KUR'AN-I KERİM İNDEKS
6
– EN’ÂM SÛRESİ
Mekkede nazil olmuş olup, 165 âyettir.
136-138. âyetlerde geçen en’âm kelimesi vesilesi
ile bu isim verilmiştir. En’âm: İnek, deve, koyun,
keçi gibi hayvanların genel adıdır. Böylece bu
hayvanlarla alakalı hürafeleri ortadan kaldırmak
hedeflenmiş olabilir. Bakara sûresi, Kur’ân’ın
uzunca bir özeti olup, usûl ve fürûunu en fazla içeren
sûredir. Âl-i İmran, Nisa ve Maide sûreleri Ehl-i
kitapla ilgili her türlü meseleyi tafsilatlı olarak
ele alırlar. Bakara sûresi Yahudilerin iddialarını
çürütmeye özellikle ağırlık verirken Âl-i İmran
sûresi, ilk yarısında Hıristiyanların iddialarını
iptale daha fazla yer verir. Nisa sûresinin son kısmı
Hıristiyanlara karşı deliller ihtiva eder ve sûre
boyunca da Bakara sûresinde özet halinde kalan münafıkların
iç yüzlerini açıklar. Peşinden gelen Mâide sûresi,
Yahudi ve Hıristiyanların bazı münferit iddialarını
çürütür. Böylece ilk dört uzun sûrede Ehl-i
kitapla ilgili meseleler ele alınınca onları izleyen
En’âm sûresinde her türlü kâfir ve müşriklerin
iddiaları iptal edilir. En’âm sûresi bizzat tevhide,
peşinden gelen A’raf sûresi ise tevhid tarihine ağırlık
verir. En’âm sûresi, Bakara sûresinde kısa kısa
ele alınan ulûhiyyet, nübüvvet ve meâd (âhiret)
gibi akaid esaslarını beyan eder. Nisâ ve Mâide sûrelerindeki
ahkâma, Enfal ve Tevbe sûreleri cihad, münafıklar ve
devletler hukuku ile ilgili hükümleri ilave ederler. Böylece
Kur’ân’ın üçte biri, böyle bir bütünlük arz
ederek tamamlanır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı
var eden Allah’ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar,
birtakım putları Rab’lerine eşit sayıyorlar!
Kur’ân’ın birçok âyetinde semâvat
ve’l-ard (gökler ve yer) birlikte ve bu sıra ile geçer.
Semâ: meleklerin mekânı, duaların kıblesi, temiz
ruhların yükseldiği yer ve küresel yapısı ile yerküreyi
her tarafından kuşatması, orada Allah’a hiç isyan
edilmemesi, cennetin orada bulunması itibariyle ön sırada
yer alır. Fakat arz tek başına ve küçük cirmiyle
“göklere” denk tutulur. Bu da, Allah Teâlanın dünyaya
yerleştirdiği zengin muhtevanın önemini gösterir.
Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (aleyhimüsselam)
ın burada zuhuru göklere denk tutulması için yeterli
bir sebep değil midir? O bütün âlemlere rahmet
olarak gönderilmiş değil midir! [21,107]
2 –
O, sizi bir çamurdan yaratan, sonra size bir ecel, bir
ömür süresi tayin edendir. Bir de O’nun nezdinde
muayyen bir ecel vardır.
Sonra, bir de tutup şüphe ediyorsunuz!
Cenab-ı Allah ilk insan Hz. Âdem (a.s.)ı,
çamurdan yarattığı gibi, her bir insanı da çamurdan
süzülmüş bir hülasadan yaratır. Zira sperma ile
yumurta kandan, kan gıdalardan, gıdalar hayvanî ve
nebatî maddelerden, bunlar da topraktan gelir.
3 –
Oysa ki göklerde de, yerde de gerçek İlah ancak
O’dur. O sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu
da. O hayır ve şer olarak ne kazanacağınızı da
bilir.
4 –
Böyle iken, Rab’lerinden onlara ne zaman bir âyet
geldiyse mutlaka ondan yüz çevirirler.
5 –
Hakikat kendilerine gelince onu yalan saydılar, alay
ettiler; fakat alay ettikleri şeyin haberlerini, onunla
alay etmenin ne demek olduğunu yakında öğrenirler!
6 –
Kendilerinden önce nice nesilleri imha ettiğimizi görmediler
mi? Biz onlara, size vermediğimiz imkânları vermiş,
gökten üstlerine bol bol yağmur göndermiş, ayaklarının
altından ırmaklar akıtmıştık.
Fakat günahlarından ötürü onları imha ettik ve
onların peşinden başka bir nesil yarattık.
7 –
Eğer sana kağıda yazılı olarak bir kitap indirmiş
olsaydık, kendileri de elleriyle onu tutmuş
bulunsalardı o kâfirliklerinde inad eder, yine de:
“Bu besbelli bir büyüden başka bir şey değil!”
derlerdi. [15,14-15; 52,44]
8 – Bir
de: “Ona “bizim de görebileceğimiz bir melek gönderilmeli
değil miydi?” dediler. Eğer Biz bir melek gönderseydik
elbette iş bitirilmiş olur, sonra kendilerine göz
bile açtırılmazdı. [25,22;
15,8]
9 –
Şayet o elçiyi melek kılsaydık, yine onu bir adam şeklinde
gösterir de düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş
olurduk. [17,95; 9,128;
3,164]
Beşeriyetin büyük bir kısmının
sapması, kendi hemcinslerinden peygamberleri kabul
etmemelerinden ileri gelmiştir. Onlara kalsa, otorite
sağlamak, bağlanmak için mutlaka insanüstü, tanrısal
bir güç olması gerekir. Bu zihniyet hak
peygamberlerin öğrettiklerini bile şirkle bulaştırmıştır.
Budizm, Hinduizm, Zerdüşt dini, muhtemelen peygamber
tebliğleri etrafında oluşmuş büyük dinlerdi.
Onlardan daha yakın dönemdeki Hıristiyanlığın
bile, Hz. İsa gibi bir peygamberi, Tanrının oğluna dönüştürmesi,
bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.
Allah, Hz. Muhammed (a.s.)’ın evrensel
ve ebedî risâleti ile beşeriyeti eğitmek ve onlara
en makul ve yaratılışlarına en uygun bu sade gerçeği
benimsetmek istiyor. Sade, güzel, fıtrî gerçek şudur:
Kâinatı yaratan Allah’ın insanlık hakkındaki
buyruklarını ulaştırmanın en makul yolu, insanların
içlerinden seçtiği mükemmel elçilere mesajlarını
vahiy yolu ile bildirmesidir. İlâhi terbiye ile en güzel
nûmune mertebesine yükselen, Allah’ın kitabını
tebliğ, tebyin ve tatbik eden (ulaştıran, açıklayan
ve uygulayan) o Peygamber ve bir harfi bile değişmeden
Hakkın hücceti olarak ortada olan Kur’ân: Allah’ı,
Peygamberi, insanı, hayatı, aklı, evreni, dünyayı
âhireti her şeyi yerli yerine koymuştur.
10 –
Senden önce de nice peygamberlerle alay edilmişti.
Fakat alay ettikleri gerçek, o maskaralık edenlerin üzerine
inip her taraflarından sararak mahvetti.
11 –
De ki: “Dünyayı gezin dolaşın, sonra da
peygamberlere “yalancı” diyenlerin âkıbetlerinin
nice olduğunu bir düşünün.”
12-13 –
De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?”
“Allah’ındır” de. O, rahmet etmeyi Kendisine
ilke edinmiştir.
O, geleceğinde hiçbir şüphe olmayan kıyamet günü
sizi bir araya toplayacaktır.
Kendilerini en büyük ziyana uğratanlardır ki iman
etmezler. Halbuki gecede ve gündüzde barınan herşey
O’nundur. O her şeyi işitir ve bilir.
Yüce ve merhametli Yaradan, sırf kendi
iradesi ile rahmet ve merhametle muamele etmeyi, Zatına
bir yasa edindiğini beyan buyuruyor.
“Allah, yaratıkları varetmeyi dilediğinde,
Kendi nezdinde Arş üzerine koyduğu bir fermanında:
Benim merhametim gazabımdan ileridir” diye yazmıştır”
(hadis-i şerif).
Bir başka hadiste, Allah’ın yüz
rahmet yaratıp, bir bölümünü dünyaya bıraktığı,
bütün yaratıklardaki şefkatin bunun eseri olduğu,
âhirette ise kalan 99 rahmeti ile takviye edilmiş
olarak bu rahmet ile muamele buyuracağı bildirilir.
14 – De
ki: “Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen
Allah’tan başkasını mı Tanrı edinecek mişim?”
“Doğrusu, bana, Allah’a teslim ve itaat edenlerin
ilki olmam emredildi” de, ve “sakın müşriklerden
olma!” buyuruldu. [39,64]
15 –
De ki: “Ben Rabbime isyan etmem halinde, ileride
gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”
16 –
O gün her kim azaptan uzak tutulursa, muhakkak ki Allah
ona merhamet etmiştir. İşte en büyük mutluluk, en açık
başarı budur. [3,185]
17 –
Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse O’ndan başkası
onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse... Zaten
O herşeye olduğu gibi, buna da elbette kadirdir. [35,2]
18 – O,
kullarının üstünde hükmünü yürüten mutlak hükümrandır,
her işi tam hikmetle yapar ve her şeyden haberdardır.
19 – De
ki: “Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?”
“De ki: “Allah! Benimle sizin aranızda o şahit
olarak yeter.
Şu Kur’ân bana sizi ve kendisine ulaşan herkesi
uyarmam için vahyolundu.”
Allah ile beraber başka tanrılar bulunduğuna gerçekten
siz mi şahitlik ediyorsunuz?” Ben asla buna şehadet
etmem!” de ve şu hakikatı vurgula: “O, ancak tek
İlahdır, başka Tanrı yoktur. Sizin şirkinizle de,
şeriklerinizle de benim hiç bir ilişiğim yoktur.”
[11,17]
Hz. Peygamberin risaletinin asıl ve en büyük
şahidi Allah’tır. Onun şahitliği: Ona mûcizeli
bir ferman olan Kur’ân’ı vermesi, daha önceki
semavî kitaplarda geleceğini haber vermesi, bazı mûcizelerle
desteklemesi, onun dâvetinin esası olan vahdaniyetin (Allah’ın
var ve bir olmasının) delillerini kâinatın her tarafına
yerleştirmesi, insanın yaratılışına bir Allah’a
ve ebedî hayata inanma duygusunu yerleştirmesi tarzlarında
olmaktadır.
20 –
Kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin bilginleri o
Peygamberi, kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi
tanırlar.
Ama kendilerine acımayıp kendi kendilerini en büyük
hüsrana uğratanlardır ki iman etmezler. [3,81;
26,196; 61,6]
Yahudi ve Hıristiyanlar kutsal Kitaplarında
Hz. Muhammed (a.s.)’ın geleceğini müjdeleyen
bilgilere sahiptiler. Ölçüleri kullanan Abdullah b.
Selam gibi bir yahudi bilgini: “Ben Peygamberi oğlumu
tanıdığımdan daha iyi tanırım. Zira ben
Muhammed’in nebî olduğunda şüphe edemem, çocuğuma
gelince, ne bileyim, belki de annesi ihanet etmiş
olabilir” demiştir. Bu kitaplardaki bilgiler,
tahriften sonra bile mevcut olup, bu konuya tahsis
edilen kitaplarda yer almaktadır.
21 –
Allah adına yalan uydurandan veya Onun âyetlerini
yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki? Şu muhakkak
ki o zalimler felah bulamayacak, muratlarına
eremeyeceklerdir.
22 –
Gün gelecek, hepsini bir yere toplayıp sonra o müşriklere:
“Nerede o şerik olduğunu iddia ettiğiniz tanrılarınız?”
diye soracağız.
23 –
Sonra onların şirklerinin vardığı son nokta, (sığınacakları
tek yalancı özrü) “Rabbimiz Allah hakkı için,
vallahi biz müşrik değildik!” demekten ibaret
olacaktır.
24 –
İşte bak, nasıl da kendi vicdanlarına karşı yalan
söylediler! Uydurdukları o tanrılar da kendilerinden
uzaklaşıp ortada görünmez oldular.
25 – Onlardan
seni Kur’ân okurken dinleyenler de vardır. Fakat Biz
onu lâyık olduğu şekilde anlamalarına mani olmak için,
onların kalplerine kat kat örtüler gerdik. Kulaklarının
içine de, gereği gibi işitmelerini engelleyen ağırlıklar
koyduk.
Artık onlar her türlü mûcize ve belgeyi de görseler
yine iman etmezler. O kadar ki yanına geldikleri zaman
seninle münakaşaya girişerek “Bu, eskilerin
masallarından başka bir şey değildir” derler.
[17,46; 18,57; 31,7]
[KM, İşaya 6,10; Matta
13,13]
26 –
Onlar hem halkı Kur’ân’dan ve Peygamberden uzaklaştırırlar,
hem de kendileri ondan geri dururlar.
Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına
varmazlar.
27 –
Onlar ateşin karşısında durdurulup da “Ah
n’olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de
Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, mü’minlerden
olsak!” dedikleri zaman bir görsen, neler olacak
neler!
28-29 –
Hayır! Öteden beri gizledikleri utandırıcı çirkin
halleri, münafıklıkları yüzlerine vuruldu da ondan
böyle söylüyorlar.
Yoksa geri gönderilseler bile, yine kendilerine
yasaklanan kötülükleri yapmaya dönecek ve
diyeceklerdi ki: “Hayat, sırf dünya hayatımızdan
ibaret, biz bir daha diriltilecek de değiliz!” Onlar,
hiç şüphesiz yalancıdırlar.
30 –
Hem görsen onları Rab’lerinin huzuruna getirilip
hesap meydanında durduruldukları zaman! Hak Teâla:
“Nasıl, diyecek, şu gördüğünüz diriliş gerçek
değil miymiş?” Onlar da: “Evet, Rabbimiz hakkı için
gerçekmiş!” diyecekler.
Allah Teâla buyuracak: “Öyle ise, kâfirliğinizden
ötürü şimdi tadın azabı!”
31 – Allah’a
kavuşmayı yalan sayanlar, gerçekten en büyük hüsrana
uğramışlardır.
Nihayet kıyamet saati kendilerini bastırıverince
onlar, günah yüklerini sırtlarına yüklenerek:
“Eyvah! Dünyada işlediğimiz kusurlarımızdan dolayı
yazıklar olsun bize!” diyecekler. Dikkat edin: Ne
fena yükler götürüyorlar!
32 –
Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey
değildir. Âhiret yurdu ise, fenalıklardan sakınanlar
için daha hayırlıdır, halâ akıllanmayacak mısınız?
[29,64; 47,36]
33 –
Ey Resulüm! Onların söylediklerinin seni üzeceğini
elbette pek iyi biliyoruz.
Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o
zalimler, bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyorlar. [35,8; 26,3]
{KM, Hezekiel 3,7}
Bu âyet, Allah Teâlanın Hz. Peygamber
efendimize verdiği yüce makama delalet eden yerlerden
biridir. Zira ona hitaben: “Üzülme! Onlar senin
yalan söylediğini iddia etmiyorlar. Onlar Allah’ın
âyetlerini yalan sayıyorlar” buyurarak onu sıkıntıdan
kurtarıp, yükü Zatının üzerine almaktadır.
Bu teşrif, “yalancı!” iftirasına
maruz kalan Efendimizi teselli ettiği gibi, bir gerçeği
de dile getiriyordu. Zira müşrikler 40 yaşına kadar
içlerinde yaşayıp her halini bildikleri
Peygamberimize hep “el-Emîn” (pek dürüst ve güvenli)
derlerdi. Elçiliğini açıklayınca onu yalanlamaları,
Allah’ın bildirdiklerini kabul etmediklerini gösteriyordu.
Nitekim düşman kampın başkanı Ebû Cehil Hz.
Peygambere şöyle demişti: “Doğrusu, biz senin
yalancı olduğunu söyleyemeyiz, ama senin getirdiğini
yalanlıyoruz.”
34 – Senden
önce nice peygamberler yalancı sayıldılar da tekzib
olunmaya ve her türlü eziyete uğratılmaya karşı
sabrettiler. Nihayet kendilerine yardımımız gelip
yetişti.
Öyle ya, Allah’ın sabredenlere yardım vaadini değiştirebilecek
hiçbir kuvvet yoktur. Nitekim o resullerin kıssalarından
bazı bölümler sana ulaşmıştır. [37,171-173;
58,21]
35 –
Eğer onların hakka sırt çevirmeleri sana pek ağır
gelip de kendilerine bambaşka bir mûcize getirmen için
yer altında bir geçit veya göğe çıkacak bir
merdiven arama peşinde olursan, şunu bil ki: şayet
Allah dileseydi onların hepsini elbette doğru yol üzerinde
toplardı. O halde sen sakın bunu bilmeyenlerden, fevrî
davrananlardan olma. [10,99]
36 – Ancak
kulak verenler bu dâveti kabul ederler. Ölüleri ise
Allah diriltecek, sonra Onun huzuruna çıkarılacaklardır.
[36,70]
37 –
“Ona bizim ısrarla istediğimiz bambaşka bir mûcize
indirilse ya!” deyip duruyorlar. De ki: “Şüphesiz
Allah öyle bir mûcize göndermeye kadirdir, fakat
onların çoğu bunu bilmezler. [10,20;
13,7.27; 17,90-59; 26,4] {KM,
Matta 16,1; Markos 8,11}
38 – Hem
yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan
hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi birer toplum
teşkil etmesinler.
Biz o kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik. Sonra hepsi
Rab’lerinin huzuruna sevkedilip toplanacaklardır. [6,59;
10,61; 11,6; 29,60; 34,3; 36,12]
Fikrî seviyeleri düşük müşriklerin,
keyiflerine göre mûcize istemelerine karşı, onların
dikkatleri, geçici olmayan ve kâinatın her tarafını
dolduran mûcizelere çevriliyor. Bunların; hem Yaratıcının
kudretini gösterme, hem de başka yönleriyle de
dikkate değer oldukları hatırlatılıyor. Mesela: Kuş
türlerinin, arıların, karıncaların ve daha birçok
canlıların toplum hayatı yaşadıkları gerçeği
bunlardandır.
Bu âyetteki kitap, müfessirlerin çoğuna
göre Levh-i Mahfuzdur. Levh-i Mahfuz, ilâhi ahkâma göre,
mahlukatın bütününün kaderlerinin kaydolunduğu âlem-i
gayba ait bir mahluktur. “Kitab” ın her şeyi ihata
eden ilm-i ilahî olduğu da söylenmiştir.
39 –
Âyetlerimizi yalan sayanlar, karanlıklar içinde olan
birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini
saptırır, dilediğini de doğru yola koyar.
40 –
De ki: “Söyleyin bakalım, eğer size Allah’ın
azabı gelir yahut kıyamet gelip çatarsa Allah’tan
başkasına mı yalvarırsınız? Doğru kimseler iseniz
haydi söyleyin gerçeği!”
[2,17-18; 24,40]
41 –
Hayır! Yalnız O’na yalvarırsınız. O da dilerse
duanıza sebep olan sıkıntıyı giderir ve o zaman siz
de Allah’a kattığınız o ortakları, o batıl mâbudları
unutursunuz. [17,67]
Allah Teâla 2,186 ve 40,60 âyetlerinde
duaları kabul buyuracağını bildirir. Bu âyet ise
onları ilahî meşiet ile kayıtlar. “Sizin istemeniz,
ama Allahın da dilemesi ile duanız kabul edilir” mânası
kastedilir.
42 –
Senden önce de birtakım ümmetlere resûller gönderdik.
Dinlemediler: Hakka dönüş yapsın, suçlarının affı
için niyaz etsinler diye onları çetin bir yoksulluk,
hastalık ve sıkıntılarla cezalandırdık.
43 – Bâri,
kendilerine şiddetimiz geldiği vakit yalvarsaydılar,
tövbe etseydiler! Fakat heyhât! Onların kalpleri
kaskatı olmuş, şeytan da yapmakta oldukları mâsiyet
ve günahları kendilerine süslemiş, cazip göstermişti.
44 –
Kendilerine verilen öğütleri terkedip unutunca üzerlerine
her şeyin, her zevk ve nimetin kapılarını açtık.
Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle
tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak
yakaladık da bir anda bütün ümitlerini
kaybediverdiler!
Bu refah onlara istidrac olarak verilmiştir.
Hz. Peygamber (a.s.), bu âyeti açıklamak üzere şöyle
buyurur: “İsyanına devam ettiği halde, Allah’ın
böyle bir kuluna dünyadan arzu ettiği şeyleri verdiğini
görürsen, bil ki bu sadece istidraçtan ibarettir.
Sonra da felemma nesû... (bu âyeti) sonuna kadar tilavet etti.”
45 –
Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun ki böylece,
zulmedip duran o gürûhun arkası kesildi.
46 –
De ki: “Söyleyin bakalım: Eğer Allah işitme ve görme
duyunuzu alır, kalplerinizin üstüne bir de mühür
vurursa Allah’tan başka hangi tanrı onları size
geri getirebilir?”
Bak, âyetlerimizi nasıl türlü türlü açıklıyoruz
da, sonra onlar nasıl yüzçeviriyorlar! [67,23;
8,24; 10,31]
47 – De
ki! “Söylesenize bana: Eğer Allah’ın azabı, ansızın
yahut göz göre göre size gelirse zalim topluluktan başkası
mı helâk olacak?” [6,82]
48 –
Biz peygamberleri sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz.
O halde kim iman eder, kendini ve işlerini düzeltirse
onlara asla korku yoktur. Onlar hiçbir üzüntüye de mâruz
kalmayacaklardır.
49 –
Âyetlerimizi yalan sayanlar ise isyan edip yoldan çıkmalarından
ötürü azaba uğrayacaklardır.
“Yoldan çıkma,” âyetin aslında fısk
kelimesi ile ifade edilmiştir. Fısk: İtaat dışına
çıkmak demek olup küfr kavramından daha geneldir. Fısk
genellikle çok günah için kullanılır. Fâsık:
dinin hükümlerini kabul ettikten sonra bütün veya
bir kısım hükümlerine aykırı davranan kimseye
denilir. Âyette ise münkirlerin, kâfirlerin fısklarından
söz edilmektedir.
50 –
De ki: “Ben, size Allah’ın hazîneleri benim yanımdadır”
demiyorum. Yok, “Ben gaybı bilirim.”
Yok, “Ben meleğim” de demiyorum.
Bana ne vahyediliyorsa, ben ancak ona tabi olurum” De
ki: “Kör, görenle bir olur mu? Hiç düşünmüyor
musunuz? [13,19]
51 – Allah’tan
başka birtakım tanrıların, Allah’ın huzurunda
toplandıklarında kendilerini kurtaracaklarına inanan
o kimseleri sen Kur’ân’la uyar ki, Onun huzurunda
kendilerini savunacak ne bir hamileri, ne de bir şefaatçileri
olmayacaktır. Böylece umulur ki bu şirkten sakınırlar.
[23,57; 13,21]
Meallerin çoğunda net mânanın pek
verilmediği bu âyete, çeşitli tefsirlerden yararlandıktan
sonra, özellikle Ebussuud’un tercihine göre mâna
verdik. Burada günâhkar müminlerin mahşerdeki durumu
değil, müşriklerin durumu vurgulanmaktadır.
52 – Sabah
akşam Rab’lerine, sırf O’nun cemaline ve rızasına
müştak olarak niyaz edenleri yanından kovma. Ne sen
onlardan, ne de onlar senden sorumlu değilsiniz ki
onları kovup da zalimlerden olasın. [18,28;
26,112-114]
İlk müslüman cemaat arasında Habbab,
Bilal, Ammar, Suheyb (r.anhum) gibi köleler ve fakirler
vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamber (a.s.)’a:
“Ne o, kavmine bedel bunlara mı razı oldun?” Biz
onların mı peşinden gideceğiz! Onları yanından
uzaklaştırırsan belki biz de sana tabi olabiliriz”
demeleri üzerine 52-53. âyetler indirildi. 54. âyet,
gerekli tutumu bildirmektedir.
53 –
Biz onlardan kimini kimi ile, neticede “Allah bula
bula aramızdan bunları mı lütfuna lâyık gördü?”
desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah kimin
şükrettiğini, kimin lütfuna daha lâyık olduğunu
bilmez olur mu? [11,27;
46,11; 19,73]
Burada, o kibirli ileri gelenlerin bu lütfa
lâyık olmadıkları ima edilmektedir.
54 –
Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara:
“Selam sizlere! de.
Rabbiniz merhameti kendi Zatına temel bir ilke edinmiştir.
Sizden kim bilmeyerek bir günah işler de sonra ardından
tövbe eder ve halini düzeltirse Onun da gafur ve rahîm
(çok affedici ve merhametli) olduğunu bilmelidir.”
55 –
Mücrimlerin yolu, müminlerin yolundan ayırt edilsin
diye, böylece âyetleri tam tamına açıklıyoruz.
56 –
De ki: “Allah’tan başka taptığınız şeylere
ibadet etmem bana yasak kılındı.” De ki: “Sizin
keyfî arzularınıza uymayacağım; yoksa şaşırmış
olurum.”
57 –
De ki: “Ben Rabbimden gelen apaçık bir delile
dayanmaktayım. Siz ise, onu yalan saydınız.
Gelmesi için acele ettiğiniz azap da benim elimde değildir.
Azabı çabuklaştırmak veya ertelemek hakkındaki hüküm,
ancak Allah’ındır.
O doğru haber verir. O doğruyu eğriden ayırt
edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
58 –
De ki: “Eğer o acele
istediğiniz azap benim elimde olsaydı, benimle
sizin aranızdaki iş çoktan bitmiş olurdu.”
Zalimlere nasıl davranılması gerektiğini Allah pek
iyi bilir.
59 – Bilinmeyen
nice hazineler ve görünmeyen gayb aleminin anahtarları
O’nun yanındadır. Onları Kendisinden başkası
bilemez.
Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun
haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez.
Yer altı tabakalarının karanlıkları içindeki tek
bir tane, hasılı yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki
açık, net bir kitapta bulunmasın. [39,63;
42,12; 10,61; 11,6] {KM,
Mezmurlar 139,16; Vahiy 5,1}
Âyetteki mefatih,
miftah’ın çoğulu olarak anahtar, meftah’ın
çoğulu olarak hazine mânasına gelir. Burada geçen
gayb hazineleri veya anahtarlarını Hz. Peygamber,
31,34 âyeti ile şöyle açıklamıştır: “Gayb
hazineleri beştir: Kıyamet hakkındaki bilgi Allah’ın
nezdindedir. Yağmuru dilediği yere dilediği mikdar
indiren O’dur. Rahimlerin ihtiva ettiği çocukların
istikballerini bilen O’dur. Hiç kimse yarın yapacağı
şeyleri bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.
Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyden haberdar olan
Allah’tır”. Âyetin sonunda geçen kitab: Levh-i
Mahfuz veya ilm-i ilahîdir.
Kur’ân’ın üslubu, ilahi hakikatleri
ekseriya müşahhas üslupla anlatır. Bu âyetin ilm-i
ilahîyi anlatımı buna dair misaller ihtiva eder. Mücerret
üslupla “Allah’ın ezeli ilminin dışında hiçbir
şey olmaz” gibi bir ifade yerine burada buyurulduğu
gibi çok canlı, uçsuz bucaksız bir manzara içine
giriyoruz. Mesela “O’nun haberi olmadan bir tek
yaprak bile düşmez” cümlesi, muhatabı dünya genişliğinde
bir ormana yerleştiriyor. Her taraf yemyeşil. Sayılara
sığmayacak kadar yaprak, yaprak, yaprak... Bunlardan
birinin sessizce düşmesi bile O’nun izni dışında
olmaz” anlatımıyla varlıkta olan biten herşeyin
Allah’ın izni ile olduğu pek etkili tarzda anlatılmaktadır.
60 –
O’dur ki geceleyin uykuda sizi kendinizden geçirip alır,
gündüzün ne işlediğinizi bilir. Mukadder olan ömür
müddetiniz doluncaya kadar, bu bilincinizi alıp, gündüzün
sizi uyandırma sürecini devam ettiren de O’dur.
Bu sürecin sonunda da dönüşünüz O’na olacak ve O
size yaptıklarınızı bir bir bildirip karşılığını
verecektir. [3,55; 39,42;
13,10; 28,73; 78, 10-11]
61 –
O kullarının üstünde de tek hâkimdir. O üzerinize,
hareketlerinizi kaydeden hafaza meleklerini gönderir.
Nihayet sizden birine ölüm vakti geldiğinde elçilerimiz
hiç geciktirmeksizin ve hiçbir işi aksatmaksızın
onun ruhunu alırlar.
[13,11; 82,10]
62 –
Sonra onlar gerçek efendileri, mevlâları olan
Allah’a götürülüp teslim edilirler. İyi bilin ki
bütün hüküm yetkisi O’nundur ve O hesaba çekenlerin
en süratlisidir. [56,50;
10,32] {KM, Mezmurlar
9,9; 67,5; Yeremya 11,20}
63 –
De ki: “Kim kurtarır sizi karanın ve denizin karanlıklarından,
tehlikelerinden, siz yalvara yakara, ağlaya sızlaya ve
gizlice dualar ederek şöyle dediğiniz demler:
“Eğer bizi bundan kurtarırsa, ahdimiz olsun,
kesinlikle şükredenlerden olacağız.” [17,67;
27,63; 10,22]
64 –
De ki: “Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan,
fakat sonra siz yine şirke girersiniz”.
65 –
De ki: “O size tepenizden, yahut ayaklarınızın altından
azap göndermeye, yahut sizi gruplar halinde birbirinize
katıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya
kadirdir.”
Bak, âyetleri nasıl tekrarlıyor, türlü türlü
ifade ediyoruz ki onları anlasınlar. [17,68-69;
67, 16-17]
Allah Teâla geçmişte azgınlık eden
bazı toplumlara, burada sayılan cezaları indirdiğini
bildirmek sûretiyle son Peygamberin (a.s.m) ümmetini
de uyarmaktadır. Yukarıdan inen azap: Taş yağması,
fırtına, tufan, yıldırım; hastalık ve musîbetler
veya kötü yöneticilerden gelen zulüm; aşağıdan
gelen azap: deprem, toplumdaki kargaşa, anarşi, asayişsizlik
diye açıklanmıştır.
Bu âyetle ilgili bir hadis: “Ümmetimden
dört şeyi kaldırması için Allah’a dua ettim;
bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya
razı olmadı. Gökten taş yağmasını, yere batmayı,
onları birbirine düşürmeyi ve kimine kiminin hıncını
tattırmayı kaldırmasını diledim. İlk ikisini kaldırdı,
öbür ikisini kaldırmaya razı olmadı.”
Müslümanlar arasında tefrika ve
birbiriyle kavga haram olmakla beraber, Allah’ın
hikmetinin bunlara imkân vermesi, kulların imtihanda
olmaları sırrı ile ilgilidir. Mümin şerden,
haramdan geri durmakla yükümlüdür.
66-67 –
Bu, hakikatin ta kendisi olduğu halde, senin halkın
onu yalan saydı. De ki: “Ben sizden sorumlu değilim.
Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır;
Siz de yakında öğrenirsiniz.”
68 –
Âyetlerimiz hakkında alaylı tavırla münasebetsizliğe
dalanları gördüğün zaman, -onlar başka bir konuya
geçinceye kadar- kendilerinden yüzçevir, eğer şeytan
bunu sana bir an unutturursa, hatırına geldiği gibi
hemen kalk, artık o zalimler gürûhuyla oturma” [4,140]
{KM, Mezmurlar 1,1}
69 – Allah’ın
azabından sakınan müttakilere, iman etmeyenlerin
hesabından dolayı bir sorumluluk yoktur.
Fakat uhdelerine düşen, belki onlar da inanıp küfürden
ve cehennemden sakınırlar diye, bir nasihattan
ibarettir.
Müttaki:
İttika (korunma) masdarından ism-i
fail olup bu da, başta küfür ve şirk olarak kişinin,
kendisine âhirette zarar verecek olan haram ve günahlardan
sakınarak, tâ nihayette cehennem azabından sakınmasıdır.
70 –
Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren,
kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri
kendi hallerine bırak.
Sen yalnız Kur’ân ile va’z et ki,
Allah’tan başka yardımcısı ve şefaatçisi
bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden
helâke teslim edilmesin.
O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp
kabul edilmez.
İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler,
mahvolanlar, işte bunlardır.
İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek
ve acı veren bir azap vardır. [74,38-39;
3,91; 10,3; 32,4]
71 –
De ki: “Allah’tan başka, bize, yalvarıp ibadet
ettiğimiz takdirde fayda, terkettiğimiz takdirde zarar
vermeyen şeylere mi yalvaralım?
Allah bizi doğru yola koyduktan sonra şeytanların
kandırıp şaşkın bir halde çöle düşürdükleri,
arkadaşlarının ise “Bize gel!” diye doğru yola
çağırıp durdukları ahmak gibi, gerisin geriye İslâm’dan
şirke mi dönelim?
De ki: “Allah’ın gösterdiği yol, tek doğru
yoldur ve bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız
emrolundu.” [39,37; 16,37]
72 –
“Bir de namazı hakkıyle ifa edin ve Allah’a karşı
gelmekten sakının.” diye de emrolundu.
Hepinizin sonunda toplanacağı yer, O’nun huzurudur.
73 –
Gökleri ve yeri hak ve hikmet’e yaratan Odur.
O “ol” dediği zaman her şey oluverir. Sözü haktır.
Sûra üfleneceği gün de hakimiyet O’nundur.
Görünmeyeni de, görüneni de, olmuşu da, olacağı
da O bilir. O, hakîm ve habîrdir (tam hüküm ve
hikmet sahibi ve herşeyden hakkıyla haberdardır).
[2,117; 18,99; 20,102; 40,16; 25, 26] {KM,
Çıkış 19,16; Yoel 2,1; Vahiy 8,9; 11,15; I Korintos
15,52}
74 –
Bir zaman İbrâhim, atası Azer’e: “Ne! Sen putları
tanrı mı ediniyorsun?
Doğrusu ben seni de kavmini de besbelli bir sapıklık
içinde görüyorum” demişti. [19,41-48]
{KM, Tekvin 11,27}
Gelecek bölümde Hz. İbrâhim (a.s.)’ın
Allah’ın varlığını ve birliğini delillere
dayanarak ortaya koyması anlatılmaktadır. Müfessirlerin
çoğuna göre, Hz. İbrâhim, muhataplarını irşad ve
onlara istidlâl, yani delillere dayanarak tahkikî
imana ulaşma yolunu göstermek için bu diyaloğa girmiştir.
78. âyette nakledilen ve onun şirkten berî olduğunu
bildiren sözü de buna delildir.
75 –
Biz İbrâhim’e (şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz
gibi) imanında yakîne, kesinliğe ulaşması için göklerin
ve yerin muhteşem hükümranlığını da öylece gösteriyorduk.
[3,190-191; 7,185; 10,101; 23,88; 34,9; 36,83]
76 –
Gece bastırınca İbrâhim bir yıldız gördü, “(İddianıza
göre) Rabbim budur!” dedi.
Yıldız sönünce de “Ben öyle sönüp batanları
Tanrı diye sevmem” dedi.
77 –
Sonra ayı, dolunay halinde doğmuş vaziyette görünce
“(İddianıza göre) Rabbim budur!” dedi. Sonra o da
batınca: “Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi,
mutlaka sapmışlardan olurdum” dedi.
78-79 –
Daha sonra güneşi doğarken görünce “Rabbim,
herhalde budur, bu hepsinden daha büyük!” Batıp
kaybolunca da: “Ey halkım, ben sizin Allah’a şerik
koştuğunuz şeylerden berîyim.” “Ben batıl
dinlerden uzaklaşarak, yüzümü, gökleri ve yeri
yaratan Rabbülâlemin’e yönelttim, ben asla sizin
gibi müşrik değilim!” dedi. [6,19;
7,54]
80 –
Kavmi kendisi ile tartışmaya girişti: O dedi ki:
“Allah, bana doğru yolu göstermişken, siz hâla
benimle O’nun hakkında tartışıyor musunuz? Sizin
O’na ortak saydığınız şeylerden ben hiç bir
zaman korkmam.
Rabbim ne dilerse o olur. Rabbimin ilmi her şeyi kapsar.
Hâla kendinize gelip ders almayacak mısınız?”
81 –
“Hem siz, Allah’ın size tanrı oldukları hakkında
hiçbir delil indirmediği şeyleri Ona ortak saymaktan
korkmuyorsunuz da, nasıl ben sizin O’na ortak koştuğunuz
şeylerden korkarım?”
Şimdi biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisi
korkudan emin olmakta haklıdır?” [53,23;
42,21]
Hz. İbrâhim putlara ve yıldızlara
tapmanın aklen tutarsız olduğunu ispatlayınca, öyle
anlaşılıyor ki, müşrikler bu sefer, onların Allah
nezdinde şefaatçi olabileceklerini söylediler. Bu
ancak nakil yolu ile bilinecek bir şey olunca Hz. İbrâhim:
“Onların şefaatçiliği hakkında Allah’ın hiçbir
delil bildirmediğini” söyledi. Son olarak hürafeci
müşrikler, “bizim bu gizemli ilahlarımız seni çarparlar”
deyip, psikolojik bir yaklaşımla insanın zaaf
damarlarından biri olan korkusunu harekete geçirmeye
çalıştılar. O da pek kuvvetli ilzamî bir delille
onları susturdu: “Allah’ın kudreti ve birliği
kesin. Sizin tanrılarınızın ise zihninizden başka
yerde varlıkları yok. Allaha şirkiniz sebebiyle, asıl
korkması gereken siz iken, benim ise korkacak hiç bir yanlışım yok iken, ne diye ben
korkayım? İyi düşünün: güven istiyorsanız, o
sadece tevhid inancındadır.”
82 –
İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya,
işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru
yolda olanlar da onlardır.
83 –
İşte bunlar, kavmine karşı İbrâhim’e verdiğimiz
delillerdi.
Dilediğimiz kimselerin derecelerini kat kat yükseltiriz.
Muhakkak ki senin Rabbin tam hüküm ve hikmet sahibidir
ve O her şeyi hakkıyla bilir.
84 –
Biz ona İshak ile Yâkub’u ihsan ettik ve her birini
nübüvvete erdirdik.
Daha önce de Nuh’u ve onun neslinden Davud’u, Süleyman’ı,
Eyyub’u, Yusuf’u, Mûsâ’yı ve Harun’u da nübüvvete
erdirdik.
Biz iyi hareket edenleri işte böyle ödüllendiririz. [19,49;
29,27; 57,26; 19,58]
85 – Zekeriyya’yı,
Yahya’yı, Îsâ’yı, İlyas’ı da nübüvvete
erdirdik. Onların hepsi de salihlerdendi.
86 –
İsmâil’i, Elyesa’ı, Yunus’u, Lut’u da nübüvvete
erdirdik; her birini de yaşadıkları asrın insanlarından
üstün kıldık.
87 –
Onların babalarından, zürriyetlerinden, kardeşlerinden
kimini de, aynı şekilde etraflarındaki insanlara üstün
kıldık, onları seçtik, onları doğru yola götürdük.
88 –
İşte bu yol Allah’ın hidâyet yoludur ki kullarından
dilediğini ona götürür. Eğer onlar Allah’a ortak
tanısalardı, bütün yaptıkları, elde ettikleri bütün
kazançları heder olmuş gitmişti. [39,65;
43,81; 21,17; 39,4]
89 –
İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet, hükümranlık
ve nübüvvet verdiğimiz şahsiyetlerdir. Şimdi o müşrikler
bu nübüvveti inkâr ederlerse, biz nübüvveti inkâr
etmeyip ona sahip çıkan bir topluluk görevlendiririz.
Hz. Peygamberin evrensel risaleti insanlık
için en büyük nimettir. Mekkeli hemşehrileri onun kıymetini
bilmeyince Allah ona sahip çıkacak başka bir toplum
var edeceğini bildiriyor. İbn Abbas bunu “Ensar”
diye tefsir etmişti. İbn Hacer Fethu’l-Barî
adlı Buharî şerhinde şöyle der: “Birinci
derecede Ensar maksat olmakla birlikte, İslâm tarihi
boyunca bu vaadin gerçekleştiğini gösteren müteaddit
toplulukların gelmiş olması, Kur’ân’ın mûcizelerindendir.
“Kıyamet gününe kadar hak için galibiyetle mücahedeyi
sürdüren bir cemaat, ümmetimden eksik olmayacaktır”
hadisi de bu gerçeği müjdelemiştir. Bildirilen
cemaat bire münhasır değildir, müteaddit olabilir.”
90 –
İşte onlar Allah’ın hidâyet verdiği kimselerdir.
Sen de onların yolundan yürü ve de ki: “Ben
risaleti tebliğden dolayı sizden bir ücret
beklemiyorum. O, bütün milletler için bir öğütten,
irşaddan ibarettir.
91 –
Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar.
Çünkü “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir”
dediler.
Sen onlara de ki: “Peki, Mûsâ’nın insanlara bir nûr
ve rehber olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça
kağıtlar haline koyup işinize geleni gösterdiğiniz,
fakat çoğunu gizlediğiniz ve sizin de babalarınızın
da bilmediğiniz birçok şeyleri sayesinde öğrendiğiniz
o kitabı kim indirdi?”
Ey Resulüm sen: “Allah indirdi” de! sonra bırak
daldıkları batıllarında oynaya dursunlar. [10,2;
17,94-95]
92 –
İşte bu da bir feyiz kaynağı ve daha önceki
kitapları tasdik edici olarak, bir de hem Anakenti, hem
de bütün çevresindeki insanları uyarman için
indirdiğimiz bir kitap! Âhirete iman edenler, buna da
inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyle kılmaya
devam ederler. [2,41; 7,158;
6,19; 11,17; 25,1; 3,20; 42,7] {KM,
II Samuel 20,19}
Kur’ân’ın dâveti evrenseldir.
Nitekim bu âyet, “Ümmu’l-Kurâ
(Anakent) Mekke ve bütün çevresi” diyerek bunu gösterir.
Bu gerçek “bütün insanlara” [7,158], bütün âlemlere
(insanlara ve cinlere) 25,1 gibi âyetlerde daha açık
bildirilir.
93 –
Allah adına yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir
şey vahyedilmediği halde “Bana da vahyolundu”
diyenden, bir de, “Allah’ın indirdiği âyetler
gibi ben de indiririm” diye iddia edenden daha zalim
kimse olabilir mi?
Ölümün şiddetleri içinde kıvranırken, ölüm
meleklerinin de yakalarına yapışıp kendilerine:
“Haydi, derhal ruhlarınızı çıkarıp teslim edin!
Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız; çünkü
Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyordunuz
ve çünkü kibirlenerek O’nun âyetlerinden yüzçeviriyordunuz!”
diye haykırdıkları sırada sen o zalimlerin halini
bir görsen! [8,31.50;
47,27; 66,6] {KM,
Hezekiel 13,6-7}
Allah adına yalan şöyle olur: O’nun söylemediği
söz O’na mal edilir, şeriki olmadığı halde ortak
koşulur veya O’na eksik sıfatlar verilir.
94 – Kıyamet
günü de Hak Teâla şöyle buyuracaktır:” İşte
siz ilk yarattığımızda olduğunuz gibi çırıl çıplak,
teker teker huzurumuza geldiniz! Size verdiğimiz mallarınızı
da çok gerilerde bıraktınız.
Hani, siz dünyada iken Allah’a şerik olduğunu iddia
ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz?
Gördünüz ya, aranızdaki bağlar bir bir koptu ve
ortak olduklarını iddia edip güvendiklerinizin hepsi
sizden uzaklaştı.” [28,62-74;
26,92-93; 2,166-167; 23,101; 29,25; 28,64; 74,11]
İnsan dünyadan âhirete hiçbir şey götüremez.
Mal, mülk, dünyevî mevki, şöhret hep dünyada kalır.
Dirilirken de insan “Anadan doğduğu gibi çıplak,
yalınayak ve sünnetsiz” haşredilecektir. Hz. Aişe
(r.a.): “Eyvah! Herkes birbirinin mahrem yerlerine
bakacak!” deyince Hz. Peygamber (a.s.) bir başka âyetle
cevap verip bu âyeti açıklamıştır: “O gün
herkesin başından aşkın derdi vardır, (ne erkekler
kadınlara, ne de kadınlar erkeklere bakamazlar.)”
[80, 37]
95 –
Taneleri ve çekirdekleri çatlatıp yararak (her şeyi
gelişme yoluna koyan) Allah’tır. Ölüden diriyi O
çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da O’dur.
İşte bunları yapandır gerçek İlah! Artık nasıl
oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz? [3,27;
36,33-36]
Ölüden diriyi çıkarmak: kuru taneden
yeşil bitki, kâfirin neslinden mümin çıkarma;
diriden ölü çıkarma ise bunun aksi olarak açıklanır.
Canlılar ölü maddeleri yiyerek beslenir. Bebeğin
bedeni ölü sütü, canlı ete dönüştürür. Canlı
bedenden ölü süt çıkar. Bunun da ötesinde, hayat
ve ölüm deveranı, hayatın sırrı ve kâinatın
ihtiva ettiği büyük bir mûcizedir. Su, karbondioksit,
hidrojen ve topraktaki inorganik tuzlar, güneş
ışığı, yeşil bitkiler ve muayyen bakteriler
sayesinde, nebat ve hayvandaki hayat maddesini teşkil
eden organik maddelere dönüşürler. İkinci durumda
ise bu maddeler, canlı artıkları halinde ölüm âlemine
dönerler. Böylece Yüce Yaratıcı akıp giden zamanın
her anında ölüden hayat, hayattan ölü çıkarır.
96 –
Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur.
Geceyi dinlenmeniz, güneş ve ayı da vakitlerinizi
hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, azîz
ve alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen
Allah’ın takdiridir). [2,189;
7,54; 93,1-2; 92, 1-2; 91,3-4; 10,5; 36,40]
97 –
Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan
yararlanıp yol bulma imkânı veren O’dur. Gerçekten
bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için âyetlerimizi
açıkça bildirdik.
98 –
Sizi bir tek candan yaratan O’dur. Sonra sizin için;
bir kalacak yer, bir de emanet olarak duracak yer vardır.
Biz âyetlerimizi anlayan kimseler için açıkça
bildirdik. [4,1]
Bütün insanların, ilk insan olan
babaları Hz. Âdemden çoğalmış olmaları Allah’ın
kudretinin delilleridir. Müstekarr: Ana rahmi veya yeryüzündeki ikamet; emanet yeri ise:
sulb veya kabirdeki ikamettir. Başka ihtimaller de sözkonusudur.
99 –
Gökten su indiren O’dur. Sonra Biz onunla her çeşit
bitkiyi çıkarırız. O bitkiden bir filiz, ondan da büyüyüp
birbirinin üstüne binmiş taneler, başaklar çıkarırız.
Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm,
zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz.
Bunlardan kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her
birinin meyvesine, bir ilk meyve verdiğinde bir de tam
olgunlaştıkları zaman bakın! Elbette bütün
bunlarda iman edecekler için alınacak birçok dersler
vardır. [16,10-11; 21,30;
13,4] {KM, Mezmurlar
104}
100 –
Böyle iken tuttular, cinleri Allah’a şerik yaptılar;
halbuki bunları da O yaratmıştır. Bundan başka
O’na birtakım oğullar ve kızlar yakıştırdılar.
Ne dediklerini bildikleri yok. O, müşriklerin
Kendisine isnad ettikleri bu gibi nitelendirmelerden münezzehtir,
yücedir. [2,116; 4,117-120;
18,50; 19,44; 36,60-61; 34,41]
101 –
Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O’nun nasıl
çocuğu olabilir ki Kendisinin eşi de yoktur. Gerçek
şu ki: her şey O’nun mahlûkudur ve O her şeyi hakkıyla
bilir. [72,3]
102 –
Rabbiniz Allah, işte bu vasıflara sahib olan Yüce
Zattır.
O’ndan başka tanrı yoktur. Her şeyi yaratan O’dur.
O halde yalnız O’na ibadet edin. Her şeyin yönetimi
Onun elindedir. [3,173]
103 – Gözler
O’na erişemez. Onun ilmi ise bütün gözleri ihata
eder.
(Gözlerin görmediği herşeye nüfuz eden, herşeyden
haberdar olan) latîf ve habîr O’dur. [67,14;
31,16] {KM, Çıkış
33,20; Yuhanna 1,18}
Bu âyet gözlerin, Allah’ı “ihata sûretiyle,
künhüne erecek şekilde göremeyeceklerini bildirir.
Ehl-i sünnet, anlayışına göre bu âyet, dünyada görmeyi
nefyeder, ama cennetlikler Allah’ı göreceklerdir.
75,23 âyeti “Rab’lerine bakacaklar” buyurduğu
gibi, başka deliller de vardır. Hz. Peygamber (a.s.)’dan
bize ulaşan kesin hadisler ile bu rü’yet meselesi
sabit olmuştur. Yalnız birini nakledelim: “Siz şüphe
yok ki şu dolunayı nasıl birbirinizi itip kakmadan görüyorsanız
Rabbinizi de göreceksiniz.”
104 –
Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir.
Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim
de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir.
Sen de ki: “Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.” [22,46]
105 –
İşte Biz, âyetleri iyice anlayıp kavramaları için
farklı üslûplarla, türlü türlü beyan ederiz.
Biliyoruz ki onlar neticede “Sen ders almışsın!”
diyeceklerdir.
Âyetleri böyle türlü türlü açıklamamız, bilmek
isteyen kimselere, Kur’ân’ı iyice beyan etmek içindir.
[25,4-5; 2,26; 22,53; 74,31;
17,82; 41,44]
106 –
Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa ona tâbi ol. O’ndan
başka tanrı yoktur. Onun için, sen de müşriklerden
uzak dur.
107 –
Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı. Biz
seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik. Sen
onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin. [13,40;
88,21-22]
108 –
Onların Allah’tan başka yalvardıkları tanrılarına
hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp
Allah’a hakaret etmesinler.
Böylece her ümmete, yaptıkları işi güzel gösterdik.
Sonra dönüşleri yalnız O’na olacak ve O da yaptıklarını
kendilerine bir bir bildirip karşılığını
verecektir.
Allah Teâla bir önceki âyette,
hikmetiyle insanların hak dini seçip seçmemeyi kendi
tercihlerine bıraktığını bildirmiştir. Allah
dileseydi hiç müşrik ve kâfir kalmazdı, fakat bunu
dilememiştir, buyurarak kâfirlere yapılan tebliğ işinde
önemli bir metod veriyor. O da onları haktan iyice
uzaklaştıracak şeylerden kaçınmak ve onların
putlarına, liderlerine ve inançlarına sövüp hakaret
etmemektir. Zira sövüp hakaret etmenin tebliğle
ilgisi yoktur. Mümine düşen kızmaksızın, telaşsız,
soğukkanlı bir tebliğdir.
109 –
Kendilerine bambaşka bir mûcize geldiği takdirde
mutlaka ona inanacaklarına dair vargüçleriyle
Allah’a yemin ettiler.
De ki: “Mûcizeler ancak Allah’ın yanındadır.”
O istedikleri mûcize geldiği zaman onların yine de
iman etmeyeceklerinin siz farkında değil misiniz? [17,59]
110 – Onların
kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. İlkin ona
inanmadıkları gibi o mûcizeyi gördükten sonra da
inanmazlar ve onları taşkınlıkları içinde şaşkın
şaşkın bırakırız.
111 –
Biz onlara, dedikleri gibi melekleri de indirseydik,
ölüler diriltilip kendileriyle konuşsaydı,
istedikleri her şeyi toplayıp karşılarına koysaydık,
onlar, ihtimali yok, yine iman edecek değillerdi.
Allah dilerse o başka. Fakat onların çoğu bunu
bilmezler. [17,92; 6,124;
25,21; 10,96-97]
112 –
Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını
düşman yaptık.
Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı
sözler fısıldayıp telkin ederler.
Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı.
O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa
bırak! [3,184; 6,34; 41,43;
25,31]
113 –
Bir de bu telkini, âhirete inanmayanların gönülleri
ona meyletsin, derken ondan hoşlansınlar ve işledikleri
suçlarını işlemeye devam etsinler diye yaparlar.
114 –
De ki: “Allah size o kitabı, içinde hak ile batıl
birbirinden ayırt edilmiş tarzda açıklanmış olarak
indirmişken,
sizinle aramızdaki davâyı hükme bağlamak için
Allah’tan başka bir hakem mi arayacak mışım?
Kendilerine daha önce kitap verdiğimiz kimseler de
bilirler ki
bu kitap gerçekten Rabbin tarafından indirilmiştir.
Sakın bundan şüphen olmasın! [10,94]
115 –
Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tam
kemalindedir.
O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O hakkıyla
işitir ve bilir.
116 – Eğer
dünyada bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni
Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar.
[12,103; 37,71]
117 –
Muhakkak ki Rabbin, Kendisinin yolundan sapanları pek
iyi bildiği gibi,
doğru yolda olanları da çok iyi bilir.
118 –
Artık, o sapanların sözlerine kulak asmayın da,
-Allah’ın âyetlerini tasdik ediyorsanız-
kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmış olan
hayvanların etini yeyin.
119 –
Kesilirken üzerlerine Allah’ın adı anılmış olan
hayvanların etlerinden niçin yemiyecek mişsiniz?
O, zaten size haram kıldığı etleri açıkça
bildirmiştir; ancak çaresiz kalıp da zaruret mikdarı
yemeniz müstesnadır.
Evet birçokları, bildiklerinden değil, sırf heva ve
hevesleriyle halkı saptırıyorlar.
Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları pek iyi bilmektedir.
[2,173]
Nesefî’nin dediğine göre, fe külû (kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmış olan
hayvanların etini yeyin) emri (âyet:118) 117. âyetteki
saptıranlara uymanın yasaklanmasının bir neticesi
durumundadır. Zira onlar haramı helâl, helâli ise
haram sayıyorlardı. Bu şöyle olmuştu: Müslümanlara
diyorlardı ki: “Siz Allah’a kulluk ettiğinizi
iddia ediyorsunuz. Öyleyse sizin öldürdüğünüzü
yemektense, Allah’ın öldürdüğünü yemeniz
gerekmez mi?” Bu âyetle müminlere deniliyor ki:
“Siz kesin olarak iman ediyorsanız, öyleyse özellikle
kesilirken üzerine Allah’ın adı zikredilen eti
yeyin, yoksa onların putlarının adı zikredilerek
kesileni veya kendiliğinden öleni yemeyin. Hem Allah
adına kesilmiş olanı yemenize ne engel var ki? O,
sizin öldürdüğünüz değil, Allah adına kesilen
helâl ve hoş rızıktır”
120 – Günahın
açığını da bırakın, gizlisini de: Çünkü günah
işleyenler elbette yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
121 –
Allah adına kesilmeyen hayvanın etini yemeyin! Bu,
Allah yolundan çıkmaktır, isyandır.
Şeytanlar kendi adamlarına sizinle mücadele etmeleri
için telkinlerde bulunurlar.
Şayet onlara uyarsanız, siz de düpedüz müşrik olur
çıkarsınız. [9,31]
Zebiha konusunda üç türlü içtihad
vardır. a-Allah’ın adı zikredilmeksizin boğazlanan
hayvanın eti helâl değildir, besmele ister kasden,
ister yanılarak terkedilsin (İbn Ömer, Nâfi, İmam
Malik, Davud). b-Besmele şart değil, müstehabdır,
ister kasden, ister sehven terkedilsin (İbn Abbas, Şafiî,
İmam Ahmed). c-Besmeleyi unutarak terketmek zarar
vermez, fakat kesen kimse kasden terketmiş ise o hayvanın
eti helâl olmaz (Hz. Ali, Hasan el-Basrî, Ebû Hanîfe).
122 –
Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında
yürümesi için kendisine bir ışık (iman nûru)
verdiğimiz kişi, karanlıklarda kalıp çıkamayan
kimse gibi olur mu hiç?
Olmaz ama kâfirlere, yapmakta oldukları işler böyle
güzel gösterilir. [67,22;
11,24; 35,19-23]
123 –
Mekke’de olduğu gibi her şehirde de ileri gelen mücrimleri,
yüksek mevkilerde bulundururuz ki oralarda hîleler çevirsinler.
Onlar böyle yapmakla kendilerini aldatırlar da farkında
olmazlar. [17,16; 34,34-35;
43,23; 71,22; 34,31-33; 29,13; 16,25]
124 –
Bir âyet gelip de bu kâfirlere tebliğ edilince
“Allah’ın resullerine verilen risaletin benzeri
bize verilmedikçe, sana asla iman etmeyiz.” derler.
Allah peygamberliği kime vereceğini pek iyi bilir.
Yaptıkları hîleler sebebiyle, suç işleyenlere,
Allah tarafından bir zillet ve şiddetli bir azap erişecektir.
[25,21; 6,10; 43,31-32;
40,60]
125 –
Hasılı Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun
kalbini İslâm’a açar.
Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki o kişi
gökte yükseliyormuşcasına dar ve tıkanık yapar.
İşte Allah böylece, imana gelmeyenlere rüsvaylık
verir. [20,25; 39,22; 49,7]
{KM, II Makkabe 1,4;
Resullerin işleri 16,14}
İnkâr zihniyeti ile rûhu kirlenmiş
kimse Allah’ın birliğinin delillerini düşünmeye dâvet
edilince, göğe çıkarcasına zorlanır, göğe yükselen
kimsenin nefesinin tıkanması gibi göğsü tıkanır.
Mânen böyle olduğu gibi, âyet bunun maddî tezahürüne
de işaret etmektedir. Zira yükseğe çıktıkça
oksijen azalır ve solunum güçlüğü çekilir. Her yüz
metre yükseldikçe hava basıncı bir derece düşer.
Basınç düştükçe nefes almak zorlaşır. Çok yüksekte
uçan pilotların özel teneffüs cihazları kullanmaları
şart olur. Aksi halde o pilotlar nefessizlikten ölürler.
126 –
Bu İslâm yolu Rabbinin dosdoğru yoludur. Düşünüp
idrâkini kullanan kimseler için âyetlerimizi iyice açıklamış
bulunuyoruz.
127 –
Rab’leri nezdindeki selam ülkesi olan cennet onlarındır.
Yaptıkları güzel işler sebebiyle Allah, kendilerinin
yardımcısıdır.
128 –
Gün gelecek, Allah onların hepsini huzurunda toplayıp:
“Ey cin topluluğu! İnsanlardan çoğunu yoldan çıkardınız
ha!” diyecek.
İnsanlardan onlara uymuş olanlar diyecekler ki: “Ey
Ulu Rabbimiz! Kimimiz kimimizden faydalandık ve bize
tayin ettiğin müddetin sonuna ulaştık.”
O buyuracak ki: “Meskeniniz ateştir. Allah’ın
diledikleri hariç, hepiniz içinde ebedî kalmak üzere
oradasınız.” Gerçekten Rabbin hakîmdir, alîmdir
(tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkıyla
bilir). [36,60-62]
Allah, ilm-i ezelisinde, imana
gireceklerini bildiği ve nüzul vaktine göre ileride müslüman
olacak olanları istisna etmektedir.
Bir de şöyle diyenler vardır:” Burada
istisna, vakit mânasınadır, yani “Allah’ın
dilediği vakitler hariç” demektir. Cehennemlikler
zaman zaman ateşten, zemherir soğuğuna nakledilirler.”
129 –
İşte biz, işledikleri günahlardan ötürü,
zalimlerden kimini kimine musallat ederiz.
Kimini kimine idareci yahut dost yaparız,
yahut “kimini kiminin peşine takarız” mânaları
da verilmiştir.
130 –
Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi
anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı
bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?
“Ey Yüce Rabbimiz! Kendi aleyhimize şahidiz”
diyecekler.
Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece
kendilerinin kâfir olduklarına, yine kendileri şahitlik
ettiler. [12,109; 4,163-165;
29,27; 25,20]
131 –
İşte bu (şekilde resullerin gönderilmesi, onların
uyarmaları), haberleri olmaksızın zulümleri
sebebiyle, senin Rabbinin ülkeleri imha etmediği gerçeğinden
ileri gelmektedir. [17,15;
16,36; 35,24]
132 –
Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır.
Senin Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
[16,88; 25,69]
133 – Rabbin
müstağnidir (herşey ona muhtaçtır, O hiçbir şeye
muhtaç değildir), geniş merhamet sahibidir.
Yoksa dilerse sizi ortadan kaldırır, peşinizden
yerinize dilediğini getirir, nasıl ki sizi de başkalarının
soyundan getirmiştir. [2,143;
4,133; 47,38]
134 –
Size vaad edilen şeyler mutlaka gelecektir, siz bunun
önüne geçemezsiniz.
135 – De
ki: “Ey halkım, vargücünüzle elinizden geleni yapın.
Ben vazifemi yapıyorum.
Güzel akıbetin kime ait olacağını yakında
bileceksiniz. Şu muhakkak ki zalimler iflah olmazlar. [11,121-122;
58,21; 40,51,52; 21,105; 24,55]
Bu âyette geçen dâr’dan
maksat cennet değil, dünyadır. Dolayısıyla mâna
şöyle olur: “Allah’ın bu dünyayı yaratmasına
sebep olan güzel akıbetin hangimize ait olacağını
sonra bileceksiniz.”
Zemahşerî’nin dediği gibi burada
nazik bir uyarma vardır. Uyaranın haklı, uyarılanın
ise batıl yolda olduğu insaf ve nezaketle anlatılmaktadır.
136 –
Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan
kendilerince Allah’a bir hisse ayırdılar da kendi
batıl iddialarınca: “Şu, Allah’ın” dediler,
“Şu da uluhiyette ortakları olan putlarımızın.”
Ortakları için ayırdıkları, Allah’ın hissesine
konulmaz, ama Allah’a ait olanlar ortaklarının
hissesine aktarılır. Bunlar ne kötü hüküm
veriyorlar! [16,57; 43,15]
Müşrikler hem Allah için, hem de putları
için hububat ekiyorlardı. Allah için ektikleri yetişip,
put namına ektikleri gelişmezse, Allah adına ekilenin
bir kısmını puta ait hisseye devreder ve derlerdi ki:
“Allah ganîdir, putlar ise muhtaçtır.” Aksi olur,
yani putlara ait ekin gelişir, Allah’a ayırdıkları
ekin gelişmezse, oradan bu tarafa bir şey ilave etmez,
“Nasılsa Allah ganîdir” derlerdi. Keza davarları
da bölüştürürlerdi. Allah’a ayırdıkları
hisseden misafirlere yedirir, putların payını ise
putlara ait işlerde harcarlardı.
137 –
Yine bunun gibi, onların, Allah’a ibadette ortak saydıkları
putlarının hizmetçileri, müşriklerden çoğuna
evlatlarını öldürmeyi iyi bir iş gösterdiler ki
hem onları mahvetsinler, hem de dinlerini bozup karıştırsınlar.
Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları,
uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak! [16,58-59;
81,8-9]
Şerikler burada, putun kendisi değil,
hizmetçileri, bekçileri veya şeytanlardır. Şerik
denilmesi, mallarına ortak olmaları veya itaatlerinde
onları Allah’a ortak kıldıkları içindir.
Fakirlik endişesi veya kızlar
evlendiklerinde yahut esir olduklarında utanma sebebi
olabilirler diye kız çocuklarını öldürme âdetinin
çirkinliği bildiriliyor. Ayrıca Cahiliye araplarının
“Şu kadar oğlum olursa birini kurban edeyim” diye
Allah’a yaklaşma zannı ile de böyle yaptıkları
olurdu. Âyet çocuk öldürmenin zararının aileye münhasır
kalmayıp aynı zamanda millet hakkında da
“mahvetme” olduğunu bildirmektedir. Bu da oldukça
düşündürücüdür.
138 – Aynı
şekilde dediler ki: “Falan davarlarla ekinlere
dokunmak yasaktır; onları bizim dilediklerimizden başkası
yiyemez. Falan davarların da sırtları haram kılınmıştır”
Birtakım hayvanlar da vardır ki onları keserken
Allah’ın adını anmazlar.
Bütün bunları, onlar Allah’a iftira ederek ortaya
çıkarmışlardır. Allah iftiraları sebebiyle onları
cezalandıracaktır. [4,119;
5,103; 10,59]
139 –
Bir de şöyle dediler: “Falan hayvanların karınlarında
olan yavrular, canlı doğarsa sadece erkeklerimize helâl,
kadınlarımıza ise haramdır. Eğer ölü doğarsa,
hepsi ona ortak olurlar.”
Allah, onların bu kabil iddialarının cezasını
verecektir. Çünkü O, hakîmdir, alîmdir (tam hüküm
ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkiyla bilir). [16,116-117]
140 –
Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını
öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızkı
Allah’a iftira ederek haram sayanlar, elbette tam hüsrana
uğradılar.
Saptılar bunlar, doğru yolu da bulamadılar!
141 –
Asmalı - asmasız bağ ve bahçeleri, mahsûlleri, çeşit
çeşit hurma ve ekinleri, birbirine şekil ve renk yönünden
benzer, tat bakımından benzemez tarzda yaratıp yetiştiren
hep O’dur.
Her biri mahsul verince ürününden yeyin, devşirildiği
gün hakkını (öşürünü) da verin, israf etmeyin,
çünkü O müsrifleri sevmez.
Bu âyet, öşrün bütün mahsulleri
kapsadığına dair İmam Ebû Hanife’nin
delillerindendir.
Zekât âyetlerinin Medine’de indiğini
düşünenler, buradaki hakkın, Mekke döneminde vacip
kılınan bir sadaka olduğunu söyler ve 51,19 ve 70,
24 âyeti ile irtibat kurarlar. “Mamafih bu âyette
hak, mutlak olduğundan, zekâta yani öşüre şamil
olduğu söylenebilir.”
142 – Davarlardan
da çeşit çeşit yarattı: kimi yük taşır, kiminin
yününden ve kılından sergi yapılır.
Allah’ın size verdiği rızkından yeyin, fakat şeytanın
adımlarını izlemeyin.
Çünkü o sizin besbelli bir düşmanınızdır.
143 –
Sekiz çift davar yarattı: koyundan iki, keçiden iki.
De ki: İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi
mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı
haram kıldı?
Eğer iddianızda haklı iseniz bilgi ve belgeye
dayanarak haber verin bana! [39,6]
Cahiliye arapları bazan erkek, bazen dişi
hayvanları, bazan bunların yavrularını haram
sayarlardı. Kur’ân, âyette sayılan sekiz sınıfın
ve yavrularının helâl olduğunu bildirip onların bu
davranışlarını böylece yeriyor.
Burada vurgulanmak istenen nokta şudur:
“Kimse kendi iddiasına göre herhangi bir şeyi haram
veya helâl kılamaz. Bu yetki yalnız Allah’a aittir.”
Çift kelimesi yerine “eş”
kullanabilirdik. Zira burada bir bakıma “dört çift”
söz konusudur. Fakat her eşten biri, öbürü olmaksızın
düşünülemeyeceğinden, yani çift kelimesinin çifte
kullanımının geçerli oluşundan dolayı çift demeyi
tercih ettik.
144 –
Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği
mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde
bulunan yavruları mı haram kıldı?
Yoksa Allah size bu yasaklamayı yaptığında siz orada
hazır ve şahit mi idiniz?
İlimsiz olarak insanları saptırmak için uydurduğu
yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kimse
bulunabilir mi? Allah elbette o zalimler güruhunu
muvaffak etmez, emellerine kavuşturmaz.
145 –
De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram
dediklerinizin, yemek isteyen kimseye haram kılındığını
görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut
pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti, veya
Allah yolundan çıkarak Allah’tan başkası adına
kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır).
Fakat kim çaresiz kalırsa başkasının hakkına tecavüz
etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere
bunlardan yiyebilir. Çünkü Rabbin gafurdur, rahimdir
(affı ve merhameti boldur).
Âyetin zahiri, yenilmesi haram olan
yiyecekleri leş, akan kan, domuz eti ve Allah’tan başkası
adına kesilen hayvan eti olarak dört sınıf olarak
bildirmektedir. Halbuki haramlar, daha fazladır. Bu güçlüğü
gidermek için değişik izahlar yapılmıştır. Bazı
âlimlere göre haramlar dörde münhasır olduğundan
zaten sorun yoktur. Selef-i Salihîn döneminden beri
konu ihtilaflı olduğundan mesele içtihadîdir. Ayrıntılar
için geniş tefsirlere bakılmalıdır.
146 –
Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık.
Sığır ve koyunun içyağlarını da haram kıldık.
Yalnız sırtlarında yahut bağırsaklarında bulunan
veya kemiğe karışan yağları haram kılmadık.
Haddi aşmalarından ötürü onları bu şekilde
cezalandırdık. Şüphe yok ki Biz hep doğru söyleriz.
[3,93; 4,160] {KM,
Levililer 3,3.17; 11,3-8; Tesniye 14,7.15}
Yahudilerin ya Tevrat’tan önceki bazı
uygulamalarından veya Tevrat’tan sonra bir kısım
din adamlarının ve otoritelerin ilavelerinden ileri
gelen (Mesela: deve eti, tavşan etinin haram sayılması
gibi) iddialarına kısaca işaret ediliyor.
147 –
Eğer onlar seni yalancı sayarsa de ki: “Rabbinizin
merhameti geniştir; fakat dilediği zaman O’nun
satveti ve azabı, suçlu toplumdan geri çevirilemez.”
148 –
Müşrikler diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne
biz, ne de atalarımız şirk koşmaz, hiçbir şeyi de
haram kılmazdık”
Onlardan öncekiler de peygamberlerini yalancı saymışlardı
da nihayet Bizim azabımızı tatmışlardı.
De ki: “Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi,
bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin. Ama gerçek
şu ki: Siz sadece kuru bir zannın ardından
gidiyorsunuz düpedüz yalan atıyorsunuz.” [43,20;
16,35]
Sanıldığı gibi müşrikler böyle
demekle yaptıkları çirkin işten pişmanlık
duymuyorlar. Aslında onlar putlarına Allah’a yaklaştırmaları
için ibadet ediyorlar ve bunu yerinde bir iş sayıyorlardı.
Şu halde onların bu sözden maksatları: Yaptıkları
işin meşrûluğuna bir delil öne sürmektir. Allah’ın
iradesinin, emriyle birlikte olduğunu ve iradenin rızayı
da gerektirdiğini zannediyorlardı. Bir başka deyişle
şöyle demek istiyorlardı: “Şirk koşmamız madem
ki Allah’ın iradesi ile, yaratması iledir, öyleyse
O’nun nezdinde meşrûdur.” Oysa irade edip yaratmak,
rızayı gerektirmez.
149 –
De ki: En kesin ve mükemmel delil, Allah’ındır.
Evet, O dileseydi hepinizi doğru yola koyardı.
[6,35; 10,99; 11,118-119]
150 –
“Haydi” de, Allah’ın bunu haram kıldığına
dair tanıklık edecek şahitlerinizi getirin!” Eğer
onlar yalan yere şahitlik ederlerse, sakın sen onlarla
birlikte tanıklık etme.
Âyetlerimizi yalan sayanların ve âhireti tasdik
etmeyenlerin keyiflerine uyma.
Nasıl uyarsın ki onlar başkalarını, kendilerinin
Rabbi olan Allah’a eşit tutmaktadırlar.
151 –
De ki: “Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını
ben okuyup açıklayayım:
O’na hiçbir şeyi ortak yapmayın, anneye babaya iyi
davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin,
çünkü sizin de onların da rızkını veren Biz’iz.
Kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine
de yaklaşmayın.
Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın.
İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size
bunları emrediyor. [4,48;
17,23; 31,14-15; 2,83; 17,31; 7,33; 6,120] {KM,
Çıkış 20}
Fuhşiyat (fevahiş)
çirkinliği meydanda olan her türlü kötü davranışı
kapsar. Kur’ân; zina, eşcinsellik, edep yerlerini açma,
üvey anne ile evlenme gibi davranışları, fuhşiyattan
sayar. Hadislerde hırsızlık, sarhoş edici içki içme
hakkında da bu tabir kullanılır.
(Krş. Tevrat, Çıkış, 20, 3-17; Matta İncîli,
5,17-33)
152 –
Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin
dışında bir sûrette yaklaşmayın.
Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru yapın. Biz hiç
kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz.
Hakkında konuştuğunuz kimse, akrabanız bile olsa,
yine doğruyu söyleyin.
Allah’a verdiğiniz ahdi tutun. İşte düşünüp
tutasınız diye Allah size bunları emretti. [5,8;
7, 85; 11,85; 17,35; 83,1-6] {KM, Levililer 19,35-36;
Tesniye 25,13-16; Hezekiel 45;10}
Müşrikler kendi zanlarına göre “şu
haram, bu meşrû” diye iddialaşıyorlardı. Bu
ortamda Kur’ân üslûb-i hakîm san’atını
kullanarak, onları kısır tartışmalardan vazgeçirip
asıl kendilerine hayat verecek güzel davranışlara yöneltmek
için 151-152. âyetlerindeki on prensibi bildirmiştir.
Bunlar diğer semâvi şeriatlerde de emredilip yürürlükten
kaldırılmayan hükümlerdir.
153 –
Bir de şu: “İşte benim dosdoğru yolum. Ona tâbi
olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi O’nun
yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız
diye Allah, size bunları emretti”. [2,257]
Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâla bir sırat-ı müstakim koydu. Bu yolun
iki tarafında iki duvar vardır ki, duvarlarda birtakım
açık kapılar bulunur. Kapılar üzerinde sarkıtılmış
perdeler vardır. Yolun başında şöyle diyen bir dâvetçi
bulunur: “Ey insanlar! Haydi, hepiniz gelin şu doğru
yola girin, dağılmayın.” Bir de yolun üstünde çağıran
bir dâvetçi vardır. İnsan, o duvarlardaki kapılardan
birini açmak isterse hemen der ki: “Eyvah! Ne yapıyorsun,
sakın orayı açma; zira açarsan içine girersin.”
İşte doğru yol: İslâm’dır. İki duvar ise:
Allah’ın sınırlarıdır, açık kapılar: Allah’ın
haramlarıdır. Yolun başındaki münâdi: Allah’ın
kitabıdır. Yolun üstündeki münâdi ise: her müslümanın
kalbindeki vaizullah (ilahi vaiz)dir.”
154 –
Yine Biz, iyi hareket edenlere nimetimizi tamamlamak ve
herşeyi iyice açıklamak, bir hidâyet ve rehber olmak
üzere Mûsâ’ya kitabı verdik ki Rab’lerine kavuşacaklarına
iman etsinler. [46,12;
9,91-92; 28,48; 71,45]
155 –
İşte bu Kur’ân da, indirdiğimiz kutlu bir kitaptır.
Artık ona tâbi olun, inkâr ve isyandan sakının ki
rahmete nail olasınız.
156 –
O kitabı indirmemiz, “Bizden önce kitap yalnız iki
topluluğa indirildi, biz ise onların okuduklarından
habersizdik” dememeniz,
157 –
Yahut: “Eğer bize de kitap indirilseydi, biz onlardan
daha başarılı olurduk” dememeniz içindir.
İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidâyet ve
rahmet geldi. Allah’ın âyetlerini yalan sayıp
insanları ona yönelmekten alıkoyandan daha zalim kim
olabilir?
Âyetlerimizden yüzçevirerek engelleyenleri bu
engellemeleri sebebiyle yaman bir azapla cezalandıracağız.
158 –
Onlar imana gelmek için ne bekliyorlar? Meleklerin
inmesini mi? Rabbinin imha eden azabının veya Rabbinin
kıyamet alâmetlerinden birinin gelmesini mi
bekliyorlar? Rabbinin
alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman
etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir
kimseye o günkü imanı asla fayda vermez. De ki:
“Bekleyin, biz de beklemekteyiz.” [47,18;
40,84-85; 22,17]
Bir hadis meali: “Güneş battığı
yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş battığı
yerden doğduğu zaman, bütün insanlar toptan iman
edecekler. Fakat işte o gün, daha önce iman etmiş
veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir
kimseye imanı asla fayda vermez.”
159 –
Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok
mu, senin onlarla hiç bir alakan yoktur. Onların işi
Allah’a kalmıştır. Allah, onların yaptıklarını
ileride bir bir onlara bildirip cezalarını verecektir.
Müşriklerin durumu bildirildikten sonra
154. âyetten itibaren Yahudi ve Hıristiyanların dini
gruplaşmalarına işaret ediliyor. Bu âyeti gayr-i müslimler
hakkında düşünen âlimler yanında, müslümanlar
arasında çıkan bid’at fırkalarını kapsayacağını
düşünenler de vardır. Âyet, dinin hükümlerinin
bir kısmına inanmayan ve böyle bir parçalanmadan
ileri gelen fırkalara da şamildir. Fakat dinin kesin hükümlerini
inkâr etmeyen muteber içtihad, fıkhî mezhep,
tasavvufî meşreb veya uygulamada ortaya çıkan dini
hizmet gruplarını bu âyeti ileri sürerek mahkûm
etmek, bu âyeti yanlış anlamak olur. Onun için müfessir
İbn Kesir: “Zahir olan odur ki âyet; Allah’ın
dininden ayrılan ve ona muhalif olanlar hakkındadır”
diye uyarmaktadır.
160 –
Kim Allah’a güzel bir işle gelirse, iyilik işlerse,
ona on misli verilir; kim de bir kötülükle gelirse,
sadece kötülüğüne denk bir ceza görür ve hiç
kimseye haksızlık edilmez. {KM,
Matta 19,29}
161 –
De ki: Rabbim beni doğru yola, İbrâhim’in dimdik
ayakta duran, batıldan uzak, tamamen Hakka yönelmiş
tevhid dinine iletti. O, asla müşriklerden olmamıştı.
[2,130; 22,78; 16,120-123]
Allah Teâlanın tevhidin atası olan ve
her zaman gerçek inancın temsilcisi olan Hz. İbrâhim
(a.s.)’ın dinini zikretmesi düşündürücüdür.
Kendisine Yahudi, Hıristiyan adlarını takanlar da,
Arap müşrikleri de Hz. İbrâhim’e tam bir saygı ve
bağlılık gösteriyorlardı. Bu âyet Hz.
Muhammed’in, Hz. İbrâhim’in onun dâvetini
yenilemekten başka bir şey yapmadığını, dolayısıyla
ona mensup olmayı şeref saydığını göstermekte ve
diğer din mensuplarını da Hz. İbrâhim’e sadık
bir mensup olmaya dâvet etmektedir.
162-163 –
De ki: “Benim namazım da, her türlü ibadetlerim de,
hayatım da ölümüm de hep Rabbülalemin olan
Allah’a aittir. Eşi ortağı yoktur O’nun. Bana
verilen emir budur. O’na ilk teslim olan da benim. [21,25;
10,72; 2,130-132; 12, 101; 10,84]
164 –
De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka
bir rab mı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız
kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını
yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna
varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü,
işin gerçeğini size bildirecektir.
[1,5; 11,123; 17,15; 35,8; 67,29; 73,9] [KM,
Romalılara 14,12; Galatyalılara 6,5}
165 –
O’dur ki sizi dünyada halifeler yapmış ve verdiği
nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün
kılmıştır.
Muhakkak ki Rabbin, cezalandırmayı dilediğinde işi
çarçabuk bitirir ve muhakkak O gafurdur, rahimdir (affı,
merhamet ve ihsanı pek boldur).
[43,60; 27,62; 2,30; 7,129; 43,32; 7,129]
Sûrenin Allah’a hamd ile başlayıp O’nun
mağfiret, merhamet ve ihsanı ile sona erdirilmesi ne
letafetlidir! Son âyette cezalandırmasına delalet vardır,
fakat bu devamlılık belirten bir sıfat olmayıp, cezalandırması
halinde cezasının şiddetli olduğunu bildirir. Buna karşılık
çok affeden, çok merhamet ve ihsan eden mânasına gelen
gafûr ve rahîm olarak iki güzel ismini bildirmesi, kullar
için büyük bir müjdedir.
|