KUR'AN-I KERİM İNDEKS
57 – HADîD SÛRESİ
Medine’de
inmiştir. 29 âyettir. 25. âyette geçen ve
“demir” anlamına gelen kelime, sûrenin adı
olmuştur. Sûre Allah’ın büyüklüğünü,
hak ve hakikat uğrunda fedakârlığın
lüzumunu, dünyanın geçici zevklerinin insanı
aldatmaması gerektiğini, İslâm’a karşı
kılıç çekenlerin yenileceklerini, Allah’ın
müslümanlara vaad buyurduğu lütufları ve
nihayet, önceki peygamberlere inanmanın, onların
dâvetini son ve mükemmel tarzda yenileyen Hz.
Muhammed’e iman etmeyi de gerektirdiğini bildirir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1
– Göklerde ne var,
yerde ne varsa Allah’ı tenzih ve tesbih eder. O
azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve
hikmet sahibidir). [17,44]
2
– Göklerin ve yerin
hâkimiyeti O’nundur. Hayatı veren ve hayatı
alıp öldüren O’dur. O her şeye kadirdir.
3
– Evvel O’dur, Âhir
O. Zahir O’dur, Batın O! O her şeyi hakkıyla
bilir.
4
– O’dur ki gökleri
ve yeri altı günde yaratıp sonra Arşına
kuruldu.
Yere gireni,
yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni
bilir.
Hasılı
siz nerede olursanız olun O, ilmi ve kudreti ile
sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı
görür. [6,59; 11,5; 13,10]
5
– Göklerin ve yerin
hâkimiyeti O’nundur.
Bütün işler
O’na götürülür, bütün kararlar O’nun kapısından
çıkar.
6
– Geceyi gündüze
katar, böylece gündüz uzar. Gündüzü geceye katar,
böylece gece uzar. Kalplerin künhünü O bilir.
7
– Allah’a ve
Resulüne iman edin ve O’nun (sizi emanetçi yaptığı)
yönetimini size bıraktığı mallardan
harcayın.
İçinizden
iman edip harcayanlara büyük ecir vardır.
8
– Size ne oluyor ki,
Resulullah da sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı
halde, Allah’a inanmıyorsunuz.
Oysa Allah
sizden bu hususta kesin söz almıştı, eğer
imana gelecekseniz bu yeter.
[5,7]
9
– Sizi karanlıklardan
aydınlığa çıkarmak için, o has
kuluna açık açık âyetler indiren O’dur.
Muhakkak ki Allah size karşı raûfdur, rahîmdir
(son derece şefkatlidir, merhamet ve ihsanı
boldur).
10
– Göklerin ve yerin
yegâne vârisi Allah olup, bütün mallarınız
zaten O’na ait olduğu halde niçin Allah yolunda
harcamıyorsunuz?
Sizden,
fetihden önce infak eden ve savaşan kimse ile
bunları yapmayan elbette bir olmaz.
İşte
onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece
bakımından daha yüksektirler.
Bununla
beraber Allah, her birine de cennet vaad eder. Allah
yaptığınız her şeyden haberdardır.
[34,39; 16,96; 4,95]
Mekke’nin
fethinden önce, müminler her taraftan düşmanlarla
çevrilmişti. İslâm’a girmek, onu müdafaa
etmek büyük fedakârlık isterdi. Fetihden sonra
cihad, eskisine göre oldukça kolaylaşmıştı.
11
– Kim Allah’a güzel
bir ödünç verirse malını Allah yolunda
harcarsa Allah bunu kat kat artırır. Ona değerli
bir mükâfat da vardır.
12
– Gün gelir, mümin
erkekleri ve mümin kadınları, önlerinde ve
sağ taraflarındaki nurlarıyla, koşarcasına
cennete doğru ilerlediklerini görürsün.
Kendilerine:
“Bugün size müjdeler olsun! Buyurun, içinden ırmaklar
akan cennetlere, ebedî kalmak üzere girin.” denilir.
İşte en büyük başarı ve mutluluk
budur.
Hz.
Peygamber (a.s.) kıyamet günü, kendi ümmetinin
mensuplarını abdest izinden ötürü alınları,
elleri ve ayaklarındaki nurla tanıyıp ayırd
edeceğini bildirmiştir.
İbn
Ebî Hatim, Ebû Ümame’den şöyle bir hadis
nakletmiştir: “Kıyamet günü bir karanlık
salınır, öyle ki ne mümin ne de kâfir
avucunu dahi göremez. Ta ki Allah Teâla müminlere
amelleri kadar nur gönderinceye kadar.” Taberî ve
Beyhakî İbn Abbas’ın şöyle dediğini
naklederler: “İnsanlar karanlıklar içinde
iken, Allah Teâla bir nur gönderir. Müminler o nuru görünce
o tarafa doğru yönelirler. İşte bu nur,
onların cennete girmeleri için Allah tarafından
gönderilen bir kılavuz olur.”
13
– O gün münafık
erkek ve kadınlar, müminlere: “N’olur, derler,
yüzümüze bir bakın da nûrunuzdan biz de
yararlanalım.”
Bunun üzerine
onlara şöyle denilir: “Arkanıza dönün de
bir nur arayın!”
Derken,
aralarına bir duvar çekilir. Bu duvarın bir
kapısı olup bu kapının iç tarafında
rahmet, dış tarafında ise azap vardır.
[42,17] {KM, Matta 25,1-13}
14
– Münafıklar
şöyle seslenirler: “Biz de sizinle beraber değil
miydik?” Müminler cevap verirler: “Evet,
beraberdiniz, fakat siz kendi canınızı
yaktınız, müminlere hep felaket gelmesini gözleyip
durdunuz, şüphelere düştünüz, sizi birtakım
kuruntular oyaladı.
Bir de baktınız
ki emr-i Hak gelmiş. Böylece o dessas, çok aldatıcı
şeytan sizi Allah’ın affı ve keremi ile
aldattı.”
15
– “Bugün artık
ne sizden, ne de kâfirlerden kurtuluş fidyesi
kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir.
Sizin lâyığınız odur. Varılacak
ne kötü yerdir orası!”
16
– İman
edenlerin kalplerinin Allah’ı ve Cenab-ı Hak
tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp
saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın
onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar.
Zira kitabı tanımalarının üzerinden
kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet
ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalpleri
katılaşmıştı. Hatta onların
çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.
[5,13]
Âyette
bir azarlama vardır, fakat bu azarlama, âyetin inişine
sebep olan sahabîler için dinî neş’ede bir
tahkir azarlaması değil, imanda kemal izlerini
göstermek sûretiyle, İslâm’ın faaliyete
geçmesi için aşk ve heyecan yükselişini
uyandırmak, istikbalde neş’enin sönmemesi için
şart olan ruhî bir kanuna işaret etmekle,
heyecan ifade eden bir teşvik azarlamasıdır.
Burada siyakta bir tahkir olmayıp “Henüz vakti
gelmedi mi?” diye hitap edilerek bir olgunlaşmanın
meydana gelmesine sevk ve teşvik etme bulunmaktadır.
17
– İyi düşünün
ki Allah, bütün yeryüzünü bile ölümünden sonra
diriltiyor; (gevşeyen ve uyuklayan gönülleri de böylece
diriltebilir). Zaten aklını çalıştıran,
zihnini işleten kimseler için bu canlanmayı
gerçekleştirecek âyetlerimizi iyice açıklamış
bulunuyoruz.
Bir
önceki âyette işaret edilen gevşemenin nasıl
izale edileceğini gösteriyor. Kur’ân âyetleri,
iyice dinleyenleri harekete geçirmeye, âdeta yeniden
doğuş gerçekleştirmeye kefildir. Böyle
yapılırsa Kur’ân’ın feyziyle, âleme
yeni yeni hayatlar yayılabilir. Bunun başlıca
yollarından biri Allah yolunda harcama olduğundan,
müteakip âyet, bu işi yapanları teşvik
edip sena ediyor ve mükâfatlarını müjdeliyor.
18
– Dini
tasdiklerinin ifadesi olarak, hayır işlerinde
mal harcayan erkekler, mal harcayan hanımlar ve
Allah’a güzel bir ödünç verenlerin ödülleri kat
kat artırılacak, ayrıca onlara değerli
bir mükâfat da verilecektir.
19
– Allah’a ve
resullerine iman edenler, evet işte onlardır
Rabbinin nezdinde sıddikler ve Hakka şahitlik
edenler!
Kendilerine
mükemmel ecirler ve nurlar vardır.
Ama kâfir
olup âyetlerimizi yalan sayanlar.
İşte
onlar da cehennemliktirler. [4,69]
20
– İyi bilin ki
(âhirete yer vermeyen) dünya hayatı, bir oyundur,
bir oyalanmadır, bir süstür.
Kendi aranızda
karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma
yarışıdır.
Tıpkı
o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin
hoşuna gider.
Ama sonra
kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün.
Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya
hayatı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için
şiddetli bir ceza,
Müminler için
ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza!
Evet, dünya
hayatı bir aldanma metâından başka bir
şey değildir. [3,14;
30,54]
21
– Rabbiniz tarafından
verilecek bir mağfirete ve cennete girmek için yarışın.
Öyle bir
cennet ki eni göklerle yerin eni gibi olup Allah’a ve
resullerine iman edenler için hazırlanmıştır.
İşte
bu, Allah’ın dilediği kimselere olan bir
ihsanıdır. Allah büyük lütuf sahibidir.
22
– Gerek (kıtlık,
kuraklık, zelzele gibi) yerde, gerek (hastalık,
mala gelen musîbet gibi) kendinizde vuku bulan hiçbir
musîbet yoktur ki Bizim onu yaratmamızdan önce
bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allah’a
göre elbette pek kolaydır.
Bu
sûrenin indirildiği dönemde müminler kâfirlerin
tehditleri altında yaşıyorlardı.
Onlar Medine şehrine sıkışmış
olup, bütün Arap yarımadası aleyhte idi. Kâfirler
müslümanların azlığını, akılları
sıra onların yanlış yolda olduklarına
delil sayıyorlardı. Medine münafıkları
ise bu durumu fırsat bilerek müminlerin
morallerini bozuyor, kalplerinde şüphe uyandırmaya
çalışıyor, böylece kendi şüphelerinin
yerinde olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı.
Müminlerin birçoğu ise, bu ağır şartlara
tahammül ediyordu. Fakat bu musîbetlere devamlı sûrette
sabretmek kendilerine ağır geliyordu.
İşte Allah Teâla bu hallerine vâkıf
olduğunu, fakat hikmeti icabı müminleri irşad
etmek, eğitmek ve büyük görevi yüklenmeye hazırlamak
istiyordu. Allah Teâla, müminlerin dikkatlerini bu
ilahî kanuna çekerek onları teselli ediyor.
23
– Bu da, elinizden
çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz,
Allah’ın
size nasib ettiği nimetlerle de şımarmamanız
içindir.
Allah övünüp
duran, kibirli, kendini beğenmiş kimseleri
sevmez.
24
– Böyleleri hayır
işlerinde hem kendileri cimri davranır, hem de
başkalarına cimriliği öğütlerler.
Ama bunlar
bilsinler ki kim malını Allah yolunda
harcamaktan yüz çevirirse Allah ganîdir,
hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı
olmayan müstağnîdir, her türlü hamd ve övgüye
lâyıktır).
25
– Şu kesindir
ki Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik
ve insanların
adaleti gerçekleştirmeleri için,
resullerle
beraber kitap ve adalet terazisi indirdik.
Mahiyetinde
büyük bir kuvvet ve insanlara bir çok fayda bulunan
demiri de, kullanmaları ve Allah’ı görmedikleri
halde O’nun dinini ve peygamberlerini, kimlerin bu
kuvvet ile destekleyeceğini bilip ortaya çıkarmak
için, büyük bir nimet olarak indirdik.
Unutmayın
ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir (kimsenin
desteğine ihtiyacı yoktur). [11,
17; 30,30; 55,7; 6,115; 7,43]
Medeniyetin
ve sanayinin en temel madeni demirdir. Barış
ve savaş durumunda kuvvetin esası ve sembolüdür.
Hem buna, hem de hakikati yayıp onu savunmanın
maddî kuvveti gerektirdiğine dikkat çekilmektedir.
Allah Teâla beyyinatı (hak dinin delillerini),
kitap ve mizanı (hakla batıl arasındaki
ölçüyü, adalet terazisini) göndererek insanları
mutlu kılmak istemiştir. Allah’ın hak
dini üstün kılmak için, elbette insanların
kudretlerine ihtiyacı yoktur. Fakat müminler, dünya
ve âhiret mutluluğunun vesilesi olan İslâm’ı
anlatmak için çalışıp emek sarf
etmezlerse, mükâfatı nasıl hak edeceklerdir?
Onları münafıklardan ayırdetmek nasıl
mümkün olacaktır? Oysa biraz rahatlayan, veya fırsat
kollayıp tehlike zamanları ortada görünmez
olan veya malını Allah rızasında
harcamaktan geri duran münafıkların
elenmeleri neticesinde, sahâbe orduları samimi ve
birbirleriyle kenetlenmiş bir kuvvet teşkil
ederek, İslâm’ı Hindistan’dan İspanya’ya
kadar yaymışlardı.
26
– Biz Nuh’u,
İbrâhim’i peygamber olarak gönderdiğimiz
gibi, zürriyetlerine de kitap ve nübüvvet verdik.
Onlardan kimisi doğru yolu bulsa da, çoğu büsbütün
yoldan çıkmışlardır.
27
– Sonra bunların
ardından peş peşe peygamberlerimizi gönderdik.
Özellikle Meryem’in oğlu Îsâ’yı arkalarından
gönderdik, kendisine İncîl’i verdik ve ona
uyanların kalplerine bir şefkat, bir merhamet
yerleştirdik.
Uydurdukları
ruhbanlığı ise Biz kendilerine farz kılmadık,
lâkin Allah’ın rızasına nail olmak için
kendileri icad ettiler. Kaldı ki ona gereği
gibi de riâyet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere
mükâfatlarını verdik, onların çoğu
ise büsbütün yoldan çıkmışlardır.
Hz.
Peygamber (a.s.m) “İslâm’da ruhbanlık
yoktur” der. (Ruhbanlık) meşrû dünya
zevklerini de terkedip, aile kurmaksızın bütün
ömrünü manastırda geçirmektir. Bu âyet, aslında
Hz. Îsâ’nın dininde de bunun şart olmadığını
bildirmektedir. Fakat bunu haram saymamakla birlikte
İslâm’ın evrensel idealinin, Allah’ın
insanın fıtratına yerleştirdiği
maddî ve manevî bütün kabiliyetlerinin geliştirilmesi
olduğunu vurgular.
Hıristiyanlık
zuhur ettiğinde dünya hırsı, şehvet
ve kötü ahlâk yaygın olduğundan Hıristiyanlık
aşırı bir tepki göstererek, özellikle
3. asra girerken bekâr kalmayı, yoksulluğu ve
zühdü ideal haline getirdi. Dini yayarken, bu dönem hıristiyanları
bazı şirk motiflerinin sızmasına
sebep oldular. Ölçüler kaybolunca, helaller haram
hale getirilince, fıtrat onlardan intikam aldı,
maddeye, şehvet ve ihtirasa en fazla gömülenler,
onların soyundan gelenler oldular.
28
– Ey önceki
resullere iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakının ve Allah’ın bu Resulüne
de iman edin ki rahmet hazinesinden size iki hisse
versin ve size, sayesinde karanlığı dağıtıp
yürümenizi sağlayan bir nûr versin ve sizi
affetsin. Çünkü Allah gafûr ve rahîmdir (affı,
merhamet ve ihsanı boldur). [65,2;
8,29; 2,282]
29
– Ehl-i kitap
şunu bilsinler ki: Allah’ın lütfundan mâlik
oldukları hiçbir şey, hiçbir kısım
mevcut değildir. Bütün lütuf ve inayet Allah’ın
elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf
sahibidir.
Müfessirlerin
çoğuna göre, burada hitap Ehl-i kitaba olup: “Üç
kısım insan için iki kat ecir verilecektir.
Birincisi: Önce kendi peygamberlerine, daha sonra da
Hz. Muhammed’e iman eden Ehl-i kitap’dan bazı insanlardır...”
|