KUR'AN-I KERİM İNDEKS
8 – ENFAL SÛRESİ
Medine
döneminde hicrî 2. yılda vaki olan Bedir gazasından
sonra nazil olmuş olup 75 âyettir. Adını
ilk âyetinde geçen Enfal (yani ganimetler)
kelimesinden almıştır. A’râf sûresinde
müşriklerin uyarılıp tehdid edildikleri
mağlubiyet, Enfal sûresinin indirilişinden
hemen önce gerçekleştirildiği için, Enfal sûresi
onun peşine konulmuştur. Enfal sûresi Bedir
gazvesinde meydana gelen olayları açıklayıp
bu savaştan alınacak dersleri özetler. Böylece
müslümanlara, iman, hicret, dayanışma, cihad,
savaş, savaş hukuku, anlaşmalar, ganimet,
sabır ve sebat, ciddiyet, disiplin, tevekkül gibi
konular hakkında talimatlar verilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
– Sana ganimetlerin
taksimini soruyorlar. De ki: “Onun taksimi Allah’a
ve Resulüne aittir.
Onun için
siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı
gelmekten sakının, birbirinizle aranızı
düzeltin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.
2
– Gerçek müminler
ancak o müminlerdir ki yanlarında Allah
zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri
okununca bu, onların imanlarını artırır
ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar. [3,135;
39,23; 9,124]
3
– Namazı hakkıyla
ifa edip kendilerine nasib ettiğimiz mallardan hayırlı
işlerde harcarlar.
4
– İşte
onlardır gerçek müminler.
Onlara
Rab’lerinin nezdinde, cennette yüksek dereceler, bir
mağfiret ve kıymetli bir nasip vardır.
5-6
– Nitekim pek
yerinde ve gerekli bir iş için Rabbin seni evinden
çıkardığı zaman, müminlerden bir kısmı
bundan hoşlanmamıştı.
Gerçek apaçık
meydana çıktıktan sonra bile, onlar bu
hususta seninle münakaşa ediyorladı;
sanki gözleri
göre göre ölüme sevk ediliyorlardı.
[2,216; 3,123]
Yüce
Allah ganimetlerin taksimi hakkında hükmü
bildirmediği için önce bu hususta tartışma
çıkmıştı. O konuda âdil hüküm
Allah’a ve Resûlullaha ait olduğu gibi, Allah’ın
hakkı ve adaleti gerçekleştirmek üzere Hz.
peygamber (a.s.m.)’ı Bedir gazası için
sefere sevketmesinde de, hüküm Allah’a ait idi.
Sözkonusu
hak: yapılması gerekli olan iş, şirk
kuvvetleri ile savaşmak, hakkı izhar etmek idi.
Allah’ın rızasının müşriklerle
savaşarak müstahak oldukları dersi vermekte
olduğunu açıkça anlamalarına rağmen
bir kısım müminler, Medineden savaş hazırlığı
yapmış olarak çıkmadıklarından
savaşa isteksiz idiler.
7-8
– Allah iki
topluluktan birine sizi galip kılacağını
vaad ettiğinde siz silahsız olan topluluğun
(kervanın) sizin olmasını arzu
ediyordunuz.
Halbuki
Allah ise, emirleriyle hakkı üstün kılmak
ve şirkin
kuvvetini yok ederek kâfirlerin ardını kesmek
istiyordu ki
o suçlu müşrik
gürûhu hoşlanmasa da, hak olan İslâm’ı
yüceltsin, batıl olan şirki de ortadan kaldırsın.
9
–
O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz.
O da:
“Ben size peşpeşe gelecek bin melaike ile
imdad edeceğim” diye duanızı kabul
buyurdu.
Bedir’e
çıkarken Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile iştişare
etti: Hedef Şam’dan gelen Kureyş kervanı
mı olsun, yoksa Kureyş ordusu mu?” Ashabın
bir kısmı savaş hazırlığı
ile çıkmadıklarından kervanı
istediler. Peygamberimiz ordu ile karşılaşıp
hücum eden düşman kuvvetini kırmak istiyordu.
Yüzünde burukluk hasıl oldu. Durumu anlayan
Sa’d b. Ubade, Mikdad, Sa’d. b. Muaz (r.a) gibi
zatlar, sonuna kadar fedakârlığa hazır
olduklarını bildiren, cesaret verici güzel sözler
söylediler. Düşman üç misli askeri ve savaş
hazırlığı ile zorlu idi. Efendimiz:
“Allah’ım, zafer vaadini gerçekleştir. Bu
cemaat helâk olursa artık yeryüzünde Sana ibadet
edecek kimse kalmayacak” diye dua etti. Allah
te’yidini lütfetti.
10
– Allah bunu, sırf
size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven
duysun diye yaptı.
Yoksa gerçekte
yardım ancak Allah’tandır, başkasından
değil!
Çünkü
Allah, azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm
ve hikmet sahibidir). [3,140-160;
9,14; 28,43]
11
– Düşman
korkusundan gözünüze uyku girmediği için o
vakit Allah, inâyeti ile güven ve sükûnet vermek için
sizi hafif bir uykuya daldırıyordu.
Sizi
temizlemek, şeytanın pisliğini,
vesvesesini sizden gidermek,
kalplerinize
kuvvet vermek ve savaş meydanında ayaklarınızı
sabit kılmak için
gökten üzerinize
su indiriyordu. [3,154;
94,5-6; 76,21]
12
– Rabbin meleklere
vahyediyordu ki:
“Muhakkak
Ben sizinle beraberim,
haydi siz
de müminlere sebat ve cesaret verin.
Kâfirlerin
kalplerine korku salacağım.
Haydi vurun
onların boyunlarına, vurun onların
parmaklarına!” [47,4]
13
– Evet böyle! Çünkü
onlar Allah’a ve Resulüne karşı çıktılar.
Kim
Allah’ın ve Resulünün karşısına
çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası çetindir.
14
– İşte ey
kâfirler! Bunu gördünüz ya, şimdi tadın
bakalım onu!
Kâfirlere
ayrıca bir de cehennem azabı var!
15
– Ey iman edenler!
Ordu halinde kâfirlerle savaşmak için karşılaştığınızda,
onlara arkanızı dönüp kaçmayın.
16
– Her kim böyle
bir günde, -savaş icabı dönüp hücum etmek
için bir tarafa çekilmek veya diğer bir birliğe
katılmak gibi taktik bir maksat dışında-
düşmana
arka çevirirse, Allah’tan bir gazaba uğrar;
onun varacağı
yer cehennemdir, o ne kötü bir âkıbettir!
17
– Siz savaşta
onları kendi kuvvetinizle öldürmediniz, lâkin
Allah öldürdü.
(Ey Resulüm)
Attığın vakit sen atmadın, lâkin
Allah attı.
Ve bunu,
Allah müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için
yaptı. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitir
ve bilir. [3,123; 9,25;
2,249]
İki
taraf savaşa başlayınca Hz. Peygamber (a.s.)
bir avuç çakıl alıp “yüzleri kurusun!”
diye düşman tarafına attı. Her müşriğin
gözüne bir avuç çakıl girmiş gibi gözleri
ile meşgul olmaya başladılar. Bozgunları
başladı. Savaştan sonra “şöyle
kestim, böyle vurdum!” diye övünen müslümanları
irşad için bu hatırlatma yapıldı.
18
– İşte
Allah size böyle yaptı. Çünkü Allah kâfirlerin
tedbirini zayıflatır.
19
– Ey müşrikler!
Siz zafer mi istiyordunuz? İşte zafer geldi!
Siz müminlere
hücumdan vazgeçerseniz bu, sizin için daha iyi olur;
yok döner
yine savaşa başlarsanız, Biz de başlarız!
Askeriniz
çok da olsa size hiç fayda vermez, çünkü Allah müminlerle
beraberdir.
20
– Ey iman edenler!
Allah’a ve Resulüne itaat edin,
Kur’ân’ı
ve Resulullahın öğütlerini işitip
dururken ondan yüzçevirmeyin.
21
– İtaat kulağıyla
işitip dinlemedikleri halde, bir de yalan atıp
“işittik!” diyenler gibi olmayın.
22
– Çünkü Allah
katında yerde gezinen canlıların en kötüsü,
o düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir. [7,179;
2,171]
23
– Şayet Allah
onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara işittirirdi.
Fakat
onlara hak sözü işittirirse bile onlar yine yüz
çevirir ve döner giderlerdi.
24
– Ey iman edenler!
Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet
ettiğinde ona icabet edin.
Bilin ki
Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği
takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler)
ve siz dönüp
O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25
– Bir de öyle bir
fitneden sakının ki o içinizden yalnız
zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur.
Biliniz ki
Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.
26
– Düşünün
ki bir zaman siz dünyada az ve zayıf idiniz.
Öyle ki
insanların sizi tutup kapacağından endişe
ediyordunuz.
Bu halde
iken Allah size yer yurt nasib etti, sizi yardımıyla
destekledi,
sizi temiz
ve helâl şeylerle rızıklandırdı,
ta ki şükredesiniz.
27
– Ey iman edenler!
Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyin,
bile bile
aranızdaki emanetlerinize de hıyanet etmeyin.
28
– Biliniz ki mallarınız
ve evlatlarınız, sadece birer imtihan
konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah
nezdindedir. [64,15; 21,35;
63,9]
29
– Ey iman edenler!
Siz Allah’ı sayar haramlardan sakınırsanız,
Allah size
hakkı batıldan ayırd edecek bir anlayış
kuvveti verir,
sizin günahlarınızı
örter, sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir.
[57,28]
30
– Bir vakit de o kâfirler
senin elini kolunu bağlayıp
zindana mı
atsınlar, yahut öldürsünler mi,
yahut seni
ülke dışına mı sürsünler diye
birtakım tuzaklar planlıyorlardı.
Onlar tuzak
kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak
kuranların en hayırlısıdır.
Allah
tuzak kurmaz. Sadece tuzak kuran olursa, tuzağı
boşa çıkarması anlamında, müşakele
babından, bu fiil O’na isnad edilir. Müşakele:
Muhatabın lafzını kullanarak, farklı
bir mâna kasdetmektir. Mesela itaatsizlik edip sırıtan
çocuğuna babası: “Sen gül bakalım,
ben de sana gülerim!” derken, babanın gülmesi
gibi. Müşakele üslubunda olmaksızın
Allah Teâla hakkında tuzak, istihza, hud’a vb.
kavramları kullanmak caiz değildir.
31
– Onlara âyetlerimiz
okunacağı zaman:
“Artık
anladık! Biliyoruz! Dilesek bunun benzerini biz de
söyleyebiliriz. Bu, önceden geçmiş insanların
masallarından başka bir şey değildir”
derler. [25,5-6]
32
– Hani bir zaman da
onlar: “Ya Rabbî, eğer bu Kur’ân senin tarafından
gelmiş hak bir kitap ise
hemen üzerimize
gökten taş yağdır, yahut bize acı
bir azap ver!” demişlerdi.
33
– Halbuki sen onların
aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları
azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar
ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez. [29,53;
38,16; 70,1-3; 26,87]
Burada
“azaba uğratmaktan” maksat, onları kökten
imha edecek bir azap gönderilmesidir. Hz. Peygamber (a.s.)
aralarında iken, Allah Teâla böyle bir azap göndermeyeceğini
bildiriyor.
İstiğfardan
maksat ise: ya müşriklerle aynı memlekette
kalan müminlerin istiğfarları, yahud
kendilerinin Allah’tan mağfiret dilemeleridir.
34
– Allah ne diye
onları cezalandırmasın ki
onlar
kendileri Mescid-i Haramı yönetmeye layık
olmadıkları halde,
üstelik
orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyorlar?
Oranın
hizmet ve yönetimine asıl ehil olanlar, Allah’ı
sayıp O’na şerik koşmaktan sakınanlardır,
fakat onların çoğu bunu bilmezler.
35
– Onların
Mescid-i Haramdaki duaları ise ıslık çalıp
el çırpmaktan başka bir şey değil!
Öyleyse küfür
ve küfranınızdan dolayı tadın bakalım
azabı! [48,25]
Müşrikler,
Hz. İbrâhim (a.s.)’ın dininin aslını
değiştirdikleri gibi, hac ibadetini de değiştirmişlerdi.
Erkek kadın, açık saçık elele tutuşur,
Kâbenin etrafında dolaşırlar, ıslık
çalıp el çırparlardı. Hele
Peygamberimiz Kâbe’ye geldiğinde, ona tepkinin
ifadesi olarak bu gösterilerini daha da artırırlardı.
Bunu bir ibadet havası içinde yaparlardı.
36
– Kâfirler,
insanları Allah yolundan uzaklaştırmak için
mallarını harcıyorlar.
Daha da
harcayacaklar!
Ama
gayelerine ulaşamayacaklarından bu, onlara yürek
acısı olacak,
sonra da mağlup
edilecekler.
İnkârlarında
ısrar edenler toplanıp cehenneme
sevkedilecekler, oraya sürülecekler.
37
– Sürüklenecekler
ki Allah murdarı temizden ayırsın ve
murdarları birbiri üzerine bindirip hepsini bir
araya yığsın
ve topunu
birden cehenneme doldursun. İşte herşeylerini
kaybedenler bunlardır.
[10,28; 30,14; 36,59]
38
– Ey Resulüm! O kâfirlere
de ki: “Eğer Peygambere düşmanlıktan
vazgeçip İslâm’a girerlerse daha önceki suçları
bağışlanacak.
Yok eğer
dönüp tekrar düşmanlığa başlayacak
olurlarsa, zaten emsallerinin başlarına gelen
haller gözlerinin önünde!”
39
– Dünyada fitne
kalmayıp din, tamamen Allah’ın dini oluncaya
kadar onlarla savaşın.
Eğer
fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın.
Allah zaten
onların yaptıklarını hakkıyla görmektedir.
[9,5-11]
Fitne’nin tefsiri için Bakara, 191 âyetine bkz.
40
– Yok eğer yüz
çevirirlerse biliniz ki Allah sizin mevlanız! O ne
güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır!
41
– Bir de malumunuz
olsun ki savaşta elde ettiğiniz ganimetin beşte
biri Allah’ındır. Yani Resulullaha, onun
akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara (gariplere)
aittir.
Eğer
Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı,
hak ile batılın
iyice açığa çıktığı o
Bedir günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman
ediyorsanız,
bu hükmü
böylece kabul edeceksiniz. Allah her şeye kadirdir.
[3,161; 59,6-10] {KM,
Tekvin 34,25-29; Tesniye 13,17; 20,10-14}
Ganimetin
beşte biri Allah yolunda harcanmak üzere ayrılır,
beşte dördü ise gazilere dağıtılır.
Beşte birlik kısım ise, bu âyette açıklanan
beş gruba taksim edilir. Bu konudaki içtihatların
ayrıntıları, fıkıh kitaplarında
yer alır. Peygamberimizin hissesini muhtaçlara dağıttığı
bilinmektedir.
Hz.
Peygamber (a.s.)’ın zekât alması haram olan
yakın akrabalarına ganimetten pay verilmekle
durum dengelenmektedir.
42
– Hani Bedir savaşı
günü ey müslümanlar siz vaadinin yakın kenarında
idiniz, onlar da uzak tarafında idiler.
Kervan ise
sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi.
Eğer sözleşmiş
olsaydınız dahi, sözleştiğiniz
vakitte öyle buluşamazdınız.
Fakat
Allah, takdir ettiği bir işi yerine getirmek için,
sizi böyle buluşturdu ki
helâk olan,
bir delile göre helâk olsun, yaşayan da bir
delile göre yaşasın.
Çünkü
Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
[6,122]
43
– O vakit Allah
sana müşrik askerlerini rüyanda az göstermişti.
Eğer
onları çok gösterseydi paniğe kapılır,
emir ve kumanda konusunda ihtilafa düşerdiniz.
Fakat Allah
sizi bundan kurtardı. Çünkü O bütün sinelerin
gizlediklerini pek iyi bilir.
44
– Karşılaştığınız
zaman Allah sizin gözlerinizde onları az gösteriyor,
sizi de
onlara az gösteriyordu ki
Allah
takdir ettiği bir işi yerine getirsin.
Bütün işler
sonuçta Allah’a raci olur (nihaî karar ve yürütme
O’na aittir.) [3,13]
45
– Ey iman edenler!
Savaş esnasında karşı karşıya
geldiğiniz düşman birliğine karşı
dayanın,
sebat edin
ve Allah’ı çok zikredin ki felah bulasınız.
46
– Allah’a ve Resulüne
itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin;
sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz,
rüzgârınız (kuvvetiniz) gider.
Bir de tam
mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.
Bu
âyet, müminler arasında ihtilaf ve tefrikanın
pek büyük bir zarar olduğunu, ehl-i hakkın
ittifaklarının ise tevfik-i ilahînin, yani
Allah’ın muvaffakiyet vermesinin başlıca
vesilesi olduğunu bildirmektedir.
47
– Memleketlerinden
savaşa çalım satarak, halka gösteriş
yaparak çıkan
ve Allah
yolundan insanları uzaklaştıranlar gibi
olmayın.
Allah onların
bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.
Ne
yaptılar, ne yapmadılarsa Allah hepsini
ilmiyle ve kudretiyle kuşatmıştır.
Onların iyi veya kötü hiçbir işleri yoktur
ki Ona ulaşmasın, Onun hakimiyeti alanına
girmesin, taltif veya cezasına sebep olmasın.
48
– Hani şeytan
onlara yaptıkları işi güzel gösterip
şöyle demişti:
“Bugün
insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de yanınızdayım.”
Fakat iki
ordu birbirini görecek hale gelip karşılaşınca
gerisin geri dönüverdi ve:
“Ben,
dedi, sizden uzağım, ben sizin göremediğiniz
şeyleri görüyorum, ben Allah’tan korkarım.
Öyle ya, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”
[59,16; 14,22]
49
– O zaman münafıklar
ve kalplerinde şüphe bulunanlar diyorlardı ki:
“Bu müslümanları dinleri aldatmış, (çünkü
kendilerinden çok üstün bir ordu ile savaşa girişiyorlar.)”
Halbuki kim
Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona yeter.
Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak
galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
50
– Melekler o kâfirlerin
yüzlerine ve arkalarına vurarak “Tadın
bakalım cayır cayır yanmanın acısını!”
diyerek canlarını alırken bir görmeliydin!
[6,93]
51
– “İşte
bu, sizin ellerinizin işleyip öne sürdüğü
işlerin karşılığıdır;
yoksa Allah asla kullarına zulmetmez.”
52
– Bunların
tutumu ve gidişi, tıpkı Firavun hanedanının
ve onlardan öncekilerin tutumu gibi oldu:
Allah’ın
âyetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları
sebebiyle onları bastırıverdi.
Çünkü
Allah pek kuvvetli, azabı da çok şiddetlidir.
{KM, Çıkış
14. bölüm}
53
– Bu cezanın
sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel
ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah
da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.
Bir de
şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir
ve bilir (dolayısıyla herkese neye lâyıksa
onu verir).
54
– Evet, tıpkı
Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin
tutumu gibi:
Rab’lerinin
âyetlerini yalan saydılar. Biz de günahları
sebebiyle onları imha ettik.
Firavun ve
beraberindekileri de denizde boğdu.
Doğrusu,
bunların hepsi de zalim idiler.
55
– Allah indinde bütün
canlı mahlûkat içinde en kötü olanlar, inkârcılıkta
ısrar edenlerdir ki onlar imana gelmezler.
56
– Onlar
kendileriyle anlaşma yaptığında hiç
çekinmeden her defasında antlaşmayı
bozan kimselerdir.
57
– Onları savaşta
ele geçirirsen, kendilerine öyle bir muamele yap ki
onların
arkasındaki bütün öbür düşmanlara da
ibret olsun da, akıllarını başlarına
alsınlar.
Hz.
Peygamber (a.s.) Benî Kurayza Yahudileri ile bir sözleşme
yapmıştı. Müslümanlar aleyhinde hiç
kimseye destek vermemeyi kabul etmişlerdi. Buna rağmen
Bedir savaşında Mekke müşriklerine silah
yardımı yaptılar. Başkanları Kâb
b. Eşref Mekke’ye gidip orada müşriklerle
bir ittifak gerçekleştirdi. Benî Kaynuka
Yahudileri de sözleşmeye rağmen, kendi bölgelerine
gelen bazı müslüman kadınları rahatsız
edip Hz. Peygamberce ikaz edildiklerinde küstahça
cevap verdiler. Âyet bu ortamda indirildi.
58
– Seninle sözleşme
yapan bir millette sözleşmeye aykırı bir
hainlik alameti tesbit edersen, savaş açmadan önce
anlaşmanın artık geçersiz kaldığını
ilan et ki bunu bilme hususunda iki taraf da eşit
olsun.
Çünkü
Allah hainleri asla sevmez.
Bu
âyet İslâmın uluslararası ilişkilerde
çok önemli bir prensibini vermektedir. Herhangi bir
tarafla anlaşma yapan kimse, süre bitinceye kadar
anlaşmaya bağlı kalacaktır. Eğer
ahdi bozmak için sebepler ortaya çıkmışsa,
anlaşma ancak karşı tarafa haber
verdikten sonra bozulabilir. Halbuki Cahiliye döneminde,
karşı tarafa haber vermeden tek taraflı
bozma olduğu gibi 20. asırda da bunun çok örneği
vardır. Mesela ikinci dünya savaşında
Almanya bir açıklama yapmadan Rusya’ya saldırmış.
Aynı şekilde İngiltere ve Rusya İran’a
karşı askeri harekâta başlamışlardı.
59
– İnkâr
edenler, öne geçtiklerini hiç zannetmesinler. Onlar
elimizden kurtulamazlar.
60
– Düşmanlara
karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.
Savaş
atları yetiştirin ki bu hazırlıkla
Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı
ve onların
ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın
bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız.
Allah
yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı
size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.
[29,4; 24,57; 3,196-197;
9,101; 2,261]
Burada
kuvvet kavramı son derecede kapsamlı bırakılmıştır.
Maksat, düşmana karşı üstünlük
vesilesi olacak her türlü hazırlıktır.
Âyet, daha sonra, Kur’ân’ın indiği
ortamda en önemli savaş vasıtalarından
olan at yetiştirmeyi misal vermektedir.
61
– Eğer onlar
barışa yanaşırlarsa sen de yanaş
ve Allah’a güven. Çünkü Allah semîdir, alîmdir (herşeyi
hakkıyla işitir ve bilir). [4,90;
47,35]
62-63
– Eğer birtakım
hilelerle seni aldatmak isterlerse, hiç endişe
etme. Allah sana yeter.
O dur ki
seni nusratıyla ve bir de müminlerle destekledi.
Müminlerin
kalplerini birbirine ısındırıp bir
araya getirdi.
Şayet
sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin bile
yine de onların kalplerini birleştiremezdin,
fakat Allah onları birleştirdi. Çünkü O
azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve
hikmet sahibidir). [3, 103]
Bu
âyet-i kerime, aralarında düşmanlık
olan, birbirlerinin kanlarını akıtan çeşitli
kabilelerin, İslâm sayesinde kaynaşmalarına
işaret etmektedir. Allah’ın bu lütfunun en
bariz örneklerinden biri, 120 yıl öncesinden beri
sürekli olarak birbirini kırıp geçiren,
hatta âyetin inişinden daha birkaç sene önce
Bu’as savaşını yapan Evs ve Hazrec
kabilelerinin birbirleriyle kardeş haline
gelmesidir.
64
– Ey Peygamber!
Allah sana ve seninle beraber olan müminlere yeter.
65
– Ey Peygamber! Müminleri
savaşa teşvik et.
Eğer
sizden tam sabırlı yirmi kişi olursa,
ikiyüz kişiye galip gelir
ve eğer
siz müminlerden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin
kişiyi mağlup eder;
çünkü o
kâfirler gerçeği ve âkıbeti anlamayan bir güruhtur.
{KM, Levililer 26,8}
66
– Ama şimdi
Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizde savaşma
konusunda bir zayıflık olduğunu müşahede
etti.
O halde
sizden sabırlı yüz kişi, Allah’ın
izniyle onlardan iki yüz kâfire üstün gelir
ve eğer
sizden bin kişi olursa, onlardan iki bin kişiye
galip gelir.
Çünkü
Allah sabredenlerle beraberdir.
67
– Bir Peygamberin,
dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça,
esirler
edinip onları fidye karşılığında
serbest bırakması uygun düşmez.
Siz dünya
metâını istiyorsunuz. Allah ise âhireti
kazanmanızı istiyor.
Allah
azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve
hikmet sahibidir).
[47,4]
Bu
âyet, Bedir gazvesinde alınan esirlerden fidye alınıp
salıverilmelerinden sonra, indirildi. Âyet-i
kerime yapılan işin hatalı olduğunu
bildirerek başlıyor. Hemen arkasından 69.
âyet o uygulamayı kabul edip, bundan dolayı gönülleri
ferahlatarak şüpheye yer bırakmıyor.
Hatta hatalı olduğu bildirilen bu uygulama,
bundan böyle, benzeri durumlarda bir kural haline
getiriliyor. Kur’ân Hz. Peygamber (a.s.)’ın sözü
olsaydı, bu sözün baş tarafını söyleyen
biri olarak, sonunu da söylemesi tasavvur edilemezdi.
Zira aynı anda iki zıt rûhî durum mümkün
değildir. Sonki ruh hali galip geldiği
takdirde, zaten hatalı olan öncekini silmiş
olması gerekirdi. Artık kendisini küçük düşürecek
olan o isabetsizliği zikretmezdi. Psikoloji
bilginleri, burada iki ayrı şahsiyet bulunduğunu
ve sözün şöyle diyen bir hâkim’e ait olduğunu
söylerler: “Yaptığın iş pek doğru
değil, bununla beraber seni affettim, bu hususta
sana izin verdim, artık böyle yapabilirsin.”
68
– Eğer yanılma
neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine
dair Allah’ın Levh-i Mahfuzda yazdığı
daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız
fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. {KM,
Tesniye 20,10-14; 13,13-18}
69
– (Ama bundan böyle
fidyeyi ve ganimeti size mübah kıldım) artık
aldığınız ganimetleri helâl ve hoş
olarak yeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının.
Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı,
merhamet ve ihsanı boldur).
70
– Ey Peygamber!
Ellerinizdeki esirlere de ki
“Eğer
Allah sizin kalplerinizde hayır yani iyi niyet,
iman ve ihlas istidadı bulursa,
sizden alınan
fidyelerden daha hayırlısını size
verir ve günahlarınızı bağışlar.
Çünkü
Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı
boldur).
Peygamberimizin
amcası Abbas, Bedir savaşında esir edilmiş,
hürriyetine kavuşmak için hem kendisinin, hem de
yeğenleri Akîl ile Nevfel’in fidyelerini vermesi
istenmişti. O da imkânı olmadığını
ifade etmişti. Oysa Mekke ordusunun iaşesini
üstüne alan on Kureyşli zenginden biri idi ve
harcama sırası kendisine gelmeden savaş
sonuçlanmıştı. Peygamberimiz bu maksatla
harcayacağı parayı kendisine bırakmayacağını
ifade etti. O: “Geri kalan ömrüm boyunca Kureyşin
eline mi bakayım?” diye acındırmak
isteyince Peygamberimiz: “Savaşa çıkarken
hanımın Ümmü’l-Fadl’a teslim ettiğin
altınlar var” deyince “Hiç kimsenin bilmediği
bu olay karşısında, mûcizeyi ve
Peygamberimizin risaletini içinden kabul etmişti.
Sonra
serveti iyice artmış olan Hz. Abbas (r.a)
şöyle demiştir: Allah’ın, alınandan
daha fazlasını verme vaadi gerçekleşti.
Umarım affı da gerçekleşir.”
71
– Eğer sana hıyanet
etmek isterlerse unutmasınlar ki
daha önce
de onlar Allah’a hıyanet etmişlerdi de,
Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti,
onları
senin eline düşürmüştü. Allah alîmdir,
hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm
ve hikmet sahibidir).
72
– İman edip
Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla
Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran
ve onlara yardım eden Ensar var ya,
işte
bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin
varisidirler).
İman
edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe,
sizin için mirasda onlara hiçbir velayet yoktur.
Bununla
beraber eğer din hususunda sizden yardım
isterlerse
sizinle
aralarında sözleşme bulunan bir topluluk
aleyhine olmamak şartıyla,
onlara yardım
etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı
görmektedir. [9,100-117;
59,8-9]
Müminlerin
Medine’ye 622’de hicret etmelerinin hemen akabinde,
Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (a.s.)
kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti.
Birbirlerine varis oluyorlardı. Bazı
tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu
kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak
bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız
akrabalar arasında geçerli olacağını
bildirmektedir.
73
– Dini inkâr
edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu
yapmazsanız, birbirinize yardımcı
olmazsanız,
dünyada
bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat
ortaya çıkar.
74
– İman edip
hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara
kucak açıp yardım eden Ensar var ya,
İşte
bunlardır gerçek müminler.
Bunlara bir
mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.
75
– Bunlardan sonra
iman edip hicret edenler, sizinle beraber cihad edenler
var ya! İşte onlar da sizdendir.
Allah’ın
hükmüne göre, akrabalık yönünden yakınlıkları
olanlar, birbirlerine varis olmaya daha münasip ve lâyıktırlar.
Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir.
[9,100; 33,6; 59,10]
|