KUR'AN-I KERİM İNDEKS
9
– TÖVBE SûRESİ
Hicri
9. yılda Medine’de nâzil olmuş olup 129 âyettir.
Tövbe ismi, sûrenin ihtiva ettiği konulardan
birinden gelmektedir. Sûrenin meşhur olan ikinci
ismi Berâe ise, sûrenin ilk kelimesidir. “İlişiği
kesmek, ihtâr, ültimatom” anlamlarına gelir. Tövbe
sûresi konu itibariyle, bir önceki Enfal sûresinin
devamı gibidir. Başında besmele yazılı
olmayan tek sûredir. Sebebi, Hz. Peygamber (a.s.)’ın
böyle yapmış olmasıdır. Sûre başlarında
besmelenin hükmü konusunda beş farklı görüşe
sahip olan müslümanların, yalnız burada
besmelenin yazılamayacağında ittifak
etmeleri, Kur’ân metninin en ufak bir değişikliğe
mâruz kalmadığının delillerinden
biridir.
Bu sûrenin
en önemli konuları, müşrikler ve Ehl-i
kitaba uygulanacak hükümler ile Hz. Peygamber (a.s.)’ın
Bizans ordusuna karşı çıktığı
Tebük seferi esnasında müslümanların
halet-i rûhiyelerini ortaya koymaktır.
Müslüman
tarafında “beşinci kol” şeklinde çalışan
ve müşriklerden daha tehlikeli olan münafıklardan,
onların, İslâm birliğini parçalamak için
Mescid-i Dırar’ı kurmalarından bahseder.
Sûrenin sonunda müminlerin haiz olmaları gereken
bazı vasıflar, cihada teşvik, Allah’ın,
resul göndermek sûretiyle insanlara gösterdiği lütfu
ifade eder.
1 –
Allah ve Resulünden, kendileriyle anlaşma yaptığınız
müşriklere son ihtar!
Hicretin
9. yılında Hz. Peygamber (a.s.) müslümanları
Hz. Ebû Bekr (r.a)’ın emirliği altında
hacca göndermişti. O esnada bu âyet indirilince
Hz. Peygamber bu buyruğu hacda toplanan insanlara
tebliğ etmek için Hz. Ali (r.a)’ı, görevlendirdi.
Bayramın birinci günü Akabe cemresi yanında
hacılara hitab edip sûrenin başından 30
kadar âyeti tebliğ ederek özellikle şu dört
şeyi vurguladı: 1. Bu yıldan sonra Kâbeye
hiç bir müşrik giremeyecek. 2. Hiç kimse çıplak
olarak Kâbe’yi ziyaret etmeyecek. 3. Müminlerden başkası
cennete giremeyecek. 4. Müşrik kabîleler tarafından
bozulmamış sözleşmeler, anlaşma süresinin
sonuna kadar yürürlükte kalacak.
2
– Bu günden
itibaren yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi
dolaşın ve şunu bilin ki siz Allah’ın
elinden hiçbir şekilde kaçıp kurtulamazsınız
ve Allah kâfirleri rüsvay edecektir. [6,134]
3
– Haccın en büyük
günü, Allah ve Resulünden insanlara şunu ilan
edin ki: “Allah da, Resulü de müşriklerden
beridir. Şayet şirkten tövbe edip tevhide yönelirseniz
bu elbette sizin için daha hayırlı olur.
İyi biliniz ki siz Allah’ın elinden
kurtulamazsınız. Kâfirleri pek acı bir
azapla müjdele. [2,196]
4
– Ancak kendileriyle
anlaşma yapmanızdan sonra, şartları
hiç bir şey eksiltmeksizin tamamen yerine getiren
ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye destek vermeyen müşrikler,
bu hükmün dışındadırlar.
Bunlarla sözleşmenin
müddeti tamamlanıncaya kadar antlaşma şartlarına
riayet edin. Allah, Kendisine karşı gelmekten,
özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
5
– O halde, hürmetli
aylar çıkınca artık öbür müşrikleri
nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp
esir edin, onların geçebileceği bütün geçit
başlarını tutun.
Eğer tövbe
eder, namaz kılar, zekât verirlerse onları
serbest bırakın. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir
(affı ve merhameti boldur). [2,
191; 9, 29-73; 66,9; 69,9]
6
– Eğer müşriklerden
biri senden sığınma hakkı isteyip
yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki
Allah’ın kelamını dinlesin, düşünsün.
Sonra şayet müslümanlığı
benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği
yere (vatanına) ulaştır.
Öyle! (Bu
sığınma ve gönderme işlemini yapmalı),
zira onlar İslâm’ın gerçek mahiyetini
bilmeyen bir topluluktur.
7
– O müşriklerin
Allah yanında, Resulü yanında nasıl olup
da bir ahitleri olabilir ki! (olamaz, zira onlar daima
hainlik edip verdikleri sözden dönerler).
Mescid-i
Haram’ın yanında anlaşma yaptıklarınız
bundan müstesna olup, onlar size karşı dürüst
davrandıkça siz de onlara dürüst davranın.
Allah,
Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi
bozmaktan sakınanları sever.
8
– Evet, onların
nasıl ahitleri olabilir ki, eğer size galip
gelecek olurlarsa sizin hakkınızda ne ahit, ne
yemin, ne hukuk, hiç bir şey gözetmezler.
Ağızlarıyla
güya sizin gönlünüzü alırlar, kalpleri ise
nefret duyup kaçınır. Çünkü onların
ekserisi Allah’ın yolundan çıkmış
fâsıklardır.
9
– Onlar Allah’ın
âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında
sattılar da Allah’ın yolundan insanları
alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!
10
– Müminler hakkında
ne ahit, ne yemin, ne hukuk, hiçbir şey gözetmezler.
Bunlar öyle
saldırgan kimselerdir!
11
– Bununla beraber kâfirlikten
vazgeçip tövbe eder, namaz kılar, zekât
verirlerse artık sizin din kardeşleriniz
olurlar.
Bilip
anlayacak kimseler için Biz âyetlerimizi iyice açıklarız.
12
– Eğer anlaşmadan
sonra yeminlerini bozarlar, bir de dininize hücum
ederlerse, artık kâfir güruhunun o öncüleri ile
savaşın.
Çünkü
onların gerçekte artık yeminleri ve ahitleri
kalmamıştır. Umulur ki, hiç değilse
bu durumda, inkâr ve tecavüzlerinden vazgeçerler.
Onların
yeminleri yoktur, zira onlar yeminlerine riayet etmezler,
aykırı davranmakta mahzur görmezler.
Demek
ki savaşta hedefiniz, işkence ve eziyet
edenlerin mesleğini tutup da eza ve cefada bulunmak
değil, ısrarla sürdürdükleri küfür
hallerinden onları vazgeçirmek olmalıdır.
13
– Ahitlerini ve
yeminlerini bozup
Peygamberi
vatanından sürmeye teşebbüs eden bir
toplulukla savaşmayacak mısınız ki,
aslında
savaşı size karşı ilk başlatanlar
da onlar olmuşlardı.
Ne o, yoksa
onlardan korkuyor musunuz?
Ama eğer
mümin iseniz, asıl Allah’tan çekinmeniz gerekir.
[60,1; 8,30; 17,76]
14-15
– Onlarla savaşın
ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın,
onları rüsvay etsin, onlara karşı size
yardım edip
zafer
yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın,
kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin.
Allah Teâla
dilediğine tövbe de nasib eder. Allah alîmdir,
hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm
ve hikmet sahibidir).
Nitekim
küfrün önde gelenlerinden Ebû Süfyan bin Harb,
Safvan İbn Ümeyye, İkrime İbn Ebû Cehil,
Süheyl İbn Amr gibi reisler, Mekke’nin fethinden
sonra tövbe edip, İslâmı kabul etmişlerdir.
16
– Yoksa siz, Allah
sizden mücahede edenlerle Allah’tan, Resulünden ve müminlerden
başkasını sırdaş edinmeyenleri
iyice ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı
mı zannettiniz?
Halbuki
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
[29,2 - 3; 3,142 - 179]
Âyetteki
“ve lemmâ
ya’lem” tabirinden maksat: “Allah sizden mücahede
edenler ve müminler dışında sırdaş
edinmeme imtihanını kazanacak halis müminleri
ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakmaz.”
demektir.
17
– Müşrikler,
kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahit
iken, Allah’ın mescidlerini mâmur etmeleri kabil
değildir.
Çünkü
onların bütün yaptıkları boşa
gitmiştir ve onlar ateşte daimi kalacaklardır.
Mâmur
etmek: Bina etmek, bir de oralarda ibadete devam ederek
şenlendirmek şeklinde olur. Bu âyette mesacid,
tekil mânada Mescid-i Haram diye tefsir edilir. Zira
orası bütün mescitlerin kıblesidir, imamıdır.
Ayrıca oranın her tarafı mesciddir;
halbuki diğer mescitlerde bu özellik yoktur.
Burada
nefyedilen durum, müşriklerin oraya girme
liyakatlerini reddetmektir. Yoksa bu işin fiilen
varlığı ayrı konudur.
18
– Allah’ın
mescitlerini ancak Allah’ı ve âhireti tasdik
eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı
veren ve Allah’tan başka kimseden çekinmeyen müminler
bina edip şenlendirir.
İşte
onlar cennete ve diğer ümitlerine kavuşmayı
umabilirler.
19
– Siz hacca
gelenlere su dağıtma ve Mescid-i Haramı mâmur
etme işini,
Allah’a
ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden müminin
işi ile bir mi tutuyorsunuz?
Bunlar
Allah indinde eşit olmazlar. Allah o zalimler gürûhunu
hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Onlar
ısrarla inkâr ve zulümlerine devam ederken Allah
onları zorla hidâyete erdirmez. Keza onları,
kötü emellerine nail etmez.
20
– İman edip
hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah
yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah
indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte
onlardır umduklarına nail olanlar.
21
– Onların Rabbi
kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana
ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere
gireceklerini müjdeler.
22
– Onlar o
cennetlerde ebediyyen kalacaklardır.
Muhakkak ki
en büyük mükâfat Allah’ın yanındadır.
23
– Ey iman edenler!
Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı
ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin.
İçinizden
onları dost edinenler, zalimlerin ta kendileridir.
[58, 22]
Veli: hâmi, koruyucu, birinin işlerini deruhde eden kimse, yönetici,
destek veren yardımcı, dost anlamlarına
gelir.
24
– De ki: “Eğer
babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, hısım
ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız
mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz
ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan
ve Resûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha
sevimli ve önemli ise...
o halde
Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin!
Allah öyle
fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına
eriştirmez. {KM, Matta
10,37; Luka 14,26}
Gerçek
müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir.
Güzel konaklarda oturabilir. Fakat bunları hiçbir
zaman kalbine yerleştirmez. Hele hele Allah’tan,
Allah yolundan ve O’nun yolunda cihad etmekten daha önemli
hale getirmez.
Bununla
beraber Ebussuûd Efendinin dediği gibi bu âyette
öyle bir tehdit vardır ki: Allah’ın hususi
lutfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.
25
– Şu kesindir
ki Allah size birçok savaş yerlerinde yardım
etti, Huneyn günü de... O gün ki sayıca çokluğunuz
sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti.
Olanca genişliğine
rağmen, dünya başınıza dar gelmişti.
Sonra da
bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya
başlamıştınız.
26
– Sonra Allah, Resulünün
ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren
rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz
ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o
kâfirleri azaba uğratmıştı.
İşte
kâfirlerin cezası budur! [2,248]
27
– Sonra Allah, bu
savaşın peşinden, onlardan dilediği
kimseleri küfürden dönüş yapmaya muvaffak eder.
Zira Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti
boldur).
28
– Ey iman edenler!
Müşrikler bir pislikten ibarettir. Onun için, bu
yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar.
Eğer
yoksulluktan endişe ederseniz, Allah dilerse, sizi
lütfundan zenginleştirir. Çünkü Allah alîmdir,
hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir).
Müşrikler
bedenleri itibariyle, maddî varlıklar yönünden
değil, batıl inançları, ahlâkî telakki
ve davranışları bakımından
necis sayılmaktadırlar. Mescid-i Harama
girmeleri bundan dolayı yasaklanmıştır.
29
– Kendilerine kitap
verilenlerden oldukları halde, Allah’a da, âhiret
gününe de iman etmeyen,
Allah’ın
ve Resulünün haram kıldığını
haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen
kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle, cizye
verinceye kadar savaşın.
Dinu’l-hakk izafeti “Hak dini” demek olup “hak din” den daha
kuvvetlidir. İslâmın hakka teslimiyet esasına
dayandığını Allah’ın hakkını,
bütün hakların temeli saydığını,
hakların kutsallığını ifade
eder. (Geniş bilgi için: M. H. Yazır’ın
“Hak Dini” tefsirine bkz.)
Bu
âyet, Ehl-i kitabın Allah’a ve âhirete gereğince
iman etmediklerini, gerçek dini kabul etmediklerini
bildiriyor: Çünkü onlar Allah’ı kemal sıfatlarıyla
muttasıf ve eksiklerden münezzeh olarak tanımıyorlar,
âhiretin gerçek mahiyetini anlayamıyorlardı.
Bunlarla
savaşmak için, evvela onların saldırmaları
şarttır (2, 190). Hz. Peygamber (a.s.) müşrik
araplarla ancak İslâmı imha etmek için
silaha sarıldıklarında harbetti. Hıristiyanlar
da Müslümanları ortadan kaldırmak için,
İslâm devletine karşı kuvvet hazırlayıp
hücum ettikleri zaman onlara karşı hazırlandı
ve karşı tarafın saldırmaya hazır
olmamasını fırsat bilerek baskın
yapmadı. Aksine, harbetmeden geri döndü.
Cihadın
gayesi gayri müslimleri kuvvet kullanarak İslâma
sokmak değil, İslâma karşı çıkan
kuvvet kalmamasını sağlamaktır.
Cizye, İslâm devletinin, gayri müslim vatandaşlarından
aldığı cüz’î bir vergidir. Müslümanların
verdiği zekât nisbetinden fazla değildir.
Devletin sunduğu hizmetler karşılığı
olarak alınır.
30
– Yahudiler: “Üzeyir
Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar
da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler.
Bu onların
ağızlarında geveledikleri sözlerden
ibarettir.
Onlar, sözlerini
daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine
benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da
haktan batıla döndürülüyorlar?
“Allah’ın
evlatları” tabiri Kitab-ı Mukaddes’te “mü’minler”
hakkında kullanılır: Tekvin 6,2; Çıkış
4,22; Tesniye 14,1. Matta 26, 63; Luka 3,38. Hz. Îsâ
hakkında: Matta 16,16.
Üzeyr,
muhtemelen İsrailoğullarının
peygamberlerinden Ezra’dır. M.Ö. 5. asırda
yaşamış olup, mevcut şekliyle Tevrat
metni onun tarafından tesbit edilmiştir.
Yahudiler, Allah’ın kırk gün boyunca Tevratı
ona ilham edip yazdırdığına inanırlar.
Yahudiliğin dinî, millî ve siyasî tarihinde böyle
merkezî bir rolü olan bu zâtın çok yüceltildiği
ve Yemen’de yaşayan Sadûkiyye Yahudilerinin ona
“Allah’ın oğlu” dedikleri bilinmektedir.
Kur’ân bunu Yahudilerin hepsine mal etmemektedir. Âyetin
son kısmı bu semavî dinlerin, eski Mısır,
Yunan, Roma, Pers ve Hindistan gibi yerlerde vaktiyle yaşamış
şirk inançlarından etkilendiklerini ifade
ediyor.
31
– Yahudiler
hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve
Meryemin oğlu Mesihi Allah’tan başka Rab
edindiler.
Halbuki
onlara bir tek İlâha ibadet etmeleri emr olunmuştu.
Ondan başka İlah yoktur.
O, onların
ortak koştukları şirkten münezzehtir.
Rab
edinme, onlara secde etme mânasında değil,
din adamlarının haram ve helâl kılma
yetkilerine inanmaları, onları hatasız
kabul etmeleri anlamındadır.
32
– Onlar Allah’ın
nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek
isterler.
Allah ise,
nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı
olmaz.
Kâfirler
isterse hoşlanmasınlar!
[8,8]
Allah’ın
nûrundan maksat, İslâm veya Kur’ân-ı
Kerimdir.
33
– O’dur ki Resulünü,
bütün dinlere üstün kılmak için hidâyetle ve
hak dini ile gönderdi.
Müşrikler
isterse hoşlanmasınlar!
34
– Ey iman edenler!
Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu
halkın mallarını haksız yollardan
yerler ve insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar.
Altını,
gümüşü yığıp Allah yolunda
harcamayanlar var ya, işte onları acı bir
azabın beklediğini müjdele!
35
– Yığılan
bu altın ve gümüş cehennem ateşinde kızdırılarak,
bunlarla onların alınları, yanları
ve sırtları dağlanacağı gün
onlara:
“İşte!
denilecek, sizin nefisleriniz için yığıp
hazineye tıktıklarınız! Haydi tadın
bakalım o tıktığınız
şeyleri!” [44,48-49]
36
– Doğrusu,
Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı
günkü kesin hükmünde, ayların sayısı
on iki ay olup bunlardan dördü hürmetlidir.
İşte
doğru hesap budur.
O halde
bilhassa bunlarda, nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler
nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa
siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki
Allah, ilahî sınırlara saygılı olup
fenalıklardan sakınanlarla beraberdir. [22,25;
2,191-194]
37
– Hürmetli ayların
yerlerini değiştirip ertelemek, sadece kâfirlikte
ileri gitmektir.
Öyle
yapmakla, kâfirler büsbütün şaşırtılırlar.
Allah’ın
hürmetli kıldığı sayıya denk
getirmek üzere onu bir yıl helâl, bir yıl hürmetli
sayarlar ve böylece Allah’ın haram kıldığını
helâl kabul ederler.
Kötü işleri
kendilerine süslenip güzel gösterildi.
Allah kâfirler
güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Nesî
uygulamasının gayesi, peş peşe gelen
hürmetli aylar arasına boşluk koymak ve hac
mevsimini devamlı sûrette aynı zamana denk
getirmekti. Zira bu aylardaki savaş ve yağma
yasağı ve ibadet uygulanması kendilerine
ağır geliyordu. Ay yılı ile Güneş
yılını denk getirmek için, yıla bir
ay daha ekliyorlardı. Böylece hac 33 yıl
boyunca gerçek tarihinin dışında yapılıyor,
ancak 34. yılda gerçek Zilhıcce’de ifa
edilebiliyordu. Hz. Peygamber (a.s.)’ın veda haccı,
gerçek hac mevsimine denk gelmişti. Hicri 9. yıldaki
veda haccından beri hac günleri gerçek tarihinde
yapılmaktadır. Oysa nesî uygulaması,
ibadetleri farklı mevsimlerde uygulatmayı
dileyen, ilahî hikmete aykırı idi.
Kâfir,
iradesini hep küfür yolunda ısrar etmeye
sarfederse, Allah zorla onu hidâyete erdirmez. Bundan,
şu mâna da kasdedilebilir: “Allah o kâfirleri,
emellerine nail etmez, onlara muvaffakıyet yollarını
göstermez.”
38
– Ey iman edenler!
Size ne oldu ki “Allah yolunda seferber olunuz!”
emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp
kaldınız?
Yoksa âhiretten
vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz?
Ama iyi
bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin yanında
pek az bir şeydir!
39
– Eğer topyekün
seferber olmazsanız,
Allah sizi
acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize
başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla
Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah
her şeye kadirdir. [47,38]
40
– Eğer Siz
Peygambere yardımcı olmazsanız,
Allah
vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım
eder.
Hani kâfirler
onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden
biri olarak mağarada iken arkadaşına:
“Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir”
diyordu.
Derken
Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven
duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla
destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı.
Allah’ın
dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir
(mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Hz.
Peygamber (a.s.m)’ın Hz. Ebû Bekir (r.a) ile
hicret ettiği sırada, Mekke’nin güneyindeki
Sevr mağarasında üç gün kalmalarına işarettir.
41
– Ey müminler!
Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı
olarak hep birlikte seferber olunuz,
Allah
yolunda mallarınızla ve canlarınızla
cihad ediniz.
Eğer
anlıyorsanız, sizin için hayırlı
olan budur.
Hifafen ve sikalen: Hangi halde olursanız olunuz: Kolaylık veya güçlük,
sağlık veya hastalık; zenginlik veya
fakirlik, çoluk çocuğun azlığı
veya çokluğu, piyade veya süvari, genç veya
ihtiyar mânalarına gelir.
42
– Eğer dâvet
olundukları seferde peşin bir ganimet bulunsa
ve orta yollu bir mesafe olsaydı, mutlaka senin peşinden
gelirlerdi; fakat meşakkatli yol onlara pek uzak
geldi.
Bununla
beraber “Eğer gücümüz yetseydi muhakkak
sizinle beraber sefere çıkardık” diye yemin
edeceklerdir.
Onlar bu
yalanlarıyla kendilerini mahvediyorlar. Çünkü
Allah onların yalancı olduklarını
kesinlikle bilmektedir.
Tebük
seferi, hicri 9. yılda, çok güçlü olan Bizans
İmparatorluğuna karşı olacaktı.
Yolculuk çok uzun, mevsim kavurucu yaz sıcaklarının
olduğu mevsim idi. Bu durum, münâfıklığın
ortaya çıkmasına vesile oldu.
43
– Hay Allah seni
affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice
belli oluncaya
ve yalancılar
da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip
izin
isteyen o münafıklara izin verdin?
44
– Allah’ı ve
âhireti tasdik edenler, mallarıyla ve canlarıyla
cihada katılmama hususunda senden izin istemezler.
Allah, o takvâ ehlini pek iyi bilir.
45
– Senden katılmamak
için izin isteyenler sadece Allah’ı ve âhireti
tasdik etmeyenler, kalpleri şüphe ile çalkalanıp
şüpheleri içinde bocalayıp duranlardır.
46
– Eğer onlar
gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, elbette onun
için hazırlık yaparlardı.
Fakat Allah
onların davranışlarını hoş
görmeyip kendilerini engelledi ve kendilerine:
“Oturun, oturanlarla beraber!” dedi.
47
– Şayet
sizinle çıkmış olsalardı,
bozgunculuk etmekten başka bir faydaları
olmazdı.
Fesat ve
fenalığı artırmaktan başka bir
iş yapmazlardı.
Sizi
fitneye düşürmek arzusuyla aranıza sokulup
entrikalar çevirirlerdi.
Aranızda
onlara kulak verenler de vardır. Allah o zalimleri
pek iyi bilir.
48
– Gerçekten bunlar
daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve işleri
tersyüz ederek seni yanıltmaya çalışmışlardı.
Nihayet,
onlar hoşlanmasa da hakikat ortaya çıkmış
ve Allah’ın emri galebe çalmıştı.
49
– İçlerinden
bazıları: “Bana izin ver, beni fitneye ve
isyana düşürme, başımı derde sokma!”
der.
Bilmiş
ol ki, fitneye zaten kendileri düşmüşlerdir.
Cehennem elbette kâfirleri her taraftan kuşatacaktır.
50
– Sana bir iyilik
gelirse onlar üzülürler ve eğer başına
bir musîbet gelirse içlerinden, “Neyse ki biz daha
önce tedbirimizi almıştık. Sorununuzu
nasıl çözerseniz çözünüz!” deyip senin başına
gelen felaketten dolayı keyifli keyifli arkalarını
döner giderler.
51
– De ki: “Allah
bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yazmışsa
başımıza ancak o gelir.
Mevlamız,
sahibimiz O’dur.
Onun için
müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.”
52
– Münafıklara
de ki: “Bizim hakkımızda bekleyip gözlediğiniz,
iki güzel şeyden, yani zafer veya şehid
olmaktan başka bir şey midir?
Biz ise
Allah’ın, ya kendi tarafından veya bizim
ellerimizle sizi azaba uğratmasını
bekliyoruz.
Bekleyin
bakalım, biz de bekliyoruz!
53
– De ki: “Allah
yolunda, ister gönül rızasıyla verin, ister
gönülsüz infak edin, verdikleriniz sizden hiçbir
zaman kabul edilmeyecektir.
Çünkü
siz, hak yoldan çıkmış fâsıklar güruhusunuz.”
Bu
âyet, nifaklarını gizlemek için bazı
maddî katkılarda bulunmak isteyen münâfıklara
sert bir uyarıdır.
54
– Bu teberrûlarının
kabul edilmemesinin tek sebebi şudur:
Çünkü
onlar Allah’a ve Resulüne karşı inkâr ve
nankörlük içindedirler.
Namaza
ancak üşene üşene gelirler.
Yardımda
bulunurken de istemeye istemeye, gönülsüz verirler.
55
– Onların ne
mallarının ne de çocuklarının çokluğu
seni imrendirmesin.
O hiç de
önemli değil! Çünkü Allah bunlar sebebiyle dünya
hayatında onlara sıkıntı çektirmeyi
ve canlarının
kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [20,131;
23 - 55-56]
Nifaklarının
şiddeti, kalplerinde samimî imana yer bırakmamaktadır.
Kendileri bunu istedikleri için, Allah da böyle dilemiştir.
56
– O münafıklar
yanınızda Allah’a yemin ederek sizden
olduklarını ileri sürerler.
Aslında
onlar sizden değildirler.
Doğrusu
onlar kâfirlerin mâruz kaldıkları durumdan
endişe etmeleri sebebiyle ödleri kopan bir
topluluktur.
57
– Şayet sığınacakları
bir yer, yahut barınabilecekleri mağaralar,
hatta başlarını sokabilecekleri bir delik
bulsalardı derhal o tarafa seğirtirlerdi.
58
– Onlardan bazıları
da senin zekât ve sadakaları taksim edişine
dil uzatırlar.
Bu
mallardan kendilerine pay verilirse memnun olurlar,
verilmeyince hemen kızıp öfkelenirler.
Zekât
uygulaması sonucunda müslümanlar mallarından
% 2,5 ~ % 20 nisbetinde Beytülmale veriyorlar. Bu da büyük
bir yekün teşkil ediyordu. Münafıklar aç gözlülükle,
bu serveti Hz. Peygamberin şahsınınmış
gibi düşünüyor, kendilerine düşen paydan
çok fazlasını bekliyorlardı. Zekâtı
akrabasına bile yasaklayan, bu konuda çok hassas
ve dikkatli davranan Hz. Peygamber (a.s.m) onların
bu aşırı isteklerini yerine getiremeyince
dedikodu çıkarıyorlardı.
59
– Eğer onlar
Allah’ın ve Resûlünün kendilerine verdiklerine
razı olsalar ve: “Allah’ın lütfu bize
yeter. Allah bize lütfundan yine verir, Resûlü de.
Bizim isteğimiz sadece Allah’ın rızasıdır!”
deselerdi, kendileri için elbette daha iyi olurdu.
60
– Zekâtlar sadece
fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere,
kalpleri İslâma ısındırılacak
olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere,
borçlulara,
Allah
yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve
gariplere mahsustur.
Allah tarafından
kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah alîmdir, hakîmdir
(her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
[2,177.215]
Zekât
fonu bu sekiz sınıfa dağıtılır.
Hz. Peygamberin ve yakın akrabaları Hâşimoğullarının
zekât almaları haramdır. Zekât ahkâmının
ayrıntıları fıkıh kitaplarında
yer alır. Hz. Ömer
(r. a)’ın nasdaki delâleti farkedip
bildirmesi üzerine Hz. Ebû Bekir (r. a)’ın
halifeliği sırasında, İslâma ısındırılacak
olanların hisselerinin düştüğü
hususunda ashab ittifak etti. Hanefî, Malikî ve Şafiî
mezhepleri de bu icmaı aldılar. Müslümanların
güçsüz olması halinde bu hissenin yine işletileceğini
bu mezhep fakihleri bildirirler.“Allah yoluna” kısmına,
sadece savaş giderleri değil, Allah’ın
dinini yaymak için yapılan her türlü faaliyet
dahildir.
61
– Onlardan bazıları
Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın
biridir” derler. De ki:
“Evet öyledir,
ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren
biridir,
Allah’a inanır, müminlere güvenir.
İman
edenleriniz için bir rahmettir O!”
İşte
böylesi bir Allah Resulünü incitenler yok mu? En acı
azap onlara olacaktır.
62
– Sizin yanınıza
gelir, gönlünüzü hoş etmek için Allah’a
yeminler ederler,
Halbuki eğer
bunlar mümin iseler, herşeyden önce Allah’ın
ve Resûlünün rızasını düşünmeleri
gerekirdi.
63
– Hâla şunu
anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve
Resûlüne karşı çıkıp düşmanlık
ederse, ona muhakkak cehennem ateşi var, hem de
devamlı olarak orada kalacaktır.
İşte
en büyük zillet, en feci rezalet!
64
– Münafıklar,
kalplerinde gizledikleri küfrü yüzlerine vuracak bir
sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler
(bir yandan
da sizinle alay ederler). De ki: “Eğlenin bakalım.
Allah sizin o çekinip endişe ettiğiniz şeyleri
meydana çıkaracaktır!” [58,8;
47,29 - 30]
Münafıklar
içyüzlerini, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
ve müslümanlar hakkında içlerinde sakladıkları
gerçek düşüncelerini açıklayacak vahyin,
ha geldi ha gelecek korkusu içinde idiler. Kur’ân’ın
Allah’ın buyruğu olduğuna tam
inanmasalar da, Resûlullahın birçok gizli halleri
ortaya çıkardığına dair yeterli
tecrübeleri olduğundan, bu korku onları hiç
terketmiyordu.
65
– Eğer
kendilerine ettikleri alay hakkında soracak olursan,
yaptıklarını gizler ve:
“Ciddi
bir şey konuşmuyorduk, sadece lafa dalmış
şakalaşıyorduk!” derler.
Sen onlara
kanmayıp, suçlarını itiraf etmişlercesine
de ki:
“Demek,
siz Allah ile, O’nun âyetleri ile ve Onun Resûlü
ile eğleniyordunuz ha!”
Tebük
seferine hazırlanan müslümanların, müthiş
Bizans orduları karşısında ne
hallere düşeceğine dair senaryolar üretip
kulis yaparak müminlerin de cesaretlerini kırmaya
girişiyorlardı. Âyet onların maskelerini
indiriyor.
66
– “Ey münafıklar!
Hiç boşuna özür dilemeyin.
Gerçek
şu ki: Siz iman ettiğinizi açıkladıktan
sonra, içinizdeki inkârı açığa
vurdunuz.
Sizden bir
kısmınızı, (tövbeleri veya alay
etmemeleri sebebiyle) affetsek de, bir kısmını
suçlarında ısrar etmelerinden dolayı
cezalandıracağız.”
67
– Münafık
erkeklerle münafık kadınlar size değil,
birbirlerine benzerler:
Kötülüğü
teşvik edip iyiliği menederler
ve
cimriliklerinden dolayı ellerini sımsıkı
tutarlar.
Onlar
Allah’ı unutup terkettiler, Allah da onları
terketti. Şüphesiz ki münafıklar, hep itaat
dışına çıkan fâsık
kimselerdir. [45,34]
68
– Allah gerek münafık
erkeklere, gerek münafık kadınlara, gerekse bütün
kâfirlere, ebedî kalmak üzere girecekleri cehennem
ateşini vaad etmiştir.
O onlara
yeter! Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı.
Onlara devamlı bir azap vardır.
69
– Ey münafıklar!
Sizin durumunuz tıpkı sizden önce helâk olan
ümmetlerin durumuna benzer.
Üstelik
onlar kuvvetçe sizden daha güçlü olup, malları
daha fazla, evlatları daha çoktu.
Onlar bu dünyadaki
nasipleri kadar zevk almak istediler.
İşte
sizden öncekiler nasıl öyle nasiplerince yaşamak
istedilerse, siz de yine kısmetinizce zevk almak
istediniz.
Siz de o
batağa dalanlar gibi daldınız.
Onların
yaptıkları işler, hem dünyada hem de âhirette
boşa gitti.
İşte
onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri
oldular.
70
– Kendilerinden önce
gelip geçmiş milletlerin başlarına gelen
olaylara dair haber onlara ulaşmadı mı?
Nuh
kavminden, Âd, Semud ve İbrâhim kavminden, Medyen
halkından ve şehirleri yerle bir edilen
toplumdan haberdar olmadılar mı?
Onlara
peygamberleri açık deliller getirdi ama inanmadılar,
bundan dolayı Allah’ın gazabına uğradılar.
Ama onlara
Allah zulmetmedi, lâkin onlar kendi kendilerine
zulmediyorlardı.
Şehirleri
yerle bir edilen toplum Lut halkıdır.
71
– Mümin erkeklerle
mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır.
Onlar
iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler.
Namazı
hakkıyla yerine getirir, zekâtı verir,
Allah’a ve Resulüne itaat ederler.
İşte
onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir.
Çünkü
Allah azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm
ve hikmet sahibidir). [3,104]
72
– Allah mümin
erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere
girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad
etti.
Hem Adn
cennetlerinde hoş hoş konaklar!
Hepsinden
âlası ise Allah’ın kendilerinden razı
olmasıdır.
İşte
en büyük mutluluk, en büyük başarı budur.
[10,26; 48,5; 57,12] {KM, I Pier 3,7; Tekvin 2,8-10}
73
– Ey şanlı
Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla mücahede et.
Onlara karşı sert davran.
Onların
varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüş
yeridir orası! {KM,
Mezmurlar 45,4-5}
Tebük
seferi, turnusol gibi, münafıkları ortaya çıkardı.
Burada münafıklığı iyice âşikar
olanlara karşı birtakım önlemler alınmasının
gereğine işaret ediliyor. Zira bu tedbirler alınmazsa
münafıklar, müslüman toplumu çürütürler.
74
– Onlar Allah’a
yemin ederek, olumsuz bir şey söylemediklerini
ileri sürerler.
Halbuki küfür
sözünü söylediler, İslâm’a girdikten sonra
inkâr ettiler, başaramadıkları, netice
alamadıkları birtakım cinayetlere
yeltendiler.
Münafıkların
Peygamber’e ve müminlere kin beslemelerinin tek
sebebi, Allah ve Resulünün Kendi lütfu ile müminlerin
ihtiyaçlarını gidermesiydi.
Onlar tövbe
ederlerse, haklarında hayırlı olur. Yok yüz
çevirirlerse, Allah onları dünyada da âhirette
de acı bir azaba uğratır.
Onlara bütün
bir dünyada, ne bir hâmi, ne de bir yardımcı
bulunamaz.
Küfür
sözleri münafıklardan eksik olmuyordu. Meselâ:
Tebük seferinde Hz. Peygamberin (a.s.m) develerinden
biri kaybolunca müslümanlar onu aramaya koyuldular. Münafıklar
sinsi sinsi: “Şu adamın peygamberliğine
bakın: Gökten haber alıyor, fakat devesinin
nerede olduğunu bilemiyor!” dediler.
Öte
yandan münafıklar, Hz. Peygamberin ordusunun
Bizans tarafından hezimete uğratılmasına
kesin gözüyle baktıklarından, Abdullah
İbn Übeyy’i Medine’ye kral yapma hazırlıklarına
başlamışlardı.
75
– Onlardan kimi de
Allah’a şöyle kesin söz vermişlerdi:
“Eğer
Allah bize lütfundan verirse, biz de mutlaka zekât ve
teberrûda bulunacak ve elbette iyi insanlardan olacağız.”
76
– Fakat Allah lütfundan
onlara servet verince cimrilik edip mallarının
hakkını vermediler. Zaten onlar yançizip
duruyorlardı.
77
– Allah’a
verdikleri sözden dönmeleri ve yalan söylemeyi âdet
edinmeleri sebebiyle,
Allah da bu
işlerinin neticesini, kalplerinde kıyamet gününe
kadar sürecek bir münafıklık kıldı.
78
– O münafıklar
hâla anlamadılar mı ki Allah onların sözlerini
de, fısıldaşmalarını da bilir
hem Allah bütün
gaybleri tam tamına bilir.
79
– Müminlerden gâh
farz zekât dışında ayrıca gönlünden
koparak bağışta bulunanları,
gâh ancak
çalışıp didinerek ele geçirdikleri
malları bağışlayanları
dillerine dolayıp alaya alanlar var ya,
işte
Allah onları alay konusu yapıp maskara etmiştir
ve onlara gayet acı bir azap vardır.
Münafıkların
sırf olumsuz tipler olduğunu âyet ne güzel
tasvir ediyor! Kendileri zengin oldukları halde,
kamu hizmeti için vermiyorlar. Elinden geldiği
kadar çok verenleri ise gösteriş yapmakla suçluyorlar.
Fakir olduğu için az verenler hakkında: “Şunlara
bakın: Bizans İmparatorluğunun kaleleri
bunların sadakalarıyla fethedilecekmiş!”
diyorlar.
80
– Onlar için sen
ister Allah’tan af dile, ister dileme.
Yetmiş
kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla
affetmeyecektir.
Evet, böyle!
Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımayıp
karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar
güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.
{KM, Matta 18,22}
Fısk,
her türlü hususta diretmek ve hududun dışına
çıkmak demektir. “Lâ yehdî’l-kavme’l-fâsikîn” demek, Allah onları
emellerine ulaştırmaz demektir. Zira bu tekvin
ve teşri çarkının üzerinde döndüğü
hikmete aykırıdır. Hidâyeti, “matlub
olan hidâyete ulaştıran yolu gösterme” mânasına
alırsak, bellidir ki, bu hidâyet gerçekleşmiştir.
Fakat fâsıklar, kendi kötü tercihleri ile bu hidâyeti
kabul etmeyip düştükleri çukura düşmüşlerdi.
Bu son kısım, ön tarafındaki hükmü
te’kid eden bir tezyildir. Zira kâfirin affedilmesi,
her şeyden önce küfründen vazgeçmesi ve hakka yönelmesine
bağlıdır. Ama küfre dadanan, küfre
dalan, kendisini küfürle damgalayan, bu aftan uzaktır.
Keza
burada, Hz. Peygamber’in onlar için af dilemesindeki
özrüne de dikkat çekilmektedir. O da, onların
imana gelmelerinden me’yus olmamasıdır. Çünkü
onların, sonuna kadar küfürde kalacaklarını
bilmiyordu. Zira, ancak akibetlerini kesin bilmeden
sonra onlar hakkında istiğfar yasak olurdu (Ebussuûd).
81
– Savaşa çıkmayıp
Resûlullahtan ayrılarak geride kalanlar, oturmalarından
memnun olup sevince garkoldular.
Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
etmekten hoşlanmayıp “Bu sıcakta sefere
çıkmayın!” dediler.
De ki:
“Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl
dayanacasınız?
Bunu bir
bilip anlasalardı!
[70,15-16, 22,19, 22; 4,56]
82
– Öyleyse kazandıkları
günahların cezası olarak az gülsün, çok ağlasınlar!...
83
– Eğer Allah
seni bu seferden (Tebük’ten) döndürür de, sen
onlardan bir toplulukla karşılaşırsan
ve onlar başka bir gazaya çıkmak için senden
izin isterlerse onlara de ki:
“Benimle
beraber asla sefere çıkmayacaksınız,
asla benim maiyetimde düşmanla savaşmayacaksınız.
Madem ki önce oturup seferden geri kaldınız,
haydi şimdi de geri kalanlarla birlikte oturun!”
84
– Onlardan ölen hiçbir
kimsenin cenaze namazını kılma ve kabri
başında dua etmek üzere durma.
Çünkü
onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar
ve yoldan çıkmış olarak öldüler.
İbn
Übey öldüğünde, halis bir müslüman olan oğlu
Abdullah Hz. Peygamber’e gelerek cenaze namazını
kıldırmasını rica etti. Pek şefkatli
olan Efendimiz (a.s.m) o tarafa doğru kalkınca
Hz. Ömer 80. âyeti hatırlattı. Hz. Peygamber:
“Demek Allah izin verdi, ben de yetmişten daha
fazla istiğfar ederim” dedi. Bunun üzerine bu âyet
indirilip kesin hükmü bildirdi.
85
– Onların ne
malları ne de evlatları seni imrendirmesin.
Çünkü
Allah bunlarla onlara dünyada sıkıntı ve
azap çektirmek istemekte ve canlarının kâfir
olarak çıkmasını dilemektedir. [9,55]
86
– “Allah’a iman
edin ve Resulü ile birlikte cihada gidin.” diye bir sûre
indiği zaman,
onlardan
servet ve imkân sahibi kimseler senden sefere katılmamak
için izin istediler
ve “Bırak,
biz de evlerinde oturan kadınlar ve özürlülerle
birlikte oturalım” dediler.
87
– Savaştan
geri kalan kadınlarla birlikte oturmaya razı
oldular.
Kalplerine
mühür vuruldu, artık onlar (cihattaki hikmeti,
Resullullaha itaat etmedeki mutluluğu) anlayamazlar.
[47,20; 33,19]
88
– Fakat Peygamber
ile beraberindeki müminler hem mallarıyla, hem de
canlarıyla cihad ettiler.
Hayırların
her türlüsü onlarındır.
Felaha
erenler de onlardır!
89
– Allah onlara, içlerinden
ırmaklar akan cennetler hazırladı.
Onlar oraya
ebediyyen kalmak üzere gireceklerdir.
İşte
en büyük mutluluk, en büyük başarı!
90
– Bedevîlerden
savaşa katılmamak için özürler uyduranlar,
hiç değilse kendilerine izin verilsin diye
geldiler.
Allah’a
ve Resulüne bağlılık iddiasında
yalancı olanlar ise oturdular. Ne geldiler, ne de
özür dilediler.
O bedevîlerden
kâfir olanlar, gayet acı bir azaba mâruz
kalacaklardır.
91
– Allah ve Resulüne
sadık kalmak, onlar hakkında iyi düşünceler
taşımak şartıyla zayıflara,
hastalara
ve savaşta
harcama imkânı bulamadığından dolayı
savaşa katılamayanlara sorumluluk yoktur.
Zira onlar,
geri kalmakla beraber, memleketlerinde iyilik ediyorlar.
İyilik
edenlere diyecek bir şey yoktur.
Gerçekten
Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
92
– Ey Resulüm!,
Binek temin etmen için sana geldiklerinde:
“Sizi
bindirecek bir şey bulamıyorum” deyince,
harcayacak para bulamamaları sebebiyle
göz yaşı
döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru
değildir.
93
– Ayıplamak
gerekirse, zengin ve imkânlı olmalarına rağmen
savaşa
katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır.
İşte
onlar geride kalan güçsüz kadınlarla beraber
kalmaya razı oldular.
Allah da
onların kalblerini mühürledi. Artık onlar işlerin
gerçek mahiyetini bilemezler.
94
– Savaş dönüşü
kendileriyle karşılaşınca, katılmamaları
hakkında mazeretler, bahaneler ileri sürerler.
De ki:
“Boşuna özür dilemeyin, zira size inanmayacağız.
Çünkü
sizin aleyhimizde çevirdiğiniz hîlelerden bir kısmını
Allah bize bildirdi.
Bundan böyle
de, yapacağınız her şeyi Allah da,
Resulü de görüp değerlendirecek, daha sonra da,
gizli olsun açık olsun, herşeyi bilen
Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz.
O da bütün
yaptıklarınızı bir bir önünüze
koyacaktır.”
95
– Dönüp yanlarına
vardığınız zaman, kendilerini
affetmeniz için Allah’a yeminler edeceklerdir.
Siz
onlardan yüzçevirin. Onlara muhatap bile olmayın.
Çünkü
onlar o kadar murdar kimseler ki, hesap sormak ve
azarlamakla yola gelmezler.
İşleyip
durdukları günahlar sebebiyle onların
konutları cehennem olacaktır.
96
– Kendilerinden razı
olasınız diye, size karşı Allah’a
nice yeminler edecekler...
Bilesiniz
ki siz onlardan hoşnut olsanız bile, o yoldan
çıkmış, o pis güruhtan Allah asla razı
olmaz.
97
– Bedevîler inkâr
ve münafıklıkta şehirlilerden daha
şiddetli;
Allah’ın,
Resulüne indirdiği hükümleri tanımamaya
daha yatkındırlar.
Allah her
şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [12,109]
Bedevî
(a’rabî) çölde yaşayan göçebe araplara denir.
Her bedevî değil, fakat genelde bedevîler, yaşadıkları
çöl hayatının gereği olarak kaba ve
sert huyludurlar. Böyle olunca küfür ve nifakları
da daha beterdir.
98
– Kimi bedevîler,
Allah yolunda harcamasını angarya ve ziyan
sayar; bundan kurtulmak için başınıza türlü
türlü belalar gelmesini gözler.
O belalar
kendi başlarına olsun!
Allah, her
şey gibi, onların söylediklerini de işitir,
bütün hallerini bilir.
Müslümanlar
hissedilir bir kuvvet olunca bedevîler, çıkarcı
bir tutumla İslâm’a girmeye koyuldular. Gerçek
imana sahip olanlarının nisbeti azdı. Göçebe
olduklarından İslâm’ın cihad, savaş,
zekât, namaz vs. yükümlülüklerinden uzak durup
ganimet ve menfaat sırasında pay almak işlerine
geliyordu.
99
– Kimi bedevîler
de Allah’ı ve âhireti tasdik eder;
Allah
yolunda harcamasını, Allah’a yakın
olmaya ve Resulünün dualarını almaya vesile
sayar.
İyi
bilin ki bu, onlar için Allah’a yakınlık
vesilesidir.
Allah onları
rahmet diyarı olan cennete yerleştirecektir.
Çünkü
Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı
boldur).
100
– İslâm’da
birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara
güzelce tâbi olanlar yok mu?
Allah
onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı
oldular.
Allah
onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı.
Onlar
oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir.
İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!
[5,119; 59,9]
101
– Çevrenizdeki
bedevîlerden ve Medine ahalisinden öyle münafıklar
vardır ki onlar nifak işinde mahir olmuşlardır.
Pek sinsi
hareket ettikleri için sen onları bilemezsin, ama
Biz pek iyi biliriz.
Biz onları
çifte cezaya çarptıracağız. Sonra da müthiş
bir azaba itileceklerdir. [63,8]
102
– Diğer bir kısmı
ise günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işlerle
kötü işleri birbirine karıştırdılar.
Onlar tövbe
ederlerse umulur ki Allah da onların tövbelerini
kabul buyurur.
Çünkü
Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı
boldur).
Bunlar
daha önceki seferlere katıldıkları halde
son Tebük seferine gelmemişlerdi.
103
– Onların
mallarından zekât al ki, bununla onları
temizleyesin ve arındırasın.
Onlar için
dua da et.
Çünkü
senin onlar lehine duan, onlar için büyük bir huzur
ve tatmin kaynağıdır.
Allah her
şeyi hakkıyla işitir, bilir.
[2,43] {KM, Kohale 3,30; Lukan 11,41}
104
– Bilmediler mi ki:
ancak Allah, kullarının tövbelerini kabul
eder, zekât ve bağışlarını alır.
Tevvab ve
rahîm (tövbeleri kabul buyuran ve pek merhametli) olan
da ancak Allah’tır.
105
– Ve de ki: “Çalışın:
Yaptıklarınızı Allah da, Resulü de,
müminler de görecekler.
Sonra gizli
ve açık her şeyi bilen Allah’ın
huzuruna çıkarılacaksınız.
O da yaptığınız
her şeyi bir bir sizin önünüze çıkaracak,
karşılığını verecektir.
106
– Sefere katılmayan
bazı kişilerin akıbetleri de Allah’ın
emrine kalmıştır:
Allah ister
onları cezalandırır, ister merhamet eder.
Allah alîmdir,
hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir).
Belli
münafıklardan başka, müminlerin haklarında
karar vermekte zorluk çektikleri kimseler de vardı.
Onların gerçek durumunu Allah elbet biliyordu.
Fakat Allah zanna değil, bilinçli muhakemeye
dayanan kesin bilgilere dayanmaksızın hiç
kimseyi mahkûm etmemek gerektiğini müslümanlara
öğretmek istemektedir.
107
– Bir de şunlar
var ki: müminlere zarar vermek için,
küfür ve
küfranı yaymak için,
müminlerin
arasına ayrılık sokmak için ve daha önce
Allah ve Resulüne savaş açmış adamı
buyur etmek için, tuttular bir mescid yaptılar.
Bütün
bunlardan sonra onlar: “Bundan, iyilikten başka
maksat gütmedik” diye yemin edeceklerdir.
Allah
şahit ki bunlar kesinlikle yalancıdırlar.
Bu
savaş açan kişi Hazreç kabilesinden Ebû Âmir’dir.
Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden önce hıristiyan
rahibi olmuştu. Peygamberimizi kendisine rakîp gördü
ve düşman kesildi. İslâm aleyhinde kampanya
için kabileleri dolaştı.
İslâm’ın
güçlenmesini önleyemeyince, son olarak Bizans İmparatorunu
harekete geçirmeye çalıştı. Tebük
seferine sebep de Bizansın savaş hazırlığı
olmuştu. Medine münafıkları Ebû
Amir’le işbirliği içinde idiler. Ebû
Amir’le, bir üs olarak kullanmak üzere cami yapmada
mutabık kaldılar. Aslında Medine’de
cami ihtiyacı yoktu. İhtiyaç göstererek yaptıkları
mescidde, ilk namazı kıldırmasını
Hz. Peygamber’den istirham ettiler. Tebük seferinin
hazırlığını öne sürerek Hz.
Peygamber (a.s.m) meşgul olduğunu söyledi.
Burayı kötü planlar için kullanmaya başladılar.
Tebük dönüşünde Peygamberimiz orayı yaktırdı.
108
– O Mescid-i dırarda
hiç bir zaman namaz kılma!
Ta ilk günden,
temeli takvâ üzere kurulan mescidde namaza durman daha
münasiptir.
Orada, maddî
ve manevî kirlerden arınmayı seven kimseler
vardır.
Allah da
temizlenenleri sever.
109
– Binasını,
Allah’a karşı gelmekten sakınma ve Onun
rızasını kazanma temelleri üzerine kuran
kimse mi hayırlıdır;
yoksa yapısını,
yıkılmak üzere olan bir uçurum kenarına
kurarak onunla beraber cehenneme yuvarlanan mı?
Allah
zalimler gürûhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Münafıklıklarına
bir ceza olarak onları hayra ve felaha erdirmez.
110
– Yaptıkları
bina, kendileri geberip de kalpleri parçalanıncaya
kadar, içlerinde hep bir ukde olarak kalacak.
Allah alîmdir,
hakîmdir (her şeyi çok iyi bilir, tam hüküm ve
hikmet sahibidir).
111
– Allah, karşılık
olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve
mallarını satın almıştır.
Onlar Allah
yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler.
Bu Allah’ın
Tevratta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da üstlendiği
gerçek bir vaaddir.
Verdiği
sözde Allah’tan daha sadık kim olabilir?
O halde
yaptığınız bu alışverişten
dolayı sevinin ey müminler!
Müjdeler
olsun size, işte en büyük mutluluk, işte en
büyük başarı!
[35,29; 39,29; 61,10] {KM, Tesniye 20. bölüm. Matta
10,34}
112
– O tövbe edenler,
o ibadet edenler, o hamd edenler, Allah’ın rızası
için sefer edenler,
o rükû
edenler, o secdeye kapananlar, iyilikleri yayanlar, kötülükleri
önleyenler
ve Allah’ın
hudutlarını bekleyip koruyanlar yok mu?
İşte
o müminleri müjdele!
[66,5; 4,24]
“Allah
rızası için sefer” kavramına: İslâm’ı
anlatmak, cihad, yerine göre hicret, ilim elde etmek,
insanları eğitmek, çalışıp helâl
kazanç sağlamak gibi birçok alan girer. Allah’ın
hudutlarını korumaya: İmanın
gerekleri, ibadetler, İslâm ahlâkına uygun
davranışlar, İslâm’ın her
alandaki hükümleri dahildir.
113
– Kâfir olarak ölüp
cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan
sonra,
akraba bile
olsalar, müşriklerin affedilmelerini istemek,
ne
Peygamberin, ne de müminlerin yapacağı bir iş
değildir. [2,119]
114
– İbrâhim’in,
babası için af dilemesi ise, sırf ona yaptığı
vaadi yerine getirmek için olmuştu.
Fakat onun
Allah düşmanı olduğu kendisine belli
olunca, onunla ilgisini kesti.
Gerçekten
İbrâhim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı
idi. [19,47-48; 60,4]
115
– Allah bir topluluğu
doğru yola ilettikten sonra, nelerden sakınacaklarını
kendilerine bildirmedikçe, onları dalâlete sürüklemez.
Şüphesiz
ki Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Bu
âyet, müşrikler için af dilemenin yasaklığı
bildirilmeden önce bunu yapanların ve haram kılınmadan
önce haramları işleyenlerin sorumlu
olmayacaklarını ifade etmektedir.
116
– Göklerin ve
yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Dirilten ve
öldüren O’dur. Sizin Allah’tan başka ne hâminiz,
ne yardımcınız yoktur.
117
– Allah,
Peygamberini savaşa katılmayanlara izin verdiğinden
ötürü affettiği gibi, içlerinden bir kısmının
kalpleri kaymaya yüz tut-muşken, o güçlük anında,
Peygambere tâbi olan Muhacirlerle Ensarı da tövbeye
muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tövbelerini
kabul etti.
Çünkü O,
onlara karşı raûfdur, rahîmdir (pek şefkatli
ve pek merhametlidir).
Başlangıçta
kritik bir anda savaşa çıkmaya pek arzulu
olmadıkları halde, nefislerinde gerçekleştirdikleri
mücahede sonucunda, zaaflarını aşan
sahabîlere işaret edilmektedir.
118
– Allah, savaştan
geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç
kişinin de tövbelerini kabul buyurdu.
Çünkü
onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine
rağmen başlarına dar geldi. Vicdanları
da kendilerini sıktıkça sıktı.
Nihayet,
Allah’ın cezasından, yine Allah’ın
kapısından başka sığınacak
hiçbir yer olmadığnı anladılar da,
bundan sonra, önceki iyi hallerine dönsünler diye,
Allah onları tövbeye muvaffak kıldı.
Çünkü
Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri çok kabul
eder, tövbe edenleri sever ve pek merhametlidir).
Bu
üç halis müslüman Kâ’b b. Malik, Hilal b. Ümeyye,
ve Mürâre (r.anhüm) adlı sahabîlerdi. Güçlü
bir şair olan Kâ’b’ın bu kıssayı
uzunca anlatımı okunmaya değer. Hz. Kâ’b’ın
bu anlatımı, başta Buharî’nin Sahîh’i
olmak üzere birçok kaynakta bulunmaktadır. Bu
üç zat gerçek mümin olduklarından Hz. Peygamber
bunları dışladı. Müslümanları
onlarla konuşmaktan menetti. Elli gün süren,
kendilerine ise ellibin sene gibi gelen, büyük bir
imtihan geçirdiler. Sadakatlerini ispatladıklarından
Allah da onların tövbelerini kabul etti.
119
– Ey iman edenler!
Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakının
ve dürüst insanlarla beraber olun.
120
– Ne Medine halkının,
ne de etrafındaki bedevîlerin,
Allahın
Resulünden geri kalmaları ve ona ihtimam göstermeyip
kendi
canlarının derdine düşmeleri olacak
şey değildir. (Bunu yapacak bir tek kişi
bile çıkmasın)
Bu böyledir,
çünkü onların Allah yolunda uğrayacakları
hiçbir susuzluk, yorgunluk, açlık,
kâfirleri
öfkelendirecek tarzda bir yere ayak basıp ele geçirmeleri
ve düşmana karşı başarı
kazanmaları yoktur ki, mutlaka o sebeple
kendilerine güzel bir iş ve sevap yazılmış
olmasın. Çünkü Allah iyi davrananların mükâfatlarını
zayi etmez. [18,30]
121
– Onlar Allah
yolunda, az olsun çok olsun, hiçbir harcama yapmazlar,
hak yolda katettikleri hiçbir vaadi olmaz ki,
Allah, işledikleri
bu iyilikleri en güzel tarzda ödüllendirmek için,
onların hesaplarına yazılmış
olmasın!
122
– Bununla beraber müminlerin
hepsinin topyekün sefere çıkmaları uygun değildir.
Öyleyse
her topluluktan büyük kısmı savaşa çıkarken,
bir takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi
olmak, dinî hükümleri öğrenmek için çalışmalı
ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden
sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır.
Bu
âyet, dini iyi öğrenmenin ve öğretmenin ne
derece gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
Zira dünya ve âhiret mutluluğu, Allah’ın
hidâyetinin, kurtarıcı prensip ve ölçülerinin,
rûhu ve lafzı ile, İslâm’ın doğru
bilinmesine bağlıdır. [9,41 - 121]
123
– Ey müminler!
Size mekân bakımından yakın olan kâfirlerle
savaşın, onlar sizde bir ciddiyet ve üstün
gayret görsünler.
İyi
bilin ki Allah, fenalıklardan sakınan müttakilerle
beraberdir. [5,54; 48,29;
9,73; 66,9]
124
– Yeni bir sûre
indirildiğinde onlardan bazıları: “Bu
inen kısım hanginizin imanını artırdı
acaba?” diyerek vahyi küçümserler.
Ama bu,
iman edenlerin imanını, yakinini artırır
ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler.
Münafıkları
nifakta sabit tutmak, zayıf müminlere ise şüphe
verip imandan çıkarmak gayesiyle böyle derler.
125
– Fakat o sûreler,
kalplerinde küfür ve nifak hastalığı
bulunanların inkârlarına inkâr kattı ve
onlar kâfir olarak öldüler. [17,
82; 41;44]
126
– Onlar, görmüyorlar
mı ki her yıl, bir veya iki kere imtihan
ediliyor,
çeşitli
belalara çarpılıyorlar da yine nifaklarından
dönüş yapmıyor, onlar bundan ibret de almıyorlar.
127
– Aleyhlerinde bir sûre
indirilince göz kırpıp alay ederek
birbirlerine bakar,
sonra
“Acaba bizi gören biri var mı?” diye endişe
ile bakınır, gören biri yoksa hemen sıvışır
giderler.
Anlamaz bir
topluluk olduklarından,
onlar nasıl
iman ve Kur’ân meclisinden uzaklaşıp
gidiyorlarsa,
Allah da
onları imandan uzaklaştırır. [74,
49 - 51; 70, 36-37; 61, 5]
Kur’ân’dan
indirilen yeni bölümleri Hz. Peygamber (a.s.) bir
hutbe tarzında müminleri toplayıp okurdu. Münafıklar,
zevahiri kurtarmak için toplantıda bulunduklarından,
sıkılarak otururlar, geldiklerini ispatladıktan
sonra sıvışıp gitme yolları
ararlardı.
Önlerine
konan bu devletin, bu muazzam feyiz kaynağının
kıymetini bilmediklerinden, Allah da onları bu
hidâyetten mahrum bıraktı.
128
– Size kendi aranızdan
öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız
ona ağır gelir.
Kalbi üstünüze
titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve
merhametlidir. [2,129.151;
3,164; 26, 215-217]
129
– Buna rağmen
aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Resulüm! de ki:
“Allah
bana yeter. O’ndan başka tanrı yoktur.
Ben yalnız
O’na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş’ın,
muazzam hükümranlığın sahibidir.”
|