KUR'AN-I KERİM İNDEKS
59
– HAŞR SÛRESİ
Medine’de
inmiştir. 24 âyettir. Adını ikinci âyetinde
geçen haşr kelimesinden almıştır.
Bu da “sevkiyat için bir yere toplama” demektir.
Hz. Peygamber (a.s.), Medine şehir devletini müslümanlar,
Yahudiler ve müşriklerin anlaşmalarını
sağlayarak kurmuştu. Üç büyük Yahudi
kabilesinden olan Beni Nadîr, Uhud savaşından
sonra Kureyş ile gizlice birleşip hıyanet
etti. Hz. Peygamber savaş veya Medine’yi terketme
seçeneklerini teklif etti. Terk etmeleri halinde her yıl
dönüp hurma bahçelerinin ürünlerini toplayacaklardı.
İkinci seçeneği kabul edip on gün süre
istediler. Bu arada başka bir hıyanete giriştiler.
Münafıkların başı İbn Übey
onlara destek vaad edip savaşa teşvik etti.
Beni Nadîr, müslümanlara karşı silaha sarıldı.
Hz. Peygamber 21 gün süre ile onları kuşattı.
Fiilî bir savaş olmadı. Hicri 4. yılda
geçen bu kuşatma sonucunda teslim oldular. Hz.
Peygamber, hak ettikleri ölüm cezası yerine, taşınabilir
mallarını alarak Medine’den ayrılmaları
hükmünü verdi. Çoğu altıyüz develik
kervanla Suriye’ye göçtüler. Çok azı Hayber
ve Hire’ye gitti.
Fey’, savaş olmaksızın ele geçen düşman malıdır.
Bu mallar, ganimetin aksine olarak, bütün müslümanlara,
devlete aittir. Böylece o mallar, imkân sahiplerine
mahsus olmaktan kurtulup bütün müslümanlara ait olur,
toplum tabakaları arasında denge sağlanır.
Evlerini
kendi elleriyle yıkmaları: “Ya müslümanlar
yararlanmasın diye tahrip etmeleri veya göz göre
göre kendilerinin hıyanetleri sonucunda bu cezaya
müstahak olmaları mânasına” gelebilir.
Sûre
bir kısım Yahudilerin Medine’den çıkarılmalarını,
münafıkların Yahudilerle gizlice komplo
kurmalarını, müminlere nasihatlar ve Allah’ın
bazı güzel vasıflarını bildirir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1
– Göklerde ne var
yerde ne varsa Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O,
azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve
hikmet sahibidir).
2
– Nitekim Ehl-i
kitaptan olan kâfirleri ilk defa O, yurtlarından
bir çırpıda çıkardı. Halbuki siz
onların çıkacaklarını asla düşünemezdiniz.
Onlar da kalelerinin, kendilerine Allah tarafından
takdir edilen azabı önleyeceğini sanırlardı.
Ama Allah
hiç ummadıkları yerden onları bastırdı
ve kalplerine korku saldı. Öyle ki evlerini bizzat
kendi elleriyle yıkıyorlardı. Bir
taraftan da müminlerin elleriyle yıktırıyorlardı.
Düşünün de ibret alın ey akıl
sahipleri! [16,26]
Fiilin
kendilerine isnad edilmesi, bu yıkıma
kendilerinin sebeb olmalarındandır.
3
– Eğer Allah
onlar hakkında toplu sürgün cezası takdir
etmeseydi, mutlaka onları dünyada cezalandırırdı.
Âhirette de onlara ateş azabı vardır.
4
– Bunun sebebi
onların, Allah’ın ve Resulünün karşısına
çıkmaları oldu.
Kim
Allah’ı ve Resulünü karşısına alırsa
bilmelidir ki Allah’ın cezası pek çetindir.
5
– O kâfirleri kızdırmak
için her hangi bir hurma ağacı kesmiş
iseniz veya kökleri üzerinde bırakmışsanız
bu, hep Allah’ın izniyle
ve o yoldan
çıkmışları cezalandırmak için
olmuştur.
Bazı
ağaçların kesilmesi, Beni Nadîr’in
kalesine karşı askerî operasyonların
gereği idi. Bu gibi özel durumlar dışında,
Hz. Peygamberin ağaçların ve ürünlerin
tahrip edilmesini kesinlikle yasakladığı
bilinen bir hükümdür ki hemen bütün müfessirler
buna işaret ederler.
6
– Allah’ın,
daha önce onlara ait olup Peygamberine ganimet olarak
nasib ettiği mallara gelince, siz onun için ne at,
ne de deve koşturmadınız.
Fakat
Allah, resullerini dilediği kimselere, savaş külfeti
ve zahmeti olmaksızın gâlip getirir. Allah
her şeye kadirdir.
Savaş
olmayınca, ganimet mücahitlere dağıtılmaz,
kamuya ait olur.
7
– Savaş olmaksızın
fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan
Allah’ın, Peygamberine nasib ettiği
ganimetler;
Allaha,
Resulüne, akrabalara (Peygamber’in yakın
akrabalarına), yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış
gariplere aittir.
Ta ki o
mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren
bir servet haline gelmesin.
Peygamber
size ne verirse onu alınız, o sizi neden men
ederse onu terk ediniz.
Allah’a
karşı gelmekten sakınınız.
Muhakkak ki
Allah’ın cezası pek çetindir.
8
– Allah’ın
nasib ettiği bu ganimet malları
o hicret
eden fakirlere aittir ki,
onlar
Allah’ın lütfunu ve rızasını
taleb etmek, Allah’ın dinine ve Resulüne destek
vermek için yurtlarından
ve mallarından edildiler.
İşte
imanlarında sadık ve samimi olanlar ancak
onlardır.
9
– Bunlardan önce
Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi
beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen
ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya
istek duymazlar.
Hatta
kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik
verir, onlara verilmesini tercih ederler.
Her kim
nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden
kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa
erenler onlar olacaklardır. [76,8;
2,177]
10
– Onlardan sonra
gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete
kadar gelecek müminler):
“Ey kerim
Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi
affeyle!
İçimizde
müminlere karşı hiçbir kin bırakma!
Duamızı
kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!”
(şefkat ve ihsanın son derece fazladır).
[9,100]
11
– Bakmaz mısın
şu münafıklık yapanlara?
Onlar Ehl-i
kitaptan kâfir kardeşlerine:
“Vallahi,
diyorlar, eğer siz buradan çıkarılacak
olursanız,
mutlaka biz
de sizinle beraber çıkarız.
Sizin olduğunuz
yerde asla kimseye itaat etmeyiz,
eğer
size savaş açan çıkarsa mutlaka size yardım
ederiz.”
Ama Allah
şahittir ki onlar yalan söylemektedirler.
11-17.
âyetler Beni Nadir Yahudilerinin Medineden çıkarılmaları
sırasında indirilmiştir. Onlara
Peygamberimiz on günlük süre tanıyan ültimatom
gönderdiğinde Abdullah b. Übey ve diğer bazı
münafıklar haber gönderip, kesin teminat vererek,
kendilerine arka çıkacaklarını
bildirdiler. Bu kısım, nüzul bakımından,
sûrenin başından 10. âyetine kadarki bölümünden
öncedir.
12
– Çünkü, o
Yahudiler yurtlarından çıkarılırsa,
bu münafıklar onlarla beraber çıkmazlar
ve eğer
kendilerine savaş açılırsa onlara yardım
etmezler.
Eğer
yardım etseler bile arkalarını döner kaçarlar.
Sonra Allah
onları helâk eder de artık kurtarıl-mazlar.
13
– Onların
kalplerinde sizden duydukları korku,
Allah’tan
korkmalarından daha ileridir.
Bu böyledir,
çünkü onlar, gerçeği bilip anlamayan
kimselerdir.
14
– Onlar sizinle
toplu durumda savaşmazlar, ancak sağlam
kaleler içinden
veya
duvarların arkasından sizinle savaşmak
isterler.
Kendi
aralarındaki çatışmaları pek şiddetlidir.
Sen dışardan
onları birlik içinde sanırsın. Halbuki
kalpleri darma dağınıktır.
Böyledir,
çünkü onlar aklını kullanmayan, düşünmeyen
bir güruhtur.
15
– Bu Yahudilerin
hali, kendilerinden az önce, yaptıkları işlerin
vebalini tatmış olan,
âhirette
de ayrıca gayet acı bir azap çekecek olan
kimselerin durumuna benzer.
Bu
âyet, sayıca az olan müslümanlar karşısında
Bedirde bozguna uğrayan Kureyş ile Benî
Kaynuka Yahudilerine işaret etmektedir.
16
– Yahudileri savaşa
teşvik eden münafıkların durumu ise tıpkı
şeytan’ın durumuna benzer ki o, insana:
“Dine inanma, reddet!” diye telkin eder.
O kendisine
kulak verip kâfir olunca da şöyle der:
“Ben
senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin
Rabbinden korkarım!”
17
– Neticede ikisinin
âkıbeti de, ebedî kalmak üzere cehenneme girmek
oldu.
İşte
zalimlerin cezası budur.
18
– Ey iman edenler!
Allah’ın azabına mâruz kalmaktan korunun.
Herkes yarın
âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin.
Allah’ın
azabına dûçar olmaktan korunun.
Çünkü
Allah yaptığınız her şeyden
haberdardır.
19
– Sakın şunlar
gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttukları
için,
Allah da
kendi öz canlarını kendilerine unutturdu.
Fayda ve zararlarını dahi bilemiyorlar.
İşte
yoldan çıkanlar bunlardır. [63,9]
Rabbini
unutup terkeden kimse, aslında kendi öz varlığını
terketmiş, kendi kendisine yabancılaşmış
demektir. Zira insanın asıl kimliği
Rabbine mensub olması, O’nun kulu olmasıdır.
O’nu bırakıp, başka lâyık olmayan
şeylere kulluk eden, perişan olur, heder olur
gider.
20
– Cehennemliklerle
cennetlikler elbet bir olmaz.
Felah ve başarıya
erenler, cennetliklerdir. [45,21;
40,58]
21
– Eğer Biz bu
Kur’ân’ı bir dağın tepesine
indirseydik onun,
Allah’a
tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını
görürdün.
İşte
bunlar birtakım misallerdir ki düşünüp
istifade etmeleri için, Biz onları insanlara anlatıyoruz.
[13,31; 2,73]
22
– Allah’tır
gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen
ve görünen her şeyi bilir.
O rahmandır,
rahîmdir. [10,58; 7,156;
6,54] {KM, Matta 10,34-35}
23
– Allah’tır
gerçek İlah, O’ndan başka yoktur ilah.
O
melik’tir, kuddûs’tür, selam’dır,
Mü’min’dir,
müheymin’dir, aziz’dir, cebbar’dır, mütekebbir’dir.
Allah, müşriklerin
iddialarından münezzeh ve yücedir.
[62,1] {KM, İşaya 6,3; Çıkış
15,11; I Samuel 2,2}
O
meliktir: kâinatın gerçek hükümdarıdır.
Kuddûs’tur:
bütün eksiklerden uzak ve yücedir.
Selam’dır:
Kusurlardan salim olup yaratıklarına esenlik
verendir.
Mü’min’dir:
Güvenlik verendir.
Muheymin’dir:
Her şeyin üzerinde gözetip kollayandır.
Aziz’dir:
Üstün kudret sahibi, mutlak galiptir.
Cebbar’dır:
Yaratıklarının hallerini ve işlerini
düzelten ve iradesi ile onları istediği
şekilde yönetendir.
Mütekebbir’dir:
Büyükler büyüğüdür. [85,9; 10,46; 13,33]
24
– Allah o gerçek
İlahtır ki halık’tır, bârî’dir,
musavvir’dir.
Hasılı,
en güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
Göklerde
ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih
eder. O, azizdir, hakimdir. [17,44]
Bâri’dir:
Yaratıklarını düzgün ve âhenkli kılandır.
Musavvir’dir:
Bütün mahlûklarına özel sûretlerini verendir.
“Her
kim sabahleyin üç kere Euzu
billahi’s-Semîi’l-Alîmi mine’ş-şeytani’r-racîm
dedikten sonra Haşr sûresinin sonundan üç ayeti
okursa, Allah Teâla onun emrine yetmiş bin melek
verir. Onlar akşama kadar o kimse için dua ederler.
“Eğer o gün ölürse şehid olarak vefat etmiş
olur. Onları akşamleyin okuyan da aynı
durumda sevap alır” (Hadis-i Şerif, Tirmizi).
|