onlara helâldir.
Namuslu, zinaya girmemiş ve gizli dostlar edinmemiş
insanlar halinde yaşamanız şartıyla, müminlerden hür
ve iffetli kadınlarla, Ehl-i kitaptan hür ve iffetli
kadınlar da, mehirlerini verip nikâhladığınızda
size helâldir.
Kim imanı inkâr ederse bütün yaptığı işler boşa
gider ve o âhirette de ziyana uğrayanlardan olur. [2,236;
4,24-25]
Ehl-i kitabın besmele çekerek kestikleri
temiz hayvanın eti helâldir. Ehl-i kitabın namuslu
kadınları da müslüman erkekle evlenebilir. Âyetin
sonu müslümanı uyarmaktadır.
6 –
Ey iman edenler! Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi
ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.
Başlarınızı meshedip topuklarınızla birlikte
ayaklarınızı da yıkayın.
Cünüp iseniz tastamam yıkanın (boy abdesti alın). Eğer
hasta veya yolcu iseniz veya tuvaletten gelmişseniz,
yahut kadınlarla münasebette bulunmuş olup da su
bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin, (mânen arınma
niyeti ile) ondan yüzlerinize ve ellerinize meshedin.
Allah size güçlük çıkarmak istemez, fakat şükredesiniz
diye sizi temizleyip arındırmak ve size olan
nimetlerini tamama erdirmek ister. [4,43]
Abdest ve guslü bildiren âyet budur.
Cinsel temas veya ihtilam sonucu manen kirlenen kişi
gusleder. Yıkanmadan namaz, tavaf, mescide girme,
Kur’ân okuma gibi ibadetleri yapamaz.
Ruh temizliğine beden temizliği de
eklendiğinde hidâyet ve nimet tamamlanmış olur.
7 –
Allah’ın size lütfettiği nimeti ve sizin “duyduk
ve itaat ettik, baş üstüne!” dediğiniz vakit,
sizden aldığı sözünüzü hatırlayın. Allah’a
karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah sinelerde
saklı bütün sırları bilir.
Burada alındığı bildirilen “söz”,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin,
ashabından Akabe ve Hudeybiye’de almış olduğu
biata işaret etmektedir.
Ayrıca Hz. Muhammed’in resûlullah olduğunu
kabul ve ikrar eden her mümin, onun Allah tarafından
getirdiği bütün hükümleri kabul ettiğine dair söz
vermiş olmaktadır.
8 – Ey
iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün
işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi
şahitler olun.
Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve
öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin.
Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur.
Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah
yaptığınız her şeyden haberdardır.
9 –
Allah iman edip makbul ve güzel işler yapanları
affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vaad etmiştir.
10 – Kâfir
olup âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktir.
11 –
Ey iman edenler! Allah’ın size olan şu nimetini hatırlayın:
Hani bir topluluk size el uzatmaya, sizi öldürüp yok
etmeye teşebbüs etmişti de O, bunların ellerini size
zarar vermekten menetmişti.
Allah’ın hukukuna haksızlık etmekten sakının. Müminler
yalnız Allah’a dayansınlar. [48,24]
Bir-i meûne faciasından hemen sonra çok
nazik bir ortamda ashabdan âmir
ed-Damrî, kasdî olmaksızın, anlaşmalı Benî Âmir
kabilesinden iki kişiyi öldürmüş, gergin bir durum
ortaya çıkmıştı. Hz. Peygamber bizzat gidip Benî
Nadîr Yahudilerinden diyet ödemede yardım istedi. Aslında
onları göreve çağırdı. Zira sözleşme gereği,
diyet konusunda yardımlaşma görevleri vardı. Bunlar
içlerinden suikast planı hazırlamışlardı. Cibril
haber verdi, iş anlaşıldı, Allah resûlünü korudu.
Âyet, bu olaya işaret etmektedir.
12 –
Allah İsrail oğullarından kesin söz aldı. Biz
onlardan (on iki boydan her birinden bir kefil olmak üzere)
on iki de kefil tayin etmiştik. Allah buyurdu ki:
“İyi bilin ki Ben sizinle beraberim.
Eğer siz namazı dikkatli bir şekilde tamtamına eda
eder, zekâtı verir,
resullerime iman eder, onlara sahip çıkar,
Allah rızası için gerekli yerlere harcayarak
Allah’a güzel bir tarzda ödünç verirseniz,
Ben elbette sizin kusurlarınızı örter ve elbette
sizi içinden ırmaklar akan cennete yerleştiririm.
Ama kim bundan sonra nankörlük edip küfre saparsa, doğru
yoldan sapmış, kendini zayi etmiş olur.”
Tevrat’ta İsrail boylarının reisleri
denilerek bunların isimleri yazılır (Sayılar
1,5-15). Kur’ân’ı İngilizceye çeviren Rodwell,
Kur’ân’ın bu on iki reisi uydurduğunu iddia
ederek cehaletini gösterir.
13 –
İşte o Yahudileri, verdikleri kesin sözü bozduklarındandır
ki lânetledik, onların kalplerini katılaştırdık.
Böylece onlar kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif
ederler.
Kendilerine tebliğ edilen hususlardan pek çoğunu
unuttular.
Onların pek azı hariç olmak üzere, onlar tarafından
devamlı olarak hainlik görürsün.
Yine de sen onları affet, aldırma. Çünkü Allah
iyilik edenleri sever. [2,75;
3,7; 4,46]
14 –
“Biz Nasraniyiz, Hırıstiyanız” diyenlerden de
kesin söz aldık. Fakat onlar da kendilerine tebliğ
olunan derslerden bir çoğunu unuttular.
Bu yüzden Biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek
kin ve nefret bıraktık. Allah onların meslek haline
getirdikleri bu işleri bir bir yüzlerine çarpacaktır.
[2,62] [KM,
İşaya 19,2]
Nasâra, nusret kökünden gelip ensar
(yardımcılar) demektir [61,14]. Hz. Îsâ’nın
memleketi Nasıra ile ilgisi yoktur. Bazı Avrupalılar
Kur’ân’ın Hıristiyanları küçümsemek için Nasıraya
nisbetle bu ismi kullandığını iddia ederler. Hz. Îsâ’nın
havarilerine ilkin Antakyalılar M.S. 43-44 yıllarında
Mesihîler adını vermişlerdir. Yoksa kendisi, adına
bir din kurup böyle bir isim kullanmamıştır. Ona tâbi
olanlar Tevrat’a bağlı Yahudi cemaati ile, Kudüsteki
Mabede gitmeye devam etmişlerdir (Resullerin İşleri,
3,1). Daha sonra Pavlos, Tevrat cemaatinden ayrılıp
kurtuluş için sadece Mesih’e inanmak gereğini öne
sürdü. Cemaat ismi uzun süre oturmadı (kardeşler, müminler,
şakirtler denildi). Mesihîler adı, önce düşmanları
tarafından kendilerine verilip, sonra mecburen
kabullendikleri bir isim oldu. Kur’ân asıl
isimlerini kullandığından ona teşekkür yerine
tenkid etmeleri çok tuhaftır.
Hıristiyanlar ilk üç asır işkence ve
gizliliğe mahkûm oldukları dönemde ortaya çok sayıda
İncîl çıktı. Roma İmparatoru Constantin M.S.
324’de Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul
ettiğinde çeşitli bölünmeler çoktan başlamış ve
din asliyetini kaybetmişti.
15 –
Ey Ehl-i kitap! Kitaptan (Tevrat’tan)
gizlediklerinizin çoğunu size beyan eden,
bir çoğunu da yüzünüze vurmayarak affeden Resûlümüz
size gelmiş bulunuyor. İşte size Allah tarafından
bir nûr ve hakikatleri açıklayan bir kitap geldi.
16 –
Allah onunla, rızasını izleyenleri selamet yollarına
iletir,
Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır
ve onları dosdoğru yola iletir.
17 –
“Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler
kesinlikle kâfir olmuşlardır.
De ki: “Eğer Allah Meryemin oğlu Mesihi, annesini ve
dünyada bulunanların hepsini imha etmek istese, O’na
karşı kimin elinden bir şey gelir? Kim O’nu
engelleyebilir?
Doğrusu göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün
varlıkların hakimiyeti Allah’a aittir. O dilediğini
yaratır. Allah her şeye kadirdir. [4,171;
9,30]
(Bu konuda 4,171 âyeti ile ilgili açıklamaya
bkz.)
18 – Hem
Yahudiler, hem de Hıristiyanlar “Biz Allah’ın
evlatları ve sevgilileriyiz.” dediler.
De ki: “Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız
sebebiyle cezalandırıyor?”
Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer
topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini
cezalandırır.
Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin
hakimiyeti Allah’ındır.
Dönüş de O’na olacaktır.
19 –
Ey Ehl-i kitap! Resullerin gelmesinin kesintiye uğradığı
bir sırada,
ileride “bize ne müjdeleyen ne de uyaran hiçbir
Peygamber gelmedi” demeyesiniz diye
size, müjdeleyici ve uyarıcı Elçimiz, her şeyi
beyan etmek üzere geldi. Allah her şeye hakkıyla
kadirdir.
Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinden önce
altı yüzyıl boyunca Peygamber gelmemişti. En yakın
olan Hz. Îsâ altı yüz yıl kadar önce yaşamıştı.
20 –
Bir vakit de Mûsâ kavmine şöyle demişti:” Ey
kavmim! Allah’ın size lütfettiği nimetlerini bir düşünün;
zira o içinizden peygamberler çıkarttı, sizi hür
insanlar yaptı ve devrinizde hiç kimseye vermediğini
size verdi. [2,47-122;
45,16; 2,143; 3,110] {KM,
Sayılar 13,17; 14,38}
İsrail oğulları Hz. Mûsâ’dan önce
de, mesela Hz. Yusuf döneminde ve ondan sonra Mısır’da
büyük bir güce sahip olmuşlardı. Uzun süre medenî
dünyanın en üstün gücü kalıp paraları Mısırda
olduğu gibi, çevresinde de geçerli olmuştu.
21 – Ey
kavmim! Haydi Allah’ın size nasib ettiği kutsal ülkeye
girin, sakın geri dönüp kaçmayın. Yoksa hüsrana düşerek
perişan olursunuz. {KM,
Tesniye 7,13; 8,1; Çıkış 3,8}
“Kutsal ülke”, İbrâhim, İshak, Yâkub
(a.s.)’ın vatanı olan Filistindir. Mısır’dan ayrıldıklarında
Allah onları oraya yöneltmişti. Bu âyetler Hz. Mûsâ’ya
tâbi olan o zamanki İsrailoğullarından bahs
etmektedir. Dolayısıyla onların âlemlere üstün kılınmaları,
o kutsal ülkeye girmeleri o döneme aittir ve Allah
yolunda olma, Ona lâyık davranışlarda bulunma ile şartlıdır.
22 –
“Ya Mûsâ, dediler, orada zorba ve güçlü bir
millet var.
Onlar oradan çıkmadıkça biz asla giremeyiz. Eğer
çıkarlarsa, ancak o zaman gireriz.” {KM,
Sayılar 13,31-33; Tesniye 1,28}
23 – Allah’ın
buyruğuna uymamaktan korkan ve Allah’ın kendilerine
iman ve yakin nimeti ihsan ettiği iki yiğit çıkıp
dediler ki:
“Üzerlerine hücum edin, kapıyı tutun. Kapıyı
tutup da dışarıda savaş meydanına çıkmalarını
önlediniz mi muhakkak siz galipsinizdir. İmanınızda
samimî iseniz yalnız Allah’a dayanın.”
24 –
Yine dediler ki: “Ya Mûsâ! O zorbalar orada oldukları
müddetçe biz asla giremeyiz. Haydi sen Rabbinle git,
ikiniz onlarla savaşın, biz işte burada oturuyoruz.”
25 –
Mûsâ: “Ya Rabbî, dedi, ben kendi nefsimden ve kardeşimden
başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu
itaatsiz, bu yoldan çıkmış topluluk arasında Sen hükmünü
ver!”
26 –
Buyurdu ki: “O kutsal yer onlara kırk yıl boyunca
haram kılındı. Oldukları yerde sersem sersem dolaşacaklardır.
Sen artık o yoldan çıkmış kimseler için kendini üzme!”
{KM, Sayılar 14,33; Tesniye
2,7; Yuşa 5,6}
Hz. Mûsâ (a.s.)’ın kavmine hitabı, Kızıldenizin
kuzeyinde Faran çölünde bulundukları sırada yapılmıştır.
Hz. Mûsâ’yı dinlemeyen, korkak ve isyancı millet
terbiye edilsin ve yeni bir nesil yetişsin diye kırk yıl
çölde sersem sersem dolaşmaya mahkûm edildiler. 38 yılda
Faran’dan Ürdüne varabildiler. Ürdün’ün
fethinden sonra Hz. Mûsâ (a.s.) vefat etti. Onun
halefi Yuşa zamanında İsrailoğulları Filistin’i işgal
ettiler. Tevrat, Sayılar, 13-20. bölümlerinde çok
ayrıntılı olarak bu olaylar anlatılır.
27-29 –
Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku:
Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de
birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti.
Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine: “Seni öldüreceğim”
dedi.
O da: “Allah, ancak muttakilerden kabul buyurur, dedi.
Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan,
ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü
ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
“Ben isterim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı
da yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Zalimlerin
cezası işte budur!” [3,62;
18,13; 19,34] {KM,
Tekvin 4,3-12; Makkabe 7,11}
Hz. Âdem (a.s.)’ın iki oğlunun kıssası,
Hz. Muhammed (a.s.)’ın çağdaşı bazı Yahudilerin
suikast girişimlerini kınama gayesini de gütmüş
olabilir (Mesela 5,11). Benzerlik vecihlerinden en
kuvvetlisi kıskançlıktır. Kabil Habil’i çekemediği
gibi, (Tevrat, Tekvin, bölüm:4) o Yahudiler de Hz.
Muhammed (a.s.) ile ashabını çekemiyorlar, dîni önderliğin
onlara geçmesini hazmedemiyorlardı.
30 –
Bu sözler Kabil’in hırsını kamçıladı. Nefsi,
kardeşini öldürmeyi ona kolay bir şey gösterdi. O
da onu öldürüp ziyan edenlerden oldu.
31 – Derken
Allah, yeri eşen bir karga gönderdi ki kardeşinin
cesedini nasıl örteceğini göstersin.
Kabil: “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar bile
olup da kardeşimin cesedini örtemedim!” dedi ve pişmanlığa
düşenlerden oldu.
Tevrat’ta Kabil’in cesedi gömme işinden
bahsedilmez.
32 –
İşte bundan dolayı İsrail oğullarına kitapta şunu
bildirdik:
Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir
kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş
gibi olur.
Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa sanki bütün
insanların hayatını kurtarmış olur.
Resullerimiz onlara açık âyetler ve deliller getirmişlerdi.
Ne var ki onların çoğu bütün bunlardan sonra, hâla
yeryüzünde fesat ve cinayette aşırı gitmektedirler.
[2,84-85]
Bu âyet insan hayatının kutsallığını
vurgulayan en mükemmel bir beyandır. Hayatın korunması
için, her bir kişi, başkasının hayatının kutsallığını
kabul edip onu korumaya çalışmalıdır.
Mevdûdi’nin dediğine göre bu hüküm
mevcut Tevrat’ta yer almaz. Ama onun tefsiri olan
Talmud’da değiştirilmiş olarak: “İsrailden tek
bir kişiyi öldüren, tüm ırkı öldürmüş gibi
cezalandırılacaktır” tarzında yer alır (Tefhim,
bu âyetin açıklamasında).
33-34 –
Allah ve Resûlüne savaş açanların, (yol keserek terör
eylemi yaparak) yeryüzünü ifsad etmek için koşuşanların
cezası; öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ
elleri ile sol ayaklarının kesilmesi yahut da
bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey
olmaz.
Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Âhirette ise
onlara başkaca müthiş bir ceza vardır.
Ancak kendilerini ele geçirmenizden önce tövbe
edenler, bu hükmün dışındadır. Biliniz ki Allah
gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). [7,124;
20,71; 26,49]
Bu âyet bir önceki âyetin uygulaması
durumundadır. Hayatı korumanın yaptırım gücünü
ortaya koymak kabilindedir. Burada harpten maksat, müslüman
toplum içinde, gerek kırsal kesimde, gerek şehirlerde
yol kesme, terör estirme, can emniyetini ortadan kaldırma
veya mal gasp etmedir.
Adam öldürene kısas olarak ölüm cezası
uygulanır. Öldürmekle beraber mal alan kimse asılır.
İdareciler duruma göre bu cezalardan birini uygulamada
muhayyerdirler. Sağ elin kesilmesi, mal gasb etmeleri,
sol ayağın kesilmesi ise yol kesme ve terör
estirmekle halkın can güvenliğini ortadan kaldırdıkları
içindir. Sürülme Hanefî mezhebine göre hapis cezasıdır.
Şafiiye göre sürme, başka bir yere sürgün olarak
uygulanır.
35 –
Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun
hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya
vesile arayın ve O’nun yolunda mücahede edin ki
korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.
36 –
Kâfirler, kıyamet günü cezaları olan azaptan
kurtulmaları için, dünyada olan her şeyi, bir misli
fazlasıyla verseler dahi kendilerinden kabul edilmez.
Onlara can yakıcı bir azap vardır. [10,54;
13,18; 39,47; 70,11-14]
37 –
Onlar ateşten çıkmak isterler ama oradan çıkacak değiller.
Onlara devamlı bir azap vardır.
38 – Hırsız
erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça
bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret
verici bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz. Allah
azîz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve
hikmet sahibidir). {KM,
Tesniye 25,11-12}
Sirkat: sözlükte hırsızlık demek olup terim olarak: “Akil ve
baliğ bir kişinin belirli miktarın üstünde olan bir
malı veya parayı, konulup korunduğu yani saklandığı
yerden, hiçbir hak ve şüphe sözkonusu olmaksızın,
gizlice alıp zimmetine geçirmesidir.” Çalındığında
el kesme cezası uygulanmayan çok durum vardır: Meyve
ve sebzelerin, otlakta otlayan hayvanların, henüz
toplanmamış tahılların, eğlence aletlerinin, kamu
mallarının vs... Bunlar cezasız bırakılmaz, fakat
el kesilmez. O halde hırsıza: a-Aklî dengesi yerinde
olup, erginlik çağında bulunması, b-İmam Ebû Hanîfeye
göre çalınan malın 10 dirhem (32 gram) gümüş değerinden
az olmaması. c-Malın saklandığı yerden çalınması
şartı aranır. Ceza sağ elin bilekten kesilmesi şeklinde
uygulanır.
39 –
Kim yaptığı zulüm ve haksızlıktan sonra tövbe
edip halini ve işini düzeltirse Allah tövbesini kabul
eder; Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve
merhameti boldur). {KM,
Zekarya 1,3}
Hırsızlık büyük günahlardandır. Hırsız
tövbe etmezse âhirette büyük azaba uğratılır.
Ancak dünyada cezasını çekerse veya suçu tesbit
edilmediği için ceza çekmez ve fakat çaldığı malı
sahibine teslim edip tövbe ederse Allah onu affedeceğini
bildiriyor.
40 – Bilmez
misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a
aittir.
Dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder; Çünkü
Allah her şeye kadirdir.
41 –
Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla
“iman ettik” diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte
yarışanlar seni üzmesin.
Zira onlar yalancılık etmek için dinlerler. Senin yanında
olmayan bir grup hesabına casusluk için dinlerler.
Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif
ederler. “Size şu fetva verilirse onu kabul edin, o
verilmezse onu kabul etmekten geri durun” derler.
Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde
Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalplerini arındırmak
istememiştir. Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu
gibi, âhirette de müthiş bir cezadır. [2,75;
4,46] {KM, İşaya 29,13. Matta 15,8; Markos 7,6}
Yahudi bilginleri okur yazar olmayan dindaşlarına,
Hz. Muhammed’in öğretileri kendilerine uyarsa kabul
etmelerini, aksi halde reddetmelerini söylüyorlardı.
Fıtratını iyice değiştirmiş kişinin,
arınmaya hiç niyeti yoksa Allah da arındırmaz. Azıcık
isteği olanı Allah elbette ihmal etmez.
42 – Yalan
dinlemeye çok meraklı, haram yemeye pek düşkündürler.
Sana gelirlerse ister aralarında hükmet, istersen hükmetmekten
geri dur.
Geri durursan onlar sana asla bir zarar veremezler. Şayet
hükmedersen, aralarında adaletle hükmet. Çünkü
Allah âdilleri sever. {KM, Çıkış 23,8; Tesniye 16,19; 27,25}
Haram, yani rüşvet yiyenler, rüşvete göre
hüküm veren Yahudi hakim ve fakîhleridir.
Hayber Yahudilerinden soylu bir kadınla
erkek zina etmişlerdi. Tevrata göre (Tesniye, 22,
22-24) recim olan cezayı uygulamak istemediklerinden dâvayı
Hz. Peygamber (a.s.)’a götürdüler. “Recim derse
kabul etmeyin, başka ceza verirse kabul edin” dediler.
Hz. Peygamber recme hükmedince itiraz ettiler. Zinanın
cezası “yüzüne kara çalıp merkeple dolaştırmaktır”
diye, ısrar ettiler. İbn Suriya hariç, hepsi yeminle
tekid ettiler. Peygamberimiz çok ağır yemin
verdirerek son olarak Tevratın hükmünü sorunca
bilginleri İbn Suriya recmi itiraf etti. İşte, bu âyet
bu olaya işaret etmektedir.
43 –
Kendi kitapları olan ve içinde Allah’ın hükmü
bulunan Tevrat ellerinde iken nasıl olup da seni hakem
tayin ediyorlar?
Sonra ne diye peşinden dönüp senin hükmüne razı
olmuyorlar?
Aslında onlar hiç bir şeye iman eden kimseler değildirler.
O Yahudilerin dinde samimi olmadıkları yüzlerine
çarpılıyor. Çıkarlarına uymayınca, inandıkları
kutsal kitaplarını rafa kaldırıp, keyiflerine uygun
fetva verir umuduyla inanmadıkları bir kişinin fetvası
peşine düşmüşler. Ne iğrenç samimiyetsizlik! Aslında
onlar sadece kendi çıkarlarına tapan insanlar!
44 –
İçinde hidâyet ve nûr olan Tevratı biz indirdik.
Kendilerini Hakka teslim eden nebîler, Yahudilerle
ilgili meselelerde onunla hükmederlerdi.
Alimler ve mürşitler de Allah’ın kitabını koruma
ile görevlendirilmeleri sebebiyle yine onunla hüküm
verirlerdi.
Hepsi de kitabın hak olduğunun şahitleri idiler. O
halde ey hakimler, insanlardan korkmayın, Benden korkun.
Âyetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın.
Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte
onlar tam kâfirdirler.
Din bilginlerinin koruma görevleri vardı,
fakat Kur’ân bu görevi eksiksiz yaptıklarını
bildirmiyor.
Kitabı önemsemeyerek, onu inkâr ederek
onunla hükmetmeyenler kâfirdirler.
45 –
Hem Tevrat’ta onlara şu hükmü de farz kıldık:
Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe
diş karşılıktır. Hülasa bütün yaralamalar
birbirine kısas edilir.
Fakat kim bu kısas hakkından feragat edip bağışlarsa
bu, kendi günahları için keffaret olur.
Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte
onlar tam zalimdirler. [2,178]
{KM, Çıkış 21,23-25; Levililer 24,17-20; Tesniye 19,21}
Kısas, şeriat sahibinin bir hakkı
olarak değil, hayatın dokunulmazlığını temin etmek
için meşrû kılınmıştır. Yani can almak için değil,
cana dokundurmamak için hükmedilmiştir. Onun içindir
ki hak sahibi kişi kısastan vazgeçerse, kısas yapılmaz.
Zira kısas, sırf insanlar için vaz’ edilmiştir. (Tevrat’da
kısas hükmü için: Levililer, 24, 19-21; Çıkış,
21,23-26])
46 –
O peygamberlerin izlerince Meryem oğlu Îsâyı,
kendisinden önceki Tevrat’ı tasdik edici olarak gönderdik.
Ona; kendisinden önceki Tevrat’ın tasdikçisi ve müttakilere
bir hidâyet ve öğüt olmak üzere içinde hidâyet ve
aydınlık bulunan İncîl’i verdik.
[3,50]
İncîl bazı hususlarda Tevrat’taki hükümlerden
ayrılır. Şu halde tasdikten maksat, genel esaslarda
uygunluktur.
47 –
Ve dedik ki: Ehl-i İncîl de, Allah’ın o kitapta
indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği
ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam fâsıktırlar. [7,157;
5,68]
Burada İncîle ilk muhatap olanlara
verilen emir naklediliyor. Kendilerinin uymaları
istenen şeylerden biri de Hz. Muhammed’i müjdeleyen
hususlardır.
48 – Sana
da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de
onları denetleyici olarak bu kitabı, gerçeğin ta
kendisi olarak indirdik.
O halde bütün Ehl-i kitabın aralarında, Allah’ın
sana indirdiği ile hükmet, sana gelen bu hakikati
terkedip de onların keyiflerine uyma.
Her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer
Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat
O, size verdiği farklı şeriatlar dairesinde sizi
imtihan etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler yaptı.
Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.
Zaten hepinizin dönüşü Allah’a olacak, O da hakkında
ihtilaf ettiğiniz şeyleri size tek tek bildirecektir (haklıyı
haksızı iyice belli edecektir). [2,41;
11,118; 17,107-108; 21,25; 16,36; 6,116; 12,103]
Müheymin: Öbür kitaplar üzerinde
denetleyici, kontrolcü, şahit demektir. Kur’ân önceki
kitaplar bakımından tasdikine başvurulacak bir merci
olacaktır.
Kur’ân’dan önce her millete ayrı
hidâyet, ayrı şeriat verilmişti. Kur’ân ile bütün
hidâyet yolları birleşti; her devrin, her milletin
ihtiyacı giderildi.
49 – Ve
şu emri indirdik: Aralarında, Allah’ın sana indirdiği
ahkâm ile hükmet. Sakın onların keyiflerine uyma ve
Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
caydırmalarından sakın.
Şayet yüz çevirirlerse bil ki Allah onları bazı günahlarından
dolayı musîbete uğratmak istiyordur. Zaten insanların
birçoğu Allah’ın emrinden dışarı çıkmaktadırlar.
50 –
Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?
Fakat kesin olarak iman eden insanlar için, Allah’tan
daha güzel, daha doğru bir hâkim bulunabilir mi?
51 –
Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî
edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin velisidirler.
Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır.
Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.
Velî: Yerine göre hâmî, koruyucu, yönetici,
işleri deruhte eden ve dost anlamlarına gelir.
52 –
Kalbinde nifak hastalığı olanların, içlerinden:
“Ne olur ne olmaz, başımıza bir felâket gelebilir,
şimdiki durumumuz değişebilir, onun için biz
tedbirimizi alalım” diyerek, kâfirlerle dost olmak için
onların yanına girip çıktıklarını görürsün.
Umulur ki Allah yakında bir zafer ihsan eder
Veya Kendi tarafından peygamberi vasıtasıyla münafıkların
maskelerini düşürme gibi bir başka durum ortaya çıkar
da,
Onlar içlerinde gizledikleri bu nifaktan dolayı pişman
olurlar.
53 – Onların
içyüzlerini ancak o zaman keşfeden müminler de
birbirlerine:
“Hayret doğrusu! Onlar değil miydi, siz müminlerle
beraber olduklarına dair vargüçleriyle yemin edip
duranlar!” Ama sonunda ne oldu? Gösteriş için yaptıkları
bütün işleri boşa gitti, dünyada da, âhirette de
ziyan edenlerden oldular.
54 –
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse dönsün:
Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki,
Allah onları sever, onlar Allahı severler.
Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere
karşı onurlu ve zorludurlar.
Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir
kimsenin ayıplamasından korkmazlar.
İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine
verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi
hakkıyla bilir). [47,38;
4,133; 14,19-20; 48, 29; 58,21-22]
İslâm tarihinin başlangıcında üçü
Hz. Peygamber (a.s.)’ın vefatından önce olmak üzere
on bir toplu irtidad vak’ası olmuştur. Geriye kalanı
Hz. Ebû Bekir (r.a.) devrinde yer almıştır.
Allah’ın dinine sahip çıkacak
topluluk kavramı da çok geniştir. Çeşitli zaman ve
mekânlarda İslâm tarihi boyunca, bu evsafta
topluluklar Allah’ın lütfu ile eksik olmamıştır.
55 –
Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür
ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla
ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir.
56 – Kim
Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse
bilsin ki, bunların teşkil ettiği Allah tarafı,
mutlaka galip gelecektir.
57 – Ey
iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan
sizden önce, kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer
kâfirleri dost (ve üzerinize yönetici) edinmeyin.
Mümin iseniz, Allah’ın bu buyruklarına karşı
gelmekten sakının. [3,28]
58 –
Siz ezan okuyarak namaza dâvet edince, bunu alay ve eğlence
konusu yaparlar.
Onların böyle yapmalarının sebebi, akıllarını
kullanmayıp bu güzelliği anlamamalarıdır.
Bu âyet, ezanın dayanağıdır. Ayrıca
ezanla alay edip hafife almanın küfür olduğuna
delalet eder.
59 –
De ki: “Ey Ehl-i kitap! Sizin bizden hoşlanmayışınızın
tek sebebi galiba şudur: Biz Allah’a iman ettiğimiz
gibi, hem kendimize indirilen kitaba, hem de daha önce
indirilen ilâhî kitaplara iman etmekteyiz. Sizin ise
ekseriniz yoldan çıkmış fâsıksınız.”
60 – De
ki: “Allah katında bir ceza olarak bundan daha
beterini bildireyim mi?
O kimseler ki Allah onlara lanet etmiş, gazabına uğratmış,
içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve tâgut’a
tapan kimseler yapmıştır. Yerleri en fena olanlar, doğru
yoldan büsbütün sapanlar, işte onlardır.” [2,65;
85,8; 9,74]
İnsanların hayvan haline getirilmesine
mesh denir. Bu da surî ve manevî olarak iki türlü
olabilir. Manevî olunca ahlâkî düşüklük doğuran
bir dönüştürme olur. Surî ve manevî olursa ahlâkî
düşüklüğün yanında hayatî düşüklük de gerçekleşir.
Bu durumda nesilleri devam etmez. Allah dilediğini
yapar.
61 –
Sizin yanınıza geldikleri zaman: “Biz mü’miniz”
derler. Halbuki gerçekte onlar kâfir olarak girmişler,
yine kâfir olarak çıkmışlardır. Onların içlerinde
gizledikleri nifakı Allah pek iyi bilir.
62 – Onlardan
birçoğunun günaha, başkasının hakkına tecavüz
etmeye, haram yemeye yarışırcasına koştuklarını görürsün.
Yaptıkları şey ne kadar kötü!
63 –
Bari, onların mürşitleri ve fakihleri onların günah
olan şeyler söylemelerini ve haram yemelerini önleselerdi
ya! Ama heyhât, ne gezer! Bunların yaptıkları da,
ayrıca bir çirkin!
64 –
Yahudiler: “Allah’ın eli bağlıdır” dediler.
Hay kendi elleri bağlanasılar!
Hay dediklerinden dolayı mel’ûn olası adamlar! Hayır,
hiç de öyle değil! Allah’ın iki eli de açıktır.
Dilediği şekilde infak eder.
Rabbinden sana indirilen âyetler, mutlaka onlardan birçoğunun
azgınlığını ve gâvurluğunu artıracaktır.
Bununla beraber, Biz onların aralarına, kıyamete
kadar sürüp gidecek bir kin ve nefret bıraktık.
Her ne zaman onlar savaş çıkarmak için bir yangın
tutuşturdularsa Allah onu söndürdü. Sırf fesat çıkarmak
için dünyanın her tarafında koşup dururlar. Allah müfsitleri
sevmez. [4,53-54; 2,61;
3,112; 14,34; 41,44; 17,82] {KM,
Mezmurlar; 104,27; 145,15-16}
Hicretten Sonra Medine’deki Yahudiler
iktisâdi sıkıntı ile imtihan edildiklerinde onlardan
bir kısmı tarafından, Allah’ın ihsan ve
merhametini itham eden böyle bir söz söylenmişti.
Hepsi dememiş ise de, diyenlere itiraz etmemek sûretiyle
razı olmuş sayıldıklarından, bu söz hepsine izafe
edilmiştir.
65 –
Eğer Ehl-i kitap iman etse ve fesatçılıktan ve diğer
fenalıklardan sakınsalardı, elbette Biz onların kötülüklerini
örter ve onları naîm cennetlerine yerleştirirdik.
66 –
Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rab’leri tarafından
kendilerine indirilen Kur’ân’ın hükümlerini hakkıyla
yerine getirselerdi, muhakkak ki yukarıdan yağmur gibi
yağan ve yerden biten nimetler içinde kalır, onlardan
yerlerdi.
Onlardan mûtedil bir zümre de vardır, ama onların çoğunun
yaptıkları şeyler pek çirkin işlerdir. [7,96;
30,41; 7,159; 57,27; 35,32-33]
Yukarıdan gelen nimetler ilâhi vahiy,
manevi ve ruhanî gıdalar; yerden bitenler ise maddi
nimetlerdir.
67 –
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ
et!
Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış
olursun.
Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden
koruyacaktır. Allah kâfirleri hidâyet etmez,
emellerine kavuşturmaz. [13,40;
2,272]
Bu âyet, Kur’ân’ın mûcizelerindendir.
Risâlet görevini yerine getirme süreci içinde
Efendimiz (a.s.m.)’ın düşmanları gittikçe artmıştı.
Mekke müşriklerine, hicretten sonra Medine’deki
kalabalık Yahudi kabileleri, Hıristiyanlar ve başka
kabîleler de eklenmişti. Hele münâfıklar
ve onların Yahudilerle işbirliği yaparak kışkırttıkları
Medine dışındaki kabileler de hayli fazla idi. Bunca
düşmanlıkların ve fiilen defalarca suikast girişimlerinin
ona zarar vermemesinin, bu âyette müjdelenen ilahî
koruma ile olduğunda hiç şüpheye yer yoktur.
68 –
De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve
Rabbinizden size indirilen Kur’ân’ı tatbik etmedikçe,
hiçbir temele dayanmış sayılmazsınız, hiçbir
dayanağınız yoktur.”
Rabbinden sana indirilen âyetler, mutlaka onlardan birçoğunun
azgınlık ve inkârcılığını fazlalaştıracaktır.
O halde o kâfirlerden ötürü gam yeme!
Bir kere, Yahudiler ve Hıristiyanlar
kutsal kitaplarını koruma imkânı bulamamışlar,
metinleri tahrife mâruz kalmıştı. Kaldı ki
ellerinde kalan şekliyle dahi tam uygulamıyorlardı.
69 –
İman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar...
Bunlar içinden her kim Allah’a ve âhiret gününe
iman edip makbul ve güzel işler yaparsa, onlara hiçbir
korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. [2,62]
70 – Biz
İsrailoğullarından bu iman esası üzere kesin sözlerini
almış ve onlara resuller göndermiştik.
Ne zaman bir elçi, kendilerine canlarının istemediği
bir şey getirdiyse, onlar bazı resullere “yalancı”
diyor, bazılarını ise öldürüyorlardı. [2,61]
71 – Başlarına
bir bela gelmeyeceğini sandıkları için, kör ve sağır
kesildiler.
Sonra tövbe ettiklerinde Allah da tövbelerini kabul
buyurdu.
Sonra içlerinden birçoğu yine kör ve sağır
kesildiler. Allah yaptıklarını hakkıyla görüyor.
Eğer bunların âhirete, ve oradaki
sorumluluğa imanları olsaydı böyle
zannetmeyeceklerdi. Halbuki böyle sandıkları için kör
ve sağır kesildiler. Hak delilleri görmez, hak sözü
işitmez oldular.
72 –
“Allah Meryemin oğlu Îsâ’dır.” diyenler hiç
şüphesiz kâfir olmuşlardır. Halbuki Îsâ vaktiyle
şöyle demişti:
“Ey İsrail oğulları! Benim de, sizin de Rabbiniz
olan tek Allah’a ibadet ediniz. Kim Allah’a eş
ortak koşarsa, şu kesindir ki, Allah ona cenneti haram
kılmıştır ve onun varacağı yer ateştir. Zalimlere
yardımcı olan da çıkmaz.” [5,17;
9,31; 19,30-36; 4,48; 7,50; 43,59] {KM,
Yuhanna 20, 17; Markos 12,29}
73 – “Allah
üç uknumdan biridir” diyenler de kâfir olurlar.
Halbuki birtek İlahtan başka ilah yoktur.
Eğer bu batıl iddialarından vazgeçmezlerse içlerinden
kâfir kalanlara mutlaka can yakıcı bir azap
dokunacaktır. [4,171]
Arapçada sâlisü
selâse veya rabi’u
erba’a deyiminde üçüncü veya dördüncülük
değil, “onlardan biri” mânası vardır.
74 – Hâla
Allah’a dönüp O’ndan af dilemeyecekler mi? Allah
gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
75 –
Meryem oğlu Îsâ Mesih sadece bir Resuldür. Nitekim
ondan önce de bir çok elçi gelip geçmiştir.
Onun annesi de çok dürüst, son derece iffetli bir hanımdı.
Her ikisi de diğer insanlar gibi yemek yerlerdi.
Dikkat et: Biz onlara delilleri nasıl açıklıyoruz.
Sonra bak nasıl oluyor da akılları çelinip bu
hakikatlerden vazgeçiyorlar! [12,109]
{KM, Luka 7,34; Matta 11,19}
Acıkıp yemek yeme ve vücudun ihtiyacından
fazlasını dışarı çıkarma ihtiyacı, onların da
mahiyet itibariyle insan olduklarını, dolayısıyla
tanrı olmadıklarını ispatlar.
76 –
De ki: Siz Allah’tan başka, size ne zarar, ne de
fayda vermeye gücü yetmeyen âciz mahluklara mı
ibadet ediyorsunuz? Halbuki hakkıyla işiten ve bilen
yalnız Allah’tır. [13,16;
20,89; 25,3] {KM,
Baruh 6. bölüm}
77 –
De ki: “Ey Ehl-i kitap! Dininize ait konularda haksız
yere haddi aşmayın.
Daha önce gelip geçenlerden hem kendisi sapmış, hem
bir çok insanları da saptırmış olan atalarınızın
ve şimdiki durumda da doğru yoldan sapan birtakım
kimselerin heva ve hevesine uymayın. [9,30]
Dini öğrenmeye, incelemeye ve hükümlerini
dikkatli bir şekilde tatbik etmeye yönelmek aşırılık
değil, içtihad, mücahede, ciddiyet ve takvâ.
“Haksız yere” kaydı: “Dinde
hedefiniz daima hak olsun, kör bir taklit, kuru bir
tutuculuk ile ifrat veya tefrite sapıp hakkın sınırını
geçmeyiniz. Ey Hıristiyanlar! siz Mesihi tanrılaştırmayınız.
Ey Yahudiler! Siz onun nebiliğini inkâr etmeyiniz. Bu
batıl inançlarınızı devam ettirmeniz hakikatin sınırını
aşmak, dolayısıyla Allah’ın hakkına tecavüz
etmektir.” Bu âyet, Hıristiyanlığın şirk inançlarının
etkisi altında kaldığına da işaret etmektedir. (Bkz.
9,30).
78 –
İsrailoğullarından küfre sapanlar hem Davud’un,
hem de Meryem oğlu Îsâ’nın lisanı ile lânetlendiler.
Bunun sebebi onların isyan etmeleri ve taşkınlık
edip haddi aşmaları idi. {KM,
Mezmurlar 109; Matta 23. bölüm}
Hz. Mûsâ (a.s.)’dan sonra, İsrail
tarihinde pek önemli iki şahsiyet olan Davud ile İsa
(a.s.) Yahudileri yola getirmeye çalışmışlar, fakat
sözlerini dinlemeyen Yahudiler, Babil ve Roma
imparatorluklarının işgallerine maruz kalmışlardır.
Her iki Zat da Hz. Muhammed (a.s.)’ı müjdelemişlerdir.
79 – Onlar
kötülük yaptıkları zaman, birbirlerini kötülükten
vazgeçirmeye çalışmazlardı.
Ne çirkin davranıştı bu tutumları!
80 – Onlardan
çoğunun kâfirleri velî edindiklerini görürsün. Bu
iş -ki onu bizzat kendileri yapmış ve üzerlerine
Allah’ın hışmını çekmiştir- ne kötü bir
davranıştır! Onlar cehennem azabında devamlı
kalacaklardır.
81 –
Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen vahye
imanları olsaydı, kâfirleri velî edinmezlerdi. Fakat
onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.
82 –
Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından
onların en şiddetlilerinin Yahudiler ile müşrikler
olduğunu görürsün.
Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık
duyanların ise “Biz Nasârayız (Hıristiyanız)”
diyenler olduğunu görürsün.
Bunun sebebi, onlar arasında bilgin keşişlerin ve dünyayı
terketmiş rahiplerin bulunması ve onların
kibirlenmemeleridir. [3,199;
9,31; 24,37; 28,52-55; 57,27]
83-84 –
Peygambere indirilen Kur’ân’ı dinledikleri vakit,
onda âşinaları olan hakikate kavuşmaları sebebiyle
gözlerinin yaşla dolup taştığını görür ve şöyle
dediklerini işitirsin:
“İman ettik ya Rabbena! Bizi de hakka şahitlik
edenlerle beraber yaz! Bütün isteğimiz ve umudumuz,
Rabbimizin bizi salihler arasına dahil etmesi iken, ne
diye Allah’a ve bize gelen bu hakikate iman etmeyelim
ki?”
Böyle Hıristiyanların başında Hz.
Peygamber (a.s.m.)’ın çağdaşı olan Habeş Necaşisi
olup hicret eden müslümanları ülkesinde barındırmış,
kendisine nota veren Kureyş’in baskılarına kulak
asmamış ve Hz. Peygamber (a.s.)’a iman etmişti.
85 –
Böyle demelerine mukabil, Allah onları, içinden ırmaklar
akan ve ebedi kalacakları cennetlerle ödüllendirdi.
İşte iyi hareket edenlerin mükâfatı böyle olur!
86 –
Küfre sapıp âyetlerimizi yalan sayanlara gelince,
onlar da alevli cehennemi boylayacaklardır.
87 –
Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı o güzel
ve temiz nimetleri kendinize haram kılmayın, haddi aşmayın.
Çünkü Allah haddini aşanları asla sevmez.
[7,31-32; 25,67]
88 –
Allah’ın size rızık olmak üzere yarattığı şeylerden
helal ve temiz olarak yeyin.
Kendisine iman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten
sakının.
89 –
Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden
dolayı sorumlu tutmaz,
ama bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu
tutar.
Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza
yedirdiğiniz orta halli yemek çeşidinden on fakir
doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine
kavuşturmaktır.
Bunlara gücü yetmeyen kimse, üç gün oruç tutsun.
İşte yemin ettiğinizde, yemin bozmanın keffareti
budur.
Yeminlerinize sahip çıkın.
Allah işte size âyetlerini böyle açıklıyor, ta ki
şükredesiniz.
90 –
Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen
sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka
bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felah bulasınız.
[2,219] {KM,
Levililer 10,9; Hakimler 13,4.14}
Sarhoş edici içkileri Allah Teâla birkaç
safhada, tedricî olarak yasakladı. Önce Mekkî bir âyette
güzel bir rızık olmadığına işaret etti (16,67).
Sonra kötülük ve günah tarafının, faydasına galip
olduğunu (2,215) bildirdi. Derken sarhoş iken namaz kılmayı
yasakladı (4,43). Nihayet bu âyetle kesin hüküm
halinde haram kıldı.
91 – Şarap
ve kumarla şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin
aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı
zikretmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu habis
şeylerden vazgeçtiniz değil mi?
92 –
Allah’a itaat edin, Resûlullaha itaat edin ve onlara
karşı gelmekten sakının. Eğer ona sırtınızı dönerseniz
bilin ki peygamberimizin görevi sadece tebliğden
ibarettir.
93 –
İman edip iyi ve yararlı işler yapanlara, bundan böyle
Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve imanlarında
sebat ile iyi ve yararlı işlerine devam ettikleri,
sonra takvâları ve imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği,
daha sonra da bu takvâ ile beraber, başkalarına
iyilik eden ve her yaptığını güzel yapan ihsan
mertebesine erdikleri takdirde,
daha önce yeyip içtiklerinden dolayı kendilerine bir
vebal yoktur. Allah da böyle güzel davrananları
sever. [7,31]
Âyette takvâ ve iman şartının üç
kere tekrarlanması, çeşitli tefsirlere vesile olmuştur.
Mesela: ilk cümlede: “Şirkten sakınıp Allah’a
iman ettikleri takdirde”, ikinci cümlede “Haramlıktan
sonra şarap ve kumardan sakındıkları ve onların
haramlığına iman ettikleri takdirde”, üçüncüsünde
“Diğer bütün haramlardan sakınıp haramlığına
iman ettikleri takdirde” şekillerinde yorumlanmıştır
(Nesefî). Veya birincisi şirkten, ikincisi haramlardan,
üçüncüsü şüpheli şeylerden korunma diye
yorumlanmıştır (Nesefî). Yahut üç mertebe yani başlangıç,
orta ve son duruma itibar edilmiş olabilir. Yahut
ittika edilen (sakınılan) şeylere itibar edilebilir:
Şöyleki: Cehennemden korunmak için haramlardan;
haramdan korunmak için şüpheli şeylerden; nefsi düşüklükten
korumak için bazı mübahlardan korunmak gerektiğine işarettir.
Vallahu a’lem (Ebu’s-Suûd).
94 –
Ey iman edenler! Allah, kendisini görmeksizin, gıyabında
Kendisini tazim edip haramlardan sakınanları meydana
çıkarmak için sizi av nevinden bir şeyle deneyecek.
Bir av bolluğu ki elleriniz de yetişebilecek, mızraklarınız
da... Kim bundan sonra konulan hududu aşarsa işte ona
gayet acı bir azap vardır. [67,12]
95 –
Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden
kim onu bilerek öldürürse kendisine bir ceza vardır.
O ceza da, öldürdüğüne benzer bir davar olup, öldürülenin
emsali olduğuna içinizden iki âdil kişinin karar
vermesi gerekir.
Ceza, Kâbe’ye ulaşıp orada kesilecek bir kurbanlıktır.
Yahut fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmak
şeklinde bir keffarettir, ta ki işlediğinin vebalini
tatsın.
Allah daha önce işlenen bu tür fiilleri affetti.
Fakat kim dönüp tekrar böyle yaparsa Allah ondan,
onun intikamını alır; zira Allah azîzdir (mutlak
galiptir) ve intikamı vardır. [2,196;
3,4]
Hac esnasında avlanma yasağının önemli
hikmetlerinden biri, Harem-i Şerif’in, yani oranın
ziyaretçileri hacıların güvenliğini sağlamaktır.
Avlananların olması, izdiham ve kazalara yol açabilir.
Allah’ın intikamı: Adaletinin gereği olarak, müstahak
olanı cezalandırmasıdır.
96 –
Ey ihramlılar! Deniz avı ve deniz yiyeceği size helal
kılındı ki size ve yolculara bir rızık vesilesi
olsun. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe
size haram kılındı. Öyleyse huzurunda varıp
toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
97 –
Allah Kâbe’yi, o hürmete layık mâbedi, insanların
din ve dünya hayatları için bir nizam vesilesi kılmıştır;
o hürmetli ay’ı da, Kâbeye gönderilen gerdanlıksız
veya gerdanlıklı kurbanlıkları da...
Bütün bunlar, Allah’ın göklerde olanı da, yerde
olanı da bildiğini ve gerçekten Allah’ın her şeyi
bildiğini sizin de bilip anlamanız içindir.
Hac uluslararası düzeyde, dünya çapında
yılda bir tekrarlanan bir vakıa olduğu gibi, umre de
daha küçük çapta devam eden bir vakıadır. Hac
ziyaretinin kültürel, sosyal, ekonomik, turistik fayda
ve neticeleri gözle görülmektedir. Fakat daha fazla
faydası, ziyaretçilerin manevî hayatlarına yön
verip, onları manen beslemesidir. Allah’ın yeryüzünde
inşasını emrettiği ilk Mabedi ziyaret etmekle,
insanlığın babası Hz. Âdem (a.s.)’dan günümüze
kadar gelen bütün insanlarla buluşması, başka kapılarda
sürünüp perişan olanların, sıcak aile yuvalarına
dönüşü, geçici dünya imtiyazlarının (ırk,
asalet, servet, makam, güzellik, gençlik gibi
imtiyazların) gerçekten geçici olduğunun ispatlanması,
mahşer manzarasından bir enstantanenin dünyada yaşanarak
insanların ona göre kendilerine çekidüzen vermeleri
gibi nice muazzam gerçekleri yaşar ki bunları düşününce
“Kâbe’nin nasıl bir yön ve nizam unsuru” ve yön
belirleyen bir pusula olduğunu anlar.
Hürmetli ay (Şehr-i haram) Hac
ibadetinin yer aldığı Zilhicce veya hac mevsiminin
yer aldığı receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır.
98 –
Bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir; ama aynı
zamanda O, gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti
boldur).
99 –
Peygambere düşen sorumluluk, sadece tebliğ etmektir.
Allah sizin açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi
bilir.
Bu, “Peygamberin yapacağı başka iş
yoktur,” mânasına gelmez. Vahyin tebliği bakımından,
sorumluluk yönünden Hz. Peygamberin durumunu
bildirmekte, insanlara zorla kabul ettirmenin söz
konusu olmadığını belirtmektedir. Yani “Peygamber
size, tebliğ görevini fazlasıyla yerine getirdi.
Sizin ona itaat etmemede artık hiçbir mezaretiniz
olamaz” demektir.
100 –
Murdarın çokluğu tuhafına gitse de gitmese de, hatta
murdarın çoğu hoşuna gitse de gitmese de, murdar ile
temiz bir olmaz.
Öyleyse ey akl-ı selîm sahipleri! Siz az çok demeyip
daima temize, helale yönelin. Haram yemekten, Allah’a
karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız.
101 –
Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza
gitmeyecek şeyleri sormayın.
Eğer Kur’ân’ın indirilmesi esnasında onları
sorarsanız, size açıklanır.
Halbuki Allah onları bağışlamış, sizi onlardan
muaf tutmuştur.
Çünkü Allah gafurdur, halimdir (affı ve müsamahası
geniştir).
Hz. Peygamber (a.s.m) haccın farz kılındığını
tebliğ ettiği sırada ashabından biri: “Her sene
mi?” diye sorup tekrarlamıştı. İşi zorlaştıracak
soruların yersizliği bildirilerek müminler eğitiliyor.
102 –
Sizden önce bir topluluk o kabîl şeyleri sormuş,
sonra da onlar sebebiyle kâfir olmuşlardı. [6,109-111]
103 – Allah
ne bahîre, ne
sâibe, ne vasîle, ne de hâm
diye bir şey bildirmemiştir.
Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal
ederek Ona iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları
ermez.
Cahiliye arapları putlarına adadıkları
hayvanları gruplara ayırmışlardı. Beş kere doğrup
beşinci de dişi doğuran deveye bahîra
der, kulağını yarıp sütünü sağmaz, putlara bırakırlardı.
Bazı hayvanları putlar uğrunda serbest bırakır, sütü
yalnız misafirlere ayrılırdı ki bu deveye sâibe derlerdi. Biri erkek diğeri dişi olarak ikiz doğuran koyun
veya deveye vasîle
der, erkeği putlara kurban ederlerdi. On nesli dölleyen
erkek deveye hâm deyip onu da putlar için serbest bırakırlardı.
104 –
Kendilerine: “Allah’ın indirdiğine ve Resûle (onların
hakemliğine) gelin denildiğinde “Atalarımızı ne
halde bulmuşsak o bize yeter” derler. “Ataları hiçbir
şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da
mı onlara tabi olacaklar?”
Müşriklerin hürafelerinden biri de,
deve ve koyun gibi hayvanları, âyette sayılan adlar
altında putlara adama, insanların yararlanmasını önleme
ve putlara kurban etme idi.
105 – Ey
iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye
bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar
size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın
huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı
size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.
Bu âyet, emr-i mâruf nehy-i münker
isteyen âyetlerin hükmünü değiştirmiyor. Ashab
zamanında bile böyle anlayanlar olunca Hz. Ebû Bekir
(r.a.) minberden şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar!
Siz bu âyeti okuyor fakat, bundan maksadı, gereğince
anlamıyorsunuz. Ben Resûlullah (a.s.m) dan şunu işittim:
“İnsanlar bir zalimi görürler de zulmünü
engellemezlerse, Allah Teâla hepsine azab eder.” Bu
âyeti sırf ferdî bir mânada almamalı, enfusekum’dan
ferdi, nefsi ve tümüyle toplumun kendisini içine alan
bir mâna anlamalıdır. Yani fert, fert olarak, müslüman
toplum da toplum olarak, iyilik ve dürüstlüğünü
korumalıdır. Bununla beraber âyet bize asıl şunu gösteriyor
ki: kurtuluş ve toplumun hidâyeti de fertlerden başlar.
Fertler düzelirse toplum da düzelir. Fertlerde sıhhat
ve istikamet olmazsa, sayılarının artması kuvveti
artmaz. Bilakis sorunları çoğaltır. Çünkü
toplumda vahid-i sahîh olmazsa, toplama ve çarpma,
kesirlerin çarpımında olduğu gibi, daha küçük bir
neticeye götürür. Tam sayı olarak 3X3=9 ederken,
1/3X1/3=1/9 olur. Onun için önce tam sayı durumunda,
kâmil fertler yetiştirmelidir. Toplumu ıslah etmek
isteyenler, emr-i mârufu kendilerinden başlatmalıdırlar.
Keza sağlıksız bir toplum da, başka toplumları düzeltemez.
Müminler, fert ve toplum olarak görevlerini yaparlarsa,
başkalarının sapmalarından sorumlu olmazlar.
106 –
Ey iman edenler! Sizde ölüm alâmetleri belirdiğinde,
vasiyyet edeceğiniz sırada, içinizden iki dürüst kişiyi
şahit tutun. Yahut yolculuk esnasında başınıza ölüm
musibeti gelmişse, sizden olmayan başka iki kişi şahit
olsun.
Eğer şüphe ederseniz, o iki şahidi namazdan sonra
tutar ve: “Yeminimizi, akrabalarımızın menfaati de
sözkonusu olsa, dünyanın hiç bir şeyine değişmeyeceğiz.
Allah’ın üzerimizde bir emanet, bir borç olarak
bulunan şahitliğini gizlemeyeceğiz. Yoksa biz
kesinlikle günahkâr oluruz” diye Allah’a yemin
ettirirsiniz.
107 –
Şayet sonradan bu şahitlerin yalan söyleyerek günah
işledikleri anlaşılırsa, şahitlerin haklarına
tecavüz etmek istedikleri ve ölüye daha yakın olan
mirasçılardan iki kişi, öbürlerinin yerine geçerler
ve “vallahi bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden
daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik.
Aksi takdirde biz elbette zalimlerden oluruz” diye
yemin ederler.
108 –
Bu usul, şahitliği tam gerektiği şekilde yapmaları,
yahut yeminlerinden sonra başka şahitlerin şahitliklerine
başvurma sonucunda, yalan söylediklerinin ortaya çıkması
sebebiyle, yeminlerinin reddedileceğinden korkmalarını
sağlama bakımından en uygun çaredir. Allah’a karşı
gelmekten sakının ve Allah’ın hükmünü dinleyip
itaat edin. Allah, din yolundan çıkan fasıklar gürûhunu
hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.
Vasiyetin yerine getirilmesi için alınacak
tedbirler bu âyetlerle özetlenmiştir. Âyetin son cümlesinden
maksat şudur: Siz ittika etmez ve söz dinlemezseniz
fasık olursunuz. Allah da fasıklara hidâyet etmez,
yani cennet yolunu bulmaya veya “faydaları olan
cihete muvaffak etmez, emellerine kavuşturmaz.”
109 –
Gün gelecek, Allah peygamberleri bir araya toplayıp:
“Sizin tebliğleriniz ümmetleriniz tarafından nasıl
karşılandı, nasıl bir cevap aldınız?” buyuracak.
Onlar da: “Senin, herşeyi hakkiyle bilen ilminin yanında
bizim bilgimiz yok.
Zira gayblara vakıf olan, yalnız Sen’sin”
diyecekler. [7,6; 15,92-93]
110 –
Allah o gün buyuracak ki: “İsa! Hem senin, hem
annenin üzerindeki nimetimi iyi düşün!
Düşün ki: Ben Seni Ruhu’l-kudüsle desteklemiştim.
Sen beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşmuştun.
Ben sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncili öğretmiştim.
Sen, Ben’im iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey
yapıyor, ona üflüyordun; o da Ben’im iznimle kuş
oluveriyordu.
Düşün ki: Sen Ben’im iznimle anadan doğma âmanın
gözünü açıyor, abraşı da iyileştiriyordun.
Düşün ki: Sen Ben’im iznimle ölüleri kabirden
diri olarak çıkarıyordun.
Hani Ben İsrailoğullarının şerlerini (öldürme kasıtlarını)
senden defetmiştim.
Kendilerine apaçık deliller, mûcizeler getirdiğin
zaman da onların kâfirleri: “Bu besbelli bir büyüden
başka bir şey değil” demişlerdi. [2,87;
3,46.49; 9,30] {KM,
Matta 12,24; Markos 3,22; Luka 11,15}
111 –
Ve hani Havarilere: “Bana ve Resûlüme iman edin”
diye ilham etmiştim.
Onlar da: “İman ettik. Hakka teslim olduğumuza şahid
ol!” demişlerdi. [3,52;
28,7; 16,68] {KM,
Yuhanna 14,1}
112 –
Bir vakit de Havariler: “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin
bize gökten bir sofra indirebilir mi? dediler.
O da: “Eğer mümin iseniz Allah’tan korkun da edebi
aşmayın” diye cevap verdi. {KM,
Resullerin işleri 10,9}
Bu isteği iman etmeden önce yapmış
olmaları mümkündür. Allah Teâlanın kudretine, Hz.
İsa (a.s.) ın nübüvvetinin hakkaniyetine inanarak
bunu söylemeleri mümkündür. Bu durumda “gücü
yeter mi?” diye Hak Teâlanın kudreti değil de,
“indirir mi?” anlamında olarak O’nun fiili süal
konusu yapılmaktadır (Ebu’s-suud).
113 –
“Biz” dediler, “istiyoruz ki ondan yiyelim, gönlümüz
rahatlasın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve
ona şahitlik edenlerden olalım.”
114 –
Meryem’in oğlu İsa: “Ey büyük Rabbimiz! Ey yüce
Allah! Bize gökten bir sofra indir ki bizim hem
evvelimiz hem âhirimiz (yani ümmetimizin tamamı) için
o gün bir bayram olsun ve Sen’den bir mûcize olsun,
bizi rızıklandır, zira rızık verenlerin en hayırlısı
Sen’sin” dedi. {KM, Çıkış
16,4; Tesniye 8,3; Matta 26,26-28; Markos 14,22-24}
115 –
Allah buyurdu ki: “Ben onu yukarıdan size indiririm,
fakat bundan sonra her kim nankörlük edip kâfir
olursa, onu dünyada hiç kimseye yapmayacağım
derecede cezalandırırım.”
116-118 –
Hem Allah Teâla: “Ey Meryem oğlu İsa!” Sen mi
insanlara “Beni ve annemi Allah’tan gayrı iki tanrı
edinin” diye sorguladığı vakit o şöyle diyecek:
“Hâşa! Sen şerikden ve her noksandan münezzehsin
Ya Rabbî! Hakkım olmayan bir şeyi söylemem doğru
olmaz, bana yakışmaz.
Hem söylediysem malûmundur elbet. Benim varlığımda
olan her şeyi Sen bilirsin, ama ben Sen’in Zatında
olanı bilemem. Bütün gaybleri hakkıyla bilen ancak
Sen’sin.”
“Sen ne emrettinse ben onlara, bundan başka bir şey
söylemedim. Dediğim hep şu idi: “Rabbim ve Rabbiniz
olan Allah’a kulluk edin.”
“Ya Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe onları
kolladım. Fakat vakta ki Sen beni aralarından tutup
aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın.
Sen gerçekten her zaman, her şeye hakkıyla şahitsin.
Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar
Sen’in kullarındır. Onları affedersen, aziz-u hakîm
(üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak
Sen’sin.” [4,172]
Birçok batılı yazarın iddialarının
hilafına, Kur’ân-ı Kerim, Meryem’i teslisin bir
unsuru saymaz. Yalnız bu âyette onun tanrılaştırıldığını
bildirir. Arabistanda ve Suriyede İslam’ın
zuhurundan önce Meryem’i tanrılaştıran Collyridiens
gibi toplulukların bulunduğunu bir çok müsteşrikin
çalışmaları da göstermiştir. Fakat oraya gitmeye
gerek yoktur. Katolik mezhebi Meryem hakkında “Tanrının
Annesi” (Theotokos) der, onun da ruh ve bedeni ile göğe
yükseldiğini, dünyada hazır ve icraatta bulunduğunu,
duaların ona yöneltilmesinin yerinde olduğunu kabul
eder. Tevhid konusunda çok titiz olan Kur’ân nazarında
bunların tanrılaştırma sayılması pek normaldir.
{KM, Matta 4,10; Luka 4,8} İncilin hiçbir
yerinde Hz. İsa (a.s.)’ın “Ben Tanrı’yım” şeklinde
bir sözü yoktur. Aksine o Allah’ın kulu olmasıyla
övünür (Matta 12,18).
119 –
Bunlardan sonra Allah buyurur ki: “Bu gün o gündür
ki, doğruların doğruluğu kendilerine fayda verir.
Onlara içinden ırmaklar akan cennetler var.
Orada daimî kalırlar. Allah onlardan razı olmuş,
onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük
başarı ve mutluluk budur!”
120 –
Göklerin, yerin ve oradaki her şeyin hakimiyeti Allah’ındır!
ve O her şeye hakkıyla kadirdir.
|