KUR'AN-I KERİM İNDEKS

72 – CİN SÛRESİ

Mekke’de inmiş olup 28 âyettir. Adını, konusu olan cinlerden almıştır. Sûrenin baş tarafında cinlerden Kur’ân dinleyip iman edenlerin bazı açıklamaları, ikinci kısmında Kur’ân vahyinin kesinliği vurgulanır.

Hz. Peygamber (a.s.) Mekke’de kendisini himaye eden amcası Ebû Talib’in ve bütün varlığı ile kendisine destek olan eşi Hz. Haticenin (r.a) vefatı sebebiyle epeyce üzgün iken, Kureyş’in red tavrı ve verdiği eziyetleri artırması karşısında Taif’e tebliğe gitmiş, orada da taşlanmıştı. Çok üzgün bir durumda iken, Taif’den dönüşünde inen bu sûre, Hz. Peygambere büyük bir destek ve teselli olmuş, cinlerin bile Kur’ân’ı dinleyip tâbi olduklarını bildirmiş, Kur’ân dâvetinin muvaffak olacağını müjdelemiştir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1-7 – De ki: Bana vahyolundu ki bir cin cemaati Kur’ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler:

“Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.

Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.

Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.

Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!

Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler!

Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler.

Hz. Peygamber (a.s.)’ın Kur’ân dinleyen cinleri görüp görmediği hakkında farklı rivayetler vardır. Hadisçiler cinlerin Kur’ân dinlemek için altı ayrı defa geldiklerini kabul ederler. Hadiseye şahid olan Abdullah İbn Mes’ud’un (r.a) Efendimizin onları gördüğü şeklindeki tesbiti, birçok müfessirce tercih edilmektedir.

Cinlerin insanların dillerini bildikleri anlaşılıyor. Bütün dilleri bilmeseler bile, yaşadıkları bölgenin dillerini öğrendikleri düşünülebilir.

6. âyetle ilgili olarak İbn Abbas (r.a) “Cahiliyede araplardan biri ıssız bir vadide konakladığında bir tehlikeden korktuğu zaman, o vaadinin büyüğü diye düşünülen cinne sığınırdı.” Allah’ın dünyaya halife kıldığı insanoğlu, Allah’tan gaflet edip cinlere sığınınca, onlar da gururlanmış, azmış ve onlara daha fazla eziyet etmeye başlamışlardır. 6. âyetten, bu anlaşılıyor.

8 – “Biz göğe çıkmak istedik: Bir de ne görelim: orası sert ve kuvvetli bekçiler, şihablar, alevler, roket gibi mermilerle dolu!

9 – “Önceleri biz göğün bazı yerlerinde oturup dinleme merkezleri edinirdik.

Ama şimdi kim dinlemeye kalkışırsa, derhal kendini gözetleyip izleyen bir alevle karşılaşıyor. {KM, Tekvin 3,24}

10 – “Doğrusu, iyi anlayamadık: Yerde oturanlara fenalık mı irade edildi, yoksa Rableri onlar hakkında hayır ve hidâyet mi diledi, bilemiyoruz.”

11 – “Bizden iyi kimseler olduğu gibi, iyi olmayanlar da var. Biz türlü türlü yollar tutmuşuz.

12 – Şunu da anladık ki, biz yerde Allah’ın iradesine karşı koyamayacağımız gibi, kaçmaya teşebbüs etmekle de O’nun elinden yakamızı da kurtaramayız.

13 – Biz hidâyet Rehberini dinleyince onu tasdik ettik. Kim Rabbine iman ederse, ne hakkının eksik verilmesinden, ne de gadre uğramaktan asla endişesi kalmaz.”

14 – “Bizden Allah’a itaat edenlerin yanında, hak yoldan sapan kâfirler de var. Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenler, doğru yolu arayanlardır.”

15 – “Hak yoldan sapanlar ise, cehennem odunu olurlar.”

Cinler ateşten yaratıldığı için ateş onlara zarar vermez, diye bir düşünce hatıra gelmemelidir. Nitekim insan topraktan, kuru balçıktan yaratıldığı halde ona böyle kuru bir balçık atılsa elbette canı yanar. Aslımız topraktan olsa da et, kemik, sinir ihtiva eden organizma tamamen farklı bir varlık olmuştur. Cinlerde de benzeri bir durum olmalıdır.

16 – Allah Teâla şöyle buyurur: “Eğer insanlar ve cinler, Allah’ın yolunda dosdoğru yürüselerdi, onlara bol yağmur verir, rızıklarını bollaştırırdık. [5,66; 7,96; 6,44; 23,55-56]

17 – Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.

18 – Şüphesiz ki mescidler Allah’ındır (secdeler O’na mahsustur).

Öyleyse sakın Allah’tan başka hiçbir tanrıya dua ve ibadet etmeyin!”

19 – Ne tuhaftır ki, işi tam tersine çevirip, Allah’ın has kulu, bir olan Allah’a ibadete kalkınca, başına öyle bir üşüştüler ki nerdeyse birbirlerini çiğneyeceklerdi.

Bir önceki âyetin buyurduğunun tam aksine müşrikler, dünyanın ilk mescidi olan Kâbe-i Muazzamayı putlarla doldurmuş ve orada Allah’ı tek İlah tanıyarak ibadete yönelen Hz. Peygamber (a.s.)’ı engellemeye çalışmışlardı.

20 – Sen de ki: “Ben yalnız Rabbime yalvarır, O’na kulluk ederim. Hiçbir şeyi O’na ortak saymam.”

21 – De ki: “Benim size ne zarar vermeye ve ne de en büyük fayda olan hidâyete ulaştırmaya gücüm yeter.

22 – De ki: “Allah’ın cezasından beni hiçbir kimse kurtaramaz. Benim Onun dışında sığınacak yerim de yoktur.

23 – Benim vazifem sadece Allah’ın mesajlarını tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir. [5,67]

24 – Kendilerine vaad olunan azabı veya kıyamet saatini gördüklerinde, kimin yardımcılarının daha zayıf, kimin askerlerinin daha az olduğunu, işte o zaman anlayacaklardır.

25 – Ey Resulüm! De ki: “O sizin tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için bir süre mi belirler, kesin bilmiyorum.”

26-28 – O bütün gaybı bilir. Fakat gayblarına kimseyi vakıf etmez. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir, ta ki o elçiler Rab’lerinin mesajlarını, o gözetleyicilerin kendilerine hakkıyle tebliğ ettiklerini kesin olarak bilsinler. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var ne yoksa herşeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir. [2,255]

Allah’ın gaybı Resulüne bildirmesi, gaybı O’ndan başkasının bildiğini göstermez. Aksine gaybın Allah’a has olduğunu teyid eder.

Gözetleyicilerden maksat meleklerdir. Allah Resulüne gönderdiği gaybı, meleklerince koruma altına alınmış olarak gönderir. Hz. Peygamberin risaletinden sonra, gök kapıları cinlere büsbütün kapanınca, onlar, melekler tarafından sıkı bir korumanın olduğunu anlamışlardı.